Yangın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yangın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ormanları baz yük santrallar yaktı

Özgür Gürbüz-BirGün / 25 Ağustos 2023

Foto: Ç. Gürbüz
Termik ve nükleer santrallara “yürekten” bağlı olanlarla mücadele yıllardır sürüyor. Önce, “rüzgar güneş işe yaramaz” dediler. Baktılar türbinler dönüyor, güneş panelleri elektrik üretiyor, yalanlar değişti, “pahalı” dediler. Güneş ve rüzgar, kömürlü termik santralın en az yarı fiyatına, nükleerden ise 4-5 kat ucuza elektrik üretmeye başladı, bu defa da, “Baz yük değiller. Rüzgar kesilir, güneş batar elektriksiz kalırız” demeye başladılar. Bu yalan da yetmezse yaftalama başlıyor. Ormanını koruyana “dış güç”, doğayı öne çıkarana “ajan” diyorlar.

Baz yük santral aslında düğmesine bastığınızda elektrik üreten santral demek. Gerçekte böyle bir santral da yok. Arızası olur, yakıtı değişir, hava ısınır (Fransa’da olduğu gibi nükleer santrallar bile çalışamaz) santral durur. Teoride kontrolün sizde olduğu santrallardır bunlar. Rüzgar ve güneş ise haliyle iklimle ilgili. Güneş batınca güneş santralı elektrik üretmez. Rüzgar çok yavaşlarsa pervane dönmez. 30 yıldır termik ve nükleerciler, bu gerekçelerle rüzgar ve güneşi yerden yere vurur. 30 yıla dikkatinizi çekerim, dünya artık çok değişti.

Eskiden mühendislik fakültelerinde hocalar elektriğin depolanamayan bir kaynak olduğunu öğretirdi. O günler geride kaldı. Bataryalar sayesinde rüzgar ve güneşten elde edilen elektrik depolanabiliyor ve güneşin battığı, rüzgarın yavaşladığı anda kullanılabiliyor. Elektrikli arabalar, kamyonlar, elektrik süpürgeleri, cep telefonları bu batarya sistemleriyle çalışıyor. Şimdi kentlere saatlerce elektrik verebilecek dev elektrik depolama sahaları kuruluyor. Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de depolamalı güneş ve rüzgar santralları için yapılan başvuruların toplamı 270 gigavatı aştı. Türkiye’nin tüm santrallarının kurulu gücünün (105 gigavat) 2,5 katı başvuru var. Bunların 17 gigavatı da EPDK’den ön lisans aldı. Size “baz yük santral gerek” diyenler bunları anlatmıyor.

Rüzgar ve güneş santrallarının ne zaman, ne kadar elektrik üreteceği de tahmin edilebilir. Sapma payları oldukça düşük, o yüzden de planlama yapabilirsiniz. Rüzgar santrallarının hepsi de aynı anda durmaz ya da yavaşlamaz. Ege’deki rüzgar akımıyla, İç Anadolu’daki rüzgar akımı aynı değil. Santrallar farklı bölgelere yayıldıkça birbirlerini dengeleme şansı artar. Güneş enerjisinde de Türkiye’nin batısı ve doğusu arasındaki fark üretimi daha geniş bir saate yayıyor.

Elektrik depolanabiliyor, rüzgar ve güneş sanıldığı gibi aniden ve tüm yurtta aynı anda kesilmiyor bunu anladık ama yenilenebilir enerjinin marifetleri bunlarla da sınırlı değil. Jeotermal, biyokütle ve büyük hidroelektrik santrallar zaten baz yük sınıfında. Jeotermal ve yakıtı kentsel atık, hayvan dışkısı olan biyokütle santralları düğmesine basınca çalışan santrallar. Eskiden yapılmış onlarca dev barajlar da istenirse güneş ve rüzgarı dengelemek için kullanılabilir. Ne zaman çalışacağına yine siz karar verirsiniz. Almanya, Avusturya, Danimarka, Portekiz gibi ülkeler bu yüzden yüzde 100 yenilenebilir enerji yolunda ilerliyorlar. Elektriksiz yaşamak istedikleri için değil.

Türkiye’de güneş enerjisinin baz yük santrallara olan ihtiyacı düşürme gibi bir etkisi de var. Elektrik talebi yaz aylarında klimalarla birlikte artıyor. Güneş ise bu zamanda en çok elektriği üretiyor. Çatılarda panel sayısı arttıkça baz yük santrallara, yani nükleer ve termiğe ihtiyaç da o derece azalıyor. Belki de bu yüzden güneşi sevmiyorlar.

Baz yük bahanesiyle termik santralları savunanların bize söylemediği bir başka sır da kömürlü termik santralların iklim krizinin bir numaralı sorumlusu olması. Kömür yaktıkça sıcaklıklar artıyor ve orman yangınlarına davetiye çıkarıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre Çanakkale’de ortalama en yüksek sıcaklık Temmuz ve Ağustos aylarında 30 derecenin biraz üzerinde; kaydedilmiş en yüksek sıcaklık 39,7 derece. Bu yılın Temmuz ve Ağustos aylarında Çanakkale’de hava sıcaklığı, bazı hava durumu sitelerine göre tam 8 kez 40 dereceyi sınamış görünüyor. Ortalama sıcaklığın da sık sık 30 derecenin üzerine çıktığını görüyoruz. Orman yangınlarının sıklığı ve şiddetinin iklim krizi nedeniyle arttığını bilim çoktan kabul etti. Risk arttı, sonrası bir ihmale bakıyor.

Baz yük santralı bahanesiyle kömür santralını savunanlar, Akbelen Ormanları’nın kesilmesine seyirci kalanlar, Türkiye’yi geçmişte yaşatıp, orman yangınlarına neden oldukları için ne kadar övünse azdır.

İklim krizi dünyayı bunaltıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Temmuz 2022

Photo by Matt Palmer on Unsplash
İngiltere’de tarihi sıcaklık rekorları kırıldı. Yunanistan, İspanya ve Fransa, bizim gibi orman
yangınlarıyla boğuşuyor. Güney Avrupa’da sıcak hava dalgası nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı şimdiden binin üzerine çıktı. Çıkan yangınlar nedeniyle Londra İtfaiyesi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra en yoğun gününü yaşadı.

Baştan söyleyeyim, bir şehirde sıcaklık rekorunun kırılmasına, en soğuk günün yaşanmasına bakarak, “işte iklim krizi” diyemeyiz. İklim inkarcısı trollerin aksine biz bilimin ve bilimsel olanın peşindeyiz. İklim bilimi bize, sıcaklık ve yağış rekorları gibi aşırı hava olaylarının sık sık tekrar edeceğini ve şiddetini artıracağını söylüyor. Olan tam da bu. Geride bıraktığımız son 7 yıl gezegenin tanıklığı ettiği en sıcak 7 yıl oldu. Hepsinin arka arkaya gelmesi elbette tesadüf değil.

Sosyal medyada boy gösteren iklim trolleri size bundan bahsetmiyor, “bu yıl sıcak, daha önce de sıcak yıllar olmuştu” diyor. Ya da soğuk bir kış gününün ardından, “hani ısınıyorduk” diye yazıyorlar. Halbuki durum trollerin anlayamadığı kadar ciddi. Dünya Meteoroloji Örgütü, “1980’den bu yana her 10 yıl bir önceki 10 yıldan daha sıcak. Bunun devam etmesi bekleniyor” diyor. Troller ya bilerek ya da “trol” oldukları için bu bilimsel uyarıları görmezden geliyor.

Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltma Ofisi (UNDRR) 2000 ile 2019 yılları arasındaki en ölümcül 10 afeti sıralamış. Altısı deprem ve tsunamiyle ilgili, kalan dört afet ise aşırı hava olayları sonucunda meydana gelmiş. 2010’da Rusya’da 55 bin kişi sıcak hava dalgası, aynı yıl Somali’de 20 bin kişi kuraklık, 2008’de Myanmar’da 138 bin kişi fırtına, 2003’te Avrupa’da 72 bin kişi sıcak hava dalgası nedeniyle hayatını kaybetmiş. Sıcak hava dalgalarının Türkiye’deki sonuçları konusunda elimizde fazla veri yok ama Dünya Sağlık Örgütü bizi de en kırılgan ülkeler arasında gösteriyor.

Türkiye’nin 2021 yılındaki ortalama sıcaklığı 14,9 derece ile 1981-2010 yılları ortalamasının 1,4 derece üzerindeydi. 2000 yılından bu yana, bir yıl hariç her yıl ortalama sıcaklık sapması hep yukarı yönlü oldu. 21 yılda sadece bir yıl ortalamalara göre serin geçerken diğerleri hep sıcaktı. İklim krizi Türkiye’de daha çok sel, yangın, hortum ve kuraklıkla kendini gösteriyor. Biz ise iklim kriziyle şiddeti ve sıklığı artan aşırı yağışların, altyapısı kötü kentlerde daha büyük felaketlere yol açacağını bile söyleyemiyoruz. Siyasi beklentileri de öne çıkararak sadece altyapıya odaklanarak bu olayları iklim krizi bir etken değilmiş gibi değerlendirmeye devam ediyoruz. Kentleşme konusunda bizden daha iyi durumdaki Avrupa kentlerinde de sel baskınlarının can ve mal kaybına yol açtığını, orman yangınlarının orada da olduğunu görmüyor gibiyiz. İklimi değiştiren kömürlü termik santralları kapatmak için tarih veremeyen Avrupa’daki beş ülkeden biri Türkiye ama konu bir türlü oraya gelmiyor.

İklim krizinin yol açtığı sorunlara karşı önlemler almak zorundayız ancak bu bizi krizden tamamen koruyamaz. Krizden çıkmak için enerjiden gıdaya, ulaşımdan üretime her alanda başka bir dünya kurmalıyız. Kapitalizmden vazgeçmek de diyebiliriz çünkü trolleri de yanlış bilgilerle besleyen aslında değişmek istemeyen bu sistemin ögeleri. Kazancını petrole borçlu ExxonMobil’in 22 yılda 37 milyon doları iklim inkarcısı gruplara verdiği biliniyor. Troller, kulağa hoş gelen iklim inkarcısı metinleri yayarak kimlere hizmet ettiğinin belki de farkında bile değiller. Bazıları da bizzat petrol, kömür, nükleer ve gaz endüstrisindeki işlerini korumayı, insanlığı korumaya yeğliyor. Nükleer demişken; iklim krizinden bizi kurtaracak denen nükleer santrallar, soğutma sularının havayla birlikte ısınması nedeniyle Belçika ve Fransa’da ya durduruluyor ya da düşük kapasitede çalıştırılıyor. Sıcakta çalışamayan atom santralları bizi kurtaracak öyle mi? Tam bir komedi!

İklim krizinin doğaya, ekonomiye verdiği zararın yanında can kayıplarıyla hayatımızı doğrudan etkilediği günlerde, Trollerin, o saçma sapan komplo teorilerini yayarak binlerce insanın hayatını riske attığının farkında olduğunu bile sanmıyorum. Trol, karakteri gereği araştırma yapmayı sevmez, bilimle ilgilenmez ve güneşten nefret eder. Yerin altında olmayı tercih ettiği için de fosil yakıtlara yakın, iklim krizinden çıkışta önemli bir role sahip güneş gibi enerji kaynaklarından uzaktır. Siz de trollerden uzak durun.

Ormanları iklim krizi mi yakıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Haziran 2022

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün her yıl hazırladığı iklim raporu, pek fark edilmeyen, bu ülkedeki değerli çalışmalardan biri. 2021 yılı raporunda, aşırı hava olayları başlığı altında geçen yıl 28 Temmuz’da başlayıp 12 Ağustos’a kadar süren orman yangınları da yer alıyor. 44 ilde 197 ayrı yerde, aynı tarihlerde görülen bu yangınların aşırı hava olaylarıyla ilişkisinin elbette farkındalar.

Foto: @marmarisbeltr
İklim bilimi de yıllardır bunu söylüyor. İklim krizi nedeniyle artan sıcaklıklar, özellikle de eskisine göre şiddetlenen ve uzayan sıcak hava dalgaları orman yangını riskini artırıyor. Evet, bilimin dediği oluyor ama soru şu; ormanları iklim krizi mi yaktı? Bu sorunun tek bir yanıtı yok ama baş sorumlu iklim krizi olsa bile yalnız olmadığını biliyoruz

Doğayı biraz yakından tanıyanlar için tekrar olacak. Uzun süren yüksek sıcaklıklar ormandaki nemi azaltır, orman varlığını yangına hazır hale getirir. Vaşington Üniversitesi Çevre ve Orman Bilimleri Fakültesi’nden Dr. Susan Richards, iklim krizi nedeniyle artan yıldırım düşmesi ve kuvvetli rüzgâr olaylarının yangınlardaki rolüne de ayrıca dikkat çekiyor. İklim krizinin kırılgan hale getirdiği ormanların bazen doğal nedenler bazen de insan eliyle alev topuna dönüşmesi ise an meselesi. Yakılan anız, söndürülmeyen mangal, cam kırıkları, sigara izmaritleri, kazalar ve bilerek çıkarılan yangınlar doğal nedenlerin dışında ilk akla gelenler.

ABD için devletçe hazırlanan ulusal iklim değerlendirmeleri, Batı ABD’de büyük yangınların sayısının 1984 ila 2015 arasında iki kat arttığını gösteriyor. Son yıllarda Kaliforniya, Yunanistan ve Avustralya’da görülen ve neredeyse her yıl tekrarlanan yangınlar da istatistiklerde yerlerini almaya başladı. Türkiye de farklı değil. Aşırı hava olaylarının sayısı 2011 yılında sadece 324 iken 2021’de 1024’e çıktı; üç kat arttı.

Komplocular ve yangınlar üzerinden rant elde etmek isteyenler işi terör örgütlerine kadar götürüyor ama asıl gerçeği görmüyor. Aynı kentlerdeki su baskınlarında olduğu gibi, şiddeti ve sıklığı artan aşırı hava olayları, ormanları da yangınlara karşı daha hassas hale getiriyor. Kesin çözüm petrol, doğalgaz ve kömür kullanımını hızla terk etmek, kapitalizmin tüketim toplumunu destekleyen politikalarını çöpe atmak, hayatı yavaşlatmak ve yaşam tarzımızı değiştirmek. Kısa vadede ise almamız gereken önlemler var.

Türkiye Ormancılar Derneği’nin, ‘Türkiye’de Ormansızlaşma ve Orman Bozulması’ adlı raporundan geçen haftaki yazımda bahsetmiştim. Çok sayıda önemli bilim insanının katkıda bulunduğu bu rapor, yangınların önlenmesi ve hasarın azaltılması için yapılması gerekenleri de anlatıyor. Öncelikle personelin yetersiz ve yetkin olmadığına dikkat çekiliyor.

Ekipman ve tecrübe eksikliği geçen yıl 140 bin hektarı etkileyen yangın sırasında görülmüş. Sorun elbette bütçeyle ilgili. Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) yangınlarla mücadele bütçesi 2012 yılında 374 milyon TL iken, 2019’da 28 milyona kadar gerilemiş. Herkes iklim krizi nedeniyle yangın riskine dikkat çekerken bizde bütçe ufaldıkça ufalmış. 2022 bütçesi ise rekor bir artışla 2 milyar 500 milyona çıkmış. Uyarıların dikkate alınması için ormanların yanması gerekiyormuş. Yine de yeterliliği tartışılır. Mustafa Bildircin’in dün BirGün’de yayımlanan haberi de OGM bütçesinin merkezi bütçeye oranla nasıl eridiğini, altı yılda yüzde 0,5’ten yüzde 0,3’e gerilediğini gösteriyordu. Yangınla mücadeleye bu yıl katılan yeni personel, uçak ve helikopter konusu da sıkıntılı. Türkiye Ormancılar Derneği yetkilileri, işe alım sürecinin geciktiğini, personelin eğitim ve tecrübe konusunda yeterli olmadığına dikkat çekiyor.

Orman yangınlarına davetiye çıkaran başka unsurlar da var. Listenin başına da ormanların parçalanmasını yazabiliriz. 2008 ila 2019 arasında 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı yüzde 118 artmış. Ormana insan girmiş sizin anlayacağınız. İnsan ormanda maden açmış, turistik tesis yapmış, konut kondurmuş, elektrik üretim tesisleri inşa etmiş, iletim hatları döşemiş. Varsayalım yurdum insanı bencil, bilinçsiz; ülkeyi yöneten iktidar ne yapmış? İnsanları durduracağına onlara gerekli izinleri vermiş, yol açmış. Gezegenin ısınmasıyla yangına daha duyarlı hale gelen ormanlara, elinde adeta çakmakla gezen insanları rant uğruna salıvermiş. Şimdi tekrar soralım, iklim krizine ormanları yakarken kim yardım etmiş?

Ormanlar arsaya ağaçlar oduna dönüşür yurdumda

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Haziran 2022

2017-2021 yılları arasında Türkiye’de toplam odun üretimi yüzde 69 oranında arttı. Ağaçları kesip odun yaptık, satarak ekonomiyi büyüttük. Ya da kendimizi kandırdık. Birilerinin bu işten zengin olduğu kesin ama Türkiye’nin ormanlarını kaybederek fakirleştiği ortada.

Hükümet ise Türkiye’nin ormansızlaştığı savına itiraz ediyor, en fazla ağaçlandırmanın AKP döneminde yapıldığını söylüyor. Türkiye Ormancılar Derneği’ne göre bu doğru değil. İlgili herkesin okuması gereken ‘Türkiye Ormancılığı 2022’ raporlarında da rakamlarıyla durumu anlatıyorlar. 1984-2002 arası Türkiye ortalama yılda 59 bin hektar ağaçlandırma yaparken AKP döneminde bu rakam 32 bin hektara gerilemiş.

Orman alanlarıyla ilgili söylemler de doğruyu yansıtmıyor. Hükümet orman alanlarının son 15 yılda 1 milyon hektar arttığını söylese de bu artış, köyden kente göçle boşalan alanların ormana dönüşmesi ve artan orman kadastro çalışmasıyla eskiden kayıt altına alınmayan alanların kayıt altına alınmasından kaynaklanıyor. Mevcut ormanların niteliği ise tam tersine kötüye gidiyor.

ODUN ÜRETİMİ ARTTI
Önce artan odun üretiminden başlayalım. Kırsalın boşalması nedeniyle aslında birçok bölgede ormanlar üzerindeki baskı azaldı. Böylece ‘cari artım’, bir başka deyişle orman serveti çoğaldı. Ancak bu servet yerinde durmuyor. Büyüyen ağaçlar kesiliyor. Orman varlığındaki artıştan kesime giden pay artıyor. 2005 yılında cari artımın yüzde 38’i odun üretimine dönüşürken, 2021’de artımın yüzde 67’si odun olmuş. Sektördeki değişim de bunu onaylıyor. Lif levha sektöründe Avrupa’da birinci, dünyada ikinci, yonga levhada ise Avrupa’da üçüncü, dünyada beşinci sıraya gelmişiz. Özetlersek, eskisine göre daha fazla ağaç kesip satıyoruz.

Türk Lirası’nın değer kaybetmesiyle sektör hammadde temini için iç piyasaya gözünü dikti. Milli Parklar’da bile odun üretimi yapıldığı söyleniyor. Kes kesebildiğin kadar. Satılan sadece orman değil, temiz havamız, bizimle bu ülkede yaşayan diğer canlıların evi, karbonu içine hapsedip yıllarca saklayan ve bu sayede iklim krizinin büyümesini önleyen ağaçlar. Şirketler kâr etsin, ekonomi büyüsün diye kelimenin tam anlamıyla geleceğimiz yok ediliyor.

YANGINLARI TETİKLİYOR
İklim krizi demişken, geçen yıl sıcak hava dalgasının ardından özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerini kasıp kavuran orman yangınlarının 140 bin hektarı etkilediğini anımsayalım. 2009-2020 yıllarında her yıl ortalama 8 bin 200 hektarlık alan yangınlardan etkilenirken sadece geçen yıl 17 kat fazla alan orman yangınlarından etkilendi. Sıcak hava dalgası yangınlara davetiye çıkardı. Türkiye tarihinin orman yangınları açısından en korkunç yıllarından birine tanıklık ettik. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün de 2021 yılı için hazırladığı iklim raporuna eklediği bu yangınlar, iklim krizini durduramazsak önümüzdeki yıllarda şiddetini ve sıklığını artıracak.

ORMANLAR PARÇALANIYOR
Türkiye Ormancılar Derneği, son yıllarda yangın başına düşen yanan alan artışına da dikkat çekiyor. Personel yetersizliği, uçak ve helikopter kiralanması konusunda alınan yanlış kararlar yangın söndürme çalışmalarını etkiliyor. Yangınlarının en büyük nedeni ise ormanların parçalanması. 2008 yılında Türkiye’nin ormanları 101 bin parçadan oluşurken 10 yıl sonra, 2019’da 158 bin parçadan oluşan ormanlara sahip olmuşuz. Ormanların parçalanması bu alanların turistik tesislere, konuta, maden ve enerji santrallarına ayrılması ve ormana insanın girmesi demek. Bu da yangın riskini artırıyor.

2012 ile 2020 yılları arasındaki dokuz yılda 342 bin 846 hektar alan ormancılık dışı amaçlara tahsis edilmş. Geçen yılki orman yangınından etkilenen alanın 2,5 katını biz zaten tahsislerle bir anlamda yakmışız. Parçalayarak yaraladığımız ormanları yavaş yavaş yok ediyoruz. Yangınları görüyoruz ama madenlere, enerji şirketlerine, turizm ve yerleşime açılarak yok edilen ormanları görmüyoruz. Şu yaktı bu yaktı gibi spekülasyonlarla zaman kaybedenler de tahsisleri yapan ve orman yangınlarına davetiye çıkaran icraatlara imza atanları konuşsa daha iyi olacak. Elinde kibrit olanlar belli.

Kutuplaşma ve doğa

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Ağustos 2017

Türkiye’de kutuplaşma o kadar arttı ki bunun bedelini sadece insanlar değil doğa da ödüyor. Tunceli’de (Dersim) çıkan orman yangınlarından sonra medyada yaşanan sessizlik, sosyal medyadaki tartışmaların yangından çok nefret söylemlerine odaklanması, ciddi bir soruna işaret ediyor. Ana akım medya, ülkenin doğusunda çıkan yangınlara, batısındaki yangınlar gibi yaklaşmıyor. Gündemde aldıkları süreler farklı, canlı yayın yapan televizyon ekipleri görmüyorsunuz. Bodrum’da yangın çıksa birkaç saat içinde her yerde okuyorsunuz ama iş ülkenin diğer tarafına gelince bazen yangınların haber olması bile günler alıyor.

Gazetecilerin de işi zor. Ne zaman doğuda bir yangın çıksa “kim yaktı” üzerinden bir tartışma başlıyor. Kundaklama ve sabotaj iddialarını doğrulamaktan daha zor bir konu bu. Sosyal medya da konuyu özellikle bu açıdan ele alıyor. Kimi PKK’yi, kimi güvenlik kuvvetlerini suçluyor. Gazeteciler zaten bu konularla ilgili haber yapmaya çekiniyor. Yasaklar yüzünden istese de söz konusu alanlara gidemiyor. Nasıl araştıracak, gerçeği bulacak ve yazacak? Böyle olunca orman yangınına odaklanan da kalmıyor. Araştırılamayan iddialar, doğru bilginin eksikliği, nefret ve ayrıştırmayı daha da körüklüyor. Ağaçların yanmasını basının özgür olmamasına bağlarsam herhalde abartmış olmam.

Yangınlardan sonra Tunceli Valiliği bir açıklama yaptı. Eldeki tek resmi bilgi bu. Açıklamada, …İlimiz Hozat-Aliboğazı, Merkez-Kutuderesi ile Munzur Vadisi-Bali Deresi mevkilerinde son bir hafta içerisinde güvenlik kuvvetlerimizce terör örgütlerine yönelik yürütülen operasyonlar kapsamında şiddetli çatışmalar yaşanmış, çatışmalar sonucu meydana gelen orman yangınları örtü yangını şeklinde olup, orman alt tabakasında bulunan kurumuş otların yanması sonucu meydana gelmiştir” deniyor. Valilik net bir şekilde söylüyor, oradaki orman yangını çatışmalar yüzünden çıkmış. Çatışmalar sürdükçe yeni yangınların çıkacağını kestirmek zor değil.

Bize düşen bu yangını söndürmek. Her zaman ve her yerde koşulsuz bir şekilde şiddet karşıtlığını, barışı savunmak. Kin beslemekten vazgeçmezsek bizi buluşturan son ortak değerimizi, doğayı da kaybederiz. Biliyorum, birçok insan artık bu ülkede barışa ya da bir ortak değerimiz olduğuna inanmıyor. Kutuplaşma yüzünden her konuda taraf tutup, diğer tarafı hiçe saymaya devam ediyoruz. Yangında ileriyi görmek zordur ama artık şu gerçeği anlamalıyız. Kimsenin zorla başkasının istediği gibi yaşayacağı bir dönemde değiliz. Birlikte yaşamak istiyorsak özgürlüklerle zenginleşmiş bir uzlaşma kültürüne ihtiyaç duyuyoruz. İstemiyorsak da herkesin, özellikle de ülkeyi yönetenlerin bunu açık açık söylemesinde fayda var.

Doğa hepimizin ortak mirası ve geleceği. Taraf tutarak, karşı tarafı suçlayarak onu kaybetmekten başka bir şey yapmıyoruz. Bu toplum, nadiren de olsa bazı konularda sağduyulu davranabiliyor. Doğanın da böyle bir işlevi olabilir. Din, ırk ve mezhep temelli ortak kimlik arayışlarının her biri felaketle sonlandı. Doğa bizi bir araya getirebilir. Hatırlayın, Gezi’de bunu büyük ölçüde başarmıştı.

***

Ayvalık’ta yanan ormanın fidanlarını biz dikelim
Yangın haberleri arka arkaya geliyor. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nda beş hektarlık alana yayılmış orman kül oldu. Sabotaj iddiaları var. Ormanın korunacağına dair kuşkular da… Türkiye’de adalete güven yerlerde süründüğü için kimse buranın yeniden ağaçlandırılacağına inanmıyor. Orman Bakanlığı, her zaman yaptığı gibi orada yapılaşmaya izin vermeyeceğini söyleyecektir ama benim bakanlığa başka bir teklifim var. Herhangi bir şüpheye fırsat vermemek için gelin şöyle yapalım.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ayvalık’taki Tabiat Parkı’nın ağaçlandırılması işini, bu işi yıllardır hakkıyla yapan bir sivil toplum kuruluşuna devretsin. O kuruluş tam yetkili olsun, kimseyi alana sokmasın. Kampanya başlatsın, bağışlarla fidanlar toprağa kavuşsun. Kimsenin aklında soru kalmasın. Soğutma çalışmalarından sonra, toprak fidan dikmeye uygun olduğunda ilk fidanı da Bakan Eroğlu diksin. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu en çok açılış yapan bakanlardan biri, inanmayan bakanlığın internet sayfasına bakabilir. Bir açılış fotoğrafı da yanan yerlerin ağaçlandırılması çalışmalarında çekilsin. Kundakçıya, fırsatçıya bundan iyi mesaj olur mu?

Orman yangınlarını barış söndürür

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Ağustos 2015

Türkiye bir yangın yeri dersek abartmış olmayız. Her yerden ölüm ve çatışma haberleri geliyor. Nefret suçları diz boyu. Üniversite hocasından sosyal medya trolüne kadar herkes her gün insanlık suçu işliyor. Doğa da bu şiddet ortamından payını alıyor. Doğu’dan gelen yangın haberleri beraberinde birçok iddiayı da gündeme taşıyor. Orman yangınların kasten, güvenlik güçleri tarafından çıkarıldığı ya da çatışmalar nedeniyle başladığı öne sürülüyor. Hükümet tarafı da zaman zaman benzer iddialarda bulunuyor. Yangın söndürme araçlarının PKK’liler tarafından yakıldığı ve söndürme çalışmalarının engellendiği (Tunceli ve Nusaybin’de orman yangınları, Hürriyet, 5 Ağustos 2015) gibi.

Gazetecilerin, sivil toplum kuruluşlarının işi zor. Elde somut delil olmadan, “ormanları falanca yakıyor” demek mümkün değil. Yapılabilecekler sınırlı. Görülen, tanıklık edilen yangınlar, görgü tanıklarının beyanlarıyla kayda geçiriliyor. 19 ve 26 Temmuz tarihlerinde Lice’de çıkan yangınlarla ilgili haberlerde HDP yetkilileri, milletvekilleri ve yöre halkının demeçlerine yer verilmiş. HDP Diyarbakır milletvekili Edip Berk, BBC’ye verdiği demeçte, “yangının nasıl başlamış olduğu ile ilgili bilgisinin olmadığını ama bunun doğal nedenlerle çıkmış olabileceğinden şüphe duyduğunu” söylemiş. İddiaların sahibi bir milletvekili, Meclis’te ettiği bir yemin var. Gazetecilerin somut delillere ulaşamadığı durumlarda iddia sahibini belirterek bu iddialara yer vermesi doğru bir yöntem. Okuduğunuz gazete, bu iddialara bile yer vermekten kaçınıyorsa bilin ki işlerini iyi yapmıyorlar.

İddialar başlı başlına yeterli değil. Gerçeğin izini sürerken yardım alacağınız bir başka kaynak da rakamlar. Medyada ve okuyucular arasında fazla rakamın yazının keyfini kaçırdığı yönünde batıl bir inanç var. Bakmayın siz onlara. Komplo teorileriyle büyümüş bir ülkede böyle batıl inançlar olur. Ahkâm keserek yazı yazanların işini bozduğu için bu tip yazılar küçümsenir. Halbuki veri gazeteciliği, rakamlar sizi aydınlatır. Yangın meselesini anlamak için de gelin geçmiş yılların verilerine bakalım.

2013 yılında Diyarbakır’da 15 yangın çıkmış, 89 hektarlık orman yanmış. 2014’te ise 13 yangın çıkmış ve 56 hektarlık ormanı kül etmiş. Temmuz sonunda çatışmalar sonucunda Lice’de çıkan yangında 200 hektarlık ormanlık alanın yandığını Anadolu Ajansı (AA) kaynaklı haberlerden biliyoruz. Demek ki Diyarbakır’da şimdiden son iki yılın toplamından daha fazla orman yanmış.

Tunceli’de son iki yılda 2 hektar orman yanmıştı. Temmuz sonu, Ağustos başında çıkan iki yangında kaybedilen ormanlık alan 57 hektar. Bir ayda Tunceli’de yanan alan son iki yılın 30 katı. Orman Bakanlığı’nın resmi açıklama yapmayışı, yanan alanlar hakkında net bilgi vermemesi de sorunlu. Halbuki, ortada bir suçlama varsa şeffaflık en büyük savunmanızdır.

İl il baktığınızda özellikle çatışmaların olduğu bölgelerden gelen yangın haberlerinin sayısı ve yanan alan miktarlarında artış görülüyor. AA kaynaklı haberlerin bazılarında yangınların çıkış sebebinin çatışmalar olduğu açık açık yazılmış. Veriler de net bir şekilde, geçmişe kıyasla daha fazla orman kaybı yaşadığımızı gösteriyor. Yangını çıkaranın kim olduğu, bilerek söndürülmediği veya söndürme çalışmalarının engellenip engellenmediği ayrı bir tartışma konusu. Net olan, bu şiddet sarmalının insanlarla birlikte doğaya da ciddi zarar verdiği. Dünyanın en büyük ekolojik felaketlerinin arkasında savaş ve çatışmaların olduğu gerçeği bir kez daha yüzümüze bir tokat gibi iniyor. 2015 yılı resmi verileri açıklandığında korkarım daha kötü bir tabloyla karşı karşıya kalacağız.

Suçluyu bulmak, yalanları ortaya çıkarmak elbette önemli ama yangında ilk yapılacak şeyin bu ateşi söndürmek olduğunu unutmayalım. Savaşlar zaten gerçeklerin kaybedildiği, yalanların gündeme egemen olduğu ülkelerde çıkar. Gerçeği görebilmek için yanan ağaçların ve yüreklerin üzerine barış suyunu dökmemiz gerekiyor. Helikopterleri beklemeden, avuçlarımızla taşıyarak.

***
Türkiye’nin doğu illerindeki orman yangınları

2013
2014

Adet
Hektar
Adet
Hektar
Erzurum
7
8,10
3
3,50
Erzincan
3
5,70
-
-
Bayburt
-
-
-
-
Ağrı
-
-
-
-
Kars
6
8,10
55
19,04
Iğdır
-
-
-
-
Ardahan
5
33,50
-
-
Malatya
15
9,70
124
155,84
Elazığ
13
10,90
15
24,00
Bingöl
29
24,90
43
25,65
Tunceli
4
1,00
2
1,00
Van
-
-
-
-
Muş
1
0,30
1
1,00
Bitlis
3
2,20
2
1,00
Hakkari
6
2,90
4
1,00
Gaziantep
36
21,61
18
13,61
Adıyaman
36
123,02
18
34,90
Kilis
6
2,00
9
5,98
Şanlıurfa
16
30,50
7
9,70
Diyarbakır
15
89,90
13
56,00
Mardin
19
72,10
91
78,86
Batman
2
11,00
2
25,00
Şırnak
7
31,50
13
111,95
Siirt
7
30,37
-
-




Kaynak: Orman ve Su İşleri Bakanlığı