COP 14 izlenimleri...

Polonya'nın Poznan kentinde iki haftadır süren BM, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 14. Taraflar toplantısı (COP 14) sona erdi. Polonya'nın Poznan kentinde yer alan toplantıyı ve on dördüncüsü yapılan iklim toplantılarını Türkiye'den izleyen tek gazeteci olarak elimden geldiğince gelişmeleri özetlemeye çalıştım. Polonya'dan da kısa bir bilgilendirme iletisini ilgili gruplara göndermiştim. Aşağıda, hiçbir yerde yayımlanmamış toplantı sonrası düşüncelerimi bulabilirsiniz. 13 Aralık 2008 tarihinde Yaşam Radyo'da, Ekotopya programında yaptığımız 40 dakikalık sohbetin yazıya dökülmüş hali bir anlamda...

Özgür Gürbüz / 14 Aralik 2008

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni temsilen, delegasyonun başında bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Sayın Hasan Zuhuri Sarıkaya'nın da 12 Aralık Cuma günü genel kurulda yaptığı konuşmada belirttiği gibi; Türkiye, Kyoto sonrası süreçte yer almak istediğini açıkça söylüyor. Bu nedenle, süreç hakkında daha ciddi bilgilenmemiz gerektiği, sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerin tümüne kadar herkesin konuya ciddiyetle eğilmesi gerektiğini düşünüyorum.

2007 yılında gerçekleşen Bali'deki 13. toplantıda alınan kararlar uyarınca, Poznan'da, ağırlıklı olarak, gelecek yıl Kopenhag'ta gerçekleşecek olan COP 15'te son halini alması beklenen yeni anlaşma üzerinde tarafların birbirlerini sınamalarına tanık olduk diyebiliriz. Bildiğiniz gibi daha önceki toplantılarda Kyoto'ya taraf olmayı reddeden Bush yönetiminin engellemeleri yüzünden bir türlü yol alınamıyordu. Obama henüz görevi devralmadığı için ABD heyeti yine Bush'a yakın bürokratlardan oluşuyordu. Ancak bu defa görüşmeleri engellemek yerine adeta hiç karışmadan izlemeyi tercih ettiler. Kulislerde bu durumun Obama'nın verdiği direktifler yüzünden olduğu söyleniyor. Bildiğiniz gibi Obama, seçimlerden önce, ABD'nin iklim değişikliğini durdurma konusunda, hem uluslararası işbirliği yapacağı hem de ülke içerisinde ciddi çaba sarf edeceği sözünü vermişti. Hatta, bilim insanlarının mutlaka yapılması gerek dediği, küresel ısınmaya yol açan seragazlarını 2050 yılına kadar 1990 seviyesinin yüzde 80 altına çekilmesi önerisini de desteklediğini belirtmişti. Obama, tüm bu hedeflere ulaşmak için, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğiyle ilgili çalışmaların getireceği yeni istihdam ekonomik kazanca güvendiğini de yine birkaç defa açıklamıştı. “Yeşil yakalılar” dediğimiz bu iş olanaklarını yaratmak için tam 150 milyar dolar ayrılacağını da yine seçim öncesi bizzat kendinden duymuştuk. Reklam gibi olacak ama bu konuyla ilgili bir yazıyı bu haftaki Aktüel dergisinde kısaca kaleme almaya çalıştım. Önümüzdeki perşembe (18 Aralık 2008) çıkacak sayıda ise Poznan izlenimlerini bulabilirsiniz.

Obama'nın bu sözlerini tutup tutmayacağını henüz bilmesek de, bu beklenti bir anlamda Poznan'daki görüşmeleri dondurmaya yetti. Şimdi herkes ABD'nin nasıl bir yol izleyeceğini bekliyor. (Toplantıda delegasyonun, perşembe günü yapılan yuvarlak masa toplantısında 2050'ye kadar yüzde 50 indirimden bahsettiğini de belirtelim). Görünen o ki, ABD bundan sonraki süreçte bu derece aktif olursa, biraz da ABD'yi bahane ederek muhalefet eden ülkelerin direnci kırılabilir ve Kopenhag'tan dünyayı rahatlacak bir karar çıkabilir. ABD'nin yokluğunda muhalefeti devralan Rusya, Japonya, Kanada ve Avustralya'nın tavrı değişebilir. Cuma günü, Brüksel'den geçen, ve toplantı sırasında birçok kişinin “geçmeyecek” endişesi taşıdığı yeni enerji paketi de bunun bir örneği sayılabilir. Paketin geçmesinin genelde iyi olduğunu söyleyenler de var, Avrupa Parlamentosu Yeşil Milletvekili Rebecca Harms gibi içinin boşaltıldığından şikayet edenler de... Paket, bildiğiniz gibi AB ülkelerinin 2020 yılına kadar enerjisinin (elektrik değil) yüzde 20'sini yenilenebilir kaynaklardan sağlamasını ve yine aynı yıla kadar AB'de seragazı emisyonlarını yüzde 20 azaltmasını öngörüyor.

Toplantıda konuşma yapan gelişmekte olan ülkeler ise özellikle adaptasyon fonları ve teknoloji transferi konusu üzerinde durdu. Poznan'dan çıkan 20 maddelik sonuç bildirgesi henüz içerik hakkında alınmş kritik kararlar içermiyor. İlgilenenler için COP 14 sonuçları http://unfccc.int/meetings/cop_14/items/4481.php
sayfasında bulunabilir. Meksika'nın önerdiği “Yeşil fon” projesi de çok sayıda ülkeden destek görüyor. Gelişmekte olan ülkeler, yükümlülük altına girmeden önce bu fonların miktarı ve türü konusunda bilgi sahibi olmak istiyor. G-77 ve Çin grubunun bu konudaki ısrarının oldukça fazla destek gördüğünü söylemek mümkün. Çin, Vietnam, Hindistan gibi ülkelerin, ulusal planlarını hazırladıklarını da belirtmekte fayda var. Türkiye'nin bu konularda çok geç kaldığını, hala Kyoto'yu imzalayıp imzalamamayı tartıştığını bilmek gerçekten üzücü. Aslında delegasyon da bunun farkında görünüyor ama Meclis'te bekleyen Kyoto ile ilgili yasa “gizli bir el” tarafından adeta engelleniyor. Halbuki, Türkiye'nin kendisine şu anda hiçbir yükümlülük getirmeyecek Kyoto Protokolü'nü biran önce imzalayıp müzakere sürecine dahil olması gerektiğini düşünüyorum. Bu işin kaçar tarafı olmadığı, kaldı ki, ortada bahsedilen geleceğin bizim geleceğimiz de olduğu sanki unutuluyor. Poznan'da çokça ve bence haklıca dile getirilen, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin Ek-1 ve Ek-2 listelerine göre değil de, yeniden belirlenecek kriterlere göre ayrımı konusu çok önemli ve Türkiye'nin bu konuda yumruğunu masaya vurması gerekiyor. Tabi, daha öncesinde masaya oturmanız; yumruğu uzaktan sallayınca masaya denk gelmiyor bir türlü...

Türkiye'nin Poznan'da yeniden Merkez Grubu (Central Group) hareketlendirmeye çalışması ve kendisine yakın durumda olan Hırvatistan ile bu grubu aktif hale getirmeye çalışması olumlu bir gelişme. Biraz zayıf da olsa, bu gruba lobi faaliyetleri için bir başlangıç gözüyle bakıyorum. Bu gruba şimdiden Bosna, Makedonya, Karadağ gibi ülkelerin katılmak istediklerini ilgili kişilerden duyduk. Bu bilgiyi de iletmeden geçmek istemiyorum.

Bir başka önemli konu ise emisyon ticareti. Tüm ülkeler bu mekanizmayı çalıştırmak için hareket halinde. AB'de biliyorsunuz halihazırda işleyen bir sistem var. Burada, AB ile ABD sistemlerinin birleştirilebileceği yönünde iş dünyasından gelen büyük bir iştahın olduğunu belirtmeliyim. Türkiye, bence hızlı bir şekilde kendi Emisyon Borsası'nı kurmalı. Öncelikle birkaç enerji yoğun sektörle işe başlanabilir; demir-çelik, çimento, kağıt ve otomotiv gibi dört sektörden oluşan borsa, ilk yıl bağlayıcı olmayan hedeflerle kendisini sınar daha sonra ise bağlayıcı hedeflerle yeşil yatırımlar için finansman yaratmaya başlar. İlerleyen yıllarda da bu sektörlere yenisi eklenebilir. Türkiye'nin sadece emisyon ticaretiyle değil, diğer tüm mekanizmalarla da kendisini tanıştıracak yeni yöntemler bulmasında yani antreman yapmaya başlamasında fayda var. Yoksa, soluğumuz kesilebilir.

Sanıyorum ana hatlarıyla özetleyebileceklerim, en azından teknik detaylara girmeden yapabilecğim özet sanırım bu kadar. İlerleyen günlerde süreçle ilgili gelişmeleri de takip edip yine sizleri bilgilendirmeyi umuyorum.

Devir, “Yeşil Yakalılar"ın Devri!

İklim değişikliğinden hormonlu domateslere, termik santrallerden ozon tabakasının delinmesine kadar hep kötü haberlerle andığımız çevre sorunları bu kez iyi haberlerle geliyor. Tüm bu çevre sorunlarını çözmek için ortaya çıkan seçenekler ekonomik krizin had safhada yaşandığı dünyaya iş, aş ve umut vadediyor.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 11-17 Aralık 2008

Alper Kalaycı bir makina mühendisi. Kendisi iklim değişikliğini durdurmak için bu ülkede her gün düzenli olarak mesai yapan 410 kişiden biri. Bir sivil toplum kuruluşunda çalışmıyor, bu işi gönüllü olarak da yapmıyor. Üstüne üstelik bu iş için para alıyor ve ülke ekonomisine para da kazandırıyor. Kendisi, rüzgar türbinlerine kanat üreten Türkiye'deki tek fabrikanın müdürü. Kalaycı, dünyadaki iki milyon 300 bin kişi gibi, son 20 yıla damgasını vuran enerji kaynaklı çevre sorunlarına, teknolojik çözümler üretmeye çalışıyor. Dünyada artık gezegeni kurtarmak için çalışanlara para ödeyen bir sektör var. Bu sektörde çalışan “yeşil yakalılar” da...

100 binden fazla kişi sektörden faydalanabilirTürkiye'de yenilenebilir enerji sektöründe kaç kişinin çalıştığı üzerine kesin bir rakam vermek oldukça zor. Potansiyelin yüksek olduğu ise su götürmez bir gerçek. Kalaycı, ortalama bir hesapla sadece rüzgar enerjisindeki potansiyelin 100 binleri bulabileceğini şöyle hesaplıyor: “Yılda 350 megavat (MW)kurulu güce sahip rüzgar türbinleri için kanat üretiminde 410 kişilik bir istihdam lazım. İşin projelendirme, kule imalatı, jeneratör imalatı, inşaat, montaj gibi kısımlarını da düşünürseniz 350 MW türbini üretmek ve devreye almak için en iyi ihtimalle 2 bin 500 kişilik bir ekip gerekli. Yılda 1.000 MW kurmak gibi bir hedefiniz olsa yaklaşık 7 bin 500 kişi, 3 bin MW kurmak isterseniz 20-25 bin kişi direkt olarak rüzgar enerjisi sektöründe çalışabilir. Hammadde, hizmet vs alacağınız firmaları ve bir kişinin de ortalama iki-üç kişiye baktığını düşünürseniz, 100 binden fazla kişi çok rahatlıkla sektörden faydalanabilir.” Türkiye'de şu ana kadar kurulan rüzgar çiftliklerinin 350 megavat civarında olduğu düşünülürse bu rakam çok gelebilir. Ancak, 2007 yılında İspanya'nın 3 bin 500, ABD'nin ise 5 bin 200 MW rüzgar gücü kurduğu hesaba katılırsa bu hesabın hiç de hafife alınacak bir tahmin olmadğı ortada.

Obama'dan yeşil yakalı işler için 150 milyar dolar
Bu tahminin yine de abartılı olduğunu düşünüyorsanız bir de Amerika'daki hesaplara bakmanızı öneririz. Amerika'da yenilenebilir enerji kaynakları olarak adlandırılan rüzgar, güneş, biyokütle ve jeotermal enerjiyle, enerji verimliliği, yalıtım gibi konularda çalışan sayısı 2006 sonunda 8,5 milyonu buldu. Bu “yeşil” sektörün cirosu ise 970 milyar dolar, bir başka deyişle, Wall-Mart, General Motors ve Exxon Mobil gibi dev Amerikan şirketlerin toplam cirosundan daha fazla. Yeşil iş alanlarından devletin kasasına aktaraılan vergi gelirleri ise 150 milyar dolar. Dahası da var. Amerika Güneş Enerjisi Grubu tarafından yaptırılan araştırmaya göre, temiz enerji kaynakları ve enerji verimliliğiyle ilgili sektörler ciddi destek görmeleri halinde 2030 yılında Amerika'da, fabrikadaki işçisinden muhasebecisine kadar toplam 40 milyon kişiye iş sağlama potansiyeline sahip. Beklenen destek görülmez, bugünkü teşvik mekanizmaları sürdürülürse bile bu rakam 16 milyonu geçecek. Bu işlerin hepsinin mühendis olduğunu da düşünmemek lazım. Montaj hattında çalışacak vasıfsız işçilerden, teknisyenlere ve şoförlere kadar her alanı kapsayan bir iş şansı var. Amerika'da bu potansiyeli raporlardan alıp gerçek yapmaya niyetli birileri de var. Barrack Obama, ABD'nin yeni ideri, seçim kampanyası sırasında tam 210 milyar doları inşaat ve çevre sektörüne ayıracağını söylemiş, bunun sadece 150 milyar dolarının “yeşil yakalı” istihdam yaratmak için kullanılacağını belirtmişti.

Yeşil iş olanakları denince akla ilk gelen rüzgar türbinleri ve güneş panelleri olsa da bu aslında madolyonun sadece bir yüzü. Hava kirliliğine yol açmayan, petrol yakmayan bisiklet imalatçıları ve tamircileri, organik tarımla uğraşan çiftçiler, sokaktaki kağıt toplayıcıları, su tasarrufu yapan malzeme satıcıları ve daha onlarcası sizi yeşil yakalı bir çalışan yapabilir. Amerika'nın Berkeley kenti tarafından yaptırılan araştırmaya göre bir işin “yeşil” sayılabilmesi için herşeyden önce size yaşanabilir bir ücret sağlaması gerekiyor. Ücretin dışında bazı getirilerinin bulunması ve işten yüksek oranda zevk almanız da olmazsa lmazlardan. Kısacası, sızlanarak gittiğiniz bir iş, ne kadar çevreci olursa olsun, yeşil bir iş sayılmıyor. Avrupa ve Amerika'da yeşil işler özellikle, suçlular, azınlıklar ve göçmenler için özendiriliyor ve onların bu işlerde uzmanlaşması için özel kurslar düzenleniyor. Sektörün ilerlemesi için de hükümet KDV indirimi ya da teşvikler veriyor. Bazı ülkeler de ise yeşil endüstrilerin gelişmesi zorunluluklar sayesinde oluyor. Geri dönüşüm ve yalıtım standartları, araçlara kapalı yollar (bisiklet ve toplu ulaşıma yönelttiği için), Kyoto hedefleri yeşil sektörün lehine çalışıyor. Sektörün kısa zamanda büyümesinin ardındaki gizli nedenin hükümetlerin politikaları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin, çevre konusunda en cidi hedef ve cezalara sahip ülkelerden biri olan Almanya'da, yenilenebilir enerji sektöründe çalışan sayısı 2006'da 260 bin civarıyken bu rakamın 10 yıl sonra 500, 2030'da ise 700 bini geçmesi bekleniyor.

Türkiye, Avrupa'nın en iyi rüzgar ve güneş potansiyeline sahip ülkelerinden biri olması, yalıtımdan, geri dönüşüme daha işin başında yer alması nedeniyle yeşil yakalı işler konusunda ciddi bir potansiyele sahip. Bu sayede yaratılacak gelirin çözülmez gibi görünen çevre sorunlarının çözümünde kullanılması halinde ise Türkiye'yi güzel, yeşil günlerin beklediğini söylemek de mümkün.

***
“İşsizlikten, dış ticaret açığına kadar birçok soruna çözüm olabilir”Alper Kalaycı
AERO Rüzgar Endüstrisi A.Ş. Fabrika Müdürü

* Bu iş sizin ilk işiniz mi? Sizi bu sektöre iten nedenler neler?Rüzgar enerjisiyle ilgili ilk işimi Dokuz Eylül Üniversitesi'nde okurken buldum. Kobi ölçeğindeki bir firmada üç yıldan fazla, rüzgar ölçüm direkleri imalatı/montajı, küçük ölçekli rüzgar türbini imalatı/montajı gibi konularda çalıştım. Sektöre girmem ise aslında bir tesadüf. Yeni mezun bir mühendis olarak ilk iş hayatına atıldıktan hemen sonra, çalıştığım firma rüzgar ile ilgilenmeye başladı ve ben de herşeyi sıfırdan görme, öğrenme şansı buldum. 2001 yılından bu yana, AERO Rüzgar Endüstrisi A.Ş'nin İzmir'deki fabrikasında müdür olarak görev yapıyorum.
* Şu andaki üretim kapasiteniz ve rüzgar türbini imalatı sayesinde yarattığınız iş gücü hakkında bilgi verebilir misiniz?
Şu an yılda 350 MW gücünde türbin kanadı imal edebilece kapasiteye sahibiz. Yani neredeyse Türkiye'nin tüm rüzgar kurulu gücüne yakın. Bugün itibari ile 410 kişilik bir kadromuz var ve ben dahil toplam 14 mühendisimiz var. Genelde el emeğinin yoğun olduğu buna müteakip de çok kişinin çalıştığı bir sektör diyebiliriz. Hem istihdam krizine, hem dış ticaret açığına, hem küresel ısınmaya, hem karbon salımına, hem de enerji krizine çok güzel çözüm olabilir. Fakat yurtdışındaki örneklerdeki gibi desteklenmesi gereken bir sektör.
* Türkiye için yenilenebilir enerji kaynaklarının iş yaratma potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün itibari ile ne yazık ki çok zayıf. Proje yapan firma sayısı çok az. Üretim de neredeyse yok denecek kadar az. Tam aksine rüzgar potansiyelimiz de çok fazla. Enercon'un daha geçen yıl Portekiz'de açılan fabrikası neredeyse 1000 kişiye istihdam sağladı ve büyümeye devam ediyorlar. Türkiye'de ise iç piyasanın belirsizliği nedeni ile büyümemiz sınırlı kalıyor ayrıca diğer üreticilerin de Türkiye'de yatırım yapma kararlarını etkiliyor.

***
Dünayada, yenilenebilir enerji sektöründe çalışan sayısı (tahmini)
Jeotermal 25.000
Küçük Hidro 39.000
Biyokütle 1.174.000
Güneş (su ısıtıcı) 624.000
Güneş (elektrik) 170.000
Rüzgar 300.000
Kaynak: Worldwatch, Aralık 2008

Doğalgaz Faturasına Kökten Çözüm: "Tutumlu Binalar"

Doğalgaz ve elektrikte üst üste gelen zamlar herkesi kara kara düşündürüyor. Havaların soğumasıyla ayyuka çıkan doğalgaz ve elektrik faturası korkusunun çözümü ise Türkiye'nin uzun zamandır ihmal ettiği bina yalıtımından ve enerjiyi verimli kullanan binalardan geçiyor.
Türkiye'deki 18 milyon konutun yüzde 92'si yalıtımsız ve bunun Türkiye'ye zararı yılda yedi milyar dolar. Buna rağmen, ODTÜ'deki örnek uygulamalar, TOKİ'nin İstanbul Kayabaşı konutlarında yalıtımlı binalardan oluşan toplu konut projesi gelecek için umut veriyor.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel
27 Kasım - 3 Aralık 2008

Ankara'daki Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na ait 50. Yıl Yetiştirme Yurdu'nun doğalgaz faturası 2006 yılında iki yıl öncesine göre tam 25 bin YTL azaldı. Küresel ısınmadan dolayı değil, başarılı bir yalıtım uygulamasından ötürü... Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) ve İZODER, 2004 yılında önce kolları sıvadılar, sonra da dikkatlice seçilmiş yalıtım malzemeleriyle 1973'te yapılmış bu eski binanın duvarlarını. 2006 yılında, yurdun ısınması için harcanan doğalgaz miktarı tam yüzde 63 azaldı. Yalıtım için harcanan 93 bin YTL, devletin cebine her yıl 25 bin lira bırakmaya başladı. Bu akıllı hareket, ilk başta büyük gibi görünen 93 bin liranın yaklaşık dört yıl içerisinde geri kazanılmasını sağladı. Önümüzdeki yıldan sonra 50. Yıl Yetiştirme Yurdu, bir anlamda devlete para kazandırmaya başlayacak...

120 YTL'lik fatura 60'a iniyor
50. Yıl Yurdu, ne yazık ki Türkiye'de kötü yalıtımla inşa edilmiş tek bina değil. Türkiye'de yaklaşık 18 milyon konutun olduğu söyleniyor ve bunların yüzde 92'si yalıtımsız. Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği (İZODER) Genel Koordinatörü Ertuğrul Şen, bunun Türkiye'ye getirdiği mali külfetin yılda yedi milyar dolar civarında olduğunu söylüyor. Son dönemde petrol fiyatlarındaki gerilemeye rağmen, 2008 sonunda enerji ithalatının ederinin 50 milyar doları aşacağını belirten Şen, “Bu rakamın da en az yüzde 50'sini israf ediyoruz. Vatandaşın aile giderleri içerisinde yer alan en önemli faturalarından biri enerji. Bugün, hiç ödemiyorum diyen birinin ödediği rakam ayda 120-130 YTL. 120-130 metrekarelik binalar için bu rakam çok daha yukarılara, 300'e kadar çıkıyor. 100 metrekarelik eve 120 YTL fatura geliyorsa, yalıtımlı bir evde bu 60'a iniyor” diyor.
Bu rakamın daha aşağılara inmesi de mümkün. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) tarafından Kızılay'ın Ar-Ge merkezi için tasarlanan 370 metrekarelik bina, kendi enerjisini kendi sağlayacak şekilde inşa ediliyor. Projeyi yürüten Mimarlık Araştırma Tasarım ve Proje Uygulama Merkezi (MAPTUM), daha önce de ODTÜ içinde üç katlı bir tutumlu bina inşa etmiş. Güneşten azami faydalanan, 10 cm'ye varan taş yünü bazlı yalıtımıyla üniversiteye oldukça az doğalgaz faturası çıkaran bir bina...
İnşaatı süren ikinci bina ise kendi enerjisini üretmeyi de planlıyor. Binanın kendi enerjisini üretmesindeki anahtar kelime aslında tasarruf. Güneş enerjisinden mümkün olduğunca fazla faydalanmak işin olmazsa olmazı. Örneğin binaların girişlerinin olduğu bölümlerin güneye bakması çok önemli. ODTÜ'deki diğer binaların aksine, MAPTUM tarafında yapılan bu iki bina güneye bakıyor. MAPTUM Enerji ve Çevre Danışmanı Arif Künar, şakayla karışık, ODTÜ içinde bir özeleştiri yaptıklarını söylüyor. Binada kullanılan tuğlalardan camlara kadar herşey özenle seçiliyor. Binanın güneye bakan tüm cephesi kalın bir tuğlayla örülü. Önünde de camdan bir sera var. Dışarıdan bakanlar serayı görecek. Seranın camla kaplı yüzeyi ısıyı içinde depoluyor. Duvarın üzerindeki menfezlerden (hava kanaları) istendiğinde bu sıcak hava binayı ısıtmak için içeri alınıyor. Yazın ise seradaki diğer menfezlerin de yardımıyla sıcak havanın dışarı atılması yine bu sera yoluyla yapılacak.

Isıtma ve soğutma topraktan
Binadaki bir başka özellik ise ısı pompaları. Su ya da benzeri bir sıvının depolandığı toprağın altında meterelerce yol alan borular, kışın ısıtma, yazın soğutma amaçlı kullanılacak. Benzer sistemler bugün alışveriş merkezlerinde de kullanılıyor. Künar, toprağın üç metre altında sıcaklığın 10 derecede sabit olmasından faydalanarak bu suyu pompalarla kışın ısıtma, yazın soğutma amaçlı kullanacaklarını söylüyor. Çatıya monte edilecek şeffaf fotovoltaik paneller ise hem ışığı kesmeyecek hem de elektrik üretecek. Böylece ısı pompalarının kullandığı elektrik enerjisi de buradan karşılanacak. Aydınlatma amaçlı çalışmalar ise led ampullerle desteklenecek. Bilindiği gibi Edison'un bulduğu 100 vatlık ampulün yaptığı işi 20 vatlık verimli ampuller yapabiliyor. Led'lerde ise aynı işi 2-3 vatlık bir ampulle yapmak mümkün.

Türkiye'nin bu konuda ne kadar geride kaldığı Almanya ile kaşılaştırılınca ortaya çıkıyor. Almanya'daki evlerde metrekare başına 30-70 watt enerji harcanırken, Türkiye'de bu rakam 300-350 watt'ı buluyor. “Bu korkunç bir şey” diyen Arif Künar'a göre Türkiye'nin kurtuluşu, 2009 yılında çıkması beklenen Bina-Enerji Performans Yönetmeliği'ne bağlı. Yeni binalarda uygulanması zorunlu olacak yönetmelik için uyarıda bulunan Künar, “Eski binalarda ev alınıp satılırken enerji performans şartnamesi istenecek. Ev satın alırken ya da kiralanırken evin sertifikasını isteyebileceksiniz. Yalıtım durumu, metrekare başına tüketilen enerji burada yazılmış olacak. Elektrikli aletlerde olduğu gibi evler de “A” ve “B” sınıfı şeklinde sınıflandırılacak” diyerek hem inşaat sektörünü hem de vatandaşları konuya özen göstermeye çağırıyor.

TOKİ'de “tutumlu bina” yapacak
Her ne kadar ODTÜ'de yapılan binanın deneysel amaçlar taşıdığı söylense de burada elde edilen bilgilerin uygulama alanı bulma şansı da giderek artıyor. Bunun en iyi örneği ise Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından İstanbul Kayabaşı'nda yapılacak binalarda atık suların yeniden kullanılmasından, dışarıdan mantolamaya ve fotovoltaik panellerden tasarruflu duş bataryalarına kadar birçok “lik” planlanıyor. Genelde lüks konutlarda rastlanmaya başlayan bu standartların toplu konutlarda uygulanması önemli bir adım olarak nitelendiriliyor. TOKİ'nin hesaplarına göre yatırım maliyetinde yüzde 5'lik bir artışla yüzde 50'ye varan oranlarda yakıt tasarruffu mümkün. Şimdi, elimizdeki soru şu: “100 bin liralık bir daire alıp ayda 100 YTL fatura ödemeyi mi, yoksa 105 bin YTL ödeyip ömür boyu faturalara 50 YTL ödemeyi mi tercih edersiniz?” Karar sizin!
***

“Yalıtım kredileri verilsin”
Ertuğrul Şen
İZODER Genel Koordinatörü

Vatandaşı bu konuda özendirmek gerek. Yalıtım malzemelerinden KDV kaldırılabilir, yalıtım kredileri verilebilir. Yalıtım yaptıranlar daha düşük enerji kullanacakları için kademeli enerji fiyatları kullanılabilir. Yani, az enerji harcayanların ödedikleri birim fiyatlar düşürülebilir, az kullanmak teşvik edilebilir. Batı'da kredi değil hibe bile veriliyor. Almanya'da enerji verimli bina yapmak ya da dönüştürmek için alacağınız 50 bin euroluk kredinin 8 bin 500'ünü hükümet hibe ediyor. Türkiye'de yapılabilecek ilk adım ısı yalıtımının desteklenmesi. Biz yalıtım sektörü olarak kampanyalar yapıyoruz, vatandaş bilinçleniyor ama bir noktaya geliyor tıkanıyor. Ortalama olarak metrekare başına 30-50 YTL arasında standartlara uygun bir yalıtım mümkün. 100 metrekare için dört bin YTL'lik bir yatırım gibi. Kredilendirirseniz, dört yıl boyunca yüksek faturanızı ödemiş gibi ödeyebilirsiniz ama ardından faturalar yarıya iniyor. Vatandaş bunun farkında ancak yapamıyor. Burada devletin devreye girmesi gerek. 2008 yılından sonra yeni yapılan binalarda uygulanması gereken standartlar var ancak denetim ayağında aksama var. Yeni binalarda hiç yapılmamış yalıtımlar ya da denetime denk gelmediği için eksik olan binalar bile çıkabiliyor. Türkiye genelinde yüzde 50 kaçak yapılaşma olduğu da unutulmamalı.
***
Tutumlu Binaların “Püf” Noktaları
* Binaların plan aşamasında güneş dikkate alınarak yapılması şart. Hem aydınlanma hem de ısıtma için binanın konumu kritik önem taşıyor.
* Kullanılan malzemelerin kalitesi çok önemli. Almanya'da 30 cm kalınlığa varan yalıtım örnekleri var. Türkiye'de genelde bu beş cm.
* Camlar eskisinden çok daha önemli. Sadece ısı kaybı için değil. Özel imal edilen camlarla ısıyı içeri almamak da mükün. Antalya'da yaygın kullanılan bu camlar ışığı içeri alıp ısının yüzde 80'ini kesebiliyor. Böylece klima kullanımının da büyük ölçüde önüne geçilebiliyor.
* Isı pompaları, su ısıtan ve elektrik üreten güneş panelleri, mini rüzgar türbinleri enerji tüketimini azaltan seçenekler ve her geçen gün daha ekonomik hale geliyorlar.
* Gün ışığını içeri taşıyan bacalar ve seralar gibi birçok yeni teknik ciddi tasarruf sağlıyor.
* Aydınlatmada kullanılan tasarruflu ampuller, ledler tutumlu evlerin olmazsa olmazı.