Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyar doları aşacak!

Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyarı aşacak!

Birleşmiş Milletler küresel ısınmanın her yıl dünya ekonomisine maliyetini 304 milyar dolar olarak hesaplamıştı. Geçtiğimiz ay ABD'yi vuran Katrina ve Rita’nın, ABD bütçesine toplam maliyetinin 210 milyar dolar civarında olması, BM'nin tahminini destekler nitelikte.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ocak 2006

İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2004 yılında İngiltere’nin uluslararası enerji stratejisini açıklarken, 2010 yılına gelindiğinde her yıl 265 milyar dolarlık küresel ısınma kaynaklı maddi zararın oluşacağı konusunda herkesi uyardı. Küresel ısınmanın konuşulduğu birçok toplantıda olduğu gibi, Straw'u dinleyenlerin çoğu, ne küresel ısınmanın nasıl yaşamı tehdit edeceğini, ne de ekonomi üzerindeki etkilerinin nasıl olacağını çok da fazla düşünmeden toplantıyı terk etti. Halbuki, Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 2001 yılında hazırlanan rapor, Jack Straw'un ne demek istediğini ayrıntılarıyla anlatıyordu. BM, sıklaşan fırtınalar, toprak kayıpları ve deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak balıkçılık, tarım ve su kaynaklarında meydana gelecek zararların yıllık 304,2 milyar doları bulacağını söylemişti. Artık elimizde sadece Straw'un sözleri ve BM'nin raporu yok. Elimizde Katrina ve Rita var.

Rita kasırgası hızını yavaşlatıp ablası Katrina kadar ortalığı kırıp dökmese de, verdikleri maddi zararın 200 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. Milyonlarca insanı evinden eden, petrol rafinerileri ve kuyularını devre dışı bırakarak petrol fiyatlarının yükselmesine neden olan fırtınaların yol açtığı maddi zararı karşılamak için Kongre’nin şu ana kadar harcadığı miktar da 62,3 milyar doları buldu. Sadece bu rakam bile Amerika’nın Çevre Koruma Ajansı’nın bütçesi olan 8,2 milyar doların yaklaşık 8 katı; 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nın 83 milyar dolarlık bütçesine de çok yakın. İşin Amerika için en zor yanı ise, halihazırda 330 milyar dolarlara varan bütçe açığının Katrina ve Rita kasırgalarıyla daha da büyüyecek olması. Washington Post yazarlarına* göre gelecek yıl bütçe açığı bu felaketler yüzünden yeniden 400 milyar doların üzerine çıkabilir.

Sigortacılar tedirgin

Dünyanın en büyük yaşam ve sağlık reassürörü olan Swiss Re, Katrina kasırgası sonucu sigortalanmış mal zararının 40 milyar doları bulduğunu ve bunun 1,2 milyar dolarlık bölümünün kendilerine ait olduğunu belirtti. Firma, giderlerin bir bölümünü denkleştirme rezervlerinden karşılamayı planlıyor. Swiss Re CEO’su John Coomber, dünya genelinde doğal felaketlerin sayısında bir artış gözlemlendiğini, insanları ve ekonomiyi giderek artan bir şiddet ve sıklıkla vurduğunu ve sigorta sözleşme yenilemelerinde yeni fiyat ayarlamalarına gerek duyulacağını belirtiyor. Risk analiz firması AIR Worldwide'ın yaptığı en son hesaba göre, sadece su baskını yüzünden ev ve binaların uğradığı hasar 44 milyar dolar civarında. Tahmin edebileceğiniz gibi New Orleans 22 milyar dolarla başı çekiyor.

Türkiye’de küresel ısınmayla ilişkilendirilebilecek felaketler içinde sel baskınları oldukça öne çıkıyor. Kızılay’ın 2001-2003 yılları arasında Türkiye’deki sel felaketleri için harcadığı malzeme maliyeti 827 milyar TL.’yi geçiyor. Özellikle 2001 yılının son üç ayındaki felaketler Kızılay’ın raporunda, “…kış mevsiminin gelmesi ve hava koşularındaki ani değişmeler nedeniyle oluşan aşırı yağışlar nedeniyle yurdun muhtelif yerlerinde ardı ardına sel felaketleri yaşanmış ve birçok aile bu afetlerden olumsuz şekilde etkilenmiştir ” özel notuyla yer almış. 2001 yılının son 3 ayında ardı ardına gelen sel felaketlerinin yol açtığı maddi hasarın ilk 9 aydan daha fazla olması da ayrıca dikkat çekiyor. Türkiye, bilindiği gibi, iklim değişikliğini önlemek için ortaya konulan Kyoto sözleşmesine henüz taraf değil ama İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na geçen yıl imza attı.

Kızılay’ın sel felaketleri için harcamaları (TL)**

2001 519. 591 144 000
2002 205 035 118 000
2003 103 009 732 000


Kızılay’ın en çok harcama yaptığı sel felaketleri (2001-2003) (TL)

Hatay 2001 218 477 400 000
Tarsus 2001 139 542 500 000
Silifke 2001 51 500 000 000
Kayseri 2002 68 800 000 000
Iğdır 2002 56 272 500 000
Hakkari 2003 43 707 490 350


* Jonathan Weisman ve Jim Vande Hei, Washington Post 15/09/2005
**Bilgiler Kızılay’ın yaşanan afetlerle ilgili raporlarından derlenmiştir.
Reuters

Artık Rock&Rakı zamanı

Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlamasının eksik olacağını belirten grubun solisti Murat, "Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ocak 2006

Alınlarından öpmüş mü sormadım ama, Çamur'u dinleyen birinin kendilerine yıllardır hem rakı içip hem de rock dinleyeceği bir müzik aradığını ve en sonunda bulduğunu söylüyor. Ve "Rock&Rakı" gibi bir şey diye ekliyor Murat.

İlk albümleri "Bu Aşkın Izdırabını" iki gün önce raflardaki yerini aldı. Murat, Çağatay'la beraber 9 kişilik grubun en eskisi. Adapazarı'nda lise yıllarında tanışmışlar. Şimdi grubun solisti olan Murat o zaman bağlama çalıyormuş; Çağatay'da gitar. Üniversite yıllarında Ankara'da da beraber çalmışlar. Adapazarı'na döndüklerinde çalacak pek bir mekan bulamayınca soluğu İzmit'te almışlar ve grup orada genişlemiş. 18-19 yaşlarında Çağatay'ın "ÇA"sı ve Murat'ın "MUR"unun birleşmesiyle oluşan Çamur, beş kişilik bir grupla 3-5 sene İzmit'te çalıp söylemiş. Çocukça bir duyguyla koydukları ismin bugün grubun müziğini yansıttığına ve içinin dolmasına onlar da şaşırıyor aslında. Ne mi yapıyorlar? "Çamur" gibi bir müzik, ama çamur gibi değil. İnsanın kulağına çamur banyosu yaptırası geliyor.

Bu hayat herkesi kirletiyor
Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlaması eksik olur diyorlar. Murat, "Biz şunu yapalım, gitar ekleyelim diye düşünmedik. Aslında ne yaptığımızı bilmeyerek bir şey yaptık. Hesap kitap yapmadık. Bundan 5-6 yıl önce daha çok Moğollar gibi müzik yapıyorduk. Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor. Aynı zamanda şu anda yaptıkları müziğin, grubun adıyla çok uyumlu olduğuna da değiniyor. Müzikten çok yaşam tarzıyla ilgili bu. "Çamurla hem yıkanıyorsun hem de kirleniyorsun" diyorlar. Murat, "Biz de bu dünyada, bu hayatın içindeyiz. Herkes gibi kirlenmekten nasibimizi alıyoruz. Bu kirlilik örneğin müzik piyasasında da var. Bu yüzden de uzun süre albüm çıkmadı, bayağı direndik. Müzik endüstrisinin gruplara bakışı, bizim yerimiz, duruşumuzu anlatmak için bayağı uğraştık. Vazgeçme şansımız yoktu çünkü başka bir şey yapma şansımız yoktu" diye açıklıyor yaşam tarzlarını. Çağatay, son yıllarda gruplarda bir arabesk-ortadoğu tınısı olduğunu söylüyor ama batıdan doğuya bakmakla doğudan batıya bakmanın bambaşka olduğuna değiniyor. "Onlar oradan buraya bakıyorlar, biz ise buradan. Bizim yaşadığımız yer, doğduğumuz yer burası; İzmit, Adapazarı..."

Orhan Gencebay da dinledik, Ledd Zepplin de...
"Biz, herşeyi dinleyerek büyüdük" diyor Murat, "Orhan Gencebay da, Ledd Zepplin de. Müziğiniz dışarıdan gelen bir şey değil. Çağatay'la birlikte yıllarca bağlama ve gitarla türküler söyledik, rock parçalar yaptık. Bundan rahatsız olmadık, çıtayı yükseltmeye çalıştık. Evde oturup, dinleyemeyeceğimiz bir müzik yapmayız. Piyasa için bir şey yapmıyoruz, olursa da biz yapmadık" diyor ve gülüyor Murat. Çağatay ise şu anda yaptıkları müzik tarzının değişip değişmeyeceğini bilmediklerini ama 10 yıldır yaptıkları işten mutlu olduklarını ekliyor. Çamur'u dinlerken vurmalı çalgılar ve özellikle 70'li yılların rock "sound"unu çağrıştıran klavyeyi dinlemek pek keyifli. Ömür'ün kendi tasarımı olan "Çağlaması" da elektro divan sazı gibi bir ses çağrışımı yapıyor. Bu ilginç enstrüman hakkında benim hala şüphelerim var. Ömür'e ilk fırsatta soracağım, bas gitara parası yetmediği için sadece sapını mı alabildi diye. Bilim adamı olmak istemesine şaşırmamalı. Grubun müziğine doğu perkisyonlarının girişi yeni arkadaşların katkı koymalarıyla olmuş. Çağatay, Zaten yaşadığımız coğrafyanın enstrümanları bunlar. Avustralya'dan falan getirmedik ki? Her zaman gördüğümüz, çaldığımız enstrümanlar. Çağlama dışında tabi. O dünyada tek, Ömür'ün kendi tasarımı" diyor.
Çamur'un kalabalık grubu ve çok çeşitli enstrümanları kadar şarkı sözleri de dikkat çekiyor. bir tasavvuf, bir kadercilik ama minibüslerde dinlediklerimizden çok daha fazlasıyla hayata bağlı sözler bunlar. Sözleri Murat yazıyor o yüzden ben yanıt vereyim diyor Çağatay. "Murat'ın yazdığı her harfin, kelimenin önemi ve anlamı vardır. Bizim için söz çok önemli, gitarımı söz için feda ederim" diyor Çağatay. Neden Türkçe diyoruz? Bu soruyu da Murat yanıtlıyor: "Rüyalarınızı İngilizce görüyorsunuz İngilizce de söyleyin. Hissetmediğiniz bir şeyi söylemiyorsunuz. Cidden, duygularınızı İngilizce anlatamazsınız. Çağatay hayattaki en iyi arkadaşım. Ne yaşadığımı, ne demek istediğimi bilir. Ben oturur söz yazar şarkı yaparım. Çağatay düzenlemesini yaptığında o iş bitmiş olur. Bütün ekip birbirimizi tamamlıyoruz".

Herşey 80'de bitiyor
Murat, muhabbetimiz sadece müzikal değil dediği için grubun 60-70'li yılları andıran "sound"uyla ilgili duruşunu da merak ediyoruz. "Müziğimiz zaten bu ülkenin nasıl yönetildiğini gösteriyor" gibi ilginç bir yanıt geliyor. Müzik de ülkeyle gelişiyor. Sanayi toplumu, köylü toplumu bunların hepsiyle ilgili herşey diyorlar. Çağatay, "Bundan 10 yıl önce Orhan Gencebay'ı utanarak dinlerdik. Özal sonrası kuşak bir şeylerle yüzleşiyor. 68'lerin çocukları büyüdü. O yitikliği, öfkeyi, isyanı çok sert bir şekilde yaşadılar. Bu da hem hayata hem de müziğe yansıyor" yorumunu yapıyor. Klavyeden 60-70'lerin sesleri çıkıyor. Kendilerinin de söylediği gibi 80 sonrası rock müziğe pek ısınamamışlar. Murat, "Bu yeni tarzlardan pek anlamıyorum. Dub mup gibi. Müzikte de, hayatta da 80'de herşey bitiyor" diyor ve ekliyor: "68'lilerin çocukları büyüdü, bir taraftan canları anne ve babalarının yaşadığı gibi yaşamak istiyor bir yandan da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorlar. Ortada bir kafa karışıklığı var". Müziklerine bu karışıklığın oldukça olumlu yansıdığını söylemek gerek.
Oldukça uzun bir süredir ilk albümleri için bekleyen Çamur grubu bu arada Barışarock'ta, 3 Aralık'ta yapılan küresel ısınma eyleminde gönüllü olarak sahne aldı. Murat, "Barışarock'ta biz falanca kadına aşık olduk diye şarkı söylüyoruz. Bütün insanların istisnasız buluştuğu tek noktadır aşk" diyor. Müziklerine aşık olanlara ise "bu aşkın ızdırabını" anlattıkları ilk albümle teşekkür ediyorlar.

Çamur'un elemanları

Çağatay Kadı - Gitar
1976'da Sakarya'nın Karasu ilçesinde doğdu. 93 yılında Edirne'de müziğe başladı. 96'da Murat'la Çamur'u kurdu. Kısa ve uzun metrajlı film müzikleri yaptı. En son TRT'nin, Avrupa Yayın Birliği'nin düzenlediği belgeselde gösterilmek üzere hazırladığı Babaanne filminin müziklerini besteledi. Kadıköy Ses Müzik'te halen ses teknisyeni olarak çalışıyor.
Ömür Kılıçaslan - Çağlama
İlk ve ortaokul yıllarında bili
m adamı olmak istiyordu. Lisede gitara başladı halen Çamur ve Hariçten Gazelciler'le çalıyor. Bilim adamı olmadığına pişman mı bilinmez.
Murat Ak - Vokal
77 Sivas doğumlu. Müziğe bağlama çalarak başladı, Hacettepe ve İstanbul üniversitelerinde okuma girişimlerinde bulundu. Şimdi İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda okuyor.

ŞARKI SÖZLERİ
Duman oldum o halimden eser kalmadı
Aşkım figanım gülüm baharım
Meyhanelerde sakiler derman olmadı
Çok istedim olsun diye sensiz olmadı
(Hara şarkısından)

Yaşamak ağır işmiş
Sebebi yok ömrümün
Baktım her şey değişmiş
Düş mü yoksa gördüğüm
(Serseri şarkısından)

Nükleer enerji Türkiye için erken, önce yerli kaynaklar kullanılmalı

Türkiye'de 35 yıldır hemen hemen her hükümet tarafından gündeme getirilen nükleer enerji tartışması, Ukrayna'daki doğalgaz kriziyle yeniden alevlendi. TBMM Enerji Komisyonu Başkanı Dr. Soner Aksoy, nükleer atık sorunun henüz çözülmediğine dikkat çekiyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ocak 2006

Elektriğinin yüzde 42'sini doğalgazdan üreten Türkiye'de de enerjide dışa bağımlılık korkutuyor. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı, Kütahya Milletvekili Dr. Y. Müh. Soner Aksoy, Türkiye için nükleer santralin erken olduğunu söylüyor ancak nükleer enerjinin bir ülkeye girmesinin bilim ve teknolojinin girmesi olduğunun da altını çiziyor. Nükleer atık sorunun üzerinde duran Aksoy, "Atıkların üzerinde araştırmalar yapılıyor, sürekli gelişmeler var. Bu atıkları azaltıcı çalışmalar var. O bakımdan üçüncü nesil, dördüncü nesil neyse onu almak lazım. Bir de nükleer santralin devamlı atıkları var. Her sene ortaya çıkan atıklar var ki, o atıkları şimdi almak isteyenler de var. Bir de santrali kapatmak gerektiği zaman, o santral nasıl kapatılacak, toplumda nasıl bir çöplük halinde kalacak. Henüz bunun ciddi bir çözümü yok" diyor.

Nükleer santral araştırmaların hangi safhada olduğunu bilmediğini söyleyen Aksoy, "Bu araştırmalar yapılmış, bitmişse mesele yok. Bizim bu noktada birtakım çalışmalar yapmamız lazım. Bu bakımdan nükleer enerjiye girmekte fayda var fakat en son teknolojiyi almak bakımından, dünyadaki son gelişmelere dikkat edip ona göre bir düzenleme yapmak lazım. Bir de yerli kaynaklara ağırlık verip, onların da biran evvel devreye girmesini sağlamak lazım. Gerek kömür santralleri olsun, gerek yenilenebilir enerji kaynakları olsun. Bunların mutlaka, öncelikle ele alınması gerekli" yorumunu yapıyor.

Yerli kaynakları öncelikli olarak değerlendirmemiz gerektiği konusundaki sorumuzu ise Dr. Soner Aksoy şöyle yanıtlıyor: "Yerli kaynaklar ucuz. Kömür olsun, jeotermal enerji olsun, rüzgar olsun; bunlar ucuz. Çevreye zararı daha az. Nükleere oranla daha az, nükleerin de çevreye çok büyük bir tesiri yok ama daha sonra, 40-50 sene sonra onun kapatılmasında meydana gelen atıklar var."

Hidroelektrik potansiyelimiz henüz kullanmadık
Türkiye'nin 160 milyar kilovatsaate eşdeğer teknik hidrolik potansiyeli olduğunu ve bunun bizim 2006'da kullanacağımız toplam elektrik tüketimine eşit olduğunu söyleyen Enerji Komisyonu Başkanı, tereddütünün kendi kaynaklarımızı henüz bitirmemiş olmamıza bağlıyor. Aksoy, "Enerji de taban enerji, hidrolik enerjidir. Hidrolik enerjiyi bir bitirmemiz lazım. Avrupa hidroliği bitirmiş onun üzerine nükleer santrale girmişler. Türkiye potansiyelinin üçte birini bile kullanmıyor" diyor. Nükleer enerji konusunun çok iyi tetkik edilerek sonuçlandırılması gerektiğinin söyleyen Aksoy, Enerji Bakanlığı'nın da böyle davranacağına inandığını söylüyor. Yerli kaynakların önünü açtıklarını ama hala engeller olduğunu söyleyen Aksoy, yenilenebilir enerjinin önünde finansman ve bürokratik engeller olduğunu söyledi. Aksoy, "Bunları biran evvel aşmalı ve özel sektörün bu sahaya girmelerini sağlamalıyız. Özel sektörün yaptığı büyük bir santral, bir kaç tane hidrolik santral olmalı, bunları bir görmeliyiz. Nükleer için prensip olarak karar vermeli ama araştırmayı devam ettirmeliyiz" dedi.