"Siz Yükselirken Biz Batamayız"

Küresel ısınmayı durdurmak için Polonya'da biraraya gelen dünya liderleri, kritik kararları bir yıl sonraki toplantıya bıraktı.

Polonya-Poznan’da iki hafta süren iklim değişikliğiyle ilgili dev toplantının resmi açılış konuşmasına, Tuvalu Başbakanı Apisai Ielemia'nın şu sözleri damgasını vurdu: “Siz yükselirken, bizler batamayız!” Yaşadıkları adaların sular altında kalması an meselesi olan Tuvalu'nun bu serzenişi, Polonya'daki toplantıyı en iyi şekilde özetleyen cümle oldu. Türkiye medyasından sadece Aktüel Poznan’daydı!

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 18-24 Aralık

Katty Mackay, dört arkadaşıyla beraber, son 40 gün içerisinde tam 10 ülkeden geçerek 23 bin kilometre yol yaptı. Avustralya'nın Tazmanya adasından Polonya'nın Poznan kentine her gün yaklaşık 575 kilometre kat ederek 40 günde ulaştı. Henüz 16 yaşında olan Katty'nin tek amacı, dünyanın geleceğiyle ilgili en önemli kararların alınacağı İklim Değişikliği Zirvesi'ne, çevreye en az zarar vererek ulaşmaktı. Sadece Tazmanya'dan Singapur'a giderken, deniz yoluyla gitmek mümkün olmadığı için uçak kullandı, geri kalan yolculuğunu ise tren ve otobüs gibi toplu taşıma araçlarını kullanarak tamamladı. Böylece daha az petrol tüketti. Polonya'ya vardıklarında iklim değişikliğine (küresel ısınma) yol açan 15 ton kadar seragazını atmosfere salmış oldu. Eğer tüm yolculuğu uçakla yapmış olsaydı, Katty'nin küresel ısınma günahı bunun tam dört katı olacaktı.

Katty ile Polonya'da karşılaştığımda, yine trenle Poznan'dan Varşova'ya gidiyordu. Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Polonya Başbakanı Donald Tusk'un, iklim değişikliği konusunda AB tarafından alınması planlanan önlemleri baltalama girişimini protesto etmeye hazırlanan, yaklaşık 150 kişilik grubun içerisindeydi. Sıfır dereceye yaklaşan soğukta, iki saati aşan bir protesto yapıldı. Merkel ve Tusk, Avrupa Birliği ülkelerinin enerjisinin yüzde 20'sini 2020 yılına kadar rüzgar, güneş, biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarından sağlamasını sağlayacak birlik kararını veto etmekten vazgeçmesiyle eylem başarılı bile oldu denebilir. Küresel ısınmayı durdurma çabalarında başı çeken AB'nin geri adım atması tüm süreci baltalayabilirdi. 16 yaşındaki Katty için bu ikinci zafer sayılabilir; her ne kadar dünyanın bir ucundan öteki ucuna yaptığı yolculuğun yanında ufak bir başarı olarak kalsa da...

On binin üzerinde katılımcı
Polonya'nın Poznan kentinde küresel ısınmayı durdurmak için tüm dünyayadan gelen delegelerde Katty'nin bu iştahını görmedik desek yeridir. Aralık ayının ilk iki haftasında saatler süren toplantılar yaptılar. Çerçeve anlaşmasına dahil olmuş 187 ülkeden delegeler, Birleşmiş Milletler'in ilgili birimlerinden yetkililer siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinden gelenlerle beraber bu rakamın 11 bini bulduğu belirtiliyor. Bu toplantı, Kyoto Protokol'nün doğmasına neden olan İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması'na taraf olan ülkelerin yaptığı 14. buluşma. Kyoto'nun hayata geçmesinden sonra yapılan ise dördüncü toplantı. Kısaca “Taraflar Toplantısı” ya da COP 14 olarak da anılıyor. Bir sonraki toplantı ise Danimarka'nın Kopenhag kentinde yapılacak ve orada 2012'den sonra miyadını dolduracak Kyoto'nun devam edip etmeyeceği ya da yerine yeni bir şey gelip gelmeyeceği kesin olarak belli olacak. Poznan'daki toplantı daha çok, Kopenhag'taki toplantının zeminini hazırlamak açısından önemliydi. Gelişmiş ülkeler seragazlarını ne kadar indirecek, gelişmekte olan ülkeler ne derece sorumluluk alacak, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere teknoloji transferi ve finansman nasıl yapılacak. Tüm bu soruların yanıtlarına çözüm aranıyor ve böylece Kopenhag'ta tarafların dünyanın kaderini belirleyecek belgeye imza atması kolaylaştırılmaya çalışılıyor. Yüzlerce ülke, bir o kadar da sivil toplum örgütü ve binlerce farklı görüşün olduğu düşününülürse bu işin o kadar da kolay olmadığı ortada. Tersinde de bakabilirsiniz. Dünyanın içinde bulunduğu ekolojik felaket göz önüne alınırsa, tüm bu girişimlerin getireceği dünyanın yüzde birlik Gayri Safi Hasılası'na eşdeğer mali külfetin saatler süren pazarlıklara tabi tutulması da bir o kadar can sıkıcı.

ABD'de Obama etkisi görülüyor
Polonya'daki toplantının en büyük farkı kuşkusuz ABD'nin tavrıydı. Kyoto Protokolü'ne Türkiye ile birilikte taraf olmayan az sayıda ülkeden biri olan ABD, Obama'nın getirdiği değişimin de etkisiyle görüşmelerde engelleyici olmaktan çok pasif kalmayı tercih etti. Bunun en önemli nedeni, Bush yönetiminin görev verdiği bürokratların hala Polonya'da ABD'yi temsil ediyor olmaları. Obama tarafından bu bürokratların iki ay içerisinde değiştirileceği ve bu toplantı boyunca ABD adına herhangi bir açıklama yapmalarının engellendiği söyleniyordu. Ancak bir yuvarlak masa toplantısında ABD heyetinden seragazlarını 2050 yılına kadar 1990 yılı rakamlarının yüzde 50 aşağısına çekileceği açıklamasını duyduk. Bu rakam, Obama'nın Kaliforniya'da açıkladığı yüzde 80'den az da olsa ilgiyle karşılandı. Bilim insanlarının tavsiye ettiği oran da aynı dönem için yüzde 80-90 oranında. ABD'den gelecek böyle bir girişimin tüm dengeleri altüst edeceği ve bugün muhalefette olan Rusya, Japonya ve Polonya gibi ülkelerin tavrını değiştirebileceğini söylemek mümkün. Türkiye'den gelen yaklaşık 30 kişilik resmi heyetin başında bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Hasan Sarıkaya'da bu görüşü destekliyor. Yeni Aktüel'in sorularını yanıtlayan Sarıkaya, “Amerika'nın bu günden itibaren böyle bir şey söylemesi iyi bir şey” diyor ama asıl sorunun hala gelişmekte ve gelişmiş ülkelerin asıl sınıflandıralacağı olduğuna da dikkat çekiyor.
Irak alkışlandı
Poznan'da Türkiye'den oldukça fazla sayıda, 40'a yakın katlımcı vardı. Çevre Bakanlığı'nın yanısıra, Dışişleri, Tarım ve Köyişleri, Maliye, Sağlık Bakanlığı gibi bakanlıklar temsilci gönderirken, Yeşiller Patisi, TÜSİAD, Heinrich Böll Vakfı, Bölgesel Çevre Merkezi (REC), Eurosolar Türkiye ve Küresel Eylem Grubu'ndan toplantlara katılanlar oldu. Yine de bakan düzeyinde bir katılımın olmaması, milletvekillerinin buraya gelmiş olmaması katılıma biraz gölge düşürdü. En “sivri” görünen sivil toplum örgütlerinin düzenlediği yan tolantılarda bile Avrupa ülkelerinin milletvekillerini dinleyici olarak görmek ilginçti. Küresel ısınma konusunda politikacılar ve sivil toplum örgütleri bize oranla daha yakın ilişkiler içerisinde. Milletvekili ve bakan düzeyinde katılımın olmamasını Meclis'te onaylanmayı bekleyen Kyoto Protokolü'ne bağlayan Sarıkaya, “Kyoto Protokolü Genel Kurul'dan geçmiş olsaydı onun burada anons edilmesi bile farklı olurdu. Bakın, Irak'ın çerçeve anlaşmasına taraf olması bile alkışlanmalarına neden oldu. Bali'de Avustralya (Kyoto'ya imza atarak) büyük sükse yapmıştı” diyor.

Türkiye, 27 Ekim'de sunduğu öneriyle Kyoto sonrası görüşmelerde aktif rol alacağını belirtiyor ama farklı konumunun da gözardı edilmemesini istiyor. Sarıkaya, Türkiye'nin protokole dahil olmasından sonra, indirim hedefi değil arttırmama hedefi alabileceğini söylüyor. Kısaca, ilerideki 10-20 yıl içerisinde Türkiye atmosfere 500 milyon ton karbondioksit salacaksa, bunu 400'de tutmayı taahhüd etmeyi düşünüyor. 1990 seviyesine göre yüzdelik bir indirim almayacak. Bölgesel Çevre Merkezi Direktör Yardımcısı Yunus Arıkan'a göre bu tip bir önerinin kabul edilmesi, Türkiye'nin bir an önce müzakere pozisyonu belirlemesi ve ekonomik verilerden çok politikasını belirlemesinden ve Kyoto'ya en kısa sürede dahil olmasından geçiyor. Arıkan, “Brezilya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hepsinin stratejik eylem planı hazır. Ne kadar indirim yapabileceklerini, getiri ve götürülerini hesaplamış durumdalar. Bu yüzden AB veya ABD'nin karşısına rahat çıkıyor, onları tarihsel sorumlulukları ve gelişmekte olan ülkelere protokol gereği vermek zorunda ldukları ekonomik destek yönünde zorlayabiliyorlar” diyor. Arıkan, Türkiye'nin kendini İleri Gelişmekte Olan ülkeler adlı bir sınıfta Meksika ve Kore gibi ülkelerle birlikte sınıflandırmasını ve müzakerelere devam etmesi gerektiğini öneriyor.

Bu karışık, çetrefilli pazarlıklar gün ve yıl boyu sürerken dünyanın öte tarafında, Büyük Okyanus'ta dokuz adadan oluşan 11 bin nüfuslu Tuvalu'dan bir çığlık yükseliyor. Polonya notlarımızı Başbakan Apisai Ielemia'nın sözleriyle bitirmek sanırız en doğrusu olacak: “Bizim inancımız, Tuvalu'nun sonsuza kadar yaşamaya hakkı olduğu. Göç etmeyi düşünmüyoruz. Biz, gururlu ve benzersiz kültüre sahip bir ulusuz ve başka bir yere taşınamayız. İnsan ve ulus olarak hayyat kalmak istiyoruz. Ve hayatta kalacağız bu bizim en temel hakkımız ancak şunu söylemeliyim ki müzakerelerin gidişatıyla ilgili çok endişeliyim”.
***
“Ülkeler birbirleriyle uğraşıyor”
Hasan Zuhuri Sarıkaya
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı

Bali'deki toplantıya göre Poznan çok sakin geçiyor. Burada, hedeflenen bir yol haritası oluşturmak ve taahhütler silsilesi üzerinde anlaşmak öngörülmüyor; onun verdiği bir rahatlık var. Bali'den bu yana geçen bir yıllık süreç içerisinde çok da somut gelişmeler olmadı. ABD'nin pozisyonu da belli değil, çok düşük profil izliyorlar. Gerçi ABD temsilcisi 2050 yılına kadar yüzde 50 indirimden bahsetti perşembe (11 Aralık) günü. Bu önemli bir adım, bir ivme kazandırabilir. ABD, Bali'de tüm süreci yönlendiren ülkeydi. Orada, Ek-1 (gelişmiş ülkeler) ve Ek-1 dışı ülkeler gibi bir tasvir yapılmıştı. Bunu biz de ABD de istemedi. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler şeklinde bir tasvir yapıldı. Çalışmalar da öyle gidiyor. Diğer taraftan Kyoto altında çalışmalar ise Ek-1 ve Ek-1 dışı diye gidiyor. Ülkeler kazandıkları pozisyonları kaybetmek istemiyorlar. Şimdi G77 ve Çin adı altında bir grup var. Burada milli gelirleri 30 bin doların üsütünde olan ülkelerle 100 dolar olan ülkeler var. Bu ülkeler birleşip bir grup kurmuşlar ama bu grubun da bir mantığı yok. Yeniden bir tasnif gerekiyor biz de onu bekliyoruz. Burada o başarılamadı. Ek-1 ülkeleri üzerine yüklenilerek bir sonuç alınması da mümkün değil. Örneğin 2020 yılı itibariyle Ek-1'de olmayan Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Meksika, Güney Afrika küresel emisyonların yüzde 50'sini oluşturacak. Bu ülkeler bir sorumluluk almadan yol amak mümkün değil. İlla azaltma değil ama arttırmayı önleyen tedbirler alınması gerekiyor. Türkiye'nin Kyoto'yu imzalama konusunda tavrı değişmedi. Meclis'in zamanlamasıyla ilgili bir mesele. Aslında ülkeler birbirlerinin konumunu çok iyi biliyor. Ülkeler birbirleriyle uğraşıyor. Aslında herkes birşeyler yapsa çözüm bulunur; ki yapmak da zorunda başka türlü bu yolun sonu yok.

COP 14 izlenimleri...

Polonya'nın Poznan kentinde iki haftadır süren BM, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 14. Taraflar toplantısı (COP 14) sona erdi. Polonya'nın Poznan kentinde yer alan toplantıyı ve on dördüncüsü yapılan iklim toplantılarını Türkiye'den izleyen tek gazeteci olarak elimden geldiğince gelişmeleri özetlemeye çalıştım. Polonya'dan da kısa bir bilgilendirme iletisini ilgili gruplara göndermiştim. Aşağıda, hiçbir yerde yayımlanmamış toplantı sonrası düşüncelerimi bulabilirsiniz. 13 Aralık 2008 tarihinde Yaşam Radyo'da, Ekotopya programında yaptığımız 40 dakikalık sohbetin yazıya dökülmüş hali bir anlamda...

Özgür Gürbüz / 14 Aralik 2008

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni temsilen, delegasyonun başında bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Sayın Hasan Zuhuri Sarıkaya'nın da 12 Aralık Cuma günü genel kurulda yaptığı konuşmada belirttiği gibi; Türkiye, Kyoto sonrası süreçte yer almak istediğini açıkça söylüyor. Bu nedenle, süreç hakkında daha ciddi bilgilenmemiz gerektiği, sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerin tümüne kadar herkesin konuya ciddiyetle eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.

2007 yılında gerçekleşen Bali'deki 13. toplantıda alınan kararlar uyarınca, Poznan'da, ağırlıklı olarak, gelecek yıl Kopenhag'ta gerçekleşecek olan COP 15'te son halini alması beklenen yeni anlaşma üzerinde tarafların birbirlerini sınamalarına tanık olduk diyebiliriz. Bildiğiniz gibi daha önceki toplantılarda Kyoto'ya taraf olmayı reddeden Bush yönetiminin engellemeleri yüzünden bir türlü yol alınamıyordu. Obama henüz görevi devralmadığı için ABD heyeti yine Bush'a yakın bürokratlardan oluşuyordu. Ancak bu defa görüşmeleri engellemek yerine adeta hiç karışmadan izlemeyi tercih ettiler. Kulislerde bu durumun Obama'nın verdiği direktifler yüzünden olduğu söyleniyor. Bildiğiniz gibi Obama, seçimlerden önce, ABD'nin iklim değişikliğini durdurma konusunda, hem uluslararası işbirliği yapacağı hem de ülke içerisinde ciddi çaba sarf edeceği sözünü vermişti. Hatta, bilim insanlarının mutlaka yapılması gerek dediği, küresel ısınmaya yol açan seragazlarını 2050 yılına kadar 1990 seviyesinin yüzde 80 altına çekilmesi önerisini de desteklediğini belirtmişti. Obama, tüm bu hedeflere ulaşmak için, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğiyle ilgili çalışmaların getireceği yeni istihdam ekonomik kazanca güvendiğini de yine birkaç defa açıklamıştı. “Yeşil yakalılar” dediğimiz bu iş olanaklarını yaratmak için tam 150 milyar dolar ayrılacağını da yine seçim öncesi bizzat kendinden duymuştuk. Reklam gibi olacak ama bu konuyla ilgili bir yazıyı bu haftaki Aktüel dergisinde kısaca kaleme almaya çalıştım. Önümüzdeki perşembe (18 Aralık 2008) çıkacak sayıda ise Poznan izlenimlerini bulabilirsiniz.

Obama'nın bu sözlerini tutup tutmayacağını henüz bilmesek de, bu beklenti bir anlamda Poznan'daki görüşmeleri dondurmaya yetti. Şimdi herkes ABD'nin nasıl bir yol izleyeceğini bekliyor. (Toplantıda delegasyonun, perşembe günü yapılan yuvarlak masa toplantısında 2050'ye kadar yüzde 50 indirimden bahsettiğini de belirtelim). Görünen o ki, ABD bundan sonraki süreçte bu derece aktif olursa, biraz da ABD'yi bahane ederek muhalefet eden ülkelerin direnci kırılabilir ve Kopenhag'tan dünyayı rahatlacak bir karar çıkabilir. ABD'nin yokluğunda muhalefeti devralan Rusya, Japonya, Kanada ve Avustralya'nın tavrı değişebilir. Cuma günü, Brüksel'den geçen, ve toplantı sırasında birçok kişinin “geçmeyecek” endişesi taşıdığı yeni enerji paketi de bunun bir örneği sayılabilir. Paketin geçmesinin genelde iyi olduğunu söyleyenler de var, Avrupa Parlamentosu Yeşil Milletvekili Rebecca Harms gibi içinin boşaltıldığından şikayet edenler de... Paket, bildiğiniz gibi AB ülkelerinin 2020 yılına kadar enerjisinin (elektrik değil) yüzde 20'sini yenilenebilir kaynaklardan sağlamasını ve yine aynı yıla kadar AB'de seragazı emisyonlarını yüzde 20 azaltmasını öngörüyor.

Toplantıda konuşma yapan gelişmekte olan ülkeler ise özellikle adaptasyon fonları ve teknoloji transferi konusu üzerinde durdu. Poznan'dan çıkan 20 maddelik sonuç bildirgesi henüz içerik hakkında alınmş kritik kararlar içermiyor. İlgilenenler için COP 14 sonuçları http://unfccc.int/meetings/cop_14/items/4481.php
sayfasında bulunabilir. Meksika'nın önerdiği “Yeşil fon” projesi de çok sayıda ülkeden destek görüyor. Gelişmekte olan ülkeler, yükümlülük altına girmeden önce bu fonların miktarı ve türü konusunda bilgi sahibi olmak istiyor. G-77 ve Çin grubunun bu konudaki ısrarının oldukça fazla destek gördüğünü söylemek mümkün. Çin, Vietnam, Hindistan gibi ülkelerin, ulusal planlarını hazırladıklarını da belirtmekte fayda var. Türkiye'nin bu konularda çok geç kaldığını, hala Kyoto'yu imzalayıp imzalamamayı tartıştığını bilmek gerçekten üzücü. Aslında delegasyon da bunun farkında görünüyor ama Meclis'te bekleyen Kyoto ile ilgili yasa “gizli bir el” tarafından adeta engelleniyor. Halbuki, Türkiye'nin kendisine şu anda hiçbir yükümlülük getirmeyecek Kyoto Protokolü'nü biran önce imzalayıp müzakere sürecine dahil olması gerektiğini düşünüyorum. Bu işin kaçar tarafı olmadığı, kaldı ki, ortada bahsedilen geleceğin bizim geleceğimiz de olduğu sanki unutuluyor. Poznan'da çokça ve bence haklıca dile getirilen, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin Ek-1 ve Ek-2 listelerine göre değil de, yeniden belirlenecek kriterlere göre ayrımı konusu çok önemli ve Türkiye'nin bu konuda yumruğunu masaya vurması gerekiyor. Tabi, daha öncesinde masaya oturmanız; yumruğu uzaktan sallayınca masaya denk gelmiyor bir türlü...

Türkiye'nin Poznan'da yeniden Merkez Grubu (Central Group) hareketlendirmeye çalışması ve kendisine yakın durumda olan Hırvatistan ile bu grubu aktif hale getirmeye çalışması olumlu bir gelişme. Biraz zayıf da olsa, bu gruba lobi faaliyetleri için bir başlangıç gözüyle bakıyorum. Bu gruba şimdiden Bosna, Makedonya, Karadağ gibi ülkelerin katılmak istediklerini ilgili kişilerden duyduk. Bu bilgiyi de iletmeden geçmek istemiyorum.

Bir başka önemli konu ise emisyon ticareti. Tüm ülkeler bu mekanizmayı çalıştırmak için hareket halinde. AB'de biliyorsunuz halihazırda işleyen bir sistem var. Burada, AB ile ABD sistemlerinin birleştirilebileceği yönünde iş dünyasından gelen büyük bir iştahın olduğunu belirtmeliyim. Türkiye, bence hızlı bir şekilde kendi Emisyon Borsası'nı kurmalı. Öncelikle birkaç enerji yoğun sektörle işe başlanabilir; demir-çelik, çimento, kağıt ve otomotiv gibi dört sektörden oluşan borsa, ilk yıl bağlayıcı olmayan hedeflerle kendisini sınar daha sonra ise bağlayıcı hedeflerle yeşil yatırımlar için finansman yaratmaya başlar. İlerleyen yıllarda da bu sektörlere yenisi eklenebilir. Türkiye'nin sadece emisyon ticaretiyle değil, diğer tüm mekanizmalarla da kendisini tanıştıracak yeni yöntemler bulmasında yani antreman yapmaya başlamasında fayda var. Yoksa, soluğumuz kesilebilir.

Sanıyorum ana hatlarıyla özetleyebileceklerim, en azından teknik detaylara girmeden yapabilecğim özet sanırım bu kadar. İlerleyen günlerde süreçle ilgili gelişmeleri de takip edip yine sizleri bilgilendirmeyi umuyorum.

Devir, “Yeşil Yakalılar"ın Devri!

İklim değişikliğinden hormonlu domateslere, termik santrallerden ozon tabakasının delinmesine kadar hep kötü haberlerle andığımız çevre sorunları bu kez iyi haberlerle geliyor. Tüm bu çevre sorunlarını çözmek için ortaya çıkan seçenekler ekonomik krizin had safhada yaşandığı dünyaya iş, aş ve umut vadediyor.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 11-17 Aralık 2008

Alper Kalaycı bir makina mühendisi. Kendisi iklim değişikliğini durdurmak için bu ülkede her gün düzenli olarak mesai yapan 410 kişiden biri. Bir sivil toplum kuruluşunda çalışmıyor, bu işi gönüllü olarak da yapmıyor. Üstüne üstelik bu iş için para alıyor ve ülke ekonomisine para da kazandırıyor. Kendisi, rüzgar türbinlerine kanat üreten Türkiye'deki tek fabrikanın müdürü. Kalaycı, dünyadaki iki milyon 300 bin kişi gibi, son 20 yıla damgasını vuran enerji kaynaklı çevre sorunlarına, teknolojik çözümler üretmeye çalışıyor. Dünyada artık gezegeni kurtarmak için çalışanlara para ödeyen bir sektör var. Bu sektörde çalışan “yeşil yakalılar” da...

100 binden fazla kişi sektörden faydalanabilirTürkiye'de yenilenebilir enerji sektöründe kaç kişinin çalıştığı üzerine kesin bir rakam vermek oldukça zor. Potansiyelin yüksek olduğu ise su götürmez bir gerçek. Kalaycı, ortalama bir hesapla sadece rüzgar enerjisindeki potansiyelin 100 binleri bulabileceğini şöyle hesaplıyor: “Yılda 350 megavat (MW)kurulu güce sahip rüzgar türbinleri için kanat üretiminde 410 kişilik bir istihdam lazım. İşin projelendirme, kule imalatı, jeneratör imalatı, inşaat, montaj gibi kısımlarını da düşünürseniz 350 MW türbini üretmek ve devreye almak için en iyi ihtimalle 2 bin 500 kişilik bir ekip gerekli. Yılda 1.000 MW kurmak gibi bir hedefiniz olsa yaklaşık 7 bin 500 kişi, 3 bin MW kurmak isterseniz 20-25 bin kişi direkt olarak rüzgar enerjisi sektöründe çalışabilir. Hammadde, hizmet vs alacağınız firmaları ve bir kişinin de ortalama iki-üç kişiye baktığını düşünürseniz, 100 binden fazla kişi çok rahatlıkla sektörden faydalanabilir.” Türkiye'de şu ana kadar kurulan rüzgar çiftliklerinin 350 megavat civarında olduğu düşünülürse bu rakam çok gelebilir. Ancak, 2007 yılında İspanya'nın 3 bin 500, ABD'nin ise 5 bin 200 MW rüzgar gücü kurduğu hesaba katılırsa bu hesabın hiç de hafife alınacak bir tahmin olmadğı ortada.

Obama'dan yeşil yakalı işler için 150 milyar dolar
Bu tahminin yine de abartılı olduğunu düşünüyorsanız bir de Amerika'daki hesaplara bakmanızı öneririz. Amerika'da yenilenebilir enerji kaynakları olarak adlandırılan rüzgar, güneş, biyokütle ve jeotermal enerjiyle, enerji verimliliği, yalıtım gibi konularda çalışan sayısı 2006 sonunda 8,5 milyonu buldu. Bu “yeşil” sektörün cirosu ise 970 milyar dolar, bir başka deyişle, Wall-Mart, General Motors ve Exxon Mobil gibi dev Amerikan şirketlerin toplam cirosundan daha fazla. Yeşil iş alanlarından devletin kasasına aktaraılan vergi gelirleri ise 150 milyar dolar. Dahası da var. Amerika Güneş Enerjisi Grubu tarafından yaptırılan araştırmaya göre, temiz enerji kaynakları ve enerji verimliliğiyle ilgili sektörler ciddi destek görmeleri halinde 2030 yılında Amerika'da, fabrikadaki işçisinden muhasebecisine kadar toplam 40 milyon kişiye iş sağlama potansiyeline sahip. Beklenen destek görülmez, bugünkü teşvik mekanizmaları sürdürülürse bile bu rakam 16 milyonu geçecek. Bu işlerin hepsinin mühendis olduğunu da düşünmemek lazım. Montaj hattında çalışacak vasıfsız işçilerden, teknisyenlere ve şoförlere kadar her alanı kapsayan bir iş şansı var. Amerika'da bu potansiyeli raporlardan alıp gerçek yapmaya niyetli birileri de var. Barrack Obama, ABD'nin yeni ideri, seçim kampanyası sırasında tam 210 milyar doları inşaat ve çevre sektörüne ayıracağını söylemiş, bunun sadece 150 milyar dolarının “yeşil yakalı” istihdam yaratmak için kullanılacağını belirtmişti.

Yeşil iş olanakları denince akla ilk gelen rüzgar türbinleri ve güneş panelleri olsa da bu aslında madolyonun sadece bir yüzü. Hava kirliliğine yol açmayan, petrol yakmayan bisiklet imalatçıları ve tamircileri, organik tarımla uğraşan çiftçiler, sokaktaki kağıt toplayıcıları, su tasarrufu yapan malzeme satıcıları ve daha onlarcası sizi yeşil yakalı bir çalışan yapabilir. Amerika'nın Berkeley kenti tarafından yaptırılan araştırmaya göre bir işin “yeşil” sayılabilmesi için herşeyden önce size yaşanabilir bir ücret sağlaması gerekiyor. Ücretin dışında bazı getirilerinin bulunması ve işten yüksek oranda zevk almanız da olmazsa lmazlardan. Kısacası, sızlanarak gittiğiniz bir iş, ne kadar çevreci olursa olsun, yeşil bir iş sayılmıyor. Avrupa ve Amerika'da yeşil işler özellikle, suçlular, azınlıklar ve göçmenler için özendiriliyor ve onların bu işlerde uzmanlaşması için özel kurslar düzenleniyor. Sektörün ilerlemesi için de hükümet KDV indirimi ya da teşvikler veriyor. Bazı ülkeler de ise yeşil endüstrilerin gelişmesi zorunluluklar sayesinde oluyor. Geri dönüşüm ve yalıtım standartları, araçlara kapalı yollar (bisiklet ve toplu ulaşıma yönelttiği için), Kyoto hedefleri yeşil sektörün lehine çalışıyor. Sektörün kısa zamanda büyümesinin ardındaki gizli nedenin hükümetlerin politikaları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin, çevre konusunda en cidi hedef ve cezalara sahip ülkelerden biri olan Almanya'da, yenilenebilir enerji sektöründe çalışan sayısı 2006'da 260 bin civarıyken bu rakamın 10 yıl sonra 500, 2030'da ise 700 bini geçmesi bekleniyor.

Türkiye, Avrupa'nın en iyi rüzgar ve güneş potansiyeline sahip ülkelerinden biri olması, yalıtımdan, geri dönüşüme daha işin başında yer alması nedeniyle yeşil yakalı işler konusunda ciddi bir potansiyele sahip. Bu sayede yaratılacak gelirin çözülmez gibi görünen çevre sorunlarının çözümünde kullanılması halinde ise Türkiye'yi güzel, yeşil günlerin beklediğini söylemek de mümkün.

***
“İşsizlikten, dış ticaret açığına kadar birçok soruna çözüm olabilir”Alper Kalaycı
AERO Rüzgar Endüstrisi A.Ş. Fabrika Müdürü

* Bu iş sizin ilk işiniz mi? Sizi bu sektöre iten nedenler neler?Rüzgar enerjisiyle ilgili ilk işimi Dokuz Eylül Üniversitesi'nde okurken buldum. Kobi ölçeğindeki bir firmada üç yıldan fazla, rüzgar ölçüm direkleri imalatı/montajı, küçük ölçekli rüzgar türbini imalatı/montajı gibi konularda çalıştım. Sektöre girmem ise aslında bir tesadüf. Yeni mezun bir mühendis olarak ilk iş hayatına atıldıktan hemen sonra, çalıştığım firma rüzgar ile ilgilenmeye başladı ve ben de herşeyi sıfırdan görme, öğrenme şansı buldum. 2001 yılından bu yana, AERO Rüzgar Endüstrisi A.Ş'nin İzmir'deki fabrikasında müdür olarak görev yapıyorum.
* Şu andaki üretim kapasiteniz ve rüzgar türbini imalatı sayesinde yarattığınız iş gücü hakkında bilgi verebilir misiniz?
Şu an yılda 350 MW gücünde türbin kanadı imal edebilece kapasiteye sahibiz. Yani neredeyse Türkiye'nin tüm rüzgar kurulu gücüne yakın. Bugün itibari ile 410 kişilik bir kadromuz var ve ben dahil toplam 14 mühendisimiz var. Genelde el emeğinin yoğun olduğu buna müteakip de çok kişinin çalıştığı bir sektör diyebiliriz. Hem istihdam krizine, hem dış ticaret açığına, hem küresel ısınmaya, hem karbon salımına, hem de enerji krizine çok güzel çözüm olabilir. Fakat yurtdışındaki örneklerdeki gibi desteklenmesi gereken bir sektör.
* Türkiye için yenilenebilir enerji kaynaklarının iş yaratma potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün itibari ile ne yazık ki çok zayıf. Proje yapan firma sayısı çok az. Üretim de neredeyse yok denecek kadar az. Tam aksine rüzgar potansiyelimiz de çok fazla. Enercon'un daha geçen yıl Portekiz'de açılan fabrikası neredeyse 1000 kişiye istihdam sağladı ve büyümeye devam ediyorlar. Türkiye'de ise iç piyasanın belirsizliği nedeni ile büyümemiz sınırlı kalıyor ayrıca diğer üreticilerin de Türkiye'de yatırım yapma kararlarını etkiliyor.

***
Dünayada, yenilenebilir enerji sektöründe çalışan sayısı (tahmini)
Jeotermal 25.000
Küçük Hidro 39.000
Biyokütle 1.174.000
Güneş (su ısıtıcı) 624.000
Güneş (elektrik) 170.000
Rüzgar 300.000
Kaynak: Worldwatch, Aralık 2008