hayvan hakları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayvan hakları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Patileri kim kesti

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Haziran 2018

Sakarya’da patileri kesilen ve hayata veda eden köpeğin haberini gördüğümde aklıma rahmetli Cemal Şener’in anlattığı olay geldi. Alevilik-Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Cemal Şener’le Sivas Katliamı’nın hemen sonrasında bir kitap fuarında tanışmıştım. Nefes dergisini çıkarmışlardı. Yerel bir gazeteye ve sağa sola yazdığımı öğrenince yazılarımı istemiş, sonra da dergide yazmamı istemişti.

Bir gün Cemal Şener’le sohbet ediyorduk. Bana Malatya’da bir cemevinde yaşananları anlattı. Bilenler bilir, ‘cem’ ibadetine ‘rızalık alınarak’ başlanır. Önce ‘dede’ ya da ‘ana’ “benden razı mısınız” diye sorar sonra da ceme katılanlar birbirinden ‘rızalık’ alır. Şikayeti olan ve ceme getirmeden çözemeyen orada derdini söyler. Malatya’da da öyle olur. Biri kalkar ama şikayeti kendi adına değildir. Şu kişi benim köpeğimi incitti (tekmeledi), ondan razı değilim der. Köpeğe zarar veren kişi kalkar ve özür diler ama dede araya girer. “Senin rızalığını biz veremeyiz, köpeği getirin” der. Köpeği ceme alırlar, köpek kendisine zarar veren insanı görünce hırlamaya başlar. Dede, köpeğe kötü davranan kişiye bir sonraki ceme kadar o köpeğin gönlünü alması gerektiğini söyler. Bu süre boyunca köpeğe zarar veren kişi, hayvana yaklaşmaya çalışır, onu besler ve sever. Yeniden cem ibadeti için toplanıldığında köpek tekrar içeri alınır ve kendisine kötü davranan kişinin yanına getirilir. Bakarlar ki, köpek o insanı affetmiştir, kendisini sevdiriyor; herkes razı gelir.

Malatya’da yakın tarihte yaşanmış bu olayı aklımda kaldı kadarıyla anlatmaya çalıştım. Bu ülkenin hamurunda neler olduğunu hatırlatmak için verebileceğim onlarca örnekten biri bu. Hiçbir zaman şiddetsiz, barışçıl bir toplum olmadık ama son yıllarda şiddetin dozu arttı. Sokaklarda insana saldıran taksici çetelerden, akademisyenlerin kanında duş almak isteyen mafya babalarına kadar her şey var. Yanı başımızda böyle öğretiler, kültürler ve dini inançlar varken ne oldu da biz pati kesen, hayvanlara tecavüz eden, öldüren bir topluluk olduk?

Her şeyden önce şiddetin bireysel bir eylem olmadığını anlamamız gerek. Sokakta biri bir başkasını dövüyorsa bilin ki aslında toplum o kişinin ardındadır. İnsanların herkesçe yanlış kabul edilen eylemlerde bulunmayacağına inanıyorum. Ufak destekler bile suça motive eder. Bu yüzden de şiddeti öğretmeyi, övmeyi, normalleştirmeyi hayatımızdan çıkarmak ilk yapılacak iş. Televizyonlardaki dizilerde bugün ne övülüyorsa sokakta gördüğümüz o. Kurtlar Vadisi izleyen,  yarışma programlarında birbiriyle kavga edenlere bakıp gülen, siyasi liderlerden nefret söylemi ve ötekileştirmeyi öğrenen çocukların, başkalarına farklı davranmasını beklemeyin.

Televizyonlarından banka numarası takip eder gibi, ‘etkisiz hale getirilen terörist sayısını’ takip eden bir nesil öldürmenin kötü bir şey olduğunu unutur.

Şehit dendiği için bir insanın aslında ölmesi gereken yaştan çok önce öldüğünü algılayamayan gençler ölümün acısını anlayamaz. Yaşam değersizleşir.

14 yaşındaki Berkin’in annesi yuhalatılırsa toplum acılarını paylaşamaz; insanlar yalnızlaşır.

Barış istediği için hapse atılan 14 öğrenciye sahip çıkamayanlar, tüm hayatını koca bir hapiste geçirmeye başlamıştır ama fark edemez. Halbuki bu ülkenin John Lennon’larıydı o çocuklar.

Kavga edenlerin karşı tarafı suçlaması ya da mazeret bulması hep o ‘şiddeti haklı çıkarma ihtimaline’ yapılan bir göndermedir. Toplum şiddeti kayıtsız şartsız reddetmedikçe, “o başlattı”, “tahrik etti” gibi binlerce mazeretten birine prim verdikçe şiddet uygulayanlar toplumdan aldıkları bu güçle başkalarına zarar vermeye devam eder. Bu yüzden de yapılacak ikinci iş mazeret kültürünü yok etmek olmalıdır. Yoksa yarın biri çıkar, “o köpek bana havladı, pati attı, çocuğumu korkuttu” der.

Devletlere düşen ise başkadır. Şiddete yardım ve yataklık eden mazereti, öğretiyi ve mağdur edebiyatını toplumların hafızasından çıkarmak, yasalardan silip atmak, suça fırsat tanıyan her koşulu ortadan kaldırmak devletlerin ve onların icracı organları hükümetlerin görevidir. Türkiye’nin en büyük sorunu da burada yani hükümettedir. Köpeği insanla eş tutan kutsal öğretiler unutulduysa, televizyonlarda bunlar değil küçük çocuklara tacizi onaylayan, suça mazeret bulmaya çalışan, bir kere olduysa boş verin diyenler boy gösteriyorsa Sakarya’daki köpeğin başına gelenlerden hükümet sorumludur. Oy atarken Sakarya’daki meleği, yurtlarda tacize uğrayan çocukların ve şiddete maruz kalan insanları düşünün. Tüm canlılar için şiddetsiz, başka bir dünya için oy verin.

Hayvan sirkleri ve yunus parkları kapanacak

Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılmak istenen son değişiklikleri içeren tasarı TBMM’de kurulan alt komisyondan geçti ancak hayvan hakları savunucularını tatmin etmedi. Tasarıda yunus parklarının kapanması da yer alıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2014

5199 sayılı Hayvan Hakları Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikler hayvan hakları savunucularının tepkileri nedeniyle ertelenmişti. Değişiklik önerilerini görüşmek üzere TBMM çatısı altında kurulan alt komisyon itirazları değerlendirdi ve birçok madde de değişiklik yaptı. Kanun tasarısının önümüzdeki hafta Çevre Komisyonu’nda görüşülmeye başlanması bekleniyor. Alt komisyondan geçen metnin üç maddesine CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur “muhalefet şerhi” koyarken, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Eşbaşkanı Avukat Hülya Yalçın da “metinde hayvanların lehine, sevinecek bir şey yok” diyor.

Yeni tasarıda, hayvan sirkleri ile yunus parklarının kurulması, işletilmesi ve gösteri yapılması yasaklanıyor, mevcut sirk ve parkların kapatılması için de iki yıl süre tanınıyor. Hayvan dükkanlarında (pet-shop) akvaryum balığı ve kuş dışındaki hayvanların satışı da bir yıl sonra yasaklanıyor. Melda Onur, yunus parklarının kapatılması için verilen sürenin bir yıla indirilmesini için ilgili maddeye muhalefet şerhi koydu. Hülya Yalçın ise kapatılma süresinin zamana yayılmasının suistimale açık olacağını düşünüyor. Yalçın, Hayvan Hakları Kanunu’nun 22. maddesinde yapılan değişiklikle hayvanat bahçelerinin açılması kolaylaştırılmıştır diyor. Onur’un şerh koyduğu maddelerden biri de bu değişiklik. Onur, yeni hayvanat bahçesi açılmamasını, var olanların da yavaş yavaş kapatılması ve sıkı denetime tabi tutulmasını istiyor. Yeni düzenleme, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, mahalli idareler ve tüzel kişiliklere hayvanat bahçesi kurma izni veriyor.

Tasarıdaki tartışmalı bir başka başlık ise hayvan deneyleri. Yalçın, “Tam bir hayvan işkencesi olan deney konusunda en ufak iyileştirici bir düzenleme yok. Bu metin deneyi tartışmaya mahal bırakmadan yasaya koyup, adeta dalga geçer gibi, etik kurul ve sertifika ayrıntılarını eklemiştir. Deney varsa, yasa metninde neyi tartışırsak tartışalım, hayvan yaşam ihlali kesin olarak vardır” diyor. Onur da hayvan deneylerinin yasaklanması yolunda Sağlık Bakanlığı’nca bir komisyon kurulmasını öneriyor ve tasarıdaki 4. maddeye itiraz ediyor.

Hülya Yalçın’ın dikkat çektiği noktalardan biri de toplatılan sokak hayvanlarının belli bölgelere bırakılması. 'Doğal Yaşam Parkı' lafının kanun metninden çıkması bir şey ifade etmiyor, aksine, o isimle yapımına başlanan  tecrit ve şehir dışındaki ölüm kamplarının yapımı son süratle devam ediyor” diyen Yalçın, Kocaeli, Trabzon, Kayseri ve İstanbul’daki Kısırkaya ile Ömerli’deki inşaatları örnek gösteriyor. Hapis cezalarının yükseltilmesinin olumlu olduğunu düşünen Yalçın, hayvan satışı yasağınınsa yasadışı satış gibi ters etkilerinin olacağını belirtiyor.

Yeni tasarı hayvanlara işkenceyi, cinsel ilişkide bulunmayı ağır suç sayıyor ve üç aydan iki yıla kadar ceza verilebileceğini belirtiyor. Hayvan dövüştürenlere de yine altı aydan iki yıla kadar ceza geliyor. Hayvan edinmek isteyen kişilere yerel yönetimlerde sertifika programına katılma zorunluluğu getirilirken, hayvanların bakıcılarının (sahiplerinin) borcu nedeniyle haczedilmesine de yasak geliyor. Yeni tasarıda, ‘süs hayvanı’ ve ‘tehlikeli köpek ırkları’ gibi tanımlamalar da yer almıyor.

Parfümler için hayvanları öldürmeyin

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Temmuz 2013

Avrupa’da kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesi yasak Türkiye’de değil ama işin vicdan tarafına bakarsanız Türkiye önde. Türkiye’de deneme işi bizzat bu kozmetik ürünlerini kullanan hayvan türü, insanlar üzerinde de yapılıyormuş. Kısaca bizde ayrım yok, herkes kobay. Bu durumda etik açıdan Avrupa’nın önünde olduğumuzu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin bu başarısından kazara, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun 325 kozmetik ürününü denetlemesi sonucunda haber aldık. İnsanların da denekler arasında olduğunu böylece öğrendik. Denetlenen 325 ürünün 20 tanesinde küf ve maya sayısı ile mikrop miktarı kabul edilebilir değerlerin üzerinde çıktı. Bebek şampuanından sabuna, gül suyundan salyangoz kremine kadar birçok kozmetik ürünü sağlığa zararlı. İçlerinden bir tanesinin adı bitkisel, doğal mangolu şampuan; orjinali haliyle İngilizce. Bizim memlekette doğal olana natural demek makbul. Görüldüğü gibi bazı havalı kelimeleri İngilizce yan yana sıralamak o ürünü yeşil ürün yapmaya yetmiyor.  

TÜRKİYE DE YASAKLAMALI
Piyasada satılan kozmetik ürünlerinin sağlığa zararlı olması üzücü ve ürkütücü ama insanlar için bir anlamda uyarı niteliğinde. Bu haber, hayvanların çektiklerini anlamak için bir duygusal bağ kurmanıza yarayabilir. İnsanların kullandığı kozmetik ürünler birçok ülkede hayvanlar üzerinde deneniyor; ilaçlar da öyle. Avrupa Birliği(AB) bir adım attı. Bitmiş kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesini 11 Eylül 2004’te yasakladı. Bu ürünlerin içeriğinin hayvanlar üzerinde denemesine 11 Mart 2009’da, hayvanlar üzerinde denenmiş her türlü kozmetik ürünün satışına da 11 Temmuz 2013’te son verdi. Artık Avrupa’da, hazırlanışı sırasında veya sonrasında hayvan canı almış bir kozmetik ürünü satın alma şansınız yok. Avrupa bundan sonra çözümü laboratuvar deneylerinde arayacak. Hayvansız deney yöntemlerinin geliştirilmesi için de 2007- 2011 arasında 238 milyon avroluk bir fon kullandırıldı. Türkiye’de de benzer bir yasak hemen devreye girmeli yoksa bu firmaların deney hayvanlarıyla ülkemizi üs edinmeleri söz konusu olabilir. Bir anlamda, eski teknoloji transferine maruz kalabiliriz.

Avrupa kozmetikte deney yasağıyla ABD, Çin gibi milyonlarca tüketiciye sahip diğer ülkelerin yapamadığını başarmış oldu. Yine de tablo iç açıcı değil. Avrupa Birliği’ndeki yasak bazı istisnai durumlar dışında kozmetik ürünlerinin hayvanlar üzerinde denetlenmesini yasaklıyor ancak deterjan gibi birçok kimyasal ürün için benzer bir yasak yok. Avrupa’da her yıl 12 milyon hayvan deneylerde kullanılıyor. Kozmetikte deney yasağı 12 milyon hayvandan sadece 2 bininin hayatını kurtaracak. Hayvan hakları savunucuları bu durumdan memnun değil ancak kozmetikteki yasağın yeni deney yöntemlerinin bulunmasına yarayacağını düşünüyor.  Tıbbi ilaçlar konusunda hayvan deneylerinden başka yöntemlere geçmek o kadar kolay olmayacak. İlaç sektöründeki dev şirketleri ikna etmek kolay değil ama “bu daha başlangıç” diyelim.

KONTROL DEVLETTE
Türkiye’de hayvanlar üzerinde deney meselesi, Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kurulu’nun (HADMEK) sorumluluğunda. Kurul’un 18 üyesi var, 10’u bakanlıklardan geliyor. Bir de yerel kurullar (HADYEK) var. Genelde üniversitelerin bünyesinde kuruluyor. Yerelde HADYEK yoksa orada hayvan deneyi yapmak mümkün değil. Hayvanlar üzerinde deney yapacaklar HADYEK’ten izin almak zorunda. Bu kurullarda da sivil toplumun temsili merkezdeki denetim birimi gibi azınlıkta. Amaç, hayvanlar üzerinde yapılacak tüm işlemlerin etik yönden kabul edilebilir sınırlarını belirlemek. Bu hayvanların ölmemesi anlamına gelmiyor tabi. Türkiye’de fare, sıçan, tavşan, kobay, dağ sıçanı (golden hamster), köpek, kedi, bıldırcın ve insan türü dışındaki primatlar deney hayvanı olabiliyor. Sokak hayvanlarının deney hayvanı olması yasak ama denetlemeler ne kadar iyi orası şüpheli. Hayvanların başına gelenleri daha iyi anlamak için yerel etik kurulların çalışma ilkelerinden birkaç maddeyi yazmakta fayda var.

Madde 14- C: Ağır acı, stres ya da buna denk eziyet veren deneylerde bir hayvanın bir defadan fazla kullanılmamasını sağlamak.

Madde 14-İ: Deney hayvanlarına gereksiz acı ve ağrı verecek deneylerin uygun bir anestezi yöntemi uygulanmasını ve araştırmalarda uygun ağrı kesici ve anestezi kullanılmasını sağlamak.

Kozmetik ürünler alırken hayvanlar üzerinde denenmemiş olanlarını seçmek sizin elinizde. İlaç firmalarını yöntem değiştirmeye zorlamak da. Bundan sonrası sizin vicdanınıza kalmış. Devrim sadece sokakta değil zihinde, evde, mahallede kısaca her yerde gerçekleşecek. HES’leri görüp ahlayıp vahlayanların elektrik tüketimini azaltma konusunda hiç çaba göstermemesi, hayvanları sevdiğini söyleyenlerin parfümlerine veda edememesi, falanca yemek için kilometrelerce yol yapılması hep içimizdeki bu yaman çelişkiyi gösteriyor. Çelişkiler azaldıkça başka bir dünya özlemi de azalacak.

İsmail ve Zeynep

En hızlıları İsmail'di. Bu sabah onları yakalamaya gelen belediye görevlilerinden istese kaçabilirdi. Onların önüne geçerek Zeynep’in kaçmasını sağladı ve kendini feda etti. 

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Eylül 2012

İsmail’i arkası kapalı kamyonete attılar, üstüne de kapıyı kapattılar. İnce tel örgüyle kapatılmış camdan dışarıya bakarak uzun sure bağırdı ama sesini duyuramadı. Yanındakiler kamyonetin kasasında bir o tarafa bir bu tarafa savrulmaktan yorulmuş, baygın yatıyorlardı. Çıkardıkları sesler bağırmaktan çok inlemeye benziyordu.

Zeynep şanslıydı ama şansına sevinemedi. Onu bugün de yakalayamadılar fakat en yakın arkadaşı İsmail’i belki de bir daha hiç göremeyecek. Daha dün gece, İsmail'le İstanbul’un tüm sokaklarını dolaşmışlardı. Kokoreççi yine cömert davranmış, gece üçten sonra yeni müşteri gelmeyeceğini düşünerek kalan kokoreçleri onlara vermişti. İki dakikada yediler hepsini. Hiç sevmedikleri baharata bile alışmışlardı. Gece sokaklarda yatmaya, yağmurda ıslanmaya, sabah uyurlarken birdenbire karınlarına tekme yemeye. Her şeye alışmışlardı. Sevgisiz insanlara, aç dolaşmaya, yazları susuz kalmaya. Dün gece deniz kenarına gidip Boğaz’ı seyretmişlerdi. Gece boşalan dar sokaklarda koşturmuşlardı. En hızlıları İsmail'di. Bu sabah onları yakalamaya gelen belediye görevlilerinden istese kaçabilirdi. Onların önüne geçerek Zeynep’in kaçmasını sağladı ve kendini feda etti. Şimdi İsmail’i bir ormana götürecekler. Önce kısırlaştıracaklar sonra da orada bırakacaklar.

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik öneren tasarı Meclis’ten geçerse, geceleri insanların sokaklardan çekilmesiyle bir nebze olsun huzur bulan hayvanların bu şansı da kalmayacak. Hepsi toplatılacak ve yer varsa barınaklara yoksa bir dağ başına bırakılacak. Bu tehlikeyle karşı karşıya kalan hayvanların adları benim öykümde Arsız ya da Biber değil; İsmail ve Zeynep. Daha kolay empati kurabilesiniz diye. Bu dünyada yaşama hakkının sadece insanlara ait olmadığını düşünenler bugün (30 Eylül 2012) saat 14:00’te meydanlara çıkıyor. İstanbul'da adres Taksim. Umarım siz de orada olursunuz.

SORUNUMUZ HAYVANLAR DEĞİL İNSANLAR
Açık konuşalım. Sokaktaki hayvanların insanların hayatını tehdit eden canlılar olduğunu ve bir an önce ortadan kaldırılmaları gerektiğini düşünüyorsanız bence sizin aklınızdan zorunuz var. Umut Vakfı’nın 2007 yılında elde ettiği resmi verilere göre Türkiye’de tam 2 milyon 500 bin adet ruhsatlı silah var. Vakıf, ateşli silahlarla işlenen suçların yüzde 85’inin ruhsatsız silahlarla işlendiğini buradan yola çıkılırsa Türkiye’de 17 milyon adet de ruhsatsız silah olduğunu tahmin ediyor. Toplamda 20 milyon adet silahtan bahsediyoruz. Her silahlı kişinin bir silahı olsa, beşimizden biri silahlı demektir. Sizce sokakta dolaşan köpekler ve kediler mi daha tehlikeli yoksa 20 milyon silahlı insan mı? Tuttuğu takım gol atınca silahına sarılan o insanlar mı sizi daha çok korkutuyor yoksa üstlerine yürümedikçe, gözlerinin içine korkuyla bakmadıkça size dokunmadan yanınızdan geçip giden köpekler mi? Hangisi sizi ve sevdiklerinizi bir anda öldürebilir? Gazetelerde ve televizyonlardaki haberleri aklınıza getirin. Her gün trafikte, okulda, kahvede silahına sarılıp birilerini kurşunlayanları düşünün. Onlar kedi mi, köpek mi yoksa insan mı? Hangi hayvan türü daha tehlikeli? Eli silahlı insanları toplayıp kulaklarından fişleseniz millet belki biraz rahatlar. Gazetelerde, “Fındık kendisini terk eden karısını kurşun yağmuruna tuttu” başlıklı bir haber okudunuz mu hiç? “15 yaşındaki A. Ş.’ye silah zoruyla tecavüz eden Mırmır suçunu itiraf etti” dendiğini gördünüz mü? Cinnet geçiren Karabaş ailesini çocukları önünde kurşunlasaydı emin olun insanlar tüm köpekleri meydanlara yığıp yakarlardı. Bir anket yapsalar, çocuklarımızın oynadığı sokaklarda eli silahlı insanların dolaşmasına izin verip, masum hayvanları dağ başına bırakmalı diyen milletvekillerinin toplatılıp dağ başına bırakılmaları yönünde fikir beyan ederdim. Mümkünse kısırlaştırılmadan; o kadar vicdansız değilim. Şansıma kimse böyle anketler yapmıyor da hâlâ hayattayım. Vekillerin çoğunun zaten silahı var, zabıtaya falan bırakmaz vururlar beni. Sahi, milletvekilinin silahı olur mu? Fikirlerini savunmaya insan silahla mı gider?

Orman Bakanlığı sakın Avrupa'yı örnek göstermesin. Batı, hayvan hakları konusunda sıkıntılı. Hayvanları birer süs oyuncağı yapıp onları yaşam alanlarından almış, evlerin içine hapsetmişler. Bizim aynı hatayı tekrar etmemiz gerekmiyor. Bireysel silahlanmanın önüne geçme  konusunda ise bizden iyi durumda çok ülke var. İngiltere’de bırakın sivilleri, belinde silah taşıyan polis görmek bile zor. Çin’de sivillerin silah sahibi olması yasak. Bu yüzden de silahlı suç oranı ülkenin büyüklüğü ve nüfusuna rağmen çok düşük. Son sözüm Ankara’ya. Hayvanların nasıl “bertaraf” edileceğini düşüneceğinize, düğünde, trafikte, sokakta insanları öldüren şu insanları nasıl silahsızlandıracağız diye düşünseniz daha iyi olmaz mı?

Ovalar, nehirler, dağlar için...

31. İstanbul Film Festivali'nin çevre temalı filmleri gerçekle yüzleşmek isteyenler için iyi bir fırsat. Ovalarında, nehirlerinde ve dağlarında olan biteni göremeyenler için de iyi bir hatırlatma niteliğinde. 

Özgür Gürbüz-Birgün/10 Nisan 2012

Beyaz perdeye yansıtılan görüntüler bazen hayalleri bazen de görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz gerçeği konuk eder. 31. İstanbul Film Festivali, başta belgesel kuşağı olmak üzere 'çevre' temalı birçok filme salonlarını açmışa benziyor. Gerçekle yüzleşmek isteyenler için iyi bir fırsat. Ovalarında, nehirlerinde ve dağlarında olan biteni göremeyenler için de iyi bir hatırlatma niteliğinde.

Büyülü Krallık filminden bir sahne. Kaynak: www.iksv.org
Geçen yıl, yönetmen Iciar Bollain'in 'Yağmuru Bile' filmi beni çok etkilemişti. Suya erişim hakkını ve Bolivya'daki yerlilerin mücadelesini bir filmin içerisine yedirmeyi başararak belgesel hüviyetinden çıkarılmış bir çevre filmi izlemiştik. Bu yıl ise çevre filmlerini izlemeye Başkaldıran Toprak ikilemesiyle başladım. Serinin ilk filmi Arjantin'de altın madenciliğinin içyüzünü ortaya çıkaran, doğaya verilen zararı biraz da halkçı bir bakış açısıyla anlatan önemli bir belegesel. Konuya duyarlı olanlar için öykü çok tanıdık. Hükümet ve yerel idarecileri tavlayan çokuluslu maden şirketleri, sömürülen doğa, iş vaadiyle kandırılan halk ve madenlerden geriye kalan siyanür havuzları. Fernando Solanas'ın belgeselindeki altın madeni görüntülerine ve açılmış dev çukurlara dikkatlice bakmanızı öneririm. Bu fotoğrafların aynısını Türkiye'de, örneğin Bergama'da görmek mümkün ancak ne siz o fotoğrafı çekebilecek kadar madene yaklaşabilirsiniz ne de Türkiye'deki ana akım gazetelerde o fotoğraflar yayımlanır. Madencilerin reklam gelirleri ve hükümetle ilişkileri buna engel. O nedenle benzer bir belegeselin Türkiye'de çekilebileceğinden emin değilim. İyisi mi siz, Arjantin'i Türkiye'ymiş gibi izleyin.

Solanas'ın serisinin ikinci filmi ise petrolü konu alıyor. Arjantin'deki petrol rezervlerinin nasıl yabancı şirketlere devredildiğini, bu uğurda hükümetlerin nasıl devrildiğini anlatıyor. 'Kara Altın' konulu serinin ilk filmi kadar sağlam bir altyapıya sahip olmasa da izlemeye değer. İkinci filmdeki anti-emperyalist bakış açısı petrol sahalarının kimin elinde olduğuna o kadar çok odaklanıyor ki, mesele çevre sorunlarına ve küresel ısınmaya geldiğinde ortaya bir çelişki çıkıyor. Sahaların halka geri verilmesinin petrolün yarattığı çevre sorunlarının çözümüne ve özellikle de küresel ısınmanın durdurulmasına neden olmayacağı açık. Belgesel bu sorunları görüyor ama çözüm önermiyor. Bu yüzden ufak bir çelişki yaşasa da yine ibretlik bilgiler ve görüntüler içeriyor.

Festivalin çevre alanında en başarılı filmlerinden biri de kentleşme ve kentsel dönüşümü ele alan Ekümenopolis. Bu yapıtın başrol oyuncusu ise İstanbul. İmre Azem'in filmi Ekümenopolis'i mutlaka izlemeli ve kentsel dönüşüm konusunu filmi izledikten sonra tekrar düşünmelisiniz. Fimin sonlarına doğru biraz tekrara düştüğünü düşünsem de, başlangıçtaki animasyonlar ve konusu itibariyle çok önemli bir boşluğu doldurduğu inancındayım. 

Festivalin çevre filmleri listesi bu kadarla kalmıyor. Henüz izleyemediğim Küreselleşme Üçlemesi'nin yönetmeni Micha X Peled, GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), ucuz işgücü ve büyük süpermarketlerin hegemonyasını üç farklı ülkeden, Çin, Hindistan ve ABD'den örneklerle anlatıyor. Bu üç belgeselin toplam sekiz ödül aldığını belirtelim. Unutulan Topraklar, Türkiye'de nükleer enerji tartışmalarına Çernobil'den bir mesaj iletiyor. Büyülü Krallık ise beni heyecanlandıran bir film. Festival kataloğunda bu film için, 'ıssız bir gölde geçiyor' denmiş. İçinde insan olmayınca 'ıssız' deme cesaretini gösterdiğimiz bu göl acaba gerçekten de o kadar ıssız mı? Festivalin göze çarpan bir başka çevre filmi ise yine tanıdık sahnelere sahip. İstanbul Sokak Köpekleri adlı film, Kültür Başkenti adına köpeklere çektirilen eziyeti konu alıyor. Dileriz birgün bu ülkede çekilen çevre filmleri de bizlere insanların doğaya çektirdiği acıları değil diğer canlılarla birlikte yaşamayı öğrenmiş bir ülkeyi gösterir.