Atanamayanlar ile yönetemeyenler

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Aralık 2014

Öğretmeninden çevre mühendisine, eğitimini tamamlamış, kamuda görev almak isteyen onlarca donanımlı insan atama bekliyor. Sorunun temelinde art niyet yoksa plansızlık var. Eğer açık yoksa bu kadar nitelikli iş gücü neden yetiştiriliyor? Yok, sorun bu kişilerin yetersizliğiyse, o zaman da eğitim sistemi sorgulanmalı. Her ile hatta ilçeye üniversite açmak marifet değil, buralarda kaliteli eğitim vermek ve mezunları üretim sürecine katmak gerek. Mezunlar güreş hakemi olsa tiyatro müdürü yapardık ama çevre mühendisinden, öğretmenden bahsediyoruz.

Kamuda, özellikle de Çevre Bakanlığı’nda çalışmak isteyen mühendisler dertli. 2014’te Bakanlığa alınan çevre mühendisi sayısı sadece 43. CHP Milletvekili Melda Onur geçenlerde sordu, Çevre ve Orman Bakanlığı da yanıtladı. Bakanlık bünyesinde 4033 mühendis varmış, bunların 793’ü çevre mühendisi. Yeterli mi? Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, “yeterli değil” diyor. Bakanlığın 81 ilde örgütlü olduğunu belirten Bozoğlu, “İl başına en az 20 çevre mühendisi olmalı, İstanbul gibi illerde bu rakam 70’leri bulmalı. Bu da en az 2 bine yakın mühendisin bakanlık bünyesinde görevlendirilmesini gerektirir” diyor. Çevre Bakanlığı’nın ÇED raporlarını onaylamaktan tutun izin ve lisansları vermeye, sonra da tüm bu işleri denetlemeye varan bir sorumluluğu var.
 
Bozoğlu, “Daha sağlıklı ve ciddi denetim yapılması lazım. Bu denetimlere gidenler arasında ebe, tercüman, veteriner bile var. İnceleme yapıyor ve ceza kesiyorlar. Örneğin, Çevre Bakanlığı yakın zamanda Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporunu (Çevre Etki Değerlendirme) onayladı. Onayladı ama bakanlıkta çalışan bir nükleer mühendis bile yok” Üniversitelerde, çevre mühendisliği bölümlerini kuranlar arasında orman mühendislerinin bile olduğunu söylüyor. “Olan meslek disiplinimize oluyor” diye de ekliyor.

Aslında bu kadrolara en çok Çevre Bakanlığı’nın ihtiyacı var. Bakanlığın saygınlık kazanması için işine bilimsel yaklaşan, tarafsızlığını koruyan bir ekibi olmalı. Sadece bakanlığın mı? Şirketlerin, belediyelerin ve danışmanlık firmalarının da yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Bu yeniden yapılanma sırasında çevre mühendislerinin yapacağı işi, 4 yıllık üniversite mezunu herkese yaptıran ‘çevre görevlisi’ uygulamasına da son verilmeli.

Denetim mekanizmaları da yerli yerine oturtulmalı. Türkiye’de devlet ve şirketlerden bağımsız dediğinizde akla hemen TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları) ve ona bağlı meslek odaları gelir. Hükümet ise yine tersini yapıyor. TMMOB’nin kuruluş yasasını değiştirmeye çalışıyor. En büyük amaç TMMOB ve bağlı meslek odalarının bağımsızlığını ortadan kaldırmak. Denetleyen de eleştiren de olmasın istiyorlar.

Türkiye’nin neresine baksanız ‘çevre sorunu’ gördüğümüz günlerdeyiz. Bu sorunları nasıl çözeceğiz? Karar mercilerinde, denetim sırasında daha çok çevre mühendisi, bağımsız kuruluş yer alsa ve bu süreçler şeffaf yürütülse, bu sorunların bazıları hiç ortaya çıkmadan önlenemez mi? Zeytinler kesilmeden önce Çevre Bakanlığı’ndan bir uzman çıkıp, kurum içinde, “bu iş olmaz” dese, bakanlığın tıkır tıkır onayladığı ÇED raporlarının doğruluğunu yerinde denetleyen bir meslek odası, “raporlarla gerçeğin ilgisi yok” diye itiraz etse fena mı olur? Böylece birbirimize girmeden, ÇED raporları mahkemelerden dönmeden, Bakanlığın itibarı yerle bir olmadan bu işleri çözemez miydik? Olması gereken bu.

Çevre Bakanlığı ve hükümet farkına varamıyor. Kurumlarda çalışanlar yetersizleştikçe, bağımsız denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldıkça yok olan kendileri. Yönetemiyorsan halk yönetebilecek olanı bulur. 

Osmanlı kapitülasyonları devrede

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Aralık 2014

Rusya Devlet Başkanı Putin geçen hafta bir günlüğüne Türkiye’ye geldi. Osmanlı geleneklerine uyarak kendisini bir hediye ile karşıladık. Daha önce iki kez Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geri dönen Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporunu binlerce itiraz dilekçesini hiçe sayarak onayladık. Rusya’ya ilk 15 yılda alım garantisi nedeniyle yaklaşık 70 milyar dolar (Elektrik Mühendisleri Odası’nın hesabı) gelir sağlayacak nükleer santral projesinin önü açıldı. Santralin sahibi Rosatom, yapım maliyetinin 20-25 milyar dolar arasında olacağını söylüyor. Nükleer santralin 60 yıl çalışması planlandığına göre Rusya’nın kârını varın siz hesaplayın.

Osmanlı’da, özellikle 1740 sonrasındaki kapitülasyonlarla ticarette yabancı devletlere geniş olanaklar sağlandı. Onaylanan ÇED ve daha önce imzalanan uluslararası anlaşma da Rusya’ya benzer imtiyazlar sağlıyor. Anlaşılan bizi yönetenler aldıkları ‘eksik eğitim’ sonucu tarihlerine yabancılaşıp Osmanlı’da yaşananları unutmuş. Unuttukları için de Rusya’ya aşağıda birkaç madde ile özetlediğim nükleer kapitülasyonu verdiler.

·       Rüzgar, hidroelektrik, jeotermal gibi yerli kaynaklardan üretilen elektriği devlet daha ucuza (kWs başına 7,3 ile10,5 sent) alırken, verilen alım garantisi yüzünden Rus nükleer santralinden daha pahalıya elektrik (kWs başına 12,5 sent) satın alınacak.
·       Türkiye 60 yıl boyunca nükleer kaza riskiyle birlikte yaşayacak. Olası bir nükleer kazada Türkiye ekonomisi çökecek (Fukuşima’nın tahmini maliyeti 250-500 milyar dolar). Rusya ise birkaç milyar dolar tazminat ödeyip ülkesine dönecek.
·       Doğalgazda bağımlı olduğumuz Rusya’ya elektrikte de bağımlı olunacak.
·       Akkuyu’da üretilecek elektrik miktarının büyüklüğü ve doğalgazdaki aslan payı nedeniyle Rusya Türkiye’deki elektrik fiyatının belirleyicilerinden biri olacak.
·       Orta ve düşük seviyedeki nükleer atıklar Akkuyu’da depolanacak. Yüzlerce yıl radyoaktif kalacak atıklar bize bırakılacak. Rusya’nın bu konuda sınırlı bir sorumluluğu olacak.
·       Nükleer yakıttan, santralin sökümüne kadar, yaklaşık 100 yıl boyunca Rusya’ya bağımlı olunacak. Rusya ile olası bir anlaşmazlıkta, doğalgaz ve nükleer yakıt açığı belirecek.

Bu kadarla kalsa iyi. Rusya’nın ekonomik durumu iyi değil. Ülke ekonomisin 2015’te küçüleceği Moskova tarafından da teyit edildi. İşsizlik artmaya başladı, yabancı sermaye çıkışı hızlanacak. Bu durumda Akkuyu Nükleer Santrali’nin finansmanını tek başına üstlenen Rusya toplamda 25 milyar doları bulan yatırımı nasıl karşılayacak?  

İşi yüklenen devlet şirketi Rosatom’un tek derdi Akkuyu olsa iyi. Şirketin sadece yurtdışında benzer koşullarla imzaladığı 13 nükleer reaktör projesi daha var. Nükleerde ilk yatırım miktarı çok büyük olduğu için bizim gibi parası olmayan ülkeler Rusya’nın teklifine evet diyor. Projelerin hemen hemen hepsinin aynı tarihlerde yapımına başlanması planlanıyor. Bangladeş, Belarus ve Türkiye’deki 8 reaktörün yatırım bedellerini karşılamayı taahhüt eden Rusya, krizdeki ekonomisini mi kurtaracak yoksa 40 milyar doları bu projelere mi yatıracak?

Putin’in ziyareti öncesinde Kremlin’in idari danışmanı Yuri Uşakov, daha önce de Akkuyu Nükleer AŞ Genel Müdür Yardımcısı Oleg Titov yerli malzeme alımını bahane ederek vergi indirimi hatta Kurumlar Vergisi ile KDV’nin sıfırlanmasını istedi. Bu talepler devam edecek. Santral inşası geciktikçe veya yavaşladıkça Türkiye bu isteklere boyun eğmek zorunda kalacak. Osmanlıyı dilinden düşürmeyenler Osmanlı’daki kapitülasyonları hatırlasa iyi olur. Bu daha birinci evre.

Bizi yönetenlerin belli ki Türkçeleri kıt, eski dilde yazalım. İşler namüsait mahiyette tezahür etmeye başlamadan önce nükleer maceradan vazgeçile.

Nükleer santrallerde kaza haftası

Özgür Gürbüz-BirGün/6 Aralık 2014 

Foto: Die Linke
İlk yangın haberi Belçika’daki Tihange Nükleer Santrali’nden geldi. 30 Kasım günü, öğle saatlerde ajanslara düşen haber, santraldeki üç numaralı reaktörün trafosunda yangın çıktığını söylüyordu. Reaktörde üretim durduruldu ve böylece Belçika’da çalışır durumda bulunun yedi reaktörün üçü çeşitli nedenlerden dolayı elektrik üretememeye başladı.

Arkasından Ukrayna'daki Zaporozhe Nükleer Santrali’nden bir başka kaza haberi geldi. Bu haber dünyada daha çok yankı buldu çünkü kaza 28 Kasım’da gerçekleşti ama Ukrayna Başbakanı Arseniy Yatsenyuk kazayla ilgili açıklamayı tam beş gün sonra 3 Ocak 2014’te yaptı. Bu da “Ukrayna kazanın gerçek boyutlarını gizliyor mu” sorusunu akıllara getirdi. Sovyetler Birliği döneminde meydana gelen ve bugün Ukrayna sınırları içerisinde kalan Çernobil’deki kazanın dünyadan günlerce gizlenmesinin bu önyargıda payı olduğu söylenebilir. Ukrayna’daki çevre örgütleri, nükleer karşıtı gruplar ve aralarında Fransız Nükleer Güvenlik Enstitüsü’nün de bulunduğu kurumlar bir radyasyon tehlikesinden bahsetmiyor.

Kazanın ya da arızanın yardımcı trafoda meydana geldiği belirtiliyor. Yani elektrik transfer sisteminde olmuş, reaktörde değil. Arızanın reaktörü etkilememesi için de reaktör kapatılmış ve bu süreçte de bir sorun yaşanmamış. Yapılan açıklama bu. Umarım öyledir.

Ukrayna’dan gelen haberle başlayan panik havası aslında yersiz değil. Konu nükleer enerji olduğunda şeffaflıktan bahsetmek çok zor. Çernobil ve Fukuşima kazalarının sonuçları konusunda farklı açıklamalar yapılmasının bir nedeni de bu. Olası bir sızıntı veya kazada, doğadaki radyasyonu ölçmek isteyebilirsiniz. Gerek duyacağınız aletlerin hemen hemen hepsi kamunun ya da bizzat nükleer endüstrinin elinde. Sivil toplumun elinde yeterli araç gereç yok. Daha da önemlisi yetki yok. Mersin’de nükleer santral kurulduğunuzu düşünün, şüphelendiğinizde ölçüm yapmak için sizi içeri alacaklarını sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Bergama’da siyanür kullanılan altın madeninde kaza olduğu haberleri gündemde ama meslek odaları, çevre örgütleri bu madene girip bağımsız araştırma yapabiliyor mu? Altın madenini kontrol edemeyen sivil toplum nükleer santrali nasıl denetleyecek? Nükleer santrallerin asıl ürkütücü yanı bu.

Nükleer santrallerde kaza riski "sıfırlanamaz" ve bu risk alınamayacak kadar yüksektir. Belçika ve Ukrayna’daki kazaların benzerlerine o kadar çok rastlanıyor ki, bunlardan birinin yeni bir Fukuşima veya Çernobil olması düşük bir olasılık değil.

Bir diğer sorun da radyasyonla ilgili. Radyasyon gözle görülemez, eğer size söylemezlerse bilemezsiniz. Bilseniz de önlem alma şansınız yok. Koruyucu kıyafetler sizi korusa bile besinlerinizi, yaşam alanlarınızı radyasyondan koruyamaz. Santrallerden havaya bırakılan rutin radyasyon miktarını, nükleer atıkların saklandığı yerde sızıntı olup olmadığını size söylemezlerse öğrenemezsiniz.

Özetle, herhangi bir elektrik üretim biçimiyle nükleer enerjiyi risk ve şeffaflık açısından kıyaslayamazsınız. Kaza nerede olursa olsun sizi bulur. Radyasyondan kaçamazsınız veya onu yok edemezsiniz. Ukrayna'dan gelen haberin yarattığı paniğin ardında aslında bu yatıyor.

***
Kazanın olduğu reaktör Rus malı
Zaporozhe Nükleer Santrali Ukrayna’daki en büyük santral. Bu santralde toplam kurulu gücü 6 bin megavatı bulan 6 reaktör var. Kaza 3 numaralı reaktörde meydana geldi. 3 numaralı reaktörün inşasına 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazasından önce başlanmış, 1986 sonunda üretime geçmiş. 28 yaşındaki reaktör, VVER V320 tipi Rus yapımı bir reaktör. VVER-1000 sınıfından. Bu reaktörün biraz gelişmiş bir modelinin (VVER-1200) Mersin Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santralde kullanılması planlanıyor.