İster manavdan, ister sanaldan...

Domatesim hormonlu, mısırımın genleriyle oynanmış; yoğurdun proteini, balınsa tadı kaçmış diye yakınıyorsanız sizin ilacınız organik gıdalar. Kimyasal gübrelerden, gen teknolojisinden, endüstriyel kirlilikten korunarak üretilen bu gıdalara artık sayıları sınırlı olan ekolojik pazarların dışında, manavlardan hatta internetten bile ulaşmak mümkün. Meraklısı için organik ürünlerden yemek pişiren lokantalar bile var. Doktorlar altı aydan sonraki çocuklara ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor, kanserli hastalar için yakınları organik ürün satın alıyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 24 Mayıs 2009

Toprak o kadar kirlendi ki, içine kimyasal gübre atılmamış, sanayi tesislerinden kaynaklı kirliliğe bulaşmamış sebze ve meyva bulmak çok zorlaştı. Büyük dede ve ninelerimizin ürettiği gibi üretilmiş domates, biber bulmak için artık özel bir çaba harcamak gerekiyor. Sentetik, kimyasal üretime maruz kalmayan bu gıda ürünleri genel olarak “organik gıda” olarak adlandırılıyor ve sertifikalandırılıyor. Sertifikalı ürünlere ulaşmak ise geçtiğimiz yıllara göre daha kolay. Akla ilk olarak “ekolojik pazarlar” geliyor. İlki Buğday Dermeği’nin desteğiyle İstanbul Feriköy’de 2006 yılında kurulan pazarlar şimdi dört ilde daha hizmetinizde. Antalya, Samsun, Bursa (Nilüfer) ve Ankara’da (Çankaya) haftada bir gün kurulan bu pazarlardan organik ürün almak mümkün. Pazara kadar gidemem diyenler içinse sadece organik ürün satan manavlar var. İstanbul Kuzguncuk ve Galata’da haftanın yedi günü açık olan İmece, Türkiye’nin sadece organik ürün satan ilk ve tek manavı.

Evlere ücretsiz servis
“Ben organik ürün almak için evden çıkamam, pazarla manavla uğraşamam” diyorsanız, sizin internet üzerinden organik ürün siparişi vermeniz mümkün. Ticaret sanal, elmalar ise hem gerçek hem de hormonsuz. Bakliyattan salçaya, yaş sebzeden yumurtaya kadar birçok ürünü internetten sepetinize doldurabiliyorsunuz. Toprak Ana adlı internet sitesinde, ürünlerin nerede yetiştirildiğini harita üzerinde gösteriliyor, üretici ve ürün hakkında bilgi elde edilebiliyor. Organik ürün sertifikası olup olmadığını da kontrol edebiliyor. Bir başka örnek, Fidan Ekolojik Ürünler sitesi. Evlere ücretsiz servis yapıyor, Naturay adlı site ise size organik hediyelik eşya alma şansı bile veriyor.

Herşey zamanında “ucuz”
Manava ve pazara gidebilenler armudu fotoğrafına değil gerçeğine bakarak seçiyor. İmece Manav’ın kurucusu Mehmet Gökmen, “Keşke herkes birbirine güvenseydi ve organik ürünler sertifikasız” satılsaydı diyor. Çünkü sertifika almak ürünlere ciddi bir maliyet getiriyor. Buna rağmen sezonunda alınan ürünlerde fiyatların düşmeye başladığını söyleyebiliriz. İlk çıktığında organik çilek kilosu 10 TL’den satılırken Mayıs 14 itibariyle fiyatı 7 TL’ye kadar düşmüş. Sezonu 9 TL’den açan eriklerin kilosu da şimdi 7 TL. Organik semizotunun kilosu 6, muzun ise 5,5 TL’den satılıyor.

“Ekolojik yaşamın bir yaşam felsefesi olması gerektiğini” söyleyen Gökmen, bu felsefeyi desteksiz bırakmamak için ürünlerini küçük üreticilerden almaya çalıştıklarının altını çiziyor. Satıcılar, Türkiye’nin her köşesine dağılmış olan küçük üreticileri adeta cımbızla çeker gibi buluyor ve ürünlerini tüketiciyle buluşturuyorlar. İmece’nin sarımsağı Kastamonu’dan, naranciyesi Fethiye’den, elmasıysa Amasya, Gümüşhacıköy’den geliyor. Büyük kentlerde, pazarda, manavda ya da sanal ortamda başlayan bu dayanışma sayesinde 1985’te sadece sekiz organik ürün üretimi yapılırken bugün 200’ün üzerinde ürünün organiğinin bulmak mümkün. Üretici sayısı da 15 bini bulmuş durumda. 1985’te temiz ve sağlıklı gıda yeme umudu, deyim yerindeyse, Kaf Dağı’nın ardındaydı. Şimdi ise umut, manavda, pazarda ve sanal alemde...

***
Doktor tavsiyesi
Türkiye’de üretilen organik ürünlerin çoğu ihraç edilse de artık her 10 bin tüketiciden 8’i organik ürün alıyor. Doktorlar altı aydan sonra bebeklere ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor. Fidan Ekolojik Ürünler sitesinin kurucusu Aytaç Timur, Kütahya’da kendi ürettikleri ürünler dışında, diğer sertifikalı ürünleri de sitelerinden sattıklarını belirtiyor. Timur, organik ticarete girişlerini, “Öncelikle ürünleri kendimiz tüketiyorduk. Eş-dost yiyip sevince bize baskı yaptı. Kendimizi bu işte bulduk” şeklinde açıklıyor. Hafta boyunca alınan siparişler hafta sonu evlere bırakılıyor. Naylon torba kullanılmıyor, file ya da kese kağıdı tercih ediliyor. Temizlik ürünleri Almanya’dan diğer ürünler ise Türkiye’den temin ediliyor. Yoğurt ve peynir Gökçeada’dan, yumurtalar ise Sivas’ta hücrelere hapsedilmiş değil, çiftliğinde gezebilen tavuklardan çıkıp geliyor. “Kendi oğlum bile daha önce yemediği sebzeleri yemeye başladı çünkü organik ürünler daha lezzetli” diyen Timur, “Stok maliyetimiz olmadığı için ürünler ucuz. Maydanoz 1, roka 1,5 TL. İstanbul’un birçok semt pazarındaki fiyatlarla aynı” diyor. Tüketici kapıda paketi açıyor, beğenmezse ürünü geri veriyor. Timur, yakınları kanser olanların, hastaları için organik ürün siparişi verdiklerini de söylüyor.

***
Organik lokantalar
Organik gıda yemek isteyen tüketiciler için bu ürünleri alıp pişiren lokantalar da var. İstanbul Koşuyolu’ndaki Bacce Restaurant’ın sahibi Harun Tigün, talebin müşterilerden geldiğini ve yaklaşık 4 aydır organik yemek pişirmeye başladıklarını söylüyor. Omlet, ıspanak, sebze sote gibi ev yemekleri organik ürünlerden hazırlanıyor. Organik ıspanakla pişen yemek 7 lira yerine 11 liraya satıldığını söyleyen Tigün, organik ürün tüketenlerin eğitim seviyesi yüksek, kansere karşı duyarlı kişiler olduğunu söylüyor.

***
Organik tarım yayılıyor
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yapılan araştırmaya göre 2008 yılında organik tarım yapılan il sayısı 65’i bulmuş. Türkiye’de en çok pamuk, buğday, elma, üzüm, mısır, domates ve zeytin organik olarak üretiliyor. Toplam tarımsal alanın yüzde 0,5 kadarı (165 bin hektar) organik tarıma ayrılmış. 2004’ten bu yana organik üretici sayısında yüzde 25 artış olmuş. Bunların çoğu küçük üretici. Güneydoğu Anadolu organik tarımda başı çekiyor.

Amerika rüzgar gibi geçti!

Rüzgar enerjisine olan talep her geçen gün artıyor. Yıllardır Almanya’nın başını çektiği rüzgar enerjisinde liderliği Amerika ele geçirdi. 2008 yılında en çok rüzgar türbinini Amerika kurarken onu Çin izledi. Türkiye’de de rüzgar güllerinin sayıları artıyor ama aynı hızda değil.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertük / 18 Mayıs 2009 *

Teksas deyince akla artık petrol kuleleri değil, rüzgar türbinleri geliyor. ABD’nin toplamda 28 bini bulan kurulu gücünün yaklaşık üçte biri Teksas’ta kurulu. 2008 yılında ABD’de 8 bin 358 megavat gücünde yeni rüzgar çiftlikleri elektrik üretmeye başladı. Bu yılın ilk üç ayında ise 2 bin 800 megavat daha sisteme eklendi. Yıllardır liderliği elinde tutan ve ülke elektriğinin yüzde 7,5'ini rüzgardan karşılayan Almanya, koltuğunu biraz da yüzölçümü farkıyla ABD’ye kaptırdı. ABD’nin en büyük rakibiyse geçtiğimiz yıl rüzgar enerjisi kapasitesini yüzde 10 arttıran Çin oldu. 2008 sonunda 12 bin megavat kurulu güce ulaşan Çin’in 2020 yılındaki hedefi 100 bin megavatlık rüzgar çiftliği kurmak. Bu rakam Türkiye’nin tüm enerji santrallerinin kurulu gücünün yaklaşık 2,5 katına denk düşüyor. Çin'in 2020 için nükleer enerji hedefi 40 bin, güneş hedefi ise bin 800 megavat.

2015’de 5 bin megavat
Avrupa’nın ikinci en iyi rüzgar enerjisi potansiyeline sahip olduğu belirtilen Türkiye’de rüzgar kurulu gücü 2008 sonunda 433 megavata ulaştı. Bu rakam Türkiye’nin tüm kurulu gücünün yaklaşık 100'de 1'ine denk düşüyor. İnşaatı devam eden projelerle bu rakam 800 megavatı geçecek. Buna türbin tedarik sözleşmesi imzalanmış projeler de eklenirse bin 500 megavat garantilenmiş oluyor. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Murat Durak, 2011 yılına kadar 3 bin, 2015 yılına kadar da 5 bin megavatlık rüzgar kurulu gücüne ulaşılacağını belirtiyor. Rüzgar enerjisinin potansiyele rağmen ağır ilerlemesini iletim altyapısı ve türbin tedarikiyle ilgili sorunlara bağlayan Durak, “Hiç kimse bürokrasi konusunda atıp tutmasın. Herşey yolunda gidiyor” diyor. 1 Kasım 2007 tarihinde Enerji Piyasası Denetleme Kurulu(EPDK) tarafından kabul edilen başvuruların toplam değeri 72 bin megavatı buluyor. Durak, bir buçuk yıldır sonuçlandırılamayan bu başvurulara ilişkin EPDK görüşlerinin verilmeye başlandığını da söylüyor.

“1 Kasım Mağduruyuz”
Durak ile aynı fikirde olmayanlar da var. Dört adet rüzgar santrali başvurusu olan Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Yönetim Kurulu Üyesi Tayyar Yıldırım, 1,5 yıldır ne bilgilendirme ne de bir toplantı yapıldığını söylüyor ve kendilerini “1 Kasım Mağduru” olarak tanımlıyor. TÜGİAD Enerji Komisyonu Başkanı Ufuk Ünal ise başka bir tehlikeye dikkat çekiyor. Ünal, “Rüzgarda gecikmede asıl zarar, başvuruda taahhüt edilen teknolojinin eskimesi. 1,5 MW’lık rüzgar türbini yaparım diyen yatırımcı bugün 5 MW’lık türbin seçenekleriyle karşı karşıya” diyor.

***
Kyoto Çin’e yaradı
Çin’in rüzgar enerjisindeki bu yükselişinin ardında Kyoto Protokolü’nün de payı var. Protokol gereğince, gelişmekte olan ülkeler kısmında olan Çin, Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan yararlanarak, gelişmiş ülkelerin ülkesinde rüzgar enerjisi yatırımlarını desteklemesine olanak sağlıyor. Rüzgar enerjisi sayesinde atmosfere salınmayan seragazı emisyonları da sertifikalandırılarak, yatırıma destek olan ülkenin hanesine, kendi ülkesinde indirim yapmış gibi “eksi” değer olarak yazılıyor. Çin’de bu mekanizmadan yararlanan rüzgar enerjisi projelerinin sayısı 314’ü, kurulu güçleri ise 16 bin 977 megavatı buluyor.

***
Türkiye’de çalışan ve inşaatı süren rüzgar santraller

Firma Yer Kurulu Güç (MW) Türbin adedi ve kapasite
Alize A.Ş. İzmir-Çeşme 1,50 3x500 kW
Güçbirliği A.Ş. İzmir-Çeşme 7,20 12x600 kW
Bores A.Ş. Çanakkale-Bozcaada 10,20 17x600kW
Sunjüt A.Ş. İstanbul-Hadımköy 1,20 2x600kW
Yapısan A.Ş. Balıkesir-Bandırma 30 20x1500kW
Ertürk A.Ş. İstanbul-Çatalca 0,85 1x850kW
Mare A.Ş. İzmir-Çeşme 39,20 49x800kW
Deniz A.Ş. Manisa-Akhisar 10,80 6x1800kW
Anemon A.Ş. Çanakkale-İntepe 30,40 38x800kW
Doğal A.Ş. Çanakkale-Gelibolu 14,90 13x800kW+5x900kW
Deniz A.Ş. Hatay-Samandağ 30 15x2000kW
Manisa-Sayalar 30,6 38x800kW
İnnores A.Ş. İzmir-Aliağa 42,50 17x2500kW Lodos A.Ş.
İstanbul-G.O.Paşa 24 12x2000kW Ertürk A.Ş.
İstanbul-Çatalca 60 20x3000kW Ertürk A.Ş.
Balıkesir-Şamlı 90 38x3000kW Dares A.Ş.
Muğla-Datça 10 27x800kW+8x900kW

Kurulu güç toplamı: 433,35 MW

İnşaatı süren
Ayen A.Ş. Aydın-Didim 31,50 15x2100kW
Ezse Ltd. Hatay-Samandağ 35,10 39x900kW
Ezse Ltd. Hatay-Samandağ 22,50 9x2500kW
Rotor A.Ş. Osmaniye-Bahçe 135 54x2400kW
Mazı-3 A.Ş. İzmir-Çeşme 22,50 9x2500kW
Kores A.Ş. İzmir-Çeşme 15 6x2500kW
Soma A.Ş. Manisa-Soma 144,80 176x800kW

İnşaatı süren rüzgar gücü: 402,40 MW
Türbin siparişi verilmiş projeler: 667,60 MW
TOPLAM: 1503 MW

* Haberin orjinali ve doğal olarak hatasızı...

Toplam:

Geceyarısı uyanan kent: Lizbon

Portekiz, Avrupa'nın en zengin ülkesi değil. Parası olmayanın vereceği de çoktur misali... Gönlü zengin, sıcakkanlı insanlar diyarı Portekiz’in başkenti Lizbon, Avrupa’nın içinde Avrupa’dan biraz daha farklı bir yer ayarlayanlar için dört dörtlük bir tercih.

Yazı ve Fotoğraflar: Özgür Gürbüz
Gazete Habertürk Cumartesi /16 Mayıs
2009

Avrupa’nın bir ucu diyebileceğimiz Lizbon, bir anlamda kıtanın Güney Amerika’ya açılan kapısı gibi. Tropik meyveleri, Afro-Amerikan azınlıklarıyla, Avrupa içinde bir başka dünya sanki. Portekiz’in en zengin kenti olsa da, kent merkezinde dahi sokakta geceleyenlere rastlayabiliyorsunuz. Bu görüntüler, Lizbon’un mozaiklerle örülmüş kaldırımlarında ve kentin etrafını çevreleyen tepelerinde yürümeye başladığınızda hafızalarınızdan siliniyor. İstanbul gibi, Lizbon da, “7 tepeli şehir” olarak adlandırılıyor. Kadın şoförlerin sayısı oldukça fazla. Irksal zenginlik de Brezilya’yı andırıyor ama yine de o derece kaynaşmış değiller. İşsiz gençlerin taşkınlıkları olsa da, kendi halinde insanlar kenti gibi Lizbon. Geceleri hüzünlü fadolar, gündüzleri ise tatlı esintilerin olduğu tepelerden, okyanus rüzgarlarıyla akan kentin manzarası sizi bekliyor. Koloni döneminden kalan maddi zenginliğin yerini kültürel farklılıkların getirdiği bir başka zenginlik almış. Futbol tutkusundan bahsetmeye gerek yok, Sporting Lisbon ve Benfica taraftarları kenti ikiye bölmüş. Yarım milyonu biraz aşan nüfusuna rağmen Lizbon, onlarca müze ve tiyatroya ev sahipliği yapıyor. Geçmişte yaşadığı iki askeri darbe, ardından Afrika’daki kolonilerden başlayan göçe rağmen, Avrupa Birliği’ne girişle toparlanan kentin gece hayatı ise ‘anlatılmaz yaşanır’ cinsinden...

Tropik meyveler ve kahve
Yokuşlar sizi yorduğunda, tramvaylar ya da kentin bir çok yerinde karşınıza çıkan asansör ve finiküler sistemler imdadınıza yetişiyor. 28 numaralı tramvay turistlerin gözdesi. Mola vermek istediğiniz anda yanıbaşınızda bir kafe beliriveriyor. Brezilya ile olan dil ve ticari bağları nedeniyle kahvelerin lezzetinden ayrıca bahsetmeye gerek yok. Çikolata severler için de Güney Amerika’dan gelen çeşitler hem yemelik hem de hediyelik. Şili’nin biberli çikolatası molaların olmazsa olmazı. Havalar ısındığında kahve yerine tropik meyvelerle dolu bir meyve salatasıyla da yorgunluğunuzu atmak mümkün.

Kenti gece tepelerden izleyin
İsterseniz, kentin tepelerinde özenle seçilmiş “Miradouro” adı verilen noktalardan enfes manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Miradouro’ları bulmak için kent içindeki tabelaları takip etmek yeter. Gece güneşin batışını izlemek için ideal olan bu noktalar, ilerleyen saatlerde gençlerin buluşup, şarkılar söyleyerek içki içtikleri yerler oluyor. Tepelerden kentin yeşil örtüsü, kaleleri, dar sokakları ve özgün mimarisi daha net görünüyor. Bairro Alto tarafındaki tepeleri tercih ederseniz, St. George Kalesi’ni ve “Praça do Commercio”yu karşınıza alırsınız.

Barlar geceyarısı doluyor
Gece hayatının başlaması içi Lizbon’da geceyarısını beklemek lazım. Başta Bairro Alto olmak üzere tüm barlar, gençlerle doluyor. Punk’dan Reggae’ye, türlü çeşit müzikler Lizbon’un dar sokaklarında çınlıyor. Portekiz’in melankolik şarkıları Fado’lar da bu saatlerde kente hakim oluyor. Nereden çıktıklarını anlamadığınız bu insanlar sabahlara kadar eğleniyor. İnsanların sıcakkanlı olması sizin evinizde gibi hissetmenize neden oluyor. Yolda sık sık karşınıza çıkan uyuşturucu satıcılarına da kafanıza takmazsanız gecenin tadını daha iyi çıkarırsınız. Avrupa uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin burada olduğunu da belirtelim. Eve dönerken, kentin ışıklar altındaki gece manzarasını kaçırmayın.

***
Fado
Lizbon’da daha çok melankolik temalı “Fado”lar söyleniyor. Fado, gitar eşliğinde söylenen, biraz arabeske benzeyen acılı türküler olarak da tanımlanabilir. Köprüler Kentin içine sızan okyanusun üzerinden geçen devasa köprüler, geceleri sizlerin güzel bir manzara ziyafeti çekmenize de yarıyor.

Vasco De Gama Köprüsü
Viyadükleriyle beraber 17,2 km uzunluğunda ve Avrupa’nın en uzun köprüsü. Belem Kulesi, Santa Justa Luca Galuzzi asansörü ve Lizbon Kalesini de mutlaka görün.

Caipirinha ve Mojito
Aslen Brezilya asıllı olsa da şekerkamışından yapılmış bir çeşit rom olan Caipirinha, alkolle arası iyi olanlara tavsiye olunur. Mojito ise nane yapraklarıyla servis ediliyor, beyaz rom ya da şeker kamışından yapılıyor. Hazırlanışını izlemek keyifli.

***
Nasıl Gidilir?
Türk Hava Yolları’nın Lizbon’a haftada dört gün direkt uçuşu var. THY dışında bir diğer direkt uçuşu olan havayolu da Portekiz Hava Yolları (TAP). Aktarmalı olarak Lizbon’a gitmeyi göze alırsanız hemen hemen tüm büyük firmaların uçuşları var. Ancak yol biraz uzuyor. Lizbon’da görecek çok şey var, kısıtlı zamanınız varsa yolda harcamayın.

Konaklama...
Kent, büyüklüğüne oranla iyi bir metro ağına sahip olduğu için, istasyonlara yakın uzaktaki otelleri de tercih edebilirsiniz. “Hotel Barcelona”, iyi İngilizce konuşan çalışanlarıyla bu tarife uyan seçeneklerden biri. Campo Pequeno Metro İstasyonu 6 dakika yürüme mesafesinde. İlla merkezde (Baixa) olacağım diyorsanız, “Metropole” ve “Internacional” gibi turistlerin tercih ettiği otellerde de konaklayabilirsiniz. Merkezde ama daha ucuz olsun diyenlere “Residencial Duas Naçoes” oteli tavsiye ediliyor.

Ne yenir?
Lizbon’dan deyim yerindeyse denizden ne çıkarsa yeniyor. Kılıç balığını bir daha bulamam diyorsanız deneyebilirsiniz ama birçok kişi size, ucuz falan demeden sardalye ile ziyafet çekmenizi öneriyor. Mangalda pişirilmiş sardalye (Sardinhas assadas) ve bizim denemeye fırsat bulamadığımız balık kekleri damak zevkinize hitap edebilir. Güzel şaraplarını kesinlikle ihmal etmeyin. Kentin merkezinde onlarca irili ufaklı lokanta var, seçim yapmak zor. Biraz Portekizceniz ya da kendinize güveniniz varsa, ara sokaklar ilginç, turistlerden uzak mekanlarla dolu. Buralarda yemeklerin yanında Portekiz kültürü bedava servis ediliyor. Eski sömürgelerden gelenlerin işlettiği Brezilya ve Afrika mutfakları da kentte sizi bekliyor.

Alışveriş
Alışveriş tutkunlarını “Baixa”da birçok hediyelik eşya dükkanı ve küçük mağazalar bekliyor. “El Corte Ingles”, alışveriş merkezi isteyenler için ideal. Tanınmış İspanyol ve Portekiz markalarıyla dolu bu büyük alışveriş merkezi, VII. Eduarda Parkı’nın hemen yanında. Parkta mola verip alışverişe devam etmek mümkün. Vasco da Gama alışveriş merkezi de “bildik” tatlar denemek isteyenler için bir başka seçenek. “Bairro Alto” bölgesinde barların arasına sıkışmış ilginç dizaynlara sahip ürünlrin olduğu mağazalar var. Yine Bairro Alto’da, “Carlo Amaro” adlı dükkan, küçük ama mücevherat meraklıları için biçilmiş kaftan. Amaro’nun el yapımı orjinal dizaynları burada bulunabilir.


***
Görmek için 5 beden

1. Haziran ve Temmuz aylarında festivaller yazın keyfini partiler
ve havai fişeklerle çıkarmak isteyenler için ideal.
2. Klasik Batı Avrupa kentlerine benzemiyor. Kendinizi Latin Amerika’ya yakın hissediyorsunuz. Farklı tadlar ve kültürler sizi bekliyor.
3. Bütçenize uygun seçenekler var. Özellikle dışarıda yemek yemek, Batı Avrupa’ya göre daha ucuz. Deniz mahsulleri sevenler içinse bir cennet.
4. Gece hayatı gerçekten çok farklı. Modern yapılar içerisinde değil sokaklarda eğleniyorsunuz. Kent sanki gündüz uyuyor, gece uyanıyor.
5. Şarapları, “Fado”su, tarihi kalesi, köprüleri ve hepsinden öte kent içindeki “Miradouro”lardan sunduğu nefis manzarası oldukça etkileyici.