Nükleer enerjiye evet mi hayır mı?

Özgür Gürbüz - Sabah Pazar
27 Nisan 2008*

Türkiye’de nükleer santral kurulması tekrar gündemde ve 24 Eylül’de son bulması beklenen ihale süreci devam ediyor. İlk nükleer santralın kurulması için düşünülen yerlerin başında Mersin’in Gülnar'ına bağlı Büyükeceli beldesi ve Sinop yer alıyor. Yatırımcının Sinop’a oranla gözdesi Akkuyu çünkü 25 yıl önce nükleer santral kurulması için alınmış bir yer lisansı var. O gün bugündür de tellerle çevrili. Gerçi, bu lisansın bugün geçerli olup olmadığı tartışmalı bir konu. Lisansı veren uzmanlardan Prof. Dr. Tolga Yarman, lisansın artık geçerli olmadığını, bugünkü şartlarla 25 yıl öncesinin çok farklı olduğunu söylüyor.

Mersin’den Alanya yönüne yaklaşık 170 km. gittiğinizde kendinizi Akkuyu beldesinin önünde buluyorsunuz. Türkiye’nin Akdeniz sahil şeridinde en az betona rastladığınız noktalardan bir tanesi. Beldede yaşlı nüfus hakim, gençler iş bulmak için civar kentlere gitmiş. Kimileri nükleer kurulsa işsiz kalmazdık kimileri ise nükleer kurulacak diye yatırımların önü kesildi turizmden bile para kazanamadık diye yakınıyor. En can alıcı tartışmalardan biri de zaten Turizm konusunda yaşanıyor. Akkuyu’nun bir ucu Alanya-Antalya diğer ucu Mersin. Buraya kurulacak bir nükleer santralın Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi olan turizmi nasıl etkileyeceği ciddi bir soru işareti. Turizmdeki rakibimiz Yunanistan’da bu konuda kampanya hazırlıkları başladı bile.

Nükleerin payı düşüyor
Nükleer enerji sadece enerji politikalarını ilgilendiren bir sorun olmadığı için, olumlu ya da olumsuz görüş bildirmek için aynı yukarıdaki turizm örneğinde olduğu gibi onlarca kriteri gözden geçirmek gerekiyor. Biz bu gözden geçirmeyi rakamlar üzerinden yapalım ve son noktayı koyma işini size bırakalım. Önce küresel anlamda nükleer enerjinin durumuna bakmakta fayda var. 1978’de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan Üç Mil Adası ve ardından gelen tarihin en büyük nükleer kazası Çernobil nükleer enerjinin altın çağına noktayı koymuştu. Sadece kaza riski değil kazaların önlenmesi için arttırılan güvenlik tedbirleri de maliyetleri yükseltti ve nükleer enerji gözden düştü. Küresel ısınmanın gündeme gelmesi, nükleer santralların kömür santrallarına göre daha az karbondioksit çıkarması, enerji güvenliği konusunda Rusya ve Ortadoğu’ya olan bağımlılığın artması nükleer enerjiyi yeniden güncel enerji tartışmalarına dahil etti. Tüm bunlara rağmen nükleer enerji hala beklenen çıkışı yapabilmiş değil. Uluslararası Enerji Ajansı’nın, “Dünya Enerjisinin Geleceği 2007” raporuna göre; elektrik enerjisi üretiminde nükleerin yüzde 15 olan bugünkü payının 2030’da yüzde 9’a gerilemesi bekleniyor. Hidroelektrik hariç tutulmasına rağmen yenilenebilir enerjinin bugün yüzde 2 olan payının ise yüzde 6’ya çıkması bekleniyor. Aslan payı da, yüzde 1’den yüzde 4’e çıkması beklenen rüzgâr enerjisinde. Artan küresel enerji talebine rağmen nükleer enerji pazar payının azalması yeni siparişlerin istenilen hızda artmamasından ve mevcut 439 reaktörün birçoğunun önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde yaş haddinden emekliye ayrılacak olmasından kaynaklanıyor.

Küresel ısınmaya çözüm mü?
Nükleer reaktörler tüm hayatları boyunca yapılan bir karşılaştırmada kömür santrallarına göre daha az seragazı salıyor. Nükleer enerjinin son yıllarda yeniden tartışılmasının ardında yatan nedenlerden biri de bu. Ancak bir nükleer reaktörün uzun süren inşaatı, ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve mevcut reaktörlerinin yaşlanmış olması, uranyum rezervlerinin giderek azalması, gereken seragazı indiriminde nükleer enerjinin ciddi bir rol oynama olasılığını azaltıyor. Bugün, nükleer endüstrinin tüm çabaları küresel ısınmayı durduracak büyük bir atılımdan çok mevcut kapasiteyi korumaya yönelik aslında. ABD Ulusal Enerji Komisyonu, 2004 yılında yaptığı bir çalışmasında, hissedilir bir karbondioksit emisyonu azaltımı için gelecek 30-50 yıl içinde 300 veya 400 reaktörün yapılması gerektiğini belirtmişti. Enerji yatırımlarında tek kriter seragazları olsa bile nükleer enerji beşikten mezara yapılan hesaplarda listenin ortalarında yer alıyor. Almanya’daki Öko Enstitüsü tarafından yapılan bu çalışma az çok durumu özetliyor. Belki de bu yüzden ABD’de şu anda yapımına 1972 yılında başlanan Watts Bar 2 reaktörü dışında bir başka inşaat yok. 1165 MW gücündeki Watts Bar II’yi 16 yılda bitiremeyen, 1988’de de inşaatı enerji talebi yok diye durduran ABD, yüzde 60’ından fazlasının tamamlandığı söylenen bu reaktöre yaklaşık 2,5 milyar dolar daha harcamayı planlıyor. İşin garibi aynı santraldaki Watts Bar I reaktörü de (1121 MW) tam 23 yılda bitirilmiş ve 7 milyar dolara mal olmuştu. Nükleer enerjinin en büyük sorunlarından biri de ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve inşaatının zorluğu. Geciktiğiniz her ay size ciddi finansal zorluklar getiriyor. Bugün, Batı Avrupa’da Fransa dışında reaktör inşa eden tek ülke olan Finlandiya’da yaşananlar bu sorunun hala çözülemediğini gösteriyor. Finlandiya’da yapılan Olkiluoto reaktörünün yapımına 2005 yılında başlandı. Yapımı, hisselerinin yüzde 90’ı Fransız devletine ait Areva ve Siemens tarafından yürütülüyor. Bittiğinde Avrupa’nın ilk üçüncü kuşak (jenerasyon) nükleer santralı olacak ama biterse. İnşaatın başladığı 2005 yılında elektrik üretimine 2009 ortasında geçeceği söyleniyordu. İşler yine nükleer firmaların söylediği gibi olmadı. İnşaatın sürdüğü iki yıl içerisinde ortaya çıkan hatalar ve güvenlik konusundaki eksiklikler inşaatı şimdiden iki yıl geciktirdi. Areva ve Siemens’in en iyi tahmini elektrik üretimine 2011 yazında geçilebileceği yönünde.Gecikmeleri değerlendiren Areva Nükleer Güç şirketinin (Areva NP) İcra Kurulu Başkanı Luc Oursel, “Bir serinin ilk örneğini inşa ettiğinizde kaçınılmaz olarak yeni maliyetler keşfediyorsunuz, çalışanlar yerinde durdukları için de maliyetler artıyor” diyor.[1] İki yıllık gecikme sonucunda üretilemeyen elektriği de hesaba katarsanız bu rakamın toplamda 1 milyar 600 milyon Avro’ya ulaştığını görüyorsunuz.[2] Bu gecikme bedelinin, bugün Türkiye’de ilk yatırım bedeli olarak telaffuz edilen rakama eşit olması insanı düşündürüyor.

Nükleer atık sorunu çözülemiyor
Nükleer enerji tartışmasında en çok konuşulan konulardan biri de atık sorunu. Nükleer santrallardan çıkan yüksek seviyeli atıkların bazıları 240 bin yıl boyunca radyoaktif kalıyor. Bu atıkların, doğadan ve canlılardan uzakta saklanmaları gerekiyor ancak çözüm olarak önerilen yer altı depolarının henüz dünyada gerçekleştirilmiş bir örneği yok. Nükleer enerjinin ömrünün 60 yıl olduğu düşünülürse bu depolarda atıkların sızdırmadan binlerce yıl kalabileceği de sonuçta bir iddia. Uranyum zengini olmayan Türkiye’de dışa bağımlı olmamak için toryumun yakıt olarak kullanılabileceği de biraz böyle aslında. Dünyada toryumla çalışan bir tek ticari reaktör bulunmuyor.

Nükleer santralların sadece elektrik ürettiği göz önüne alınırsa yerine bir başka enerji santralı koymak mümkün. Bugün başta rüzgar olmak üzere çevrecilerin savundukları rüzgar, güneş, jeotermal, küçük hidrolik santrallar ve biyokütleden elektrik üretmek teknik olarak sorun teşkil etmiyor. Maliyetler de güneş dışında nükleerle başa baş mücadele edebiliyor hatta rüzgar birçok noktada daha ucuza elektrik üretiyor. Atık, güvenlik sorunu olmadan. Nükleer mi temiz enerji mi arasında yapılan tercih teknik değil daha çok siyasi bir tercihe benziyor. Fransa 59’uncu reaktörünü yaparken Almanya, Türkiye’nin kurulu gücünün yarısından fazlasına ulaşan 22 bin megavatlık rüzgar gücüne yeni türbinler ekliyor. Danimarka elektriğinin dörtte birini rüzgardan sağlıyor Litvanya ise dörtte üçünü nükleerden. Sorun elektriksiz kalmayla değil vatandaşın hassasiyetiyle ilgili artık.


Kim yapıyor? Kim Kapatıyor?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) rakamlarına göre dünyada şu anda 439 reaktör (santral değil) var. Bunların toplam kurulu gücü 371 GW ve 35 yeni reaktör de yapım aşamasında. Bu 34 reaktörün 7’si Rusya, 6’sı Hindistan, 5’i Çin, 3’ü Kore, 2’si Ukrayna ve Bulgaristan, 1’er adet de Arjantin, Fransa, İran, Japonya, Pakistan, Finlandiya ve ABD’de inşa ediliyor. Yalnız biraz dikkatli bakınca Arjantin örneğinde olduğu gibi 1981 yılında inşaatına başlanan Attucha-2 reaktörünün 27 yıldır listede yer aldığını görüyorsunuz. Diğer tarafta ise Obrigheim ve Stade reaktörlerini kapatan Almanya var. Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti’nin koalisyonu sırasında alınan karara göre 2020’de tüm nükleer santrallar kapanmış olacak. Avusturya inşaatı bitmiş olmasına rağmen, tek reaktörü Zwentendorf’u (Siemens) 1978 yılında hiç çalıştırmadan kapatmış. İtalya, Çernobil kazasından sonra ülkedeki 4 reaktörü, İsveç ise 1999’da Barseback 1, Haziran 2005’de ise Barseback 2’yi kapattı. İspanya’da hükümet tüm santralları kapatma kararı aldı. Bu karar, 30 Nisan 2006’da Zorita (Cabrera)reaktörünün kapatılmasıyla uygulanmaya başladı. İspanya’da 8 reaktör kaldı. Belçika, santrallarını en fazla 40 yaşlarına kadar çalıştırmayı ve daha sonra kapatmayı kabul etti. 2025 yılında Belçika’da nükleer santral kalmayacak. Bunun dışında Norveç, Yeni Zelanda, Avustralya, İrlanda gibi gelişmiş ülkeler nükleer enerjiye hiç bulaşmamış.

*Tam metin


[1] Nuclear Bid to Rival Coal Chilled by Flaws, Delay in Finland, 4 Eylül 2007. http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=20601087&sid=aFh1ySJ.lYQc&refer=home

[2] Power failure: What Britain should learn from Finland's nuclear saga, 16 Ocak 2008. http://www.independent.co.uk/news/science/power-failure-what-britain-should-learn-from-finlands-nuclear-saga-770474.html

Rakamlarla Çernobil

22 yıl önce tarihin tek değil ama en büyük nükleer kazası gerçekleşti. Bu kadar yılın ardından, kazayı yok saymak isteyenlere aşağıdaki rakamları bir kez daha okumalarını öneriyorum.

Temizlik çalışmalarına çoğunluğu asker 800 bin kişi katıldı.

Tasfiyeci adı verilen bu 800 bin kişiden 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi.

Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısını toplam 60 bin, sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor.

Reaktörde çıkan yangını söndürmek için helikopterler 1800 uçuş yaptı ve 5 bin ton materyali(sodyum fosfat ve kum gibi) reaktörün üzerine boşalttı.

400 bine yakın insan tahliye edildi. Bugün hala 30 kilometre çapında bir alana izinsiz giriş yasak.

7 bin işçi kazanın ardından 22 yıl geçmesine rağmen temizlik çalışmalarına devam ediyor.

Radyoaktif bulutlar, Rusya, Belarus ve Ukrayna’da 7 milyon insanın yaşadığı bir alanı etkiledi. Daha sonra ise neredeyse tüm dünyaya yayıldı. Mayıs başında Edirne derken Karadeniz ve tüm Türkiye bu bulutlardan nasibini aldı.

2006 yılında Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin yaptığı ortak çalışma Hopa’da son 3 yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin nedenin kanser olduğunu belirledi.

Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi, İtalya’nın yarısı kadar bir alanın, (yaklaşık 150 bin kilometrekare) kirlendiğini ve yaklaşık 52 bin kilometrekare, (Danimarka’dan biraz daha büyük) tarımsal alanın da harap olduğunu belirtiyor.

Belarus Ekonomi Enstitü’sünün verilerine göre Çernobil kazasının maliyeti 235 milyar doları geçecek.

Çevremizi tanıyalım

Dünyanın çok ciddi bir enerji ve gıda krizi yaşadığı günümüzde, Türkiye'nin yedi bölgesine bakıp da 'çevremizi tanıyalım' demek için cesaret ve çevre bilinci gerekiyor. Kurumuş göllerden toprak kaybına, atık meselelerinden orman yağmalarına ve doldurulmuş sahillere kadar, her şey ortada aslında. Gelin, çevremizi tanımakla kalmayıp onunla barışalım..

Özgür Gürbüz-Sabah Pazar/20 Nisan 2008

Marmara Bölgesi
Sanayi ve kentleşmenin yoğunluğu, Marmara Bölgesi'ni çevre sorunlarının hemen her türüyle karşı karşıya bırakıyor. Dünyanın oksijeni en bol ikinci bölgesi Kaz Dağları, altın madencilerinin hücumuna uğramış durumda. Çanakkale sınırları içerisinde birçok kömür ve doğalgaz santralı kurulması planlanıyor. Ergene Havzası'ndaki kirlilik yıllardır sürüyor; Dilovası ise adını tarihe kanser ovası olarak yazdırdı. Bölgede kanserden ölenlerin oranı yüzde 30'lara yaklaşıyor. İstanbul ise trafikten çarpık kentleşmeye kadar birçok çevre sorunu ile karşı karşıya. Türkiye'de trafiğe kayıtlı araçların yaklaşık dörtte biri İstanbul'da. İstanbul Boğazı'ndaki tanker trafiği başlı başına bir sorun. Boğazın üstünden geçecek üçüncü köprü birçok uzmana göre kentin sonunu getirecek. İzmit, sanayi kaynaklı sorunlarla anılır halde, çözüm olarak öne sürülen atık yakma tesisi İzaydaş bile, kimilerine göre başlı başına bir kirlilik kaynağı. Tuzla sadece tersane kazalarıyla değil, zehirli varilleriyle de anılıyor. Bursa'da Cargill ile anılan tarım alanlarına sanayi tesisi kurulması tartışması devam ediyor. Su ve hava kirliliği, sanayi kaynaklı sorunlar çözülmüş değil. Bursa Kocaçay Deltası'ndaki su kaynakları da şehir ve sanayi atıkları nedeniyle kirlenmeye devam ediyor. Balıkesir'deki Manyas Kuş Cenneti, çevredeki işletmeler tarafından bırakılan atıklar, küresel ısınma ve ilgisizlik yüzünden can çekişiyor. Tekirdağ'da deri ve tekstil fabrikalarının atıkları sorun yaratıyor.

Karadeniz Bölgesi
Karadeniz'le Karadenizli arasına sınır çeken sahil yolu projesi hayata geçirildi. Projeye çevreciler kumsallara, koylara, doğal yapıya zarar verecek diye karşı çıktılar. Doğu Karadeniz'de başta Yusufeli, Fındıklı olmak üzere birçok baraj projesi var. Barajlara olan tepki, Orta ve Batı Karadeniz'e gelince termik ve nükleer santrallara karşı yoğunlaşıyor. Samsun'un en verimli tarım arazilerinin olduğu Çarşamba ile Tekkeköy arasına altı termik santral planlanıyor. Samsun'daki mobil santrallara karşı hukuki mücadele sürüyor. Amasra ve Bartın'a da termik santral kurulmak isteniyor. Sinop'un derdi de tepkisi de daha büyük. Kentin duvarları 'nükleer santrala hayır' diyen afişlerle kaplı. Çernobil faciasını yaşamış olan Karadenizli nükleere çok tepkili. Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi'nin 2006 yılında açıkladığı araştırmaya göre Hopa'da ölümlerin yüzde 47'si kanserden. Karadeniz'deki ilk resmi kanser taramasında, 11 yıl içinde 15 bine yakın kanserli hasta tespit edildi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, "Asıl Çernobil, cebinde sigara taşıyan her vatandaşın üzerinde" dedi. Nükleer tartışma devam ederken denizlerdeki kirlilik de durmadı. Türkiye'nin en kirli denizi olan Karadeniz, komşu ülkelerden ve Tuna Nehri'yle Avrupa'dan gelen kirlilikle mücadele ediyor. Trabzon Çamburnu'nda kurulması düşünülen çöp depolama tesisi, "Cennet bahçesine çöp tesisi olur mu?"diyen çevrecilerin tepkisiyle karşı karşıya. Sadece kıyılar değil, iç bölgeler de sorunlu. Nesli tehlike altındaki su samurlarına, küçük akbaba, puhu ve kızböceği gibi türlere ev sahipliği yapan Yeşilırmak'daki kirlilik Amasya'da toplu balık ölümleriyle su yüzüne çıktı. Gümüşhane Cerattepe'deki altın madeni ise, tartışmalara rağmen işletilmeye devam ediyor.

Doğu Anadolu Bölgesi
Doğu Anadolu'nun denizi olarak bilinen Van Gölü'nde tespit edilen yüksek derecede koli basili değerleri, insan sağlığı için ciddi tehlike oluşturuyor. Van'ın artan nüfusu ve atık su arıtma, burada da sorun. Bir başka risk ise, Türkiye sınırına 16 kilometre uzaktaki Metzamor Nükleer Santralı. Dünyanın en tehlikeli santralları arasında gösterilen Metzamor, sadece Iğdır için değil, tüm dünya için bir tehlike. Tunceli'de Munzur Nehri üzerine kurulmaya çalışılan sekiz baraj ve altın madenciliği başlıca çevre sorunları. Türkiye'nin ilk milli parkı olan Munzur Vadisi Milli Parkı'na bir dizi baraj yapılmasına tepki çok. Bölgede orman yangınları da sorun yaratıyor. Erzincan Karasu Nehri'nde yaşanan kirlilik, endişe verici boyutlarda. Hakkari'de çöp sorunu devam ediyor. Yüksekova Nehir Kuş Sazlığı'nın durumu, Zap Nehri'ne yapılmak istenen barajlar, tartışılıyor. Bölgenin en büyük kentlerinden Erzurum'un hava kirliliği sorunu ise, bölge halkı gündeminin ilk sıralarında. Kars Çayı'nın kirlilik sorunu çözülmeye çalışılıyor.

Ege Bölgesi
Türkiye'deki yeşil hareketin başlangıç noktalarından olan Ege Bölgesi, özellikle doğa koruma alanında verilen hukuk mücadeleleriyle akla geliyor. Çevreci avukatlarıyla ünlü İzmir'in son başarı öyküsü Kültürpark'ın altına yapılması planlanan otoparkın Danıştay tarafından durdurulmasıydı. Bakanlar Kurulu kararlarıyla çalışan Gökova, Yatağan ve Yeniköy termik santralları, Bergama'da AİHM kararına rağmen çalışan altın madeni, tüm Türkiye'de çevre sorunu denince ilk akla gelen örnekler arasında. Yatağan Santralı filtrelere kavuştu ama ikinci santral planları ve kömür havzalarının genişletilmesi nedeniyle yerinden edilecek köylüler mutlu değil. Uşak-Eşme ve İzmir-Efemçukuru'nda da altın madenlerine itiraz sürüyor. Gemi söküm tesisleriyle anılan Aliağa'ya termik santral kurulması gündemde. Marmaris, dünyaca ünlü çam balını korumak için manganez madenine karşı yürüyor. Balık çiftlikleri ve beton canavarlar, başta Bodrum olmak üzere neredeyse tüm kıyı şeridini tehdit ediyor. Balık çiftliklerinden şikâyetçi olan bir başka bölge de, çiftliklerin taşınması planlanan Dilek Yarımadası Milli Parkı kıyıları. Küresel ısınmayla birlikte artması beklenen orman yangınları her yaz ciddi ekolojik sorunlar yaratıyor. Bodrum'da yapılan ve yapılması düşünülen golf sahaları, doldurulan kıyı alanları, bölgenin doğal güzelliğini sonsuza dek yok ediyor. Menderes nehirleri kirlendi. İzmir Kuş Cenneti'nin koruma statüsü kaldırıldı. Bafa Gölü kurudu haberleri herkesi dehşete düşürdü. Bir de Allianoi var. İzmir'in Expo tanıtımına kapak olan 1800 yıllık termal merkezi, Yortanlı Barajı'nın suları altında kalmak üzere.

Akdeniz Bölgesi
Akdeniz Bölgesi aynı Ege gibi 'beton canavar'ın saldırısıyla karşı karşıya. Mersin'den Silifke'ye kadar olan sahil yollarında muz bahçeleri yerine artık dev tatil siteleri var. Silifke'den ötesinde ise 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıkları, kaza riski ve ekonomik soru işaretleriyle Akkuyu'ya kurulmak istenen nükleer santral projesi yer alıyor. Ecemiş Fay Hattı 25 km. ötesinde santralı bekliyor. Göller Bölgesi'nde tehlike çanları çalıyor. Evsel ve sanayi atıkları gelişigüzel bir şekilde Burdur Gölü'ne boşaltılıyor. Eğirdir Gölü'ndeki kirliliğin araştırılması için TBMM'de komisyon kurulması istendi. Halkın desteklediği komisyon henüz kurulmadı ama karşı çıktığı golf sahaları birçok yerde kuruldu. Sorgun Ormanı ve Belek karşı çıkışın odak noktası oldu. 2007 başında Antalya'da taş ocağı ve maden ruhsatı alanların sayısı bin 600'ü geçti. En son Kurşunlu köylüleri taş ocağına karşı eylem yaptı. Tarsus, atık yakma tesisine karşı mücadele etti ve ÇED olumlu kararını iptal ettirdi. Adana ise Tarsus gibi birlik olamadı. Ceyhan'da Türkiye'nin en büyük termik santrallarından Sugözü Santralı kuruldu. Petrol boru hattı, rafineri planları bölgedeki çevresel riski artırdı. Tufanbeyli'de bir başka termik santral yolda. Biraz içeride Osmaniye'de ise Kastabala Antik Kenti'nin yanına çimento fabrikası kurulmak isteniyor. Tüm bu planların, yaratacağı yerel sorunların yanında küresel ısınmaya etkisi de ciddi boyutlarda. Silifke'deki Göksu Deltası, kaçak kum alımı, kaçak avcılık ve sazlıkların yakılması sorunları ile karşı karşıya. Afşin-Elbistan kömür santralının CO2 emisyonlarının küresel ısınmaya katkısı birçok ülkeden fazla. Santrala yönelik, yöreden gelen şikâyetler de dinmiyor. Maraş'ın Pazarcık Ovası'nın verimli arazilerine çimento fabrikası kurulmak isteniyor.

İç Anadolu Bölgesi
Tuz Gölü, 90 yılda yüzde 85 küçüldü. Bu gidişle gölün 2015 yılında tamamen kuruyacağı öne sürülüyor. Konya'nın günde 125 bin tonu bulan atığı göle boşalıyor. Kuraklık, Konya'da bulunan 60 bin kuyudan 41 bini kaçak. Konya, Burdur ve Isparta çevresindeki göllerin yanı sıra, Hotamış, Suğla, Seyfe gölleri, Eşmekaya Sazlığı ve Akgöl'de kuraklık problemi var. Akşehir, Eber, Beyşehir ve Meke gölleri ile, Sultansazlığıda, yok olma riski altında. Eskişehir'deki Porsuk Çayı'nda kirlilik had safhada. Bölgede kurumayan, kirlenmeyen su yok gibi. Zaten su da pek yok. Başkent Ankara'da geçtiğimiz yıl kesecek su bile kalmadı. İç Anadolu'nun erozyon riski de yüksek. Hasanoğlan Kasabası sayıları 20'yi geçen taş ocaklarından musdarip. Bölgedeki tüm büyük kentlerde hava kirliliği ve kentsel atık sorunu var. Altı ilin kanalizasyonu Kızılırmak'a boşalıyor.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Güneydoğu Anadolu Projesi bölgeye yeni fırsatlar getirdiği kadar sorunlar da getirdi. Bilinçsiz sulama nedeniyle Harran Ovası'nda 3 bin 400 hektar alanda 'tuzlanma' meydana geldi. Tuzlanmanın yanı sıra bölgede yaşanan çarpık kentleşme, yetersiz arıtma tesisleri, mevcut su kaynakları için de tehdit oluşturmaya başladı. Başta Diyarbakır olmak üzere tüm kentlerin arıtma tesisi ihtiyacı var. Mardin'de tüm kenti kaplayan bir kanalizasyon sitemi yok. Foseptik çukurları devrede. Barajlar diyarı olan Güneydoğu'da baraj gölleri çöp deposu olarak da kullanılıyor. Şanlıurfa ve Adıyaman illerinin atıkları Atatürk Barajı'nın gölüne, Gaziantep'e bağlı Nizip'in atıkları Hancağız Barajı'na akıyor. Gecekondulaşma sorunu yaşanan Batman'da da kanalizasyon büyük bir problem. Batman'ın bir başka sorunu ise binlerce yıllık Hasankeyf'in Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olması. Baraj projesine karşı çıkanların bir başka nedeni ise yaklaşık 40 bin kişinin göç edecek olması. Silopi'de önce mobil olarak kurulan termik santral, zaman içinde eklenen ünitelerle de giderek büyüdü. Santralla birlikte tepkiler de büyüdü ve bir harekete dönüştü.