istihdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istihdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Enerji sektöründe kadınlar ayrımcılıktan şikayetçi

Özgür Gürbüz-BirGün / 19 Ağustos 2022

Türkiye’deki kadınların sadece yüzde 28’i istihdam edilirken erkeklerde bu oran yüzde 63’e yaklaşıyor.
Salgın öncesine göre Türkiye’de kadın istihdamı iki puan geriledi. Kadınların işgücüne katılmama nedenlerinin başında ev işleriyle meşgul olmaları geliyor. Erkekler ev işlerini kadınlara yüklüyor, kadınların çalışması zorlaşıyor. Çalışan kadınların da yüzde 80’den fazlası hizmet ve tarım sektöründe görev yapıyor. İnşaat sektöründe neredeyse kadına hiç rastlanmazken sanayide ise kadınları erkeklere göre daha az ücret ve sorumluluk alan işlerde görüyoruz.

Kadınların iş dünyasında erkeklerle eşit koşullara sahip olmadığı ortada, bu duruma itiraz etmeli ve değiştirmeliyiz. Bazı sektörlerde bu eşitsizlik adeta iş koşullarının bir sonucuymuş gibi doğal kabul ediliyor. İnşaat sektöründe kadın olmamasını, kadınların ağır vasıta kullanmamasını normal karşılamamız isteniyor. Kabul edilemez kabullenmeler bunlar. Kadın hizmet ettiği sürece erkekler mutlu. Hizmet ettiği yer ev ya da ofis farketmiyor olmalı ki kadınların en çok istihdam edildiği alan hizmet sektörü. Enerji, inşaat sektörü gibi alanlar ise hâlâ “erkek işi” görülüyor.

Ayrımcılıktan şikayet edenler çoğunlukta
Yenilenebilir Enerji ve Enerji Sektörü Türk Kadınları Grubu’nun (TWRE) hazırladığı Enerji Sektöründe Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre enerji sektöründe çalışanların sadece yüzde 15’i kadın. Veriler tüm ülkeyi yansıtmıyor ancak sektörün en büyük 31 şirketini kapsıyor. Raporun beyaz yakalı kadın çalışanlarla ilgili anketi ise oldukça çarpıcı sonuçlar içeriyor. İyi eğitim almış, yönetici olarak çalışan kadınların bile ciddi bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığını gösteriyor. “Enerji sektöründeki çalışma ortamında cinsiyetin etkisi vardır” önermesine katılanların oranı yüzde 60’dan fazla. Enerji sektöründeki kadınların yüzde 72’si, sahada ve ofiste çalışacak mühendislerin seçiminde de cinsiyetin rol oynadığını düşünüyor. Mühendis de olsanız sahaya çıkıp “erkek işi” yapmanız istenmiyor anlayacağınız.

Kadın yöneticiler azınlıkta
Türkiye, kadın yönetici oranında Avrupa’da son sıralarda yer alıyor. Bulgaristan’da yönetimde kadın oranı yüzde 43’ü bulurken Türkiye’de yüzde 17. TWRE’nin 1600’den fazla üyesi var ancak bunların sadece yüzde 3’ü üst düzey yönetici veya karar verici pozisyonlarda çalışıyor. Kadınlar çalışıyor ama kararları erkekler alıyor. Diploma aynı diploma olsa da bu durum değişmiyor. Erkek ve kadınların aldıkları ücretler arasında farklılık vardır önermesine ise ankete katılan kadınların yüzde 50’ye yakını katılmamış. İlginç bir sonuç, muhtemelen kurumsallaşmış şirketlerde oturmuş ücret politikaları var ve sorun azalmış gibi görünüyor. Kadınların hak ettikleri pozisyonlara gelememesi ise bu olumlu tabloyu haliyle gölgede bırakıyor.

Kadınlar da işyerinde yıldırmadan şikayetçi
Çalışmanın en çarpıcı sonuçlarından biri de işyerinde yıldırma ve psikolojik baskıya (mobbing) maruz kaldığını söyleyen kadınların sayısının çok olması. “Katılıyorum” ve “kesinlikle katılıyorum” diyenlerin oranlarının toplamı yüzde 74. Bu oran oldukça yüksek ancak başka araştırmalar, diğer sektörlerde erkeklerin de “yıldırmadan” benzer seviyelerde şikayetçi olduğunu gösteriyor. İşyerinde astlarımızı bezdirmeye gelince kadın erkek eşitliğini yakalamış gibi görünüyoruz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) 2019 yılında yayımladığı raporunda yenilenebilir enerji sektöründe çalışan kadın oranının yüzde 32 olduğunu açıklamıştı. Enerji sektörünün yüzde 22 oranına göre daha iyi bir rakam. İklim dostu, daha çevreci kaynaklara yöneldikçe kadın istihdamı artıyor. Türkiye’deki güneş paneli ve rüzgar kanadı üreten fabrikalarda kadın istihdamının kömür santrallarına veya baraj inşaatlarına göre yüksek olduğunu zaten biliyoruz. Güzel ama yukarıdaki raporda da gördüğümüz üzere mesele oranları artırmakla bitmiyor. Erkeklerin “kadınlara uygun iş” tanımı yapmaktan vazgeçmesi de gerekiyor. Muhalefet partileri yaşanan haksızlıkların çözümünde liyakati öne çıkarıyor; haklılar da. Liyakat öne çıkarılmalı ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği kaynaklı sorunlar göz ardı edilirse liyakat tek başına sorunu çözmez. Adalet yürüyüşünde yola döşenen taşlardan biri eksik kalır.

Enerji dönüşümü kadın istihdamına yeşil ışık yakıyor

Enerjide fosil yakıt ve nükleerden çıkarak yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine geçiş, kadın çalışan sayısının az olduğu enerji sektöründe bir değişim başlatabilir.

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar/5 Aralık 2021

Türkiye’de işgücüne katılma oranı kadınlarda yüzde 32,9. İstihdam oranı ise daha düşük; yüzde 28,1. TÜİK’in Eylül 2021 verilerine göre kadınlarda işsizlik oranı da erkeklerden daha fazla. Kadınlar işsizlikten de erkeklere oranla daha çok etkileniyor. İstihdamın sektörlere göre dağılımına baktığımızda da 9 milyon kadının 5 milyondan fazlasının hizmet sektöründe çalıştığını, 2 milyonun da tarımdan ekmeğini çıkardığını görüyoruz. 1,5 milyon kadın sanayi sektöründe ter dökerken inşaat sektöründe sadece 98 bin kadın görebiliyoruz. Belki de “inşaat sektöründe kadın göremiyoruz” demeliydik.

Kadınların iş bulmakta zorlandıkları bir sektör de enerji. Kömür madenlerinde kadın işçi bulmanız hayli zor. Uğursuz geldiği bile söylenir. Kadın mühendislerin bile enerji sektöründe erkeklere oranla daha zor iş bulduğu biliniyor. Baraj inşaatlarında, kömürlü termik santrallarda ve kömür havzalarında kadın işçi görmek zor. Beyaz yakalıların ve işin hizmet tarafında çalışanların şansı da erkeklere göre daha az. Enerji sektöründe kadın çalışan sayısı hizmet, eğitim ve imalat gibi diğer sektörlerden de geride. Ama bir umut var…

Yenilenebilirde kadın istihdamı %32

Umut var ama peşine düşmek gerek. Gelin kendimizi istatistiklerle dolu “enerji sokağına” atalım. Enerji dönüşümünün (petrol, kömür, doğalgaz ve nükleerden güneş, rüzgar, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine geçiş) iklim krizini durdurabileceğini, çevreye verilen zararı azaltacağını biliyoruz. Enerji sektörü gibi zor bir alanda kadın istihdamını artırma şansı da var. Yeterli olduğunu söylemek zor ama küresel araştırmalar petrol ve gaz sektörlerine kadın çalışan sayısının yüzde 22 olduğunu gösterirken aynı oran güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji sektöründe yüzde 32’ye çıkıyor1.

Sektörün kapısından bakmak olmaz, kapıyı açıp içine girelim. 2017 yılında petrol ve gaz çalışanlarını kapsayan küresel bir araştırma2, kadın çalışanların tüm çalışanlara oranının yüzde 22’de kaldığını ortaya koydu. Petrol ve gaz şirketlerinde “kıdemli” ve “yönetici seviyesi”nde görev yapan kadınların oranı ise yüzde 17. Gaz ve petrol şirketlerinde yönetim kurulu başkanı bir kadın arıyorsanız 100 şirket dolaşmanız gerekebilir ve 99’undan elinizin boş döneceği kesin. Daha fazla petrol ve gaza bulaşmadan kapıyı kapatıp çıkalım.

Sokağın karşısında bizi yenilenebilir enerji sektörü bekliyor. Kapıda bizi bir kadın karşılıyor; sürpriz değil çünkü yenilenebilir enerji alanındaki kadın çalışanların yüzde 46’sı idari işlerle uğraşıyor. Yüzde 28’i teknik alanda görev yaparken kıdemli yönetici sıfatına sahip olanların oranı ise yüzde 32’yi buluyor. Fosil yakıtlarla uğraşan şirketlerin düşünce yapısı da biraz “fosil” desek kimse alınmaz sanırım. İstatistikler güneşi görünce daha fazla parlıyor ama yeterli demek doğru olmaz. Enerji sokağının bu kısmının daha aydınlık olduğunu söylemekle yetinelim, iş mühendislik gibi alanlara geldiğinde tüm dünyanın acılar içinde kıvrandığını da ekleyelim. Birleşik Krallık’ta mühendislerin sadece yüzde 12’si kadın örneğin.

Türkiye enerji sektörü çalışanlarının %14'ü kadın

Veri açlığımızı gidermek için sokağın en sevdiğim binasına, kütüphaneye gidiyorum. Burada elime fırından yeni çıkmış, Yenilenebilir Enerji ve Enerji Sektörü Türk Kadınları Grubu’nun (TWRE) araştırmasını tutuşturuyorlar. Raporu henüz yayımlanmadı ama birkaç gün önce yaptıkları araştırmanın sonuçlarını dinleme şansım oldu. 29 enerji şirketini ve 37 bin 378 çalışanı kapsayan bir araştırma bu. Türkiye enerji sektöründe çalışanların yüzde 86’sının erkek yüzde 14’ünün ise kadın olduğunu böylece öğrendim. Kadın çalışanların beyaz yakalılar içindeki oranı yüzde 11, mavi yakalılar içindeyse yüzde 12.

Farkındaysanız bu rakamlar dünyadaki petrol ve gaz sektörlerinin bile gerisinde kalıyor. Düşük oranların ardında bence şu iki neden var. Ülkenin ve özellikle de enerji sektörünün muhafazakar yapısı ve enerji altyapısının hidroelektrik gibi inşaat sektörüne dayanması. Konu inşaat olunca kadınların hemen dışlandığını yazının başında belirtmiştik. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2020 yılında Türkiye’de yenilenebilir enerji sektöründe 109 bin kişinin çalıştığını ve bunun yarıya yakınının (48 bin) hidroelektrik alanında istihdam edildiğini söylüyor. İnşaat sektöründe kadınların daha az çalışmasının ardında muhafazakar ve kadın karşıtı zihniyetin olduğunu biliyoruz. Kadınları eşit görmeyen erkek bakış açısını kırmak kolay değil. Yine de enerji dönüşümü bize bu konuda yardımcı olabilir ve enerji gibi erkek egemen bir sektörün değişmesine yol açabilir.

Güneş ve rüzgar fabrikalarında çok sayıda kadın işçinin çalışmaya başladığını gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ama bu yetmez, bize veri lazım. Neyse ki o veriler var. Yenilenebilir enerjinin ve enerji verimliliğiyle ilgili iş kollarının petrol, kömür ve nükleer gibi geçmişin enerji kaynaklarına kıyasla çok daha fazla istihdam yarattığını biliyoruz. ABD’de yapılan araştırmalar güneş ve rüzgarın fosil yakıtlara kıyasla yaklaşık 3 kat daha fazla istihdam yarattığını gösteriyor. Uluslararası Çalışma Örgütü gibi başka kurumların raporlarında bu farkı 10 kata kadar çıkan kıyaslamalar olduğunu da not düşelim. Bu bir avantaj çünkü fosil yakıtlar ve kendini temiz gibi göstermeye çalışan nükleer yerine güneşin önderliğinde yeni bir enerji sistemine geçmek zaten kaçınılmaz. İş yenilenebilir enerjiye gelince hem istihdam hem de kadın istihdamı artıyor. Sadece istihdam değil, ücretler ve çalışma koşulları da her cinsiyet için iyileşiyor. Enerji dönüşümü, kadın istihdamını ve işçi haklarının iyileşmesini dolaylı destekliyor.

"Cinsiyet ayrımcılığı var"

Kütüphaneden çıkıp kendimi yeniden sokağa attığımda her şeyin iş sahibi olmaktan ibaret olmadığını yine hatırlıyorum. TWRE’nin araştırmasında beyaz yakalı kadınların yüzde 56’sı, “enerji sektöründeki çalışma ortamında cinsiyet ayrımcılığı vardır” diyordu. Çalışma alanlarının cinsiyete göre belirlendiğini söyleyenlerin oranı da yüzde 72. Çevresel ve fiziksel koşulları bahane eden erkeklerin elinden bu bahaneleri alma konusunda yenilenebilir enerji bize yardım edecek; güvenim tam. Evet ama kadınların çalışma hayatında eşit olmaları için sayısal eşitliğin yeterli olmadığını da unutmamalıyız. Enerji dönüşümüne kurtarıcı gözüyle bakmayalım ama eşitsizliği azaltacak önemli bir adım olabilir.

1 IRENA-Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı, Gender Perspective, 2019)
2  World Petroleum Council ve Boston Consulting Group

Virüsten sonra-3 (İstihdam)

Zaten kötü durumda olan Türkiye ekonomisi, ciddi bir krizle karşı karşıya. Türkiye’de resmi rakamlara göre yüzde 14’ü bulan işsizlik oranının koronavirüs salgınıyla birlikte yüzde 30’lara kadar çıkmasından endişe ediliyor. Peki, ne yapacağız?

Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Nisan 2020

Birleşmiş Milletler’e göre dünyada çalışan nüfusun yüzde 81’inin işyerleri ya tamamen ya da kısmen kapandı. 3 milyardan fazla insandan bahsediyoruz. Salgının ne zaman sona ereceğini tam anlamıyla bilemiyoruz. Evinde oturan milyonların kaçının dönecek işi olacak o da belli değil. Türkiye’de de işsizlik oranının yüzde 14’lerden 30’lara çıkacağı tahmin ediliyor.

Virüs sonrası istihdamı öne çıkaracak radikal adımların atılması gerekecek. Türkiye’nin yürüttüğü dış politikanın da etkisiyle uluslararası doğrudan yatırımlar son dokuz yılın en düşük seviyesine gelmiş ve 5,6 milyar dolara gerilemişti. 2015’ten bu yana sürekli azalıyor. Para bulmak daha da zorlaşacak. Kendi yağımızla kavrulmak zorundayız ama yağın kalmadığını kriz sırasında iyice anladık.

İstihdam yaratan sektörlere öncelik
İşsizliği kronikleştirmeden yeni istihdam yaratmamız gerekiyor. Elimizdeki sınırlı kaynaklarla hem ihtiyaca yanıt vermek hem de istihdam yaratacak en iyi seçeneği bulmak zorundayız. İşe öncelikle aynı işi ya da ürünü daha çok istihdam yaratarak yapabileceğimiz avantajlı sektörleri seçerek başlayabiliriz. Bunlardan biri enerji.

Kömür, doğalgaz veya nükleer santral yerine yenilenebilir enerji sistemlerine yatırımları kaydırırsak hem enerji üretir hem de daha çok kişiye iş sağlarız. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün bir araştırması, elektrik üretiminde güneş enerjisinin kömür ve doğalgaza göre 7 ila 11 kat fazla istihdam yarattığını gösteriyor. Rüzgar ve biyokütlenün de konvansiyonel kaynaklara kıyasla 3 kat fazla istihdam yaratma potansiyeli var. Daha iddialı rakamlara sahip çalışmalar da var ama bu bile Türkiye’nin enerji yatırımlarında artık istihdam yaratan bu sektörleri seçmesi gerektiğini gösteriyor. İktidarın nükleer ve kömür sevdası bu gerçekliği kaldırır mı göreceğiz.

Yarı zamanlı çalışma kritik değerde
İstihdam da ikinci adım yarı zamanlı iş fırsatları yaratmak olabilir. Önümüzdeki günlerde yeni iş olanaklarının sayısı azalacak. İşsiz kalanlara devletin ciddi bir güvence veremediğini de düşünürsek, iş paylaşmak kriz geçene kadar birçok eve ekmek girmesini sağlayabilir. Az ama hayatta tutabilir. Yardım paketleri gibi pansuman tedbirler sorunu çözmez. Uygun alanlarda yaratılan yeni işler bölüştürülebilir ve buna kamu öncülük edebilir. Yarı zamanlı veya esnek çalışma saatlerine sahip iş yaratmak kotalarla zorunlu hale getirilebilir.

Bazı sektörler ise stratejik önemi de düşünülerek teşvik edilmeli. Tarım bunlardan biri. Türkiye’nin ihtiyacını kendi olanaklarıyla karşılamasını sağlayacak köklü bir tarım reformu, kooperatiflerle desteklenirse istihdam yaratan ve üretimi hatırlatan önemli bir kaynağa dönüşebilir.

Verimlilik ve tasarruf ön plana çıkmalı
Verimlilik ve tasarruf da yeni iş yaratmak için gerekli kaynağı sağlayabilir. Saraylar, uçaklar, sonu gelmeyen korumalarla bu iş olmaz elbette; başka bir zihniyet, başka bir hükümet gerekiyor. Gerektiğinde teknolojinin yardımıyla hammadde israfı önlenecek, gerektiğinde de ciddi iş kaybı yaşanan imalat, perakende ve turizm gibi sektörlerde otomasyondan uzak durarak daha fazla kişiye iş sağlayacak yöntemler tercih edilecek.

Ulaşımda toplu taşımayla yakıt ve kaynak tasarrufu, binalarda yalıtımı teşvik edecek mevzuat, geri dönüşümü değerli kılacak depozito uygulaması gibi farklı alanlarda uygulanacak politikalar krizin yükünü hafifletebilir. Bütün bunları yaparken dezavantajlı gruplara istihdam fırsatlarında öncelik tanıyarak sosyal sorunları azaltabiliriz. Kriz önümüzde, onu büyütmek ya da değişime yeşil ışık yakarak zararı en aza indirmek elimizde. 

İşsizliğe yeşil çözüm

Türkiye’de artışa geçen işsizlik sorununu çözümü yapısal bir değişiklikten geçiyor. Yeşil işler işsizliğe çözüm olabilir ancak mevcut ekonomi politikaları yeşil istihdamın önünü tıkıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Mart 2017

Türkiye’de TÜİK’in verilerine göre işsizlik oranı yüzde 12,7’ye yükseldi.  DİSK’in verileri ise gerçek işsizliğin yüzde 21’lere ulaştığını gösteriyor. Bir yanda ‘çağ atlattık’, ‘ülkeyi kalkındırdık’ diyen siyasetçiler öte yanda artan işsizlik. Birinden birinin yalan söylediği kesin.

İşsizlik sorununun tek kaynağı siyasi krizlerle tetiklenen ekonomik sorunlar değil. Üzerinden araç geçmeyen ama bedeli cebimizden çıkan köprüler, gerçek talep hesaplanmadan yapılan ve zarar etmemesi için teşvik verilen elektrik santralleri ile trafik sorununa çözüm olmayan ama şirketlere gelir yaratan tüneller gibi birçok ‘yatırım’, sınırlı maddi kaynakları ekonomik faydaya çeviremeyecek kanallara aktarırken, istihdama da sabun köpüğü gibi geçici bir katkı sağlıyor. Köprü inşaatında çalışan işçi, inşaat bitince işsiz ve güvencesiz kalıyor. Elde ettiği gelirden birikim sağlayamadığı gibi, çalıştığı süreç boyunca yeni bir bilgi veya yetenek de öğrenmiyor. Yatırımlar rant odaklı olduğu için de iş kazaları kaderi oluyor. Yaratılan bu geçici işler ekonomide dönüşüm yaratmaktan uzak. Bir çeşit üretememe sancısı çekiyoruz. Gerekli mal ve hizmeti üretemediğimiz gibi yanlış ürün ve hizmetleri üretme çabasındayız. Üretim süreçleri insandan, doğadan ve ihtiyaçlardan kopuk. Bu sancıyı dindirmenin yolu ise Türkiye’nin üretim alanlarını ve üretme biçimlerini değiştirmesinden geçiyor. Yeşil sektörler ve yeşil işler, işte bu dönüşümde anahtar rol oynayabilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) rakamlarına göre bu dönüşüm 1,5 milyarlık bir işgücünü ilgilendiriyor. Daha yeşil ve düşük karbonlu (diğer işlere oranla daha az iklim değişikliğine yol açan) işlerin 60 milyon ek iş yaratacağı da söyleniyor. Bu rakamları sadece bir tahmin gibi okumayın. 2015 sonunda dünyada yenilenebilir enerji alanında çalışan 8 milyon 100 bin kişi vardı (IRENA). En büyük pay güneşte. 3 milyon 700 bin kişi elektrik üreten veya su ısıtan panel üretimi ve montajında çalışıyor. Biyoyakıt alanında 2 milyon 500 bin, rüzgar enerjisinde ise 1 milyon kişi iş bulmuş. Baraj yapıldıktan sonra istihdam yaratma özelliğini kaybeden küçük hidroelektrik santralların yarattığı istihdam ise 200 binle sınırlı.

Yeşil işlerin bir başka özelliği de kadın istihdamına daha fazla fırsat vermesi. ABD’de güneş enerjisi sektörünün yüzde 24’ünü kadınlar oluşturuyor. Kömür madeninde kadın görmek hemen hemen her ülkede zor ama yeşil işler, özellikle de enerji gibi kadınların daha az şans bulduğu alanları dönüştürüyor. Geleneksel enerji alanında kadın çalışan oranı yüzde 20-25’lerdeyken, yenilenebilir enerji alanlarında yüzde 35’lere kadar çıkıyor. İşler yeşerdikçe aynı zamanda morlaşıyor da denebilir.

Yeşil işlerin belki de en büyük özelliği, bir ürün üretirken bir başka sorun yaratmaması ya da bunu sınırlaması. Bazen de doğrudan sorunların çözümü için çalışması. Dünyada yaptıkları işin tanınması bekleyen 20 milyona yakın atık toplayıcısının işi buna iyi bir örnek. Onlar olmasa yeniden değerlendirilmediği için büyük bir kaynak israfı yaşanacak. Geri dönüştürülmeyen kağıtlar nedeniyle binlerce ağaç kesilecek. Avrupa Birliği’nde, biyoçeşitliliğin korunması, doğal varlıkların ve ormanların rehabilitasyonu için çalışan 14 milyondan fazla insan olduğunu biliyor muydunuz? Ormanların korunması için ödenen maaşlar bazı eski kafalı iktisatçılar için boşa harcanan bir para gibi kabul edilebilir. Ormanların insanların daha sağlıklı yaşaması için bize sağladığı temiz hava gibi hizmetler ise karşılığında bir bedel ödenmediği için hesaba katılmaz. Halbuki sağlıklı insanlar sayesinde hastane ve ilaç masrafı düşer. Türkiye’de ise sanki tersi söz konusu. Sağlık işlerini özel sektöre bırakmış ülkelerde hasta sayısının devamlılığı, istihdamın sürdürülmesi ve sektörün devamı için şarttır. Sağlıksız şehirler yaratan bir iktidarın sağlığı özelleştirmesi bir tesadüf mü acaba?

***
Nedir bu yeşil işler?
Enerji tüketimini azaltacak yalıtım malzemeleri üreten veya güneş panelleri üreten bir fabrikada ya da atıkların azaltılmasını sağlayacak geri dönüşüm merkezlerinden birinde çalışıyorsanız bir ‘yeşil iş’e sahip olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Yeşil işler bazen de yıpranmış bir ekosistemin yenilenmesiyle ortaya çıkar. İster muhasebeci olun ister üretim hattında çalışın, çevre sorunlarının çözümünü amaçlayan, o sorunları yaratmadan üretim yapmayı hedefleyen bir iş kolundaysanız siz de yeşil yakalısınız. Yaka demişken... Türkiye’de çevre korumayı plajda naylon torba toplamak sananların sayısı çok olduğu için özellikle belirtelim. Mavi yakalılar kadar beyaz yakalılar için de yeşil iş fırsatları var. Daha az yakıt, su harcayan ekolojik binaların ve iklimi değiştirmeyen yeni enerji kaynaklarının tasarımı gibi.

Güneş kömürden daha fazla istihdam sağlıyor
Türkiye’de ise kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlara emanet edilmiş enerji sektörü milyarlarca doları bulan harcamaya rağmen kalıcı ve sağlıklı bir istihdam fırsatı yaratmaktan uzak. ‘Yatırım’ miktarının düştüğü 2016’da bile enerji santrallarına harcanan para 5 milyar dolardı. Elektrik üretiminde kaynak seçiminin etkisini görmek için kömür ve güneşi kıyaslayabiliriz. ABD’de Berkeley Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre 1 MW güneş (fotovoltaik) enerjisi kurulduğunda 10’dan fazla kişiye (bazı kaynaklarda bu rakam 30’a kadar çıkıyor) istihdam sağlanabiliyor. Kömürde ise bu sadece bir kişinin iş sahibi olması demek. Yuvarlak bir hesapla söylersek, 1000 megavatlık (MW) bir kömür santrali yerine çatılarımıza 1000 MW’lık güneş paneli kursaydık 1000 değil 12 bin kişiye iş sağlamış olacaktık. Her yıl aynı miktarda kurulum yapmak da bu sektörü kalıcı hale getirecek, teknoloji transferinin de önünü açacaktı. Kömür ve nükleer gibi kirli enerji kaynaklarına verilen teşvikler hem çevre sorunlarına neden oluyor hem de bu dönüşümün önünü tıkıyor.

Dünyayı yeşil ekonomi mi kurtaracak?

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/29 Haziran 2012

Birleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi 20 yıl aradan sonra yeniden Brezilya'nın Rio kentinde yapıldı. 20 yıl önceki zirvede yepyeni bir kavramla tanışmıştık: 'Sürdürülebilir kalkınma'. 1992 yılındaki Rio Zirvesi sürdürülebilir kalkınmadan bahsediyordu ama sorunun çözümü için formül çok daha önce Roma Kulübü (Club of Rome) tarafından ortaya atılmıştı. Rio'dan tam 20 yıl önce, dünyaca ünlü üst düzey bürokrat ve bilim insanlarının kurduğu Roma Kulübü hastalığın adını doğru tarif etmişti. Büyüme denen hastalık gezegeni ve üzerinde yaşayan canlıları tehdit ediyordu. 1972 yılında Roma Kulübü'nün çok ses getiren raporunun adı, 'Büyümenin Sınırları'ydı (The Limits of Growth).

Bu rapordan 20 yıl sonra, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından düzenlenen, onlarca sivil toplum örgütü ve hükümetler tarafından desteklenen 1992 Rio Zirvesi'nin, belki de bileşenlerinin bağımsız düşünürler kadar özgür olamamasından dolayı büyümeye sınır koymayı telaffüz etmek yerine sadece “sürdürülebilir büyüme” diyebilmesi manidardı. Özetlersek, bu söylem şu anlama geliyordu: “Büyüme kaçınılmaz ancak fabrikaları kurarken ağaç kesmemeye dikkat et, kesersen de yerine yenilerini dikmeyi unutma”. Kesilen ağaçların ormanın bir parçası olduğu, dikilen fidanlarınsa orman olması için yıllara ihtiyaç duyulduğu unutulmuştu. Sürdürülebilir kalkınma denen kavram yaşam pahasına da olsa büyümeyi sorgulamayadığı için bir süre sonra 'bildiğini okumayı sürdürmenin' ta kendisi oldu.

BALIKLARIN %32'SİNİN SOYU TÜKENMEK ÜZERE
1992 yılındaki korkaklığın bedeli ağır oldu. 20 yıl kaybedildi. Bu 20 yıl boyunca onlarca tür yok oldu; su, toprak ve hava kirletildi. 1996 yılında insan faaliyetleri tarafından tehdit edilen hayvan türü sayısı 5 bin 205'ti. Sadece sekiz yıl sonra bu rakam 7 bin 266'ya çıktı*. Bugün, kayıt altına alınmış memelilerin yüzde 21'i, kuşların yüzde 12'si, sürüngenlerin yüzde 28'i, amfibilerin yüzde 30'u ve balıkların yüzde 32'si soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya**. Tüm bu örneklerin aralarında insanın da dahil olduğu tüm canlıların yaşamını tehdit ettiğini herhalde ayrıca açıklamaya gerek yok.

ÖNCE YAŞAM SONRA KALKINMA
Bu yılki zirvenin yıldızı 'yeşil ekonomi'nin sonu da sürdürülebilir kalkınma gibi olabilir. Son yıllarda sıkça konuşulmaya başlanan yeşil ekonomi kavramı 'yanlış anlaşılma' ve 'yanlış anlatılmaya' açık. Yeşil ekonominin yaşamı, büyüme ve kalkınmanın önünde tutan özüne vurgu yapılmazsa, 2012 zirvesinin 1992'den bir farkı kalmayacak. 2012'deki Rio+20 zirvesinin sonuç metnine baktığınızda tam da bunu görüyorsunuz. Sonuç metni her şeyden önce yeşil ekonomiyi sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğu azaltma kavramlarıyla birlikte değerlendirerek kalkınmacı mantığa yeşil ışık yakıyor. Daha sonra sürdürülebilir kalkınmaya her ülkenin farklı yöntem, yaklaşım ve modellerden ulaşabileceğini belirterek binbir türlü bahaneye zemin hazırlıyor. Yani hem kalkınacaksınız, hem yoksulluğu azaltacaksınız hem de ekosistemi koruyacaksınız. Bu üç hedef gelişme yönündeki ülkeler için bir yol haritası çizebilir. Aynı zamanda gelişmiş ülkelerin refah seviyesinde küresel bir denge sağlanması için teknoloji ve sermaye transferine olabak sağlaması ve ekonomilerinde planlı bir daralmayı göze almaları gerekir. Dünyanın sınırlı kaynakları bugün herkesin bir Amerikalı gibi yaşamasına olanak vermiyor. Gelişmiş ve çok tüketen devletlerin bugünkü durumu sürdürmelerine karşı çıkmaz, bu konuda bir şey söylemezseniz dünyanın sınırlarını zorlamaya devam edersiniz. 40 yıl önce Roma Kulübü sınırsız büyümenin mümkün olmadığını söylemişti. Haklıydılar. O tarihte küresel ısınmadan bile bahsedilmiyordu. Bugün küresel ısınma yaşadığımız çevre sorunlarının sadece bir tanesi. Yapılacak en büyük hata bugünden sonra sürdürülebilir yaşam yerine sürdürülebilir kalkınmada ısrar etmek olur.

ÇOCUKLARINIZ MI CİPİNİZ Mİ DAHA ÖNEMLİ?
Sonuç metninde, yeşil ekonominin sınırlarının sert kurallarla çizilmemesini istediklerini açık açık yazmışlar. İtirazım yok. Bu esneklik zaten yeşil ekonomiyi farklı yapan yegane unsur. Sistem değişikliği öneriyor ama kısa sürede gerçekleşecek bir devrimden bahsetmiyor. Elektrik üretimini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlayarak hem talebi karşılıyor hem de istihdamı arttırabiliyor. Evlerin çatılarına kurulabilen güneş panelleriyle, enerji verimliliği ve küçük toplulukların sahip olabildiği mütevazi rüzgar türbinleriyle aslında enerji gibi büyük sermayeye sahip oyuncuların kontrolündeki bir sektöre daha az sermayeli yeni oyuncuların katılmasına fırsat veriyor. Doğanın sömürüsü üzerinden elde edilen karın karşısında olduğu için hem yokoluşu yavaşlatıyor hem de bu amaca hizmet eden kar odaklı teknoloji yerine daha emek yoğun seçenekleri ortaya atıyor. Bu, yeşil ekonominin istihdamı arttırma araçlarından biri. Bir başkası da çalışma saatlerinin düşürülmesi. Yeşil ekonominin temel prensipleri arasında refahı toplumun her kesimine yayma var. Haftalık çalışma saatlerini düşürerek iş paylaşımına ve istihdam artışına destek veriliyor. Çok iyi gelir getiren bir işe sahip kişinin gelirinin bölüşülmesi ancak bu yolla sağlanabilir. Bu kişi, 40 değil 30 saat çalışsa da temel ihtiyaçlarını sağlayacak geliri elde eder, kalan saatlerde çalışan diğer kişi de işsiz kalmadığı gibi onun gelir seviyesine yaklaşır veya yakalar. Mütevazi bir gelir lüks tüketim malları için değil, temel ihtiyaç ürünleri için tüketilir ve gereksiz üretim önlenerek doğal kaynakların korunması sağlanabilir. Çalışma saatinin düşürülmesi sosyal refahı ve bireysel mutluluğu da arttırır. Ailesine, çocuklarına ve sevdiklerine daha uzun zaman ayırabilen sosyal insan gezegene yeniden döner. Daha uzun tatiller ve yavaşlayan hayat beraberinde tüketimin dolayısıyla yokoluşun hızını düşürür. Tüm bunların yaşam kalitesini yükselttiğini de gözden kaçırmamak lazım. Son model bir cipe binmeyi, haftada altı gün çalışıp çocuğunuzun yüzünü görmemeye tercih ediyorsanız o başka tabi! Bu gibi tedbirlerden bahsetmeden yeşil ekonomiden bahsetmek mümkün değil.

Avrupa'da rüzgar enerjisi sektöründe çalışan işçi sayısı ve gelecek yıllara ait tahminler:
 

BİR MİLYAR İNSAN AÇ
Bu gibi örneklerin radikal olduğunu düşünenler varsa şu 'radikal gerçekleri bir kez daha hatırlasın. Gezegenin sınırlarını zorladığımız için her geçen karşımıza çıkan ekonomik krizler onlarca sosyal sorunu da beraberinde getiriyor. 2007 yılında 178 milyon insan dünyada işsizken, 2009'da bu rakam 205 milyona çıktı. Özellikle gelişme yönündeki ülkelerde milyonlarca insan sosyal korumların da eksikliğiyle zor duruma düştü. Son ekonomik kriz yüzünden aşırı derecede sefalet içine düşen insan sayısının 47 ile 84 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor***. Dünya Tarım Teşkilatı (FAO) 2009'da aç yaşayan insanların sayısının tarihte ilk kez 1 milyarın üzerine çıktığını açıkladı.

Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin satın alabildiği ürünleri yeşil paketlere koymak için değil, yoksulların yaşamlarını makul bir seviyede sürdürebilmeleri amacıyla o ürünleri paylaştırmak ve doğadaki tüm canlıların yaşam hakkına sahip çıkmak için var.

*The World Conservation Union-Species Survival Comission
**Vital Signs 2011, Worldwatch.

***The Global Social Crisis, UN, 2011.