Çivisi çakılmamış nükleer santrale %100 zam geldi!

11 Eylül 2015

Kimse farkında değil ama ‘ucuz’ olacağı iddia edilen Akkuyu’daki nükleer santralin üreteceği
elektriğin fiyatı şimdiden iki kat arttı.

Türkiye, Mersin’de nükleer santral yapılması için 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya Federasyonu ile bir anlaşma imzaladı. Türkiye, bu anlaşmayla Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki uzantısı Akkuyu Nükleer A.Ş.’ye üretilen elektriğin büyük bir bölümünü 15 yıl boyunca satın alacağını garanti etti. Böylece nükleer enerjiye devlet teşviği verilmiş oldu. 

İş bu kadarla kalsa iyi. Alım garantisi dolar üzerinden verildi; kilovatsaat başına 12,35 $ sent. Anlaşma imzalandığında Merkez Bankası dolar kuru 1,52 TL’yi gösteriyordu. Bugün itibariyle 1 doların karşılığı 3,05 TL’yi buldu. Yani alım garantisi için cebimizden çıkacak para iki katına çıktı. Çivisi çakılmadan, ucuz denen nükleere %100 zam geldi. O da, dolar bu fiyatta kalırsa. Dolar arttıkça zararımız daha da büyüyecek.

Merak edenler için son bir not daha. Bugün spot piyasada elektrik fiyatı 6 $ sent civarında. Rüzgar santrallerinden üretilen elektriğe ödenen para 7,5 $ sent. Ucuz nükleer mi? Güldürmeyin adamı...

Müdürüne bak nükleer santrali yaptırma

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Eylül 2015

Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santralin Mersin Bölge Kamu Diplomasisi ve Devlet İlişkileri Bölge Müdürü Faruk Uzel bir hafta önce görevinden istifa etti. İstifa ederken yaptığı açıklamalarla da hükümetin ve Rus devlet şirketinin nükleer santrali cici gösterme konusunda yaratmak istediği algıyı yerle bir etti. İşte eski müdür Uzel’in basın açıklamasında sorduğu sorular ve Türkçe meali.

“Rus şirketinin faaliyetlerini ve zihniyetinin inşa edeceği bir nükleer santrali ülkem ve milletim için çok ciddi bir risk unsuru olarak görüyorum” diyerek, reklam kampanyalarıyla yerli imajı verilmeye çalışan santralin ithal olduğunu üstüne basa basa söyledi. Nükleer enerjiye karşı olmadığını söyleyen Uzel, Mersin’deki projeyi deyim yerindeyse, ‘vatan haini’ ilan etti. Halbuki, seçimler öncesi tüm televizyon ve sokakları esir alan reklamlarla, nükleer santrali yerliymiş gibi gösterme çabalarına sahne olmuştuk. Takke düştü Ruslar göründü.

“Bu güne kadar taşeronunuz olan firmalardan mahkemelik olmadığınız şirket var mıdır? Sizin kiralama taahhüdü üzerinden inşa edilen otelle nasıl bir ilişkiye girdiniz ki mahkemelik oldunuz? Bu sorundan dolayı Atom Stroy Export’un müdürünü neden apar topar kovdunuz?” diye sorarak Rus şirketin yerli yatırımcıları işin içine çekme çağrılarına da taş koydu. Ruslar ilk günden beri yerli firmaları nükleer santral ihalesine girmeye çağırıyor, ticaret ve sanayi odalarında toplantılar düzenliyordu. Şimdi, aklı başında işadamları, Rus şirketiyle ticari ilişkiye girenlerin başlarına gelenleri merak ediyordur. Rusların yerli ortak bulmaları, yerli yatırımcıyı üretime teşvik etmeleri artık daha zor.

Bölge Müdürü’nün, “Projeyi maddi sıkıntılardan dolayı yürütemediğiniz doğru mudur? Dünya üzerinde size güvenip yatırıma katılacak ya da kredi sağlayacak bir tek finans kuruluşu var mıdır?” sorusu da projenin sürekli gecikmesinin ardındaki nedenlere ışık tutuyor. Rusya ekonomisinin darboğazda olduğu, 25 milyar dolarlık projeyi finanse etmekte zorlanacağını çok önce yazmıştık. Şimdi içeriden bir ses, bu söylediklerimizi doğruluyor.

Uzel, “Asıl maksadınız Türk hukukuna gol atıp, çevresinden dolaşıp nükleer santralin zemin tesviyesini yapmak mıdır?” diye sorarak, ‘milliyetçi nükleerciler’e bir gol daha attığı gibi, hukuk konusundaki sorunlara da işaret etti. Halkın katılımının önemsenmediğini biliyorduk. Böylece yasaların da firma lehine “es” geçilebileceği şüphesiyle karşı karşıya kaldık. Bu şüphe sürecin en başından beri vardı zaten. Avukat Arif Ali Cangı, kısa bir süre önce mevcut ÇED davaların Danıştay 14. Dairesinde birleştirilerek dava konusu yerden uzaklaştırıldığını, doğal yargıçlık ilkesine aykırı davranıldığını söylemişti.

Nükleer santralin eski Devlet İlişkileri Müdürü’nün bir başka sorusu da şuydu: “Kıyı kenar çizgisine dikkat etmeyi akıl edemeyip, 1 nolu reaktörü kıyı kenar çizgisi altına yerleştiren mühendislik rezaleti yüzünden projeyi uygulamadığınız, bunun için kanun değişikliği beklediğiniz doğru mu?” Bu da ister istemez akla, dünyanın en güvenilir nükleer santralini yapıyoruz diyen yetkilileri getiriyor. En ufak bir hataya tahammülü olmayan nükleer santral projesi, hatasını telafi etmek yerine kanun değişikliği bekliyorsa vay halimize.

Teknik ve hukuki hatalar bir yana, eski müdürün istifasını açıklamasının hemen ardından, ozelhaberturkiye@gmail.com adresinden Uzel’in cinsel tacizle suçlandığı ve yolsuzluğa bulaştığı iddialarının basına gönderilmesi ayrı bir uyarıydı. Uzel suçlu ya da değil, birileri onu tehditle susturmaya çalışıyor, istifa edene kadar yolsuzlukları ve taciz iddialarını gündeme getirmeyip, kendisi nükleer santralle ilgili bildiklerini açıkladığında şantaj yapar gibi bu iddiaları basına sızdırıyorsa o iş çoktan pisliğe bulaşmış demektir. Dünyanın en şeffaf olması gereken süreci pis kokular, yolsuzluk, hukuksuzluk ve şantaj iddialarıyla dolu.

Aklı başında kaç kişi kaldı bu ülkede bilmiyorum ama onlara sesleniyorum. Nükleer saatli bomba Akkuyu’da kuruluyor ve AKP hükümetinden, onun kontrolündeki idarecilerden, savcılardan bir kişi bile çıkıp iddiaları araştırmak dahi istemiyor. Türkiye’nin canına okumadan bu nükleer santral projesi durdurulmalı. Yoksa eski Enerji Bakanı Taner Yıldız muradına erecek. Şehitliği bilmem ama nükleerdeki bu ısrar hepimizi mezara götürecek.

Çevre sorunlarını nasıl çözeceğiz

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Eylül 2015

Adana-Akyatan-Foto: O. Gurbuz
Çevre-ekoloji konularının, fidan dikmek ve dikilen fidanları korumanın ötesinde bir politik duruş, sistem talebi olduğunu kabul edenler şunu çok iyi bilir. Diktatörlükten ve savaşlardan doğa da nasibini alır. Afrika’daki diktatörlerin ve dostlarının, kıtanın tüm doğal varlıklarını yabancı şirketlere satarak servetlerine servet katması bunun en güzel örneklerinden biridir. Bugün Afrika’da 160 binden fazla dolar milyoneri var. Günde 1,25 dolardan daha az gelire sahip Afrikalıların sayısıysa 415 milyon.

Doğa paylaşımcıdır, kimi zaman zalim görünse de her türe yaşama şansı tanır. Ormanlar kralı aslanın biraz ilerisinde zıplayan antiloba baktığı, saldırmadığı zamanlar vardır. Aslan karnı toksa zevk için avlanmaz. Krallığını ormana ilan etmek için başka bir türün tümden yok olmasını istemez. Çevre sorunlarını çözmenin esası da doğanın bu bilgeliğinde yatar. Kendine yetme ve fazlasını istememe. Sorunları çözümde kullanacağımız ilk kural bu.

Türkiye’deki elektrik sorununu ele alalım. Birçoğumuz bugün HES’lerden nükleerden, termikten ve hatta rüzgar enerjisinden şikayetçi. Bu şikayetlerin çoğu haklı nedenlere dayanıyor ancak çözümü nasıl bulacağımız konusunda fazla kelam eden yok. Halbuki basit bir prensiple çözüme ulaşabiliriz. Önce gerçek talebimizi bulalım daha sonra bu talebi hangi kaynaklardan ve hangi koşullarda üretime izin vererek yapacağımızı belirleyelim. Petrolü bir treni yürütmek için mi üretiyoruz yoksa bir tank için mi? HES’ler bir okulun ışıklandırılması için mi çalışıyor yoksa bir alışveriş merkezi için mi? Uçağa bir hastanızı görmek için mi biniyorsunuz yoksa hafta sonu 1,5 günlük tatil yapıp gelmek için mi? Üç örnekte de gerçek talep cümlelerin ilk bölümünde yazılı.

Gerçek talebi belirledikten sonra ne yapacağız? Ufak bir zihin jimnastiği yapalım. Varsayalım ki bu dünyadaki tek kişi sizsiniz ve kendinize bir ev inşa ederek işe başlayacaksınız. Evinizi hangi malzemeyle yapacaksınız onu düşünün. Kerpiçten mi, taştan mı, ahşaptan mı yoksa betondan mı? Beton derseniz size çimento fabrikası lazım. Çimento fabrikası için de enerji. Gerekli enerjiyi hangi kaynaktan sağlayacaksınız? Kömürden mi, sudan mı yoksa rüzgar veya güneşten mi? Daha sonra ikinci soruyu sorabilirsiniz. Evinizde elektrik olacak mı? Bulaşık makinası istiyor musunuz ya da televizyon? Her birinin tükettiği elektrik belli. İstekleriniz sonucu oluşan toplam elektrik talebini hesaplayınca bir önceki soruyu tekrar sorabilirsiniz; gerekli enerjiyi hangi kaynaktan sağlayacaksınız?

Doğada elektriksiz, enerjisiz ya da fabrikadan çıkmış ürünler olmadan yaşamak da mümkün. Bu da bir seçenek ama unutmayın dünyada yalnız değiliz. 7 milyar insanı da sizin gibi yaşamaya ikna etmeniz gerekiyor. İmkansız olduğunu düşünmüyorum ama zor. İlk adımda çalışma saatlerinin düşürülmesini istemek mantıklı olabilir. İnsanı daha az çalıştırmak adına üretilen tüm makineler bugün insanı daha çok çalıştırıyor ve kar maksimizasyonunu öne çıkarıyor. Elinizdeki cep telefonunuzla plajda bile iş epostalarına bakıyor, telefonlara yanıt veriyorsunuz. Yeme, içme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için haftada 5 gün çalışmamıza gerek yok. Ne kadar az çalışırsak o kadar az tüketiriz. Ne kadar az tüketirsek de o kadar az çevre sorununa neden oluruz.

Televizyon ve ütüyü hemen bırakırım ama bulaşık ve çamaşır makinama dokunmayın diyenlerdenseniz, muhtemelen eldeki en temiz elektrik üretim kaynaklarından bir ya da ikisine evet demek zorundasınız; her şeye karşı çıkamazsınız. O zaman da rüzgarın, güneşin nerelerde kurulacağını, nasıl denetleneceğini belirlemek için uğraşın. Kaynakları ve nasıl kullanılacağını belirlemek, çözümün ikinci kuralı da kabul edilebilir.

Üçüncü ve son kural mülkiyetin değişmesiyle ilgili. Dev şirketlerin, bireylerin doğal varlıklara tek başına sahip olmalarını önlersek, talep ve fiyat manipülasyonlarının da önüne geçeriz. Güneş santrallerinden, tarım üretim kooperatiflerine kadar her alanda üretimi sahiplenmeliyiz. Bu hem koyduğumuz çevreci kıstasları kontrol etmemizi sağlayacak hem de bizi kartellerden, devletlerden bağımsızlaştıracak, sermayenin tek elde toplanmasının da önüne geçecek. Üç kural işlerse bugün konuştuğumuz çevre sorunlarını ciddi ölçüde hafifletebiliriz.