Güneş enerjisinin önünde kim duruyor? (2)

Sosyal maliyetleri de kattığımızda, şu anda güneş ve rüzgâr enerjisinin temiz olmalarının yanı sıra ucuz olma hüviyetini de kazandıklarını söyleyebiliriz”.

Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Ağustos 2011

Geçen hafta bizim gazete ve televizyonlarımızda Ankara ile Konya arasında yolcu taşımaya başlayacak hızlı trenin haberleri vardı. Rastlantı bu ya, aynı günlerde yabancı gazetelerde şu habere rastladım. Almanya’daki trenlerin kullandığı elektriğin yüzde 100’ünün 2050 yılına kadar güneş, rüzgâr ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması planlanıyormuş. Hâlihazırda bu oran yüzde 20, 2014’te yüzde 28’e çıkarılacak. Hidroelektrik konusunu ayrıca yazmak lazım, Türkiye ve Almanya’daki durum birbirinden oldukça farklı ama rüzgar ve güneş enerjisinde potansiyel olarak Almanya’dan çok daha fazlasına sahibiz, uygulamada ise bir o kadar gerilerdeyiz.

Şu kadar gerideyiz diyerek ileri giden kimseyi görmedim, o yüzden o klasik nakaratı tekrarlamanın bir anlamı yok. Ne yaparsak ileri gideriz diye soru sorarak işe başlamak lazım. Geçen hafta Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ateş Uğurel’e bu soruları sormuştuk. Bu hafta söyleşinin ikinci bölümünü yayımlıyoruz, söz yine Ateş Uğurel’de.

-Güneşten elektrik üretmenin maliyeti ne kadar?

Şu anda 1kilovat (kW) kurulu gücün bedeli proje yerine, büyüklüğüne bağlı olarak 1,8 euro/vat ile 2,5 euro/vat arsında değişiyor.

-Bu fiyatların yakın gelecekte düşeceği ve diğer enerji kaynaklarıyla rekabet edebileceği söyleniyor. Sizin görüşünüz nedir?

Evet, düşüş beklenenden de fazla. Türkiye için öngördüğüm rekabetçi olma yılları 2013-2014 gibi. Bu noktadan sonra devlet teşvikleri belki o kadar da önemli olmayacak. Daha önce de dediğim gibi asıl önemli kıstas şebekeye bağlanma izinlerinin verilmesi olacak. Ancak enerji kaynaklarının maliyetini hesaplarken, hep göz ardı edilen sosyal maliyetleri de eklediğimizde, güneş ve rüzgâr enerjisinin şu anda temiz olmalarının yanı sıra ucuz olma hüviyetini de kazandıklarını söyleyebiliriz.

-Türkiye'nin güneş enerjisi potansiyeli nedir? Isı ve elektrik üretimi için. Sizce yasalarla sağlanan alım garantisi bu potansiyeli harekete geçirmeye mi yoksa 600 Megavatlık üst sınırın işaret ettiği gibi kontrol altında tutmaya mı yönelik?

Potansiyel çok önemli değil, sıfır noktasındayız. En kısa zamanda ne kadar kurabiliriz diye bakmamız lazım. Bence Türkiye istikrarlı bir şekilde her yıl en az 1gigavat (GW) kurulum yapabilir. 2023 yılında en az 12 GW kurulu güce sahip olmamız azımsanmayacak bir başarı olur. Tek bir senede 10 GW kurulum yapan Almanya gibi örnekler de var tabii, ben 1 GW tahminini, güneşin karşısına çıkarılacak tüm siyasi-politik engeller, teknik bahaneler filtresinden geçirerek yaptım. Yoksa çok daha büyük güçlere ulaşmamız son derece mümkün.

-Söz konusu güneş ve rüzgâr olunca yerli üretimden çokça bahsedilir oldu. Bildiğim kadarıyla
Türkiye termik, hidro veya nükleer enerji alanında da ciddi bir yerli üretim kapasitesine sahip değil ama bu konu hiç konuşulmuyor; neden?

Tamamen siyasi tercih! Güneş enerjisinin daha çok oranda yerli olabilme yetisi nükleer veya doğalgaz çevrim santrali ile karşılaştırıldığında kat ve kat daha fazla. Asıl konuşulmayan konu şu: Ne zaman güneş enerjisi Türkiye'de gündeme geldi, siyasi iktidarın enerji konusundaki yöneticileri hemen şu demeci verdiler, "Güneşe çok destek veremeyiz, o zaman ithal güneş panellerinin önünü açmış oluruz, paneli üreten Alman'a Çinli'ye para kazandırırız". Kimse sormadı, ülkede kurulu onlarca barajın, doğalgaz ve termik santrallerin türbinleri nereden geliyor diye? Bu söylemin birden bire sadece güneş için dillendirilmesi pek garip açıkçası.

-Yerli malı güneş panelleri veya rüzgâr türbinleri üretmek için öncelikle ne yapılmalı?
İlk önce yerli panel kullanan kişilere kilovatsaat ( kWs) üzerinden verilen teşvik kaldırılmalı, bu yerli araba kullanan sürücülere ucuz benzin vermek gibi bir şey. Bilindiği gibi bir güneş enerjisi sisteminden üretilen elektrik şu andaki kanunlara göre 13,3 dolar cente satılacak (kWs başına) , güneş paneli-ayak sistemi ve inverter tamamen yerli olursa 20 dolar cente kadar çıkacak. Ancak ülkemizde hiçbir gerçek yatırımcı, "müşteri yerli malını tercih eder" diyerek milyon dolarlar mertebesindeki yatırımlara soyunmaz. Üstelik ilk üretilecek ürünler "kredilendirebilir" olmama riskini taşıdığından, enerji yatırımcıları çok muhtemelen en az 1-2 GW saha tecrübesi yaşamış güneş panellerini ve diğer aksamları tercih edecektir.

Teşvik öncelikle güneş panelini üretecek firmalara verilmeli. Şu anda Türkiye'nin sıfırdan Ar-Ge yaparak yıllık üretim kapasitesi 2-3 GW seviyesine gelmiş firmalara rakip olması sadece hayalperestlik olur. Yapsa bile marka konumlandırması için bir o kadar daha para harcaması gerekir ki, bu da tüm süreci verimli olmaktan uzaklaştırır. Devletin ve Başbakanlık Yatırım Ajansı’nın hemen yapması gereken şey, bu uluslararası büyük şirketleri (bazılarının güneş enerjisi deneyimi 50 yılı geçti) Türkiye'ye çekerek, yerli oyuncularla birlikte yatırım yapmaya teşvik etmesi ve bunun yanı sıra teknoloji transferini çekici kılan kanunların ivedilikle çıkartılması. Bu şirketlerin bir bölümünün Ar-Ge çalışmalarını da ülkemize çekebilirsek yerli sanayi oluşturma konusunda önemli bir adım atmış oluruz. Tarife üzerinden şu anda açıklanmış teşvikler ayrıca dünya ticaret örgütüne yapılacak ilk haksız rekabet suçlamasında iptal edilecektir. Yerli üretimi suni teşviklerle değil, gerçek Ar-Ge yatırımını yapacak kurumları desteklemekle istenilen seviyeye getirebiliriz.

Güneş enerjisinin önünde kim duruyor?

Bizi nükleere, HES’lere, termik santrallara mahkûm etmek isteyenlere, “güneşimden kaç” demenin zamanı geldi de geçiyor...

Özgür Gürbüz-BirGün / 21 Ağustos 2011

Muğla Üniversitesi'nde fotovaltaik kaplı bir çatı
Önce termik ve nükleer santrallar sonra hidroelektrik derken, Türkiye’de enerji sektörünün doğa üzerindeki baskısı iyice arttı. Ne için ve gerçekte ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmeden elektrik tüketimimizi arttırmaya çalışıyoruz. Enerjide hem yurt dışına hem de büyük firmalara giderek daha fazla bağımlı hale geliyoruz. Milyar dolarlık enerji yatırımları, üretimi merkezileştirerek bizleri bu dev firmalara bağımlı tüketicilere dönüştürüyor. Bu çemberi kırmak için kendine yeter bir yaşam kurmak, enerji tüketimini azaltmak ve ihtiyacımız olan enerjiyi veya büyük bir kısmını kendimizin üretebileceği yeni bir düzene ihtiyacımız var. Anahtar kelime ise güneş...

Güneş enerjisi deyince çoğumuzun aklına su ısıtmada kullanılan paneller (güneş toplaçları) geliyor. Güneş enerjisini elektriğe çeviren fotovoltaik paneller ise daha karmaşık bir teknoloji ve ısı değil elektrik üretiyor. Çatılara, bina yüzeylerine, sokak lambalarının tepesine yerleştirilebiliyor. Büyük bir enerji santralını bir yurttaşın kurması çok zor ama güneş panellerini evinin çatısına yerleştirmesi o kadar zor değil. Zaten konutların elektrik ihtiyacı da çok fazla değil. 2010’un sonunda dünyada 40 bin megavatlık fotovoltaik kurulu gücü vardı. Çok değil ama hızla gelişiyor. Peki, Türkiye’de durum ne? Bu soruyu Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED) Yönetim Kurulu Başkanı Ateş Uğurel’e sordum. Türkiye için hayati öneme sahip olduğuna inandığım güneş enerjisiyle ilgili söyleşiyi iki hafta boyunca bu köşede okuyabilirsiniz. Bizi nükleere, HES’lere, termik santrallara mahkûm etmek isteyenlere, “güneşimden kaç” demenin zamanı geldi de geçiyor...

»Son günlerde güneş enerjisiyle ilgili gelişmeler var. Uzun süredir bekleyen yasal düzenlemeler tamamlandı. Sizce bu düzenlemeler sayesinde güneşten ciddi miktarda elektrik üreten ülkeler arasına Türkiye de girecek mi?
Bu düzenlemeler sayesinde güneşten elektrik üreten ülkeler arasına Türkiye girecek, ama yine aynı düzenlemeler yüzünden güneşten ciddi miktarda elektrik üreten ülkeler arasına giremeyecek. 2006-2007 yıllarında bu konu gündeme geldi. 2011 yılının sonlarına yaklaşıyoruz hâlâ usul ve esaslar, ölçümlerle ilgili bazı düzenlemeleri bekliyoruz. Yani, yasal düzenlemelerin tamamının bittiğini söylemek de mümkün değil. Bazı mevcut maddeler, sanki teşvik adı altında süreci uzatmak, kösteklemek için konmuş gibi gözüküyor.

»Yeni düzenlemelerle güneş enerjisi için bir ölçüm zorunluluğu da getirildi. Bu güneş santrallarının önünü açıyor mu?
Ölçüm zorunluluğu bence tam bir komedi, bir kere güneş enerjisinde kesinlikle ölçüme ihtiyaç yok. Var olan uydu verileri, diğer meteorolojik veriler ve son derece başarılı simülasyon programları sayesinde diğer tüm temiz enerji kaynaklarının aksine belli bir alanda güneşten ne kadar elektrik üretileceği oldukça hassas tespit edilebilir. Güneşin dünya üzerindeki herhangi bir noktada, ne zaman doğacağı ve ne zaman batacağı bellidir. Akşam üretmeyeceği, kışın daha az üreteceği de kesindir. En çok öğlen saatlerinde üreteceği de bilinir. Buna karşılık mesela rüzgârda ölçüm şarttır, rüzgâr ‘yukarıdan’ değil ‘yandan’ gelen bir enerji türüdür ve çok ufak koordinat değişikliklerinde bile rüzgâr profilinde önemli değişiklikler olur. Halbuki güneş enerjisi potansiyeli enleme göre değişir. Birbirinden 5-10 km uzaklıktaki iki noktada güneş enerjisi potansiyelinin bir yatırımcıyı etkileyecek kadar değişmesi mümkün değil.

»Bir de tüm güneş santrallarının kurulu gücünün 600 MW’ı geçmemesi için kural kondu. İstediğiniz kadar kömür santralı yapmak serbest ama güneşe gelince sınır var.
600 MW başka bir garip konu. Açıklama şu: Ülkemizin altyapısı daha çok güneş santralını kaldırmaz. Ne gariptir ki, devlet yetkilileri tam da bu açıklamanın yapıldığı günlerde yaklaşık 1.000 MW gücünde bir doğalgaz çevrim santralının açılışını yapıyordu. 1000 MW’lık dev ve tek bir santral için altyapımız yeterli ama Türkiye geneline yayılacak toplam 600 MW’lık güneş santralı için yetersiz. Türkiye’de ilk defa bir enerji türü için sınırlama getirildi, anlaşılır bir sebebi de yok. Tek aklıma gelen açıklama, güneş enerjisinin yayılması istenmiyor, kontrol altında tutulmak istiyor. Bu kararlarda kuzey komşularımızın oldukça etkin rol oynadığını düşünüyorum açıkçası.

»Yurttaşların evlerinin çatılarına kurduğu güneş panelleriyle ürettikleri fazla elektriği devlete satacakları söyleniyor. Bu bilgi doğru mu?
Bunun kanunu ve yönetmeliği çıktı, usul ve esaslarının da yayınlanmasını bekliyoruz. Tüm bu sürecin bekleme süresi 3-4 yıla ulaştı sanırım. Burada da büyük hatalar yapıldı, bir ampul yakan bile çatısında kurduğu sistemle ürettiği tüm elektriğin tamamını satabilecek. Olay ticarete dönünce, karşınızda da devlet ve dağıtım şirketleri olunca bu işin yürüme şansı sıfır. Binlerce binanın çatısındaki sistemi kim denetleyecek, kim kontrol edecek, kim gerekli izinleri verecek ve kim ay sonu o binaların sahiplerinin banka hesaplarına para yatıracak? Ayrıca yerli üretim ürünlerini kullananlar daha yüksek fiyata da satacak. Çatıdaki 3-4 panelin nerede ve nasıl üretildiğini denetleyebilecek bir merci olduğunu veya uzun süre olabileceğini hiç sanmıyorum. Halbuki bunun yerine elektrik temelli (kwh bazlı) mahsuplaşma gelseydi sistem çok daha hızlı devreye alınabilecekti. Fazla elektriği dağıtım şirketine ver, verdiğin fazla enerji kadar da bedava elektrik tüket. Gayet basit bir sistem olacaktı. Şimdi işin içine para alışverişi girdi, sağlıklı yürüme şansı sıfıra yakın.

»Herkes evinde elektrik üretirse dağıtım ihalelerine milyarlarca dolar ödeyen dağıtım şirketleri bu işten zararlı çıkmaz mı?
Çıkar tabii, o yüzden kurduğunuz sistemi şebekeye bağlama iznini bu kurumlar verecek; daha doğrusu vermeyecek veya aylarca sizi oyalayacak. Siz pes edene kadar. Bu başka ülkelerde de yaşanmış bir deneyim. Güneş enerjisiyle ürettiğiniz her birim elektrik kadar dağıtım şirketi size az elektrik satıyor olacak. Ne kadar çok kişi kendi elektriğini üretirse, dağıtım şirketleri o kadar az elektrik satabilecek. Bu arada dağıtım şirketleri henüz milyarlarca dolarlık ödeme yapmadı. Takip ettiğimiz kadarıyla tek bir kuruş tahsilat yapılmadı ve birinci sırada olanların hepsi elendi. Şimdi ihalelerde ikinci sırada olanlarla görüşmeler başladı.

Ateş Uğurel ile yaptığımız söyleşinin devamı için buraya tıklayınız...

Limon'un yüzde 68'i, hıyarın yüzde 13'ü...


Özgür Gürbüz-BirGün / 14 Ağustos 2011

Limon'un yüzde 68'i, portakalın yüzde 18’i, mandalinanın yüzde 16'sı, greyfurtun yüzde 14’ü, elmanın yüze 2,6’sı, kayısının yüzde 9,2'si...

Bitmedi, liste uzun. Çileğin yüzde 53,7’si, şeftalinin yüzde 15,1’i, zeytinin yüzde 6,5’i, sakız kabağının yüzde 18'i ve taze soğanın yüzde 2,6’sı bir ilimizde yetişiyor. Bulmaca gibi ama atarak bulmanız zor, 81 tane seçenek var. En iyisi ben size biraz daha ipucu vereyim. Muzun yüzde 58’i, üzümün yüzde 4,7'si, taze sarımsağın yüzde 3,2’si ve sevseniz de sevmeseniz de ıspanağın yüzde 5,7’si yine bu ilde yetişiyor.

Devamı var... Portakalın yüzde 18'i, pırasanın yüzde 8,7'si, fasulyenin yüzde 4'ü, yeni dünyanın yüzde 24,78'i, marulun göbeklisinin yüzde 7,3'ü, kıvırcığının da yüzde 21,1'i, kirazın yüzde 1,1’i yine bu ilde üretiliyor. Trabzon Hurması'nın yüzde 12,25'i de bu ilde büyüyor, toplanıyor, hasat ediliyor. Trabzon hurmasına bakıp aldanmayın burası Trabzon değil. Geriye kaldı 80 il.

Keçiboynuzu üretiminin yüzde 60,3'ü, baklanın yüzde 18,6’sı, bezelyenin yüzde 8,36’sı, bamyanın (ben severim) yüzde 4,7’si, patlıcanın yüzde 10,6'sı, domatesin yüzde 5,6'sı, dolmalık biberin yüzde 15,8'i, sivri biberin yüzde 11,2'si, karnabaharın yüzde 6'sı ve hıyarın da yüzde 13'ü bu il sınırları içerisindeki topraklarda yetişiyor. Meyve sebze türlerine bakanlar ve limon başlığından uyananlar ilin Mersin olduğunu çoktan bilmiştir. Evet, tüm bu sebze ve meyve Mersin'de yetişiyor. Türkiye’nin yaş meyve ve sebze üretiminin yüzde 6,69’unu bizim hükümetin nükleer santral kurmaya heveslendiği Mersin ili karşılıyor. Listenin en önemli ürünü de herhalde limon. Hem Türkiye üretiminin yüzde 68'ini tek başına üretiyorlar hem de ihracat yapıyorlar. Çilek, keçiboynuzu ve muz gibi ürünlerin de yarıdan fazlası sofalarımıza buradan geliyor. Bu liste elime, Tarım Orkam Sen (KESK'e bağlı Tarım, Orman, Çevre ve Hayvancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası) 'Radyoaktif Limon İstemiyorsan Nükleere Hayır' başlıklı kampanyalarını başlattıklarında ulaşmıştı. Sendika, Türkiye limon üretiminin yüzde 68'ini karşılayan Mersin'de kurulacak bir nükleer santralın yalnızca Mersinlileri değil tüm Türkiye'yi tehdit edeceği görüşünde. Haksız sayılmazlar, geçmiş örnekler durumun tam da böyle olduğunu gösteriyor. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi, İtalya’nın yarısı kadar bir alanın, (yaklaşık 150 bin kilometrekare) kirlendiğini ve yaklaşık 52 bin kilometrekare, Danimarka’dan biraz daha büyük tarımsal alanın da harap olduğunu belirtmişti. Varın hesabını siz yapın. Fukuşima'dan sonra et ve süt üretiminde yaşanan sorunları da biliyoruz.

Yukarıda tek tek belirttiğim sebze ve meyve listesi geçen hafta basına yansıyan bir haberden sonra daha da önemli hale geldi. Haber, Türkiye Ziraatçiler Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin'in yaptığı açıklamayla, hatta uyarıyla ilgili. Türkiye'nin 126 ülkeden 133 değişik meyve ve sebze ithal ettiğini belirten Yetkin, ''Marul, sivri biber, taze ve kurusoğan bile ithal ediyoruz, bunu anlamakta güçlük çekiyorum'' diyor. Her ne kadar bu ülkede anlamadığımız birçok konu olsa da, limonla başladığımız listedeki kalemlere bakınca Yetkin'in bu uyarısının “es” geçilmemesi gerektiği ortada. Çünkü Mersin'e nükleer santral kurmak istiyorlar. Olası bir kaza veya sızıntıda yukarıdaki listeyi unutun. Çernobil sonrası bize yedirilip içilen fındık ve çayı unutmadım, şimdi buna benzer şeyler yapılmaz da demiyorum, malum Türkiye pek değişmedi. En azından aklı olan tüketicilerin bu ürünleri almayacağı ortada. İthalatın duracağını söylemek de falcılık sayılmaz.

Türkiye 2011 yılının ilk yedi ayında muz ithalatına 59 milyon dolar ödemiş. Portakala ise 11 milyon 900 bin dolar. 59 milyon dolar ödenen muzun yüzde 58'i Mersin'de üretiliyor. Yaklaşık 12 milyon dolar ödenen portakalın yüzde 18'i yine Mersin'de...

İbrahim Yetkin yıl sonuna kadar meyve ve sebze ithalatına verilecek paranın 700 milyon doları bulabileceğine dikkat çekiyor. Yetkin, Türkiye'nin son 4,5 yılda sebze ve meyveye 4,5 milyar lira ödediğine de dikkat çekiyor. Demek ki cari açıkta sadece enerjinin payı yok. İthal nükleer santralle cari açıın kapatılamayacağı zaten biliniyor. Bir de bu maceraya girip elektrikten daha çok ihtiyacımız olan sebze ve meyvede de dışa bağımlı hale gelmek ne kadar akıllıca?

Mersin kadar olamayacaklarını biliyorum, gözüm Mersin'in limon rekorunda da değil. Yüzde 68'leri geçtim ama şu ülkenin ihtiyacı olan aklı başında projelerin yüzde 1'ini Ankara üretse öpüp başıma koyacağım! Mersin elden giderse Meclis'in bahçesine limon, hıyar veya dolmalık biber ekmek zorunda kalabiliriz. Söylemedi demeyin.