kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İklim planından yine kömür çıktı

Türkiye’nin iklim krizi konusunda önümüzdeki altı yıl boyunca yapacaklarını anlatan eylem planı açıklandı. Planda iklim krizinin bir numaralı sorumlusu görülen kömür santrallarından vazgeçmeye dair bir eylem yer almıyor. 

Özgür Gürbüz-BirGün/31 Mart 2024 

Foto: O. Gurbuz - Afşin Elbistan A santralı
İklim krizine yol açan seragazı emisyonları artırmaya devam eden Türkiye, açıkladığı yeni eylem planıyla 2030’a kadar yapılacakları özetleyen yol haritasını açıkladı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın desteklediği “İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı (2024-2030)” başlığını taşıyan raporda, atmosfere bırakılan seragazı emisyonlarının baş sorumluları olan petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtlara dair önemli bir yaptırım yer almıyor. Planın enerji bölümünde yenilenebilir enerji kaynaklarının her türünün ve nükleer enerjinin kapasitesinin artırılmasıyla nükleer enerjiye teşvik verilmesini de içeren stratejiler öne çıkıyor.

KÖMÜRE DEVAM
“Engellenemeyen sera gazı emisyonlarının azaltılması için karbon yakalama, kullanma ve depolama yol haritası oluşturulması” başlıklı enerji stratejisi maddesi ise Türkiye’nin yoluna fosil yakıtlarla devam edeceğinin ipuçlarını veriyor. Kömür ve gaz gibi fosil yakıtla çalışan santralları kapatmaya ya da sayısını azaltmaya dair bir ibare planda yer almıyor. Santrallardan çıkan seragazlarını yakalayıp gömerek atmosfere gitmesini engellemeyi amaçlayan karbon yakalama konusunda ise yol haritasının hazırlanması, ekonomik potansiyelinin araştırılması gibi stratejiler plana eklenmiş. Uzun zamandır bilinen ancak özellikle maliyetlerinin çok yüksek olması nedeniyle dünyada ilkörnek (prototip) düzeyinin ötesine henüz geçemeyen karbon yakalama ve gömme teknolojilerinin fosil yakıtlarla ilgili tek eylem odağı olması dikkat çekiyor. Karbon yakalama, kullanma ve depolama teknolojilerinin işletme ömrünü tamamlamamış santrallar için önerilmesi, fosil yakıt santrallarının iklim için erkenden kapatılmasına dair bir planın olmadığının da sinyallerini veriyor. Bilindiği gibi Türkiye Avrupa’da kömürlü termik santrallarını kapatmak için henüz tarih vermeyen beş ülkeden biri.

Eylem planında ölçülebilir iddialı hedeflerin olmaması da göze çarpıyor. Hemen hemen tüm başlıklarda rakamsal hedeflerden çok, “yol haritası oluşturulması”, “iyileştirilmesi” gibi 2030 sonunda değerlendirilmesi zor eylemler yer alıyor. Ulaşım başlığı altında, demiryolu yolcu taşımasının toplam yolcu taşımacılığındaki payının artış oranı’ izleme göstergesi olarak plana eklense de hangi değerin başarılı kabul edileceğine dair bir rakama rastlanmıyor. Ölçülebilir hedef konusundaki nadir iyi örneklerden biri enerji bölümünün ilk strateji maddesinde yer alan şebeke emisyon faktörünün azaltılması. 2020 itibarıyla, şebekeye verilen her bir kilovatsaat elektriğin üretimi sonucu atmosfere 437 gram karbondioksit bırakılıyordu. Bu rakamın 352 grama düşürülmesi hedeflenmiş.

EMİSYON TİCARETİ ÖN PLANDA
Çevre Bakanlığı’na bağlı İklim Değişikliği Başkanlığı’nın hazırladığı planda emisyon ticareti konusunda çok sayıda eylem maddesi var. 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program’daki Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) kurulmasına dair tedbirlere de atıf yapılıyor. ETS kapsamında, gönüllü piyasalardan uluslararası piyasalara kadar uzanan bir dizi araştırma ve mevzuat değişikliğine de işaret ediliyor.

49 strateji ve 260 eylemden oluşan planda göze çarpan diğer başlıklar arasında, sanayide ürün bazında karbon ayak izinin ve karbon yoğunluğunun azaltılması, sürdürülebilirlik raporlamalarının ve neredeyse sıfır enerjili binaların yaygınlaştırılması, ulaştırmada elektriklendirmenin geliştirilmesi, yutak alanların korunması ve artırılması, gübre kullanımında bilinçlendirme, hayvancılık kaynaklı metan emisyonlarının azaltılması, Türkiye’nin net sıfır emisyon hedefinin eğitim sistemine entegre edilmesi ve düşük emisyonlu bir ekonomiye geçişin adil dönüşüm ilkesiyle planlanması da yer alıyor.

Dünyayı mağarada yaşamakla tehdit eden petrolcü

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Aralık 2023

Foto: UNFCCC
Birleşmiş Milletler’in her yıl düzenlediği iklim konferansının başkanlığına bu yıl bir petrolcü atandı. Ahmed El Caber, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Ulusal Petrol Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı. El Caber, COP kısa adıyla bilinen iklim konferansına, fosil yakıtlardan vazgeçmenin bizi iklim krizinden kurtaracağına dair bilimsel bir gerekçe yok yorumuyla damgasını vurdu. Fosil yakıtlardan vazgeçmenin dünyayı mağara yaşamına geri götüreceğini de söyledi.

El Caber’in kendi ülkesinin de tarafı olduğu Paris Anlaşması’ndan, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin binlerce sayfalık çalışmalarından haberdar olduğuna eminim. Bu bilimsel raporlar bize seragazı emisyonlarını 2030’a kadar, 2019 seviyesine göre yüzde 43 oranında azaltılması gerektiğini söylüyor. Azaltım için de fosil yakıtları en geç 2050 yılından kullanmayı bırakmalıyız. Yapamazsak sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmak mümkün olmayacak. Ülkelerin mevcut taahhütleri ise bizi yüzde 43 değil yüzde 2’lik bir azaltıma götürecek. Bu gidişle iki derecenin altında kalma hedefi de zora girebilir. El Caber bunları da biliyor ama petrol, kömür ve gazdan para kazanan tüm fosil yakıt şirketlerinin yıllardır yaptığı gibi o da süreci yavaşlatmak, iklim krizini kanıksatmak ve mevcut düzeni devam ettirmek için üstüne düşeni yapıyor.

Fosil yakıtlardan vazgeçip güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerjiye geçersek mevcut endüstriyel toplumun devam edeceğini yine bilim bize söylüyor. Mevcut ‘gelişmiş’ toplumun sorunsuz gibi anlatılması ise başka bir dert. Caber’in petrol zengini ülkesinin ışıltılı kenti Dubai’deki hava kirliliği, Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiye ettiği günlük seviyenin üç kat üzerinde örneğin. Fosil yakıtlar da sorumlular arasında. Küresel Kölelik Dizini (Global Slavery Index) sıralamasında da BAE dünya yedincisi (Türkiye beşinci). Modern kölelikten bahsediyoruz. Çok az bir ücret karşılığında veya ücret almadan çalışmaya zorlanmak, seks işçiliği yapmaya mecbur bırakılmak ve isteğiniz dışında evlendirilmek bugün modern kölelik olarak adlandırılıyor. El Caber’in ülkesinde her 1000 kişiden 13,4’ü modern köle sınıfında değerlendiriliyor. Mağarada yaşamak mı dediniz? Temiz havada ve özgürce mi yani?

TÜRKİYE NE YAPIYOR?

28’inci iklim konferansına Türkiye’den büyük bir ilgi var. Kayıt yaptıranlar arasında 1045 delege ile yedinci sıradayız. Fransa’dan, Almanya’dan, ABD’den daha çok sayıda kayıtlı katılımcımız var. Kulislerde alışveriş tutkusunun ve vizesiz girişin katılımcı sayısını artırdığı konuşuluyor.

Resmi heyetin ilk haftada yaptıklarını merak edenlere en iyi özeti Çevre ve Şehircilik Bakanı Mustafa Özhaseski yaptı. COP 28’in içeriği daha çok iklim değişikliğiyle meydana gelen kayıp ve zararların giderilmesi diyen Özhaseki, “Yeşil iklim Fonu’na erişebilmek adına birtakım müracaatlarımız var. Sonra da Kayıp ve Zarar fonundan en fazla istifade edebilmek için büyük bir mücadele veriyoruz. En çok etkilenen ülkelerden birisi olarak bizim de bu tür fonlara erişim imkanımızın olması lazım. Bu da bir mücadele. İşte o mücadeleyi veriyoruz” diyor.

Malumunuz, Türkiye Paris Anlaşması’na taraf oldu ancak seragazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermedi. 2030’a kadar ‘tahmin edilen artışın’ altında kalma sözü verdi. 2053 için net sıfır emisyon hedefim var dese de oraya nasıl gideceği belli değil. 2030 ila 2053 arasına dair bir plan yok. Kömür santrallarını kapatacağını hiç söylemedi. Yeni gaz santralı yaparım bile dedi. Emisyon artış hızına, kömürden, petrolden vazgeçmeme niyetine bakarsak net sıfıra gitme şansı da yok. Net sıfır taahhüdü de bir başka fon koparma hamlesiydi zaten.

Hakkımızı yemeyelim, iklim toplantılarında istikrarlıyız. “Bize fon verin” deyip duruyoruz. Önceliği az gelişmiş ülkeler, ada ülkeleri olan Kayıp ve Zarar fonundan da Yeşil İklim Fonu’ndan da yararlanmak istiyoruz. Emisyonları azaltacağımızı söylemiyoruz ama bize para verin diyoruz. İklim düşmanı otoyol, havalimanı ve köprülere alım garantileriyle milyarlarca doları gömen Türkiye, en ucuz elektrik üretme yöntemi olan yenilenebilir enerjiye geçiş için fon istiyor. Tarifeli uçak kullanmayan, saraylarda oturan, makam araçlarından inmeyen hükümet görevlileri, iklim krizinin tetiklediği seller, orman yangınları gibi afetlerin zararlarını karşılamak için yardım talep ediyor. Türkiye’nin iklim politikası artık güldürmeyen bir şakaya dönüştü.

* 8 Aralık Cuma günü, Ankara’da düzenlenen TMMOB 14. Enerji Sempozyumu’nda Küçük Modüler Nükleer Reaktörler üzerine bir konuşmam olacak. İlgilenenleri sempozyuma bekliyorum. 

Yeniköy ve Kemerköy kapansa elektriksiz kalmayız

Foto: @ikizkoydireniyo
Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Temmuz 2023

Akbelen Ormanı’nı kömür santrallarını çalıştırmak için madene dönüştürmek isteyen bunun için de kolluk kuvvetlerinin gölgesinde kesim yapılmasına neden olan Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. bir açıklama yaparak, bu santralların elektrik üretiminde önemli olduğunu anlatmaya çalıştı. Açıklamada ormanın, iklimin, temiz havanın ve orada yaşayanların geleceğinin önemine dair tek bir satır yoktu.

Sahiplerini, siyasete de konu olan büyük ihalelerden tanıdığımız IC İçtaş ve Limak Enerji firmaları, kamuoyuyla paylaştıkları metinde, Kemerköy ve Yeniköy santralları çalışmazsa onlarca işçinin işsiz, Türkiye’nin de elektriksiz kalacağını ima etmiş. Elbette bu doğru değil. Rakamlarla anlatalım. EPİAŞ verilerine göre 2022 yılında Kemerköy 4,3 milyar, Akbelen’deki sahanın yakınındaki Yeniköy de 2,8 milyar kilovatsaat (kWh) elektrik üretmiş. Toplamı 7,1 milyar kWh ediyor. Türkiye’nin 2022 yılı elektrik üretimi ise 326 milyar kWh. İki santralın toplamı Türkiye’nin elektrik üretiminin yüzde 2,1’ine denk geliyor. Şirket ise açıklamasında ortalama yüzde 2,5 demiş. Şirketin sitesinde verdiği bilgilere göre Akbelen ve İkizköy kömür ocaklarından kömür alan Yeniköy santralının elektrik üretimine katkısı ise sadece yüzde 0,85’tir.

Türkiye’nin elektrik üretim kurulu gücü 105 bin megavatın üzerinde. En yüksek anlık tüketim ise iki gün önce (26 Temmuz) sıcak hava dalgasının tüm ülkeyi kavurduğu sırada 54 bin 287 megavatı gördü. Taleple kurulu güç arasında iki katı fark varken, bu iki santralı kapatamamanın önünde teknik bir engelin varlığından söz edilemez. Türkiye bu iki santral bugün dursa elektriksiz kalmaz. Kalıyorsa, bu fazla kapasiteye rağmen elektrik üretimini yönetemeyen, Enerji Bakanı dahil herkesin istifa etmesi gerekir. Sorun kapasitede değil… Sorun bu iki santralın kapatılmak yerine özelleştirilerek iki şirkete verilmesi ve onların da kârlarını en üst seviyeye çıkarana kadar kömür yakmaya devam etmek istemesinden kaynaklanıyor.

Türkiye enerjide çağa ayak uydursa ve enerji verimliliği ile tasarrufu birincil enerji politikası yapsa bu iki kömür santralı hatta daha fazlası kapatılabilir. Altında eski Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın imzası bulunan Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı, 2017-2023 yıllarında birincil enerji tüketiminin yüzde 14 oranında azaltılmasını hedefliyordu. Bu hedefe ulaşılmadığı artan birincil enerji talebinden belli ama sadece bu belge bile bize tasarruf miktarının büyüklüğünü gösteriyor. Başka resmi belgeler de enerji ve elektrik de yüzde 20-25 oranında tasarruf potansiyeli olduğunu söylüyor zaten. Yüzde 20 tasarruf kabaca 60 milyar kilovatsaat demek. Yüzde 2 tasarruf 6 milyar. Akbelen’de kesime neden olan iki santralın toplam üretimi 7 milyar. Yenilenebilir enerjinin de desteğiyle Türkiye’de doğayı yok eden, havayı kirleten, iklimi değiştiren birçok santral kademeli bir şekilde devreden çıkartılabilir.

Şirket, 3 bin 100 çalışanı olduğundan, bölgenin en büyük işvereni olduğundan da bahsederek, bir anlamda yöredekilere göz dağı da vermiş. Biz kapatılırsak siz de işsiz kalırsınız demeye getirmiş. O konuda da kimsenin endişe etmesine gerek yok. Günlerdir dehşetle izlediğimiz Akbelen’deki tahrip edilmiş kömür sahalarına güneş santralları kurulsa hem elektrik üretilir hem de istihdam sağlanır. Kömür Santrallarının Güneş Potansiyeli adlı rapor, Kemerköy ve Yeniköy santrallarının tahrip ettiği alanları güneş santralına çevirerek yılda 1,2 milyar kilovatsaat elektrik üretmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Kurulacak güneş santralının gücü de 764 megavatı buluyor. Bölgede panel üretim tesisi kurulması istihdam kapasitesini arttırır, güneş santrallarında da istihdam önceliği kapatılacak termik santrallardaki işçilere verilir. Bugün kömürden ekmeğini kazananlar, sağlık sorunu, can güvenliği korkusu olmadan hayatlarına devam eder. Ormanlarını kaybettikleri için göç edenler, işsiz kalanlar da olmaz. Şirket, santralları nedeniyle tarıma verdiği zarardan, göçten, sağlık sorunlarından bahsetmiyor haliyle.

Türkiye’nin iklimi değiştiren seragazlarının yüzde 71’i enerji kaynaklı; bunun yarısı da kömürden. Akbelen’deki orman kıyımından sorumlu şirket kamuoyuna gönderdiği açıklamasında elektrik üretiminin ne kadarından sorumlu olduğunu yazmış. İklimi değiştirdiği için neden olduğu sel baskınlarından, sıcak hava dalgası yüzünden ölenlerden, fırtınaların, dolunun, hortumların vurduğu tarım arazilerinden, kuraklık yüzünden meydana gelen ekonomik zarardan ise hiç bahsetmemiş. Çok yakın zamanda bu şirketlerin mahkemelerde iklim krizine neden oldukları için yargılandıklarını, tazminat ödemeye mahkûm kaldıklarını göreceğiz. O zaman ‘ekonomiye katkı’ gibi sunulan bu bahanelerinin çaresiz savunma çabaları olduğunu daha iyi anlayacağız.

Kazanmanın tek yolu direnmek

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Aralık 2022

7 Şubat 1939 tarihli, 4126 sayılı Resmi Gazete, “Zeytinciliğin ıslahı ve yabanilerinin aşılattırılması hakkında kanun”la başlar. Bu kanunun 20. maddesi, zeytinlik içinde fabrika yapımını izne bağlamıştır. Sonraki yıllarda 20. madde değişikliklere uğrasa da o günkü amacını korur. “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez” der. Kömürlü termik santrallara maden sahası açmak için zeytinliklere göz dikenler yıllardır bu maddenin değiştirilmesini istiyor. 10. kez denediler ve 10. kez kaybettiler.

ADRESE TESLİM KANUN
Yapılmak istenen aslında adrese teslim bir kanun değişikliğiydi. Elektrik Piyasası Kanuna konacak geçici madde özetle şöyle diyordu: Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinliklere denk gelmesi durumunda zeytinlikler taşınır, zeytinlik maden sahası olur. Maden sahası ile zeytinliğin çakışma olasılığına karşı kanun düzenlemek müthiş bir öngörü olsa gerek.

NET KÖMÜR HÜKÜMETİ
Tesadüfün böylesine az rastlanır. Muğla’daki Yeniköy termik santralının maden sahası ile geçimini zeytinden sağlayan İkizköy’ü karşı karşıya getiren konu da bu. Maden sahasını genişletmek isteyen termik santral Akbelen Ormanı’nı maden sahasına çevirmek, bir anlamda köydeki yaşamı bitirmek istiyor. Santralın sahipleri Limak Enerji ve IC İçtaş Enerji. Özelleştirilmiş bu santralın ‘ülke için elektrik ürettiğini’ söylemek de ayrı bir tartışma konusu. Her özel şirket gibi onlar da kâr etmek için elektrik üretiyor; bunu da çevreci bir yöntemle değil dünyanın bir an önce terk edilmesi konusunda salık verdiği kömürü yakarak yapıyor. Elektrik üretmenin onlarca yolu var. Sadece enerjiyi akıllı kullanarak bile bu santralın kapatılması sağlanabilir. AKP – MHP “koalisyon hükümeti, bir yandan net sıfır emisyon yalanıyla bazı çevrecilerin ve kamuoyunun gözünü boyamaya çalışıyor, bir yandan da özel şirketlerin kömür yakmaya devam etmesini kolaylaştıracak kanun hazırlıyor. Net sıfır değil, net kömür hükümeti.

Zeytinine sahip çıkanlar imza kampanyaları, direniş çadırları ve Ankara’da Meclis kapısında yaptıkları eylemlerle zeytin talanını bir kez daha önlemeyi başardı. Kanun tasarısından ilgili madde çıkarıldı. Bu ülkenin insanları daha kaç defa hükümete gıdayı, sağlığı, çevreyi kömüre yeğlediklerini söylemek zorundalar bilmiyorum. Bildiğim tek şey direnmezsek kaybedeceğimiz. Direnirsek bir ihtimal var ve o ihtimal hepimize sağlıklı ve onurlu bir yaşam vadediyor.

DOĞANIN EKONOMİSİ KÖMÜRÜ YENER
Ekonomiyi dert edinenlere de birkaç not bırakalım. Türkiye’nin zeytin ve zeytin yağı ihracatı yarım milyar dolara yaklaşmış, İspanya ve İtalya örneklerine bakıldığında bu rakamın çok daha yukarılara çıkarılabileceği ortada. Kömüre verdiğiniz teşviğin sadece 240 milyon TL’sinin Milas’ta zeytin sektörüne aktarılmasıyla madende çalışan 800 kişiye iş sağlamak mümkün. Kömürden ürettiğimiz elektrik hem kirli hem de güneş gibi kaynaklardan daha pahalı. Bölgedeki Yeniköy ve Kemerköy santrallarının sağlık etkilerinin topluma maliyeti yılda 190 milyon avro. Şirket yılda 25 milyon avro kâr ediyor ama kirlettiği hava, değiştirdiği iklim yüzünden ülke hem sağlığıyla hem de kamu harcamasıyla bedel ödüyor.

Zor günlerden geçiyoruz, ileri gitmek için değil gerilememek için mücadele ediyoruz. Mücadele sandıkta kazanılacak elbette ama sandığa eşit şartlarda gitmek için bile direnmek gerekiyor. İstanbul’un iki kez seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza bunu bir kez daha gösterdi. Direnenin kazandığını ise zeytinlikleri koruma mücadelesine bakarak görebilirsiniz.

Enerji Krizinin Fırsatçıları

Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Ekim 2022

Foto: Mick Truyts
Kovid salgını sonrası canlanan talebin karşılanamaması, petrol, kömür ve doğalgaz fiyatlarının artışı, bu kaynakların birkaç ülkenin elinde olması ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş. Bugün enerji krizi dediğimiz sorunun görünen yüzü bu. Görünmeyen yüzünde ise faturalarını ödemekte zorlanan yoksul halk, iklim krizi nedeniyle enerjideki dönüşümden rahatsız olan nükleer ve fosil yakıt lobisi, Ukrayna hamlesinden sonra Batı’yla bağları kopan Putin’in çıkış arayışları var. Herkes krizi fırsata çevirmeye çalışıyor ama tüm çabalar iyi niyetli değil.

Aslında yaşadığımız krizin adı fosil yakıt krizi. Hem çevreyi kirleten hem de iklim krizine yol açan petrol, kömür ve doğalgazdaki fiyat artışı. Fosil yakıt imparatoru Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle devre dışı kalmasıyla sorun daha da karmaşıklaştı. Bu kriz bize, birkaç ülkenin elinde bulunan sınırlı kaynaklara bağlı bir ekonomik yaşamın sürdürülebilir olmadığını tekrar gösterdi. Enerjide bağımlılık ülkenin egemenliğini de etkiliyor. Dünyadaki birçok diktatörlük gücünü eşit dağılmamış fosil yakıtlardan alıyor. Son 30-40 yıl içerisinde Putin’den Körfez ülkelerine uzanan, enerji diktatörlüğünün sayısız örneklerini gördük. Artık yeter. Yaşadığımız kriz, yakıtı sınırlı ve birkaç ülkede bulunan enerji kaynaklarından (petrol, kömür, doğalgaz ve nükleer santrallarda kullanılan uranyum) uzaklaşmak için son uyarı niteliğinde. Bu kaynakların yerine her ülkede bulunan ve sahibi olmayan güneş temelli yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek zorundayız. İklim krizini durdurmak, hava kirliliğini azaltmak ve bağımsızlık için bu dönüşümü gerçekleştirmeliyiz.

Krizi fırsata çevirmek isteyenler ise bu dönüşümü durdurmak adına ellerinden geleni yapıyor. Kömür lobisi termik santralları kapatmak için tarih veren Avrupa ülkelerini geciktirmeye çalışıyor. İnsanları soğukta, elektriksiz kalacaklarına inandırmak isteyen kömürcülerin taktikleri şu ana kadar Avrupa’da kömürden vazgeçme kararlarını değiştirmeye yetmedi ama bizim gibi iklim politikası zayıf ülkelerde kömür geri dönüyormuş gibi bir algı yarattı. Medyada, bilerek ya da bilmeyerek, Avrupa ülkeleri iklim politikalarını çöpe atıp kömürlü termik santralları kapatmaktan vazgeçiyor iması yaratan haberler çıktı. Koparılan tüm bu gürültüye rağmen kömür yanlısı somut adımlar gölde su damlası kadar. Fransa bu kış için 647 megavat (MW) gücünde bir kömür santralını yeniden devreye alacağını duyurdu. 2023’te son kömür santralını kapatacak Avusturya da aynı şekilde 246 MW gücünde bir santralı kış için hazırladığını açıkladı. Yunanistan ise kömürden çıkışı üç yıl erteledi ve 2028’de tüm kömürlü santralları kapatacağını deklare etti. Avrupa’da kömürden vazgeçme planlarını terk eden olmadı. Kömürden vazgeçme planı olmayan beş ülke ise Polonya, Bosna, Kosova, Sırbistan ve Türkiye.

Nükleer lobisi ise kömür lobisinden daha fırsatçı olduğunu gösterdi. Fukuşima öncesi 17 nükleer reaktöründen elektriğinin yüzde 22’sini üreten son Almanya son 10 yılda 14 reaktörünü kapattı. Kalan üç reaktörü de yıl sonunda kapatacaktı ancak koalisyon hükümetinin ortaklarından, sermayeye yakınlığıyla bilinen Liberal Demokrat Parti’nin ısrarıyla kapanma tarihi 15 Nisan 2023’e ertelendi. Nükleer lobiyle yakın ilişki içindeki sağ iktidarların İsveç, Fransa ve İngiltere’de de nükleer enerjiyi kurtarma ve onu çözümün bir parçasıymış gibi gösterme çabaları sürüyor. Asıl dert ise aslında kan kaybeden endüstriyi ayakta tutabilmek.

Atom Enerjisi Ajansı’na göre 2021’de dünyada çalışabilir durumda 437 nükleer reaktör vardı, an itibarıyla bu sayı 427. 2020’de nükleer santrallar dünyadaki elektrik üretiminin yüzde 10,1’ini üretiyordu, 2021’de yüzde 9,8’e düştü. Mevcut filonun yaş ortalaması 32’ye yaklaşıyor. Bu reaktörlerinin çoğunun tasarım ömrü 40 yıl. Nükleer lobi 1990’ların ortasındaki altın yıllarını bir daha yaşayamayacağını çok iyi biliyor ancak mevcut krizi fırsata çevirip en azından kapanacak reaktörlerin yerine yenilerini kurdurarak endüstriyi ayakta tutmaya çalışıyor. Yoksa yakında yeterli çalışan bulmakta bile zorlanacaklar. Lobileri güçlü, medyayla araları sermayeyle bağları nedeniyle iyi, sağ partiler avuçlarının içinde ama çözemedikleri üç sorun var. Güneş, rüzgar gibi kaynaklara göre en az 3-4 kat daha pahalıya elektrik üretiyorlar (Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santralı güneşe göre 6 kat pahalıya elektrik üretecek), binlerce yıl radyoaktif kalan atıklar için önerdikleri gerçekçi bir çözüm yok (boş buldukları bir yere gömüp gelecek nesillere sorunu havale etmeye çalışıyorlar) ve nükleer santralların kaza yapmasını, savaşlarda hedef alınmasını önleme konusunda ellerinde bir araç yok.

Türkiye de ne yazık ki Rusya üzerinden bu lobinin eline düştü ve bir güneş ülkesi olmasına rağmen kurtulamıyor. Enerji politikasını adeta Rusya’nın eline teslim eden Türkiye, Mersin’den sonra Sinop’u da Rus atom endüstrisine verip elini kolunu bağlamak üzere plan yapıyor. Rusya Türkiye’yi, kimin alacağı belli olmayan gazını Anadolu üzerinden pazarlama fırsatı vermekle kandırmaya çalışıyor. Rusya’nın nükleer santralıyla nükleer güç olacağına inananlar şimdi gaz bakkalı olunca ekonomilerinin kurtulacağını düşünüyor. Mevcut hükümetin bu vizyonsuzluğu Türkiye’nin enerjide bağımsız olma şansını tümden kaybetmesine neden olabilir.

Kömürsüz olur

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Ekim 2021

Foto: Nick Nice
Bartın Amasra’daki maden ‘kazası’nda 41 kişi öldü, 11 kişi yaralandı. Soma’da 301 madencinin öldüğü faciadan sekiz yıl sonra kömür madenlerinde bir büyük felakete daha tanıklık ettik. Hükümetin ‘kader’ bahanesi aklı başında olan kimseyi tatmin etmedi. Muhalefetten bazı isimler de kömüre toz kondurmadan ihmal olasılığını dile getirdi. Türkiye’nin ilerlemesinin önündeki en büyük eksikliğin siyasi cesaretsizlik olduğunu bir kez daha gördük. Sesi duyulan isimlerden hiçbiri çıkıp, “kömürsüz olur” diyemedi.

Türkiye’de kömür, başta elektrik üretimi olmak üzere sanayide ve ısınmada kullanılıyor. Linyit ve taş kömürü sektörlerinde 36 bin işçi çalışıyor. Elektrik üretiminin yüzde 30’u kömürlü termik santrallardan sağlanıyor. Kömürün payı az değil ama kömürsüz bir hayat mümkün. Bir günde değil ama 10-15 yıl içerisinde önce elektrik üretimi daha sonra sanayide kömür kullanımını sonlandırabilir, iklimi ve temiz havamızı koruyarak ölümlerin önüne geçebiliriz. Hesap yapalım.

ÖNCE VERİMLİLİK
332 milyar kilovatsaatliklik elektrik talebinin 100 milyarı kömürle karşılanıyor. Kömürlü termik santrallardan vazgeçeceksek bizim bu üretimi başka bir kaynaktan yapmamız veya talebi azaltmamız gerekir. Doğrusu ise ikisini birden yapmak, enerjiyi verimli ve tasarruflu kullanarak talebi azaltmak, kalanı da tercihen yenilenebilir enerji dediğimiz güneş, rüzgar gibi kaynaklardan sağlamak. Talebi ne kadar azaltabileceğimize dair ipuçlarını devletin farklı kurumlarının verilerinden görebiliyoruz. 2017-2023 Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı, 2023’e kadar Türkiye’nin birincil enerji talebini yüzde 14 azaltma hedefiyle yola çıkmıştı. DPT, elektrik talebinin de enerjiyle aynı şekilde yüzde 20-25 oranında azaltılabileceğini söylemişti. Yalıtımlı ve akıllı binalarla, verimli motorlar, elektriği daha az harcayan aletler, ulaşım araçlarıyla bu mümkün. Talebi yüzde 20 düşürdüğümüzde Türkiye’nin elektrik ihtiyacı 330 milyar kilovatsaatten 270 milyar kilovatsaate (kWh) düşer. 60 milyar kilovatsaatlik bir üretime gerek kalmaz. İhtiyacımız olmayan elektrik üretimini kömür santrallarından kıstığımızı varsayalım. Geriye kaldı 40 milyar kWh’lik bir açık. Onu nereden bulacağız?

GÜNEŞ AÇIĞI KAPATIR
Türkiye, güneş, rüzgar ve jeotermal enerjisinden halihazırda 56 milyar kilovatsaat elektrik üretiyor. Bu kaynaklar rüştünü ispatladı. Mevcut güneş kurulu gücümüz ise potansiyelimizin çok ama çok altında, 9 bin megavat (MW) civarında. Yüzölçümü Türkiye’nin yarısından az olan İtalya’da güneş kurulu gücü 25 bin MW’a doğru gidiyor. Türkiye İtalya’yı yakalasa ve 15 bin megavat yeni güneş kurulu güç eklese yaklaşık 24 milyar kilovatsaat ek elektrik üretimi yapar. 40 milyar kWh’den kalan 16 milyar kilovatsaat de rüzgar ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanabilir. Gündüz güneşten üretilen fazla elektrik gelişmiş batarya sistemlerinde depolanabilir, hibrit sistemler ve hidrojen enerjisiyle desteklenebilir veya mevcut barajlı hidroelektrik santrallarla eşleştirilebilir. Bu sayede daha az yeni güneş gücüyle de tüm gün elektrik üretimi yapılabilir. Kimse elektriksiz kalmaz, madenlerden ölüm haberi gelmez. Peki, çalışan 36 bin kişi işsiz mi kalır? Kalmaz.

MADENCİLER İŞSİZ KALMAZ
Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimi kömür, nükleer ve doğalgaza göre daha çok istihdam sağlayan teknolojiler. Türkiye her yıl 2 bin MW’lık güneş paneli kurmayı hedeflese, panel üretimini de Türkiye’deki fabrikalarda yapsa, uluslararası verilere göre 22 ila 40 bin kişiye iş sahası açmış oluyor. Sorun istihdamsa, güneşe yaptığınız yatırım size büyük bir avantaj sunuyor. Fabrikalar öncelikle maden sahalarının olduğu bölgelere kurulabilir, işçiler yer altında değil, hayatlarının kadere terk edilmediği koşullarda çalışır. Madenlerde iş fırsatı bulamayan kadın işçilerin yenilenebilir enerjide daha fazla şansı olduğunun da altını çizelim.

Güneş enerjisi için otopark alanları, fabrika cepheleri, kamu binaları, benzin istasyonları gibi mevcut yapılar kullanılabilir. Güneşten elektrik üretmenin maliyetinin, Türkiye’deki son ihalelere bakarak kömürden üç, nükleerden altı kat ucuz olduğunu da hatırlatalım. Nükleerde tamamen, kömürde ise yarı yarıya dışa bağımlıyız, güneşin ise sahibi yok, bunu da unutmayalım.

Son söz. Kazadan hemen sonra maden işçilerine ödenecek tazminat rakamlarının açıklanmasını sinirlenerek ve üzülerek izledim. İşçilerinin hayatının bedelinin maddi karşılığı olduğu ve bizi bunu kabul etmeye zorlayan bu açıklama asıl itiraz noktamız olmalı. Hiçbir enerji kaynağı yaşam pahasına kullanılamaz. Teknik çözümler var ve bundan bahsedeceğiz ancak yaşamın değersizleştirilmesine, maddi karşılık biçilmesine de sonuna kadar itiraz edeceğiz. Bir canı feda etmektense elektriksiz kalırız.

Elektrik zammı kaderimiz değil

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ocak 2022
 
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni hepimiz biliriz. Elektrik enerjisinin, günümüzün endüstriyel toplumunda bir ihtiyaç olduğunu kabul edersek, herhalde onu hiyerarşi basamağının en altına, yani en öncelikli ihtiyaçlar kısmına yazarız. Günümüzde elektriksiz bir barınmadan bahsetmek oldukça zor. Son bir yılda elektrik fiyatları konutlarda yüzde 72,5 ila yüzde 158,7 oranında arttı. Elektriğe, asgari ücretlinin, memurun maaş artışının çok üstünde zam geldi. Bu zamlardan sonra elektrikle yaşamak da oldukça zor. 

Elektrik zammı gibi yurttaşların hayatını doğrudan etkileyen bu politik kararların gerekçelerinin, şeffaf bir şekilde halka açıklanması gerekir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, 31 Aralık tarihli açıklamasında, “Dünya spot piyasalarında elektrik üretiminde kullanılan kömür fiyatlarında; 5 kat, doğalgaz fiyatlarında ise 10 katlık artışlar olmuştur” sözlerine yer verdi. Bu açıklamaya TMMOB’dan itiraz geldi. TMMOB’a bağlı odaların, elektrik, petrol ve doğalgaz zamları konusunda hazırladıkları özet raporda, kömürdeki artışın 2021 yılında 2 kat, doğalgazdaki artışın ise 1,4 kat olduğu belirtiliyor. TMMOB, yıl içinde yükselişler olsa da, yıllık artış EPDK’nin söylediğinden daha az olduğuna dikkat çekiyor.  
 
Zam yapmak yerine çılgın projelerden vazgeçelim
 
Görüldüğü gibi zamların iletişiminde, şeffaflık ve haklılığı konularında soru işaretleri var. Boşalan Merkez Bankası’nın kasalarını doldurmak için yüksek oranda zam yapıldığını söyleyenler de var. Bir soru da şu. Ekonomik kriz nedeniyle zaten çok zor koşullarda yaşayan, yüzde 42’si asgari ücretle geçim mücadelesi veren bir halka bu zamları yansıtmamak için devletin alabileceği bir önlem yok muydu? Kanal İstanbul gibi, “olmasa daha iyi olacak” bir projeden vazgeçilerek, oraya aktarılacak kaynak enerji fiyatlarındaki artışı yurttaşlara yansıtmamak için kullanılamaz mıydı? Bu önerileri hafife almayın, hamaset kabul etmeyin. Elektriğe yüzde 158 oranında zam yapacak kadar kritik bir durumdaysak, bu projeler gibi israf kalemlerini, şirketlere para aktarmaya yarayan ihale yöntemlerini konuşur, eleştiririz. Gazeteciler, böylesine bir kriz döneminde makam araçlarından, çift maaş alan bürokratlara kadar her konuyu gündeme getirir.

Enerji zamlarına önümüzdeki aylarda halkı rahatlatacak bir çözüm bulmak çok önemli ama ondan daha önemlisi bu soruna kalıcı bir çözüm bulmak. “Petrol, kömür ve doğalgazda dışa bağımlı bir ülkede, fiyat artışlarını kontrol edemezken bu soruna nasıl kalıcı bir çözüm bulabiliriz” diye sorabilirsiniz. Yanıt, sorunun içinde gizli. Petrol, kömür ve doğalgaza bağımlılığı azaltarak zamlara çözüm bulabilirsiniz. Bugün zamları, doğalgaz, kömür ve petroldeki fiyat artışlarına bağlayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti bu sorunu çözmek için ne yapmış gelin verilerin eşliğinde hatırlayalım.

İthal kömürün yıldızı AKP döneminde parladı
 
Türkiye, 2021 yılının ilk 11 ayında elektrik üretiminin yüzde 33’ünü doğalgazdan sağlamış. Kömürün payı da yüzde 31’lerde ve bunun yarısından fazlası ithal kömür. 2020 yılında da ithal kömür santralları üretilen elektriğin yüzde 20’sinden sorumluydu. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de ithal kömür santrallarının kurulu gücü 145 megavattı. 2020 sonunda 8 bin 842 megavata çıkarak kurulu gücün yüzde 10’unu oluşturdular. 
 
2002 yılında doğalgaz santrallarının kurulu gücü 7 bin 247 megavattı. 2020 sonunda 21 bin 599’a çıktı. Eleştirmek için eleştirmeyelim. Doğalgazın, bundan 20 yıl önce çevreci bir yakıt gibi sunulduğunu, iklim krizine rağmen halen geçiş teknolojisi olabilir mi diye tartışıldığını düşünürsek, AKP yerinde başka hükümetler de olsa doğalgazda bir artış olacağını tahmin edebiliriz. Ancak, ithal kömür gibi bir kaynağı, güneş ve rüzgarın yükseldiği bir dönemde, Türkiye’nin enerji pastasına sokmanın ne gibi bir gerekçesi vardı; bunu anlamak mümkün değil. Aynı hata bugün yine dışa bağımlı nükleer santralla yapılmaya devam ediliyor. Bir sonraki elektrik zammının sebebi de Rusya’nın Akkuyu’da kurmaya çalıştığı nükleer santral olacak.

Güneş enerjisinin yakıt fiyatı değişmiyor
Ülkeyi ithal yakıtla çalışan doğalgaz, kömür ve nükleere (zenginleştirilmiş uranyum da ithal edilecek ve onun fiyatı da 2021’de yaklaşık %50 oranında arttı) bağlı kaldıkça fiyat artışı için bahaneler eksilmeyecek. O zaman radikal çözüm elektrik üretimini bu kaynaklardan arındırmaktan geçiyor. Çözüm için güneş enerjisini seçtiğimizi düşünelim. Güneş panellerinin özellikle güneş hücrelerinin ithal edildiğini, montajının burada yapıldığını biliyoruz. Ancak paneller ve gerekli yardımcı ekipmanlar alındıktan sonra fiyatı etkileyen başka bir faktör yok. Yakıtı güneş ve o da bedava. Panellerin ömrü boyunca (yaklaşık 25 yıl) elektrik fiyatını sabitleyebildiğiniz bir kaynak güneş enerjisi. Rüzgar ve biyokütle gibi diğer yenilenebilir enerji kaynakları da bu mantıkla çalışıyor. O halde, elektrik fiyatlarında dışa bağlı etkilerden korunmak için ilk adım yenilenebilir enerjiye geçiş olabilir ama ikinci adımı atmazsak bu da eksik kalır.

İkinci adım güneş panellerini elektriğin tüketildiği yerlere, evlerin, işyerlerinin, fabrikalarının çatılarına, tarımsal alanlarda belirlenen ortak alanlara kurarak dağıtım şirketlerini de aradan çıkarmak olmalı. Kullandığımız her kilovatsaat için dağıtım şirketlerine bir bedel ödediğimizi, İstanbul’da tükettiğimiz elektriği Adana’dan getirirken kayıplar yaşadığımızı unutmayalım. Başta güneş olmak üzere yenilenebilir enerjiyle tüketimimizi karşılayabilir, kalan ihtiyacı mikro şebekelerle sağlayabilirsek elektrik zamlarını da kandiller gibi tarihin bir parçası yapabiliriz. Yüzde 100 yenilenebilir hedefi inandırıcı gelmeyebilir ama bunun aslında önemi yok. Yüzde 100 dışarıdaki bir santrala bağlı olduğumuz bugünden yüzde 100 çatımızdaki güneş paneline doğru attığımız her adım kâr. İlk adımları attığımızda zaten yüzde 100’e koşabileceğimizi de göreceğiz.

Herkesin kendi elektriğini çatısındaki panelle, kooperatifle üretmesi önünde engeller olduğunu, bunun da dağıtım şirketlerinden, büyük santral sahiplerine ve onları destekleyen siyasilere kadar uzandığını biliyoruz ama direnemeyecekler çünkü dünya o yöne dönmüyor.

Kademeli tarifeden önce tasarruf politikaları gerekir

Orta vadeden tekrar günümüze dönelim. Elektrik zamlarıyla birlikte hayatımıza giren kademeli tarifenin yanlışlarına değinmeden olmaz. Yeni dönemde aylık tüketimi 150 kilovatsaatin (kWh) altında kalanlar elektriğe daha az, üstüne çıkanlar ise daha çok ödeyecek. TMMOB bu sınırın 230 kWh olması gerektiğini söylüyor, açıkçası ben bu rakamın çok yüksek buluyorum, bence elektrik tasarrufu ve verimli aletlerle 150 kilovatsaatlerde bir tüketim mümkün ama asıl sorun bu değil. İnsanların daha az elektrik tüketmesini teşvik etmek istiyorsak onlara enerjiyi tasarruflu kullanacakları araçları da sağlamalıyız. Bir evde elektrik tüketiminin üçte biri buzdolabından geliyor. Türkiye’de enerjiyi verimli kullanan buzdolaplarında KDV indirimi, ekstra taksit, uygun kredi var mı? Yok. Televizyondan çamaşır makinasına, hangi verimli elektrikli aletini teşvik ettiniz de şimdi insanlardan daha az elektrik tüketmesini bekliyorsunuz? TOKİ başta olmak üzere son 20 yılda yapılan binlerce konutun hangisinin çatısında güneş paneli var? Hangisinin yalıtımı göstermeliğin ötesinde? Hangisi güneş ışığından eksiksiz yararlanıyor ve bu yüzden aydınlatma harcamasını düşürebiliyor? Evlerine iyi bir yalıtım yapmak, çatısına su ısıtma ya da elektrik üretme amaçlı panel koymak isteyenlere, otomobillere sağladığınız gibi uygun krediler sağladınız mı? Bunların hiçbirini yapmadan, insanlara uygun araçlar sunmadan tasarruf yapmasını nasıl beklersiniz? Bu durumda tek çare var, evdeki bazı ampulleri söndürmek. En başta eski tip ampulleri tercih etmenizi öneririm, onlar daha fazla enerji tüketiyor.

Hayaller Net Sıfır Gerçekler Yerli Kömür

Paris’i onaylayıp 2053 için net sıfır emisyon hedefi belirleyen Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı yıllık
programında ise ilçelere doğalgaz götürülmesi ve yeni kömür sahalarının açılması var.

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar/7 Kasım 2021

Türkiye 26. kez katıldığı iklim zirvesinde daha önce olmadığı kadar mutlu. Paris Anlaşması asansörüne, asansörün kapısı kapanmadan son anda girdi. Asansöre adımını atar atmaz gideceği katı da söyledi, “2053 net sıfır” dedi. Bunları isteyerek yaptığını söylemek zor ama pazarlık masasından 3,2 milyar doları bulan harçlığı cebine koyarak kalktığını biliyoruz. Bugüne kadar Paris’i onaylamamak için öne sürdüğü şartlar ise orada duruyor. Çerçeve Sözleşmesi’nde, gelişmiş ülke kategorisindeki yeri değişmedi. Daha önce reddedilen gelişen ülkeler arasına alınma talebini de en azından bu toplantı için geri çekti. Yeşil İklim Fonu’ndan yararlandırmazsanız Paris’i hayatta onaylamam diyordu, o konuda da geri adım atmış oldu.

Glasgow’daki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Toplantısı’nda Türkiye’yi parmakla gösteren ve suçlayan çok olmayacak. Bundan önceki toplantılarda günün fosili ödüllerine aday gösterilen bir Türkiye vardı. Bu yüzden de Türkiye heyeti en mutlu toplantılarından birini yapıyor olabilir. Olabilir ama haberler kötü, bu mutluluk sadece bir hafta daha sürecek. Türkiye’ye döndüklerinde gerçeklerle yüzleşecekler.

Programda doğalgaz öne çıkıyor 

Önümde “2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı”nın enerji bölümü var. Bölüm, Sakarya’da bulunan doğalgaz rezervleriyle başlıyor ve hidrokarbon kaynakları bakımından zengin olmayan Türkiye’nin makus talihinin değişeceği iddia ediliyor. Hidrokarbon dediğiniz, bizim mahallede fosil yakıtlar denen, iklimi değiştiren kömür, petrol ve doğalgaz. Sakarya ile başlayan doğalgaz övgüsü, nüfusu 20 binden fazla ilçelere doğalgaz ulaştırma planlarıyla devam ediyor. Glasgow’da ise kendi enerjisini yenilenebilir kaynaklardan üreten net sıfır binalar konuşuluyor. Türkiye’nin amacı bundan sonra yaptığı her binada enerji tüketimini en aza indirmek ve doğalgaz bağımlılığı yaratmamak olmalı. Cumhurbaşkanlığı programı ise neredeyse her eve doğalgaz götürmekten bahsediyor.

Başka dünyaların insanları

2022 programı sadece doğalgaz çıkarıp her eve götürmekten ibaret değil. Birkaç gün önce onlarca ülkenin “elveda” dediği kömür konusunda da yeni yatırımlar içeriyor. Türkiye Kömür İşletmeleri bünyesindeki bir linyit sahasının elektrik üretimi için projelendirileceği programda yazıyor. Yani yeni kömürlü termik santralların kurulması hedefleniyor. Programı yazanlarla, 2053 için “net sıfır emisyon” hedefi açıklayanların ayrı ayrı dünyalarda yaşadığı olasılığı güçleniyor. Kesinlikle uzayda hayat var çünkü bu iki hedefi yazanların aynı gezegende olması mümkün değil.

Yenilenebilirin payı düşecek

Programdaki elektrik üretimiyle ilgili hedefler kısmı da bir garip. Yerli ve ithal kömürün 2022 hedeflerini görmek mümkün değil. Onun yerine yerli kaynaklardan üretilen elektrik enerjisi diye bir bölüm açılarak içine rüzgardan kömüre, hidroelektrikten jeotermale her şey konulmuşa benziyor. Yine de iklim aleyhine şu üç veriyi görebiliyoruz. 2020’de yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin payı yüzde 42,3’tü. 2022’de yüzde 39,6’ya düşecek. Doğalgazın payı da yüzde 23’ten 24’e çıkacak. Kişi başına düşen elektrik enerjisi tüketimi de artacak. Bunların hiçbiri iklimi korumaya dair bir politikanın parçası olamaz. İklimi korumak istiyorsanız yenilenebilir enerjinin payını artırmak, kömür ve doğalgazdan çıkmak, enerjiyi de daha verimli kullanarak az tüketmek zorundasınız. Görünen o ki, Cumhurbaşkanlığı Programı Paris’e çakılan selamdan nasibini almamış.

Cumhurbaşkanlığı Programı ve resmen 10 Kasım’da yürürlüğe girecek Paris Anlaşması arasındaki tutarsızlık düşündürücü. Türkiye, Paris Anlaşması’na taraf olup, 2053 yılı için net sıfır emisyon taahhüdü verirken bunu nasıl yapacağını düşünmemiş olabilir mi? Net sıfır emisyon, atmosfere bıraktığınız emisyon miktarı kadarını başta ormanlar olmak üzere yutak alanlarınızla tutmanız demek. Seragazı salımı yapıyorsunuz ama ürettiğinizle tuttuğunuz birbirini sıfırlıyor. Toprak, turba, okyanus ve en önemlisi ormanlar yutak alanlarımız. Ormanlar fotosentez yoluyla karbondioksiti depolayabiliyor.

Yüzde 80 azaltım gerekiyor

Şimdi gelin ufak bir hesap yapalım. Türkiye’nin 2019 yılı emisyonları 506 milyon ton karbondioksit eşdeğeri. Yutak kapasitesi ise 84 milyon ton. Net sıfıra ulaşmak için 422 milyon ton seragazı azaltımı yapmamız gerekiyor. Başka bir deyişle önümüzdeki 30 yılda emisyon miktarını yüzde 80 oranında azaltmamız lazım. Yutak miktarını büyük oranlarda artırmak mümkün değil. En iyi zamanımızda 100 milyon ton civarına ulaşmış, o seviyeye gelsek bile geriye azaltılacak 400 milyon ton kalıyor. Açtığınız her kömür santralı, doğalgaz bağladığınız her ev işimizi daha da zorlaştıracak. Bir yandan yerli kömür diyeceksiniz, enerji tüketen evler yapacaksınız, ulaşımı bireysel araçlarla, havayoluyla halletmeye çalışacaksınız bir yandan da net sıfır hedefi koyacaksınız. Tutarlı değil elbette.

2053 hedefinin hesabı yok

İlginç bir nokta daha var. Her ülke gibi Türkiye de Paris Anlaşması’nı imzalarken emisyonlarını nasıl sınırlandıracağını gösteren bir beyan verdi. Bu beyan, Türkiye emisyonlarını 2030’a kadar bugünkü 506’dan 929’a kadar çıkarmasına olanak sağlıyor. Azaltmaktan değil artırmaktan bahseden zayıf bir beyndı 2016 yılında verdiğimiz. Neyse ki bu hedefler beş yılda bir güncelleniyor ve Türkiye yeni bir beyan (taahhüt) hazırlayacak. Türkiye’nin İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlarken (28 Ekim 2021) yeni beyanın hazırlanmasının bir yılı bulacağını vurguladı. Yani, beyan hazır değil. Türkiye’nin nasıl bir yol haritası izleyeceği henüz ortada yok ama 2053 hedefi var. 2030, 2040 hedefi olmayan bir ülke nasıl oluyor da 2053 net sıfır hedefi verebiliyor, anlamak mümkün değil. Belli ki Paris’i onaylama işi çok aceleye geldi veya son ana bırakıldı; 2053 denilerek işin içinden çıkıldı.

Neden 2053 derseniz, onu da bilmiyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunun yıldönümü diyenler var ama ben İstanbul’un fethinin 600. yılına denk geldiği için seçildiğini düşünüyorum. Ne de olsa Fatih İstanbul’u fethederken gemileri karadan götürmüş, o zaman motorlu araç olmadığı için de sıfır emisyonla İstanbul’un fethini tamamlamıştı... Şaka bir yana, umudum bu absürd durumun bir an önce son bulması ve Türkiye’nin seragazı emisyonlarını azaltması elbette ama çıkıp kral çıplak demezsek o iş de olmayacak.

Termik santrallara filtre takarsak elektriksiz mi kalırız?

Eskiden çevreciler termik veya nükleer santralı protesto ettiğinde o bölgede elektrik kesintisi yaparlardı. Şimdi medya yoluyla aynı oyunu denediler. Olmadı tabi ama biz verilerle de bu santrallar olmasa elektrik kesinitisi yaşar mıyız anlatalım.



Türkiye'nin kurulu gücü 90 bin megavatın üstünde. Puant talep dediğimiz, en yüksek talebin olduğu anda oluşan ihtiyaç ise 47 bin megavat civarında. Kısacası, filtre takmak için 10-15 gün bakıma girecek bir santralın yerini tutacak yedek kapasite var.

Güncel bir örnekle de termik santrallara tanınan bu "kirletme hakkının" bir zorunluluk olmadığını anlatalım. Bu santrallar zaten sık sık arıza yapıyor. Son 24 saat içindeki arızalara baktığınızda 4 termik santralda arıza nedeniyle üretimin durduğunu gördüm. Yorumlarda o tabloyu da görebilirsiniz. Santrallar durmuş ama iddia edildiği gibi metrolar durmamış...


Hepsini geçtim; 20-30 yıl geçmişi olan bu santralları hala en temel filtreler olmadan çalıştırmak kabul edilemez. İnsan yaşamı, canlıların sağlığı bu kadar mı ucuz? #iklimkrizi çağında kömür santrallarını nasıl kapatacağımızı tartışmak yerine, filtresiz çalıştırmayı tartışıyoruz.

Termik santrallara çevreyi kirletme izni Meclis’te

Termik santralları çevre mevzuatından iki yıl daha muaf tutacak yasa teklifi ilgili komisyonlardan geçti, Meclis’te görüşülecek. CHP altı yılı bulacak muafiyetle ilgili araştırma önergesi verdi.  

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2019

4 Haziran 2016 tarihinde Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklikle EÜAŞ’ın sahip olduğu ve özelleştirilen termik santrallar çevre mevzuatından 3,5 yıl boyunca muaf tutulmuştu. TBMM gündemine alınan 2/1410 sayılı torba yasadaki kanun teklifiyle bu süre iki yıl daha uzatılmak isteniyor. Kanun teklifi kabul edilirse, özelleştirilen ve özelleştirilecek santralların çevreyi kirletme hakları 31 Aralık 2021 tarihine kadar uzatılacak. Santrallar baca gazı arıtma tesisi gibi en temel filtreleri olmadan çalışmaya devam edecek. Çevre mevzuatına uymayan santrallara durdurma, kapatma veya para cezası verilemeyecek.

İlgili komisyonlarda AKP ve MHP milletvekillerince kabul edilen, “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” adlı torba yasa, 5 Şubat’ta biten Meclis tatilinden sonra TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek. Hava kirliliğini artıracağı ve sağlık sorunlarını büyüteceği düşünülen bu muafiyete Meclis’teki görüşmelerde CHP, İyi Parti ve HDP milletvekilleri muhalefet şerhi verdi.

Komisyonlardaki görüşmelerde değişiklik önergeleri veren ve teklifin geri çekilmesini isteyen CHP milletvekilleri, konuyla ilgili bir Meclis Araştırma Önergesi de hazırladı. Araştırma önergesinde, kanun kapsamında bulunan 13 termik santralın son altı yıllık süreçte çevre ve insan sağlığı yönünden tedbirler alıp almadığı; baca gazı arıtma tesislerini, düzenli kül depolama alanlarını, atıksu arıtma tesislerini yapıp yapmadıkları, baca gazı arıtma tesislerini özelleştirmeden sonra düzenli çalıştırıp çalıştırmadıkları, getirilen muafiyetler nedeniyle ek gelir sağlayıp sağlamadıklarının araştırılması istendi.

CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin
Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, yapılmak istenenin termik santral sahibi şirketlere, çevreyi istedikleri kadar kirletip, vatandaşı istedikleri kadar zehirleyebilirsiniz, hatta var olan baca gazı arıtma tesislerini dahi bir gerekçeyle çalıştırmayabilirsiniz, bu yolla daha fazla kâr elde edebilirsiniz demek olduğunu söyledi. Girgin, “AKP, iki yıl daha ben gözlerimi kapadım, görmezden geleceğim, vatandaşın hak arama yolunu da tıkadım, gerisi size kalmış, bildiğiniz gibi davranın” dediğini belirtti. Torba yasa içerisindeki madencilikle ilgili maddeleri de eleştiren Girgin, “Sektör, oda ve sendika temsilcilerinin görüşleri alınmadan sarayın mutfağında hazırlanan ve AKP ile MHP oylarıyla komisyondan geçirilen, önümüzdeki günlerde de Meclis Genel Kurulu’na getirilecek yeni Maden Yasası ne sektörü, ne işçiyi ne de oda ve sendikaları memnun etmiştir. Sorun, madenciliğimizi topyekün bilimsel bir anlayışla ele alarak, rödovans usulünü kaldırarak, havza madenciliğine geçerek, siyasi kayırmacılığa son vererek ve ayrı bir maden kanunu çıkarmak ve bir Maden Bakanlığı kurarak dünya ölçeğinde bir madencilik anlayışı getirilerek çözülmelidir” dedi.

***
Ne olmuştu?
Başta kömürle çalışanlar olmak üzere, termik santrallara diledikleri gibi kirletme hakkı tanıyan bu değişiklik kamuoyunun gündemine ilk kez 2013 yılında, “geçici 8. madde” adıyla geldi. Özelleştirmeleri cazip kılmak için çevre üzerinden taviz veriliyor diye değerlendirilen değişikliği CHP Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi de önerilen değişikliği, Anayasa’nın 2, 5, ve 56. maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile 2014 yılında iptal etti. 2016 yılında ise AKP, hemen hemen aynı kapsamda bir değişikliği Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yaparak hayata geçirdi ve termik santrallar 2019 yılı sonuna kadar çevre mevzuatından muaf tutuldu. Geçen 2,5 yıllık süre içerisinde birçok santralda gerekli yatırımların yapılmadığı hatta mevcut arıtma sistemlerinin bile çalıştırılmadığı gözlendi. 5 Şubat’tan sonra TBMM gündemine gelecek 2/1410 sayılı Torba Yasa teklifi kabul edilirse 13 termik santral 2022 yılına kadar çevre mevzuatından muaf tutulacak.

Anayasa Mahkemesi ne demişti?
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı uzun süreli olarak vazgeçilecek haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda Anayasa’nın devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu kural­la belirtilen süre zarfında EÜAŞ’a bağlı santraller ile özelleştirilen santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatına tabi olmaması kabul edilemez.