Örgütlü toplum 5 dakika uzağında

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Mayıs 2017 

Cumhuriyet’ten Dicle Haber Ajansı’na, Sözcü’den Sendika.org’a uzanan yasaklar, sansür ve engellemelere her gün bir yenisi ekleniyor. Gazetecileri hedef alan ve artık cadı avına dönen, tutuklama ve gözaltıların da hafife alınır bir tarafı yok. Tüm bunlar Türkiye’de düşünce özgürlüğünü hedef alan despotluğun hangi aşamaya geldiğini gösteriyor. Örgütsüz medya, bu despotizmin bir numaralı hedefi oldu. 

Türkiye’de muhalefetin bu baskı zincirini kırabilmesinin yolu örgütlülükten geçiyor. Herkes bunun farkında. Çocuklara tecavüzü meşrulaştıracak yasa teklifinde halkın hep birlikte hareket etmesiyle AKP’nin nasıl geri adım attığını hatırlayın. Gezi Parkı’nı hatırlatmama bile gerek yok çünkü oradaydınız.


Örgütlülüğü zorlaştıranın ‘biz’ olduğunu unutmayalım. Dilerseniz 5 dakika içinde örgütlü bir mücadelenin parçası olabilirsiniz hem de yerinizden bile kalkmadan. E-devletten giriş yapıp muhalif bir sendikaya üye olarak işe başlayabilirsiniz. Hükümetin güdümünde olmayan sendikayı biliyorsanız, hesabınıza giriş yaptıktan sonra sizin iş kolunuza ait seçeneklerden birini seçmeniz 15 saniye bile sürmez. Çoğunluk sağlandığı anda sendikanız size ulaşacaktır, bunun için de dostlarınıza benim yaptığım çağrıyı yapmanız yeterli. Sonrası ise sendika sürecini takip etmek, sizin gibi düşünen insanlarla birlikte hareket etmek. İşte örgütlü olmak bu kadar kolay, beklemek yerine harekete geçmeniz yeterli. Bizi bizden başka kurtaracak kimse yok.

Son halk oylamasında daha iyi gördük ki bu ülkede üretim sürecini, katma değeri yaratanlar mevcut düzene hayır diyor. Bu hayırcıların hepsinin sendikalı olduğunu ve ülkede işler istedikleri gibi gitmediğinde genel greve çıktıklarını bir düşünün. Karşınızda hiçbir hükümet duramaz. Bu güce kavuşmanızın önündeki tek engel ise sizin vurdumduymazlığınız. İlahi bir gücün sizi kurtarmasını beklemeyin. Uzlaşmazlıklarınızı değil uzlaştığınız noktaları öne çıkararak bir sendikaya, bir derneğe ve bir siyasi partiye üye olun. Mümkünse hepsine birden. Kılı kırk yaracak durumda değiliz. Örgütsüzlük ve tepkisizlik sizi koruyamaz, sadece kolay hedef yapar. Evet, örgütlenme çabalarının sonucunda bir bedel ödeyebiliriz. Türkiye’yi özgür bir ülke yapacaksak bedel ödemeye de hazır olmalıyız. Bugün bizler için hapislerde yatan dostlarımız bu bedeli ödüyor. Nazım Hikmet’in söylediği gibi; “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”.

Ankara ve İzmir’deki kuş cennetlerine dikkat
Nallıhan Kuş Cenneti’nin dibine yeni bir kömür santralı kurmak istediklerini daha önce bu köşede yazmıştık. Halihazırda bir santral var, kuşların üremek için seçtiği bu özel alan üzerindeki baskı ikinci santralla daha da artacak. TEMA ve 350.org geçen hafta tepkilerini dile getirdi ama Ankaralılar, kuş severler bu mücadeleye daha fazla destek olmalı.

Türkiye’de kuşlar için önemli bir başka alan ise İzmir Kuş Cenneti. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na bir soru önergesi vererek İzmir Kuş Cenneti’nin yapılaşmaya açılması ve satılması yönündeki iddiaların aslı var mı diye sordu. İzmir Kuş Cenneti’ni Koruma ve Geliştirme Birliği (İZKUŞ) ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü arasındaki 15 yıllık protokol dört ay önce sonlandı ve uzatılmadı. İZKUŞ’un yönetiminde İzmir Büyükşehir, Karşıyaka, Foça ve Menemen belediyeleri var. Başkanı ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu. Bakanlık İZKUŞ’un 3 milyon TL’lik bütçesine rağmen 3 kuruş bile harcamadığını iddia ediyor. Kocaoğlu bu iddiayı şu ana kadar yaptıkları ve toplamda 26 milyon TL’yi bulan harcamaların bir listesini yayımlayarak yanıtladı. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sıkı, “2017 üreme döneminde flamingolar yuva ve yavru yapma rekoruna doğru koşarken sevincimiz kursağımızda kaldı” diyor. Yapılaşma veya yanlış yönetim yıllardır kirlilikle boğuşan Gediz Deltası ve Kuş Cenneti’nde onarılamayacak hasarlara neden olabilir. Onca yılın emeği boşa gitmesin. Doğaseverlere, özellikle de Türkiye’deki kuş gözlemcilerine her iki cenneti korumak için büyük iş düşüyor.

Türkiye kirletmeye devam ediyor
Türkiye’nin seragazı emisyonları 2015 yılı sonunda 475 milyon tona (karbondioksit eşdeğeri) çıktı. 1990 yılına göre yüzde 122 oranında arttı. Daha da önemlisi Türkiye’de kişi başına düşen emisyon miktarı da 6,07 tona ulaştı. İklim değişikliğinde asıl sorumlu onlar dediğimiz ülkelere çok yaklaştık. Avrupa Birliği (28 ülke) ortalaması ise 8,72 ton (2014). Aramızdaki fark ise şu: Onlar iklim değişikliğini durdurmak için uğraşıyor ve bu rakam sürekli düşüyor, biz ise kömür santralları yaparak artırıyoruz. Paris Anlaşması’nı bile onaylamadık, attığımız imza havada kaldı. Bilmem şu kadar fidan diktik diyenlere duyurulur.

Aşık Mahzuni Şerif'in anısına

Özgür Gürbüz

Aşık Mahzuni Şerif'in ölüm yıldönümü bugün. Mahzuni ilkelerinden taviz vermeyen bir aşıktı. Türkülerinde toplumun sorunlarını olanca açıklığıyla anlattığını görürdünüz. Sözünü kimseden sakınmazdı. "Amerika katil" demekten de, Karayalçın'a sitem etmekten de çekinmedi.

Bütün insanlık adına
Amerika katil katil
Hukuk yapar kendi teper
Amerika katil katil

Kanun yapar kendi teper
Amerika katil katil

Vietnam'ın suçu nedir?
Hür yaşamak ayıp mıdır?
Atom patlat ister kudur
Amerika katil katil

Sınıfsız bir okulun hayalını kurdu: "Uy tükensin de bitsin sınıf kavgası. Sınıfsız bir okul kurulmuyor ki".

Yoksulluk içinde geçen hayatı, çektiği işkenceler türkülerine söz oldu. Bir söyleşide 10 tırnağının da falaka nedeniyle düştüğünü söylemişti. Hapishanede geçirdiği günlerden geriye şu dizeler kaldı:

Hapishane içinde minderim kana battı
Yahu bu ne haldir öldüm yedi yıldır...
Gardiyan çekip gitti
Dağ gibi bağ gibi ömrüm benim ne çabuk söndü bitti.

Mahzuni Alevi-Bektaşi felsefesine hakim bir ozandı. Söylediği deyişler, inancını yansıttığı ezgiler bugün bile tüylerimi diken diken eder:

Eğri gönül ile namazlar kılan
Vallahi billahi yalan mi yalan
Cihat’lar deyip de doğru can alan

Nefsine bir fiske vurması yeter
Özüne bir fiske vurması yeter

Mahzuni Şerif’im sözü haşlama
Önünü bitirip sondan başlama
Ellerin çölünde şeytan taşlama

Ala gözlü pirim sürmesi yeter
Ala gözlü dostum sürmesi yeter

Mahzuni'nin her ölüm yıldönümünde içime bir hüzün çöker. Neredeyse dönemin tüm ozanlarını dinledim ama onu bir kere bile dinleyememiş, ezgilerine yansıttığı acısını bir kere bile paylaşamamış olmanın burukluğu var yüreğimde. 2014'te köyüne gidip, yaşadığı yerleri görmek benim için çok anlamlıydı. Bir gün köyü Berçenek'e (Afşin) yolunuz düşerse adına dikilen anıta bir karanfil bırakın. Ya da Hacıbektaş'taki mezarını ziyaret edin.

Elbet buluşacağız, o söyleyecek ben dinleyeceğim.

Mezar taşıyıcıları

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Mayıs 2017

Türbe dediğin aslında bir mezar. Hasankeyf’te sular altında kalmasın diye taşınan Zeynel Bey Türbesi de Akkoyunlular’dan kalma tarihi bir mezardı. Eskilerin yadigarı, ölüye duyulan saygının simgesiydi. Artık oradan oraya sürüklenen herhangi bir eşyadan farklı değil. Akkoyunlu Zeynel Bey’in kemiklerini taşıdınız. Ruhunu da götürdünüz mü suların erişemeyeceği o tepeye?

Peki, Er-Rızk Cami’nin minaresi ne olacak? Onu da taşıyacak mısınız yoksa minareyi suların içinde kalacak Hasankeyf’in yerini bulmak için orada mı bırakacaksınız? Minarenin tepesi suyun dışında kalırsa tabi. Hasankeyf köprüsünü de taşıtacak mısınız Hollandalılara? Köprüyü tepeye kondurup altına fıskiyelerle su sıkarak nehir süsü mü vereceksiniz?

Sırada kim var? Şeyh Şerafeddin Türbesi, Zöhre Hatun Türbesi, Hz. Verkane Türbesi… Hangisini sırtlayacaksınız önce? Hasankeyf  bir bütün, yarısını bir tepeye taşıyıp yarısını bir başka yerde mi bırakacaksınız? Meydanlarda ecdad adına, islam adına nutuklar atarken sızlattığınız kemikler sizlerinkileri hiç sızlatmıyor mu?

Görünen o ki ecdadına toz kondurmayanların ülkesinde 10 bin hatta 12 bin yıllık Hasankeyf’in yok olması kimsenin umurunda değil. Grekler, Araplar, Artuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Selçuklular ve Osmanlılar bu kentte izlerini bırakmış. Bunlar ecdadınız değilse kim?

‘Malum medya’ da korkudan olsa gerek, 10 bin yıllık tarihin yok olmasından çok türbenin nasıl taşındığıyla ilgileniyor. Haberlerinde göçe zorlanacak insanlar, turizmin bitmesiyle işini kaybedecek esnaf ya da tahribata uğrayacak doğanın adı geçmiyor. Türbeyi taşıyan platformun tekerlek sayısını haberlerinde yazıyorlar ama dünyanın en eski kentlerinden Hasankeyf’in yaşını yazamıyorlar. Türbenin taşınmasını haber yapıyorlar ama cinayeti göremiyorlar. Katili de biliyorlar elbet ama yazamıyorlar.

1970’lerde hazırlanan GAP projesi kapsamında önerilen Ilısu Barajı, tahmin edebileceğiniz gibi bundan 40-50 yıl öncesinin aklıyla projelendirildi. O zaman ne rüzgar vardı ne güneş. Daha az enerjiyle aynı işi yapmak yerine daha çok enerji üretmek marifet sayılıyordu. DSİ barajın yılda 4 milyar kilovatsaat elektrik üreteceğini söylüyor. Türkiye’nin enerji verimliliği/tasarrufu potansiyeli ise resmi rakamlara göre yüzde 25. Tükettiğimizin yüzde 25 daha azıyla yetinmek mümkün. Yılda 278 milyar kilovatsaat tüketiyoruz ama enerjiyi verimli ve tasarruflu kullansak 200 milyar kilovatsaat bize yetecek. 70 milyar kilovatsaatlik israfın içinde kaç Ilısu Barajı var, hadi siz hesaplayın.

40 yıldır bu saçma barajı yapmak için direteceğimize verimlilik ve tasarruf potansiyelimizin sadece yüzde 2’sini hayata geçirseydik Ilısu Barajı’nın üreteceği elektriği karşılamış olurduk. Bu projeyi destekleyenler ise tüketimi, yok etmeyi seçti. Projeyi durdurmak veya değiştirmek için hâlâ fırsatımız var. Gelişmiş dediğimiz ülkelerde bunlar oluyor. Hatalarını kabul eden hükümetlere “büyük” deniyor.

Finike’deki doğa dostları Aysin ve Ali Büyüknohutçu’yu öldürenle Hasankeyf’te ölüleri mezarlarından eden fikir aynı kaynaktan besleniyor. Tarihin yok oluşunu izleyen gözle, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın haksız bir şeklde atıldıkları işlerine dönmek için başlattıkları açlık grevini izleyen göz de aynı yüze sahip.

Saygı duymanın, korumanın ve her şeyden önemlisi yaşatmanın mutluluğunu görmemişlerin icraatları bunlar. Yok olmaya çalıştıkları sürece yok olmaya mahkumlar.