TMMOB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TMMOB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CHP Akkuyu için Meclis Araştırması istedi

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Mayıs 2019

Gündeme bomba gibi düşen Akkuyu Nükleer Santralı’nın temelinde çatlaklar oluştuğu haberi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de hareketlendirdi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, konuyla ilgili Meclis Araştırması açılması için 20 milletvekilinin imzası bulunan dilekçeyi partisi adına Meclis Başkanlığı’na iletti.

CHP, başvuru dilekçesinde, Akkuyu Nükleer Güç Santralı inşaatıyla ilgili bugüne dek yaşanan teknik sorunların gelecekte yaşanmasının önüne geçmek adına inşaat alanında gerekli analiz ve araştırmaların yapılıp yapılmadığının, inşaatın uluslararası standartlara uygunluğunun sağlanıp sağlanmadığının bağımsız olarak araştırılmasını istedi. CHP’nin teklifi ön görüşmeden sonra kabul edilirse bir Meclis Araştırması Komisyonu kurulacak ve bu komisyon isterse kamu kurumları, üniversite ya da meslek örgütleri gibi kuruluşlardan bilgi alabilecek veya inceleme yapmalarını isteyebilecek.

Meclis Araştırması için yapılan başvurunun gerekçesinde şu açıklamaya yer verildi: “Türkiye için yeni olduğu kadar riskli bir teknoloji olan nükleer, ciddi endişeler yaratmaktadır. Bu endişelerin haklılığı basına yansıyan haberlerle bir kez daha kanıtlanmıştır. Akkuyu Nükleer Santralı inşaatının henüz ilk aşamasında, santral temel yapısının bazı bölümlerinde oluşan çatlakların projeyi denetlemekle yükümlü olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) yetkililerince tespit edildiği inşaatı üstlenen şirketin açıklamasıyla da kabul edilmiştir. Çatlak oluşan bölümlerin kırılarak yeniden beton dökülmek sureti ile onarıldığı ancak aynı yerlerde yeniden çatlakların oluştuğu anlaşılmıştır”.

CHP’nin Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, gerekçe kısmında Rus nükleer santralının denetimini yapan TAEK’in bağımsız bir kuruluş olmadığına da dikkat çekiyor. Rusya ile Türkiye arasında imzalanan milletlerarası bir anlaşmayla yapılan bu santralın devlet tarafından yapıldığına dikkat çekilen metinde, bir devlet kuruluşu olan TAEK ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan Nükleer Denetleme Kurulu’nun (NDK) devlete bağlı kuruluşlar olması nedeniyle bağımsız bir denetimden söz edilemeyeceği belirtiliyor. Biçer Karaca, “dolayısıyla nükleer santralın bugüne kadarki yapım sürecinin TAEK tarafından yapılması uluslararası kurallara aykırıdır” diyor.

Meclis Araştırması açılması talep edilen metinde, nükleer santralın Akdeniz fay hatlarına yakınlığına da vurgu yapılmış. ÇED olumlu kararının iptali için açılan ve Danıştay’da görülüp sonlanan davada, davacı tarafların zemininin sorunlu olduğunu belirttiklerini hatırlatan CHP, bilirkişi heyetinden zemin örneği alınmasının talep edildiğini ancak bilirkişi heyetinin bu talebi dikkate almadığını da belirtiyor. Akkuyu’daki nükleer santralın bir ünitesini 2023’e yetiştirme çabaları sürerken, “saha çalışmalarının yeterli olmadığı”, “deprem konusunun göz önünde tutulmadığı” gibi temel itiraz noktaları ekseninde açılmış davalar da sürüyor.

***

“Akkuyu’da çalıştırmalar durdurulmalı”
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz
Akkuyu’daki gelişmeler üzerine bir açıklama yapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, “Bilindiği gibi temel çatlağı çok önemli bir teknik konu olup gerçek nedeninin bulunup gerekli tedbirler alınmaz ise üzerine yapılacak yapının güvenilmez olmasına neden olur. Bir nükleer santralın temelinin güvenilmez olması ise kesinlikle kabul edilebilecek bir husus değildir ve bir felakete neden olacağı kesindir. Böyle bir felakete neden olunmaması için Akkuyu Nükleer Santralı yapım çalışmalarının durdurulması gerekmektedir” dedi.

***
“Oldu bittiye getirilmemeli”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca
Nükleer santral gibi bir inşaat faaliyeti; her aşamasında etkin ve bağımsız denetimi gerektiren, oluşabilecek tüm risklerin doğru hesaplanıp, giderilmesi elzem bir süreç. Bu konuyla ilgili hiçbir şeyin üstü örtülmemeli, oldu bittiye getirilmemeli. Akkuyu'da yapılmak istenen nükleer santrale ilişkin kamuoyuna yansıyan görüntü; inşaatın aklın ve bilimin gerekliliklerine göre değil, gündelik siyasi çıkarlar doğrultusunda devam ettiği yönünde. Bu sorunun giderilmesi toplumun her kesiminin içine sinecek bir denetim ve takip süreciyle mümkün olacak. Bizler için aslolan siyasi çıkarlar değil, insanla birlikte doğanın tüm unsurlarının sağlıklı ve güvenli bir biçimde yaşamasını teminat altına almaktır. Bu tüm yöneticilerin de asli sorumluluğu olmak zorundadır.

Cumhuriyet tarihinin en büyük kapanışı

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Ekim 2018

Bugün Türkiye, İstanbul’da yeni bir havalimanını açmıyor, milyonlarca dolar yatırıp, dünyanın sayılı havalimanları arasına getirdiği Atatürk Havalimanı’nı kapatıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de tek kalemde en büyük israfı gerçekleşiyor bugün. Niye kapatıldığını da kimse bilmiyor. Herhalde spekülasyonlardaki gibi ya “Atatürk” ismi AKP hükümetini rahatsız etti ya da arazisini ranta açma düşüncesi üstün geldi. Belki de ikisi birden çünkü dünyanın en büyük 15. havalimanının kapatılmasıyla ilgili başka mantıklı bir açıklama gelmiyor akla.

Türkiye'de en yanlış projenin yıkılmasına bile, "bir kere yapıldı" diye karşı çıkanlar, milyonlarca dolar değerindeki Atatürk Havalimanı'nın kapatılarak çöpe atıldığından hiç bahsetmiyor. İstenseydi Atatürk Havalimanı büyütülebilir veya İstanbul'a orta büyüklükte üçüncü bir havaalanı yapılarak iddia edilen kapasite sorunu çözülebilirdi. Hükümet medyasının malum köşe yazarları arasında Londra'ya gitmeyen belki de yoktur. Ama bir tanesinin okuyucularına İngiltere’nin en büyük kentinde neden bir dev havalimanı değil beş tane olduğunu yazacak cesareti yok. Bu köşede de yeni havalimanının gereksiz olduğunu defalarca yazdık. Londra’nın Heathrow Havalimanı kadar büyük olan Atatürk Havalimanı’nın ondan yaklaşık 20 milyon daha az yolcu ağırlamasına rağmen nasıl kapasite sorunu yaşadığını sorduk; yanıt alamadık.

Yeni havalimanı, 3. Köprü ile birlikte İstanbul'un nispeten el değmemiş, kuzey ormanlarını barındıran, su havzalarının olduğu bölgeyi yapılaşmaya açıyor. Şimdi bu son sığınak da betona teslim ediliyor. Birçok raporda da belirtildiği gibi bölgede Bern Sözleşmesi'ne göre tehlike altında bulunan 10, küresel ölçekte tehlike altında olan ise 8 bitki türü var. 13 endemik bitki türünü ev sahipliğini yaptığını da hatırlatalım. Hayvanlar açısından da durum farklı değil. TMMOB raporu, ÇED raporunda yer alan 58 fauna bireyinin 24'ünün Bern Sözleşmesi EK 2 listesinde yer aldığına ve kesinlikle koruma altına alınması gereken türler olduğuna dikkat çekiyor. Ekosistemlerinden dev otoyol geçirdiğimiz bu hayvanlar şimdi de yüzlerce uçağın ve araç trafiğinin baskısı altında kalacak. Havalimanının kuşların göç yolu üzerinde olduğunu, alanın dünya açısından değerli onlarca türe de ev sahipliği yaptığını da uzmanlar söylüyor. Gerekliliği tartışmalı bu devasa proje ve kuzeydeki diğer projeler, ekolojik açıdan korunması gereken bir yere yapıldı. Etrafında yapılaşma artıkça hasar daha da büyüyecek. 

Projenin ekonomik riski de var ama şirketler için değil. Verilen yolcu garantisi şirketleri rahatlatıyor ama sayı tutturulamazsa bu para bizim cebimizden çıkacak. Kriz yüzünden zor günler yaşayan Türkiye ekonomisinin omzuna yeni bir yük daha binecek. Havalimanının İstanbulluların yaşadığı mahallelere en uzak noktada kurulması da oraya ulaşmak isteyenlere çektireceği çilenin yanı sıra kimsenin konuşmadığı bir başka ekonomik yükü de beraberinde getiriyor. Yeni havalimanı ile Taksim arası 40 km. Atatürk Havalimanı Taksim arası 22 km idi. Yeni havalimanı Avcılar arası 50 km. Atatürk Havalimanı düzenlense ve kullanıma devam edilseydi Avcılar’dan ulaşmak için 16 km gidilecekti Mesafa uzadığı için yakıt ve araç giderleri artacak. Mesafelerin ortalama ikiye katlandığını düşünürsek masraf da ikiye katlanacak. Türkiye'nin petrolünün  yüzde 92'si ithal ve siz böyle bi proje yaparken enerji tüketimini hiç hesaba katmıyorsunuz. Bu bölgeye yeni mahalleler kurulsa ve 3-5 milyon nüfusa sahip olsa bile yeni havalimanı kalan 15-20 milyona hep uzak olacak. Türkiye ulaşımdan insan refahına kadar birçok alanda bu havalimanı var oldukça zarar edecek.

Akla zarar bir proje olduğu için “çılgın” diye adlandırılan bu havalimanı ve beraberindeki Kanal İstanbul ile 3. köprü projeleri, İstanbul'un zaten yönetilemeyen nüfusunu daha da artıracak ve kenti her anlamda yaşanmaz kılacak.TMMOB'un yine havalimanıyla ilgili raporlarında işaret ettiği gibi Büyükçekmece ve Terkos gibi önemli su havzalarında yapılaşma baskısı bu projeler yüzünden artıyor. Kuzey ormanlarının talana açılması, İstanbul'un zaten Dünya Sağlık Örgütü değerlerine göe kirli olan havasını temizleyen bu ormanların da yok olmasına neden olacak. Solunum yolu hastalıklarından Akciğer kanserine kadar yolu var.

Bugün törenle açılışı yapılacak havalimanı, bu ülkeyi, doğayı ve insanların sağlığını korumak isteyenlerin alkış tutabileceği bir iş değil. İyi tarafına bakalım. Atatürk Havalimanı gibi milyonlarca dolarlık bir yatırım kimseye hesap vermeden boşa çıkarılabiliyorsa bu ülkede yanlış yapılmış bu havalimanı gibi birçok proje de artık rahatlıkla yıkılabilir.

Enerji sektörü kapanmalar, el değiştirmeler ve tekelleşme sorunuyla karşı karşıya

Oğuz Türkyılmaz enerji konusunu yakından takip edenlerin iyi bildiği bir isim. Makina Mühendisleri Odası ve TMMOB'nin eski yöneticilerinden, ağırlıkla enerji sektöründe geçen mesleki yaşamında, 43 yılı geride bırakmış, ODTÜ mezunu bir endüstri mühendisi. Uzun yılllardır da TMMOB Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu’nun Başkanı. İstanbul’da yakaladığımız Türkyılmaz ile kömürden, özelleştirmelere enerji sektörünün sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk.

Söyleşi: Özgür Gürbüz-BirGün/16 Aralık 2016

Son seçim ve 15 Temmuz’dan sonra enerji sektöründe de oldukça tartışmalı gelişmeler yaşanıyor. Elektrik Piyasası Kanunu’na daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen tekrar eklenen teşvik, özelleştirilen termik santrallara çevre mevzuatından muafiyet getiriyor. Çevreyi diledikleri gibi kirletme fırsatı tanınıyor. Ardından ucuz denilen yerli kömür santrallarına alım garantisi verildi. Torba yasaya sıkıştırılan 80. madde de, Bakanlar Kurulu’nun onay verdiği projelere vergi indirimleri, bedelsiz arazi tahsisleri öngörüyor. Enerji verimliliği, nükleer enerjinin terk edilmesi veya Uluslararası Enerji Ajansı’nın bile vurguladığı fosil yakıtlara verilen teşviklerinin durdurulması gibi konular hükümetin gündeminde yok. Sizce Türkiye ne yapmaya çalışıyor? Enerjide çizilmiş bir rota var mı?

Türkiye ne yapmaya çalışıyor sorusunu, 14 yıldır iş başındaki siyasi iktidar ne yapmaya çalışıyor diye yanıtlayayım. Siyasi iktidar, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ve ‘yenilenebilir enerjiyi destekleme’ söylemine karşın dışa bağımlılığın ve fosil yakıt egemenliğinin artmasını sağladı. 2002'den bugüne, elektrik üretimi iki kat arttı. Ancak birincil enerji arzında yerli kaynakların payı yüzde 31,6'dan yüzde 24'e geriledi. Enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 76’a ulaştı. Petrol, doğalgaz ve taş kömürü ithalatına ödenen faturalar da çok yükseldi. 

Enerjide çizilen rota kamu varlığının sona erdirilmesine yönelik. Kamu eliyle kurulan ve büyüyen petrol dağıtım şirketi Türkiye Petrolleri Petrol Dağıtım A.Ş. (TPPD) özelleştirilirdi. Türkiye Petrolleri’nin (TPAO) arama, sondaj, üretim faaliyetlerinin de uluslararası şirketi (TPIC) üzerinden özel sektöre devri planlanıyor. BOTAŞ'ın depolama, satış ve iletim olmak üzere üçe bölünmesi, depolama ve satış faaliyetlerinin de özelleştirilmesi öngörülüyor. Elektrik dağıtımının tamamen özelleştirilmesiyle kamu dağıtımdan tümüyle çekildi. TEDAŞ'ta kalan son deneyimli kadrolar, özelleştirme havuzuyla başka kamu kuruluşlarına gönderildi. EÜAŞ santrallarının çok büyük bölümünün özelleştirilmesi sonucu, elektrik üretimindeki payı %17'e düştü. Kamu eliyle yürütülen iletim faaliyetlerinin de piyasalaştırılmasına yönelik düzenlemeler yapılıyor. Enerji sektöründe özelleştirilen kamu varlıklarını satın alan özel şirketlerin büyük çoğunluğunun, bu siyasal iktidar döneminde hızla büyüyen ve ‘en fazla müsadeye mazhar şirketler’ olduğu da gözleniyor. 
Enerjide kamu varlığı hızla sona erdirilirken, elektrik satış tarifelerinde yapılan değişikliklerle, özel tekellerin karı artırılıyor. Büyük kömür sahaları gibi kamu varlıkları özel tekellere altın tepsi içinde sunuluyor. Akkuyu Nükleer Santralı, TANAP gibi ticari projeler, uluslararası anlaşma statüsüyle iç denetim mekanizmalarının dışına çıkarılıyor. Bu tür projelere ‘stratejik yatırım’ statüsü bahşedilerek, vergi avantajı gibi ilave destekler sağlanıyor.

İyi ama elektrik talebi hükümetin umduğu kadar artmıyor, ekonominin yavaşlamasıyla da kısa zamanda artacak gibi görünmüyor. Sizce bir arz fazlası sorunu var mı? Yakın zamanda iflas eden enerji şirketleri görebilir miyiz? 
Siyasi iktidar, elektrikte yıllık yüzde 5-6 oranında talep artışları öngörüyor. Halbuki, ülke ekonomisindeki gelişmelerle bağlantılı olarak elektrik talep artış hızı yavaşlama eğiliminde. Bu nedenle, yüzde 5-6 oranında talep artışı üzerinden kurgulanan hedeflerin ve bu hedeflere yönelik politikaların gözden geçirilmesi gerek. Tam tersine, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın, yeni enerji üretim projelerine izin veriliyor. 

Mevcut, lisans almış, yatırım aşamasında ve lisans almayı bekleyen santralların kurulu güç toplamı 130 bin MW'I buluyor. 2016 Ekim sonundaki Türkiye’nin kurulu gücünden (78.434 MW) yüzde 65 oranında daha fazla. Bu projeksiyona yapılmak istenen nükleer santrallar da dahil değil. Bu veriler, enerji projelerinde aşırı bir yığılma olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim, enerji sektörünün bazı yöneticileri, yatırım aşamasındaki bir çok projenin iptal edileceğini, bazı santralların kapanacağını, bazılarının iflas edeceğini dile getiriyor. Döviz kurlarında yaşanan yükselme ve yurt dışından kredi imkanlarında daralmanın da etkisiyle, gündeme gelecek satış ve el değiştirmelerle, sektörde tekelleşme süreci hızlanacak.


Enerji sorunu sadece yeni santrallar yaparak mı çözülebilir? Tasarruf ve verimlilikle bu işi yürütmenin hiçbir şansı yok mu?
Türkiye’de yeni santral yapımına yönelmeden önce enerjiyi daha verimli kullanmalı, mevcut santralların verimini yükseltmeli,  enerji yoğunluğunu düşürmeliyiz. Bütün bunlara rağmen hala talep karşılanamıyorsa, ancak o zaman yeni santrallar kurulabilir. Onda da ağırlığı yerli ve yenilenebilir kaynaklara vermeliyiz. Bizim söylemimizde mutlaka enerji tüketimini artıralım, santral kuralım diye bir şey yok. Enerji verimliliği konusunda, Oda olarak çok ciddi çalışmalarımız oldu. 

Çözüm önerilerinizde yerli kömür olduğu  için soruyorum. Yerli kömür, enerji verimliliği ve yenilenebilir kaynaklardan sonra devreye girecek üçüncü bir seçenek midir?
Şöyle söyleyeyim. Birincisi enerjiyi daha verimli kullanmak ve ciddi tasarruf imkanlarından yararlanmak. İkincisi mevcut santrallarda bakım, onarım ve iyileştirme çalışmaları yaparak yılda 85-139 milyar kWh ek kapasiteyi değerlendirmek. Bunlar da yetmez diyenlere lisans almış, yatırım sürecindeki kurulu gücü 40 bin MW’ı bulan yüzlerce projeyi hatırlatalım.

Siz proje stokunun (yapımı planlanan santrallar) gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? Mevcut kurulu gücü neredeyse iki katına çıkaracak bir proje stoku var. Şirket iflasları görür müyüz?
Bunları ilk söylediğimde köyün delisi oldum. Daha sonra sektörden de benzer sesler çıkmaya başladı. O zamanlar 20 bin MW civarında doğalgaz santral stoku vardı. O santrallar kurulsa gaz bulunamayacağını söylüyorduk. Şimdi sektördeki yöneticilere kadar herkes, bu proje stokunun gerçekleşmeyeceğini söylüyor. En son Murat Mercan söyledi, sanki kendisi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcılığı yapmamış gibi. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyorlar.

EPDK sitesinde lisans almış onlarca santral var ama?
Almışlar ama bunların yarısına yakını çivi çakmamış. İşin özü plansızlık ancak enerjide talep artışı sorununu da gözden kaçırmamalı. Tüm ekonomik durgunluğa rağmen yıllık yüzde 3-4 civarında talep artışı var. Hükümetin öngördüğü 6-7 oranında değil ama bir talep artışı var.

Doğru ama bunda hükümetin enerjiyi verimli ve tasarruflu kullanmamak için hiç çaba sarf etmemesinin rolü olduğunu düşünüyorum. Çok sayıda santral var, lisans almış proje stoku orada bekliyor. Bu yüzden talep yaratmaya çalıştığını düşünüyorum.
Doğru ama başka bir yönden bakalım. Eski Bakan Hilmi Güler bu konuyla daha ilgiliydi. Ne oldu sonra? Cumhuriyet’in temel kurumlarından biri olan Elektrik İşleri Etüt İdaresi bir gecede kapatıldı. Yerine Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü kuruldu ve enerji verimliliği ile ilgili bölüm bir şube müdürlüğü kertesine indirildi. Bu, enerji verimliliği alanına ilginin azaldığını gösteriyor. Bugünkü enerji yönetiminin enerji verimliliği konusunda samimi, tutarlı bir politika izlediğinden kuşkuluyum. Başka saikler de var. Türkiye bir AVM çılgınlığı yaşıyor. Büyük kentlerdeki çok sayıda AVM'nin yanı sıra, Anadolu’nun her kentinde bir ya da iki AVM var. Ticaret sektöründeki elektrik tüketiminin artışı oldukça manidar. Tasarruf imkanları tam anlamıyla kullanılsa yeni santral ihtiyacı daha az olacak ama yapılmıyor; bu bir gerçek. Yenilenebilir kaynakların desteklendiğine ilişkin ifadeler de söylem düzeyinde. Çok sayıda yenilenebilir enerji kaynağı Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’ndan (YEKDEM) yararlanmak için başvurdu, Enerji yönetimi, YEKDEM desteklerinin yük oluşturduğuna karar verdi ve daha az cazip hale getirmek için yeni düzenlemeler öngördü. Öte yandan, YEKDEM ile yenilenebilir enerjiye dayalı küçük tesislerin desteklenmesi gerekirken, bazı sermaye grupların yüzlerce megavat gücündeki santrallarına destek verildi.

Dünyada teşvik alan küçük santrallar değil mi? Bizim Karadeniz’de onlardan bile ağzımız yandı. Burada büyük hidroelektrik santrallara destek mi söz konusu?
Doğrudur.

Hükümetin YEKDEM’in yükünün arttığından şikayet edip, kömür santrallarına teşvik vermesi bir çelişki mi?
Orada ikili bir durum var. Yerli kömüre destekten önce mevcut 7.480 MW kurulu güçle 2016 Ekim sonunda elektrik üretiminde payı yüzde 17'ye ulaşan, lisans alan 8.791MW santralın da, devreye girmesi halinde, elektrik üretiminde payı yüzde 40'lara dayanabilecek ithal kömürü durdurmak gerek. İktidar temsilcilerinin şimdilerde ithal kömüre görünürde karşı çıkan sözleri var. Bu iş meydan konuşmalarıyla olmuyor. Yeni ithal kömür santral projelerine izin verilmemeli, lisans almış olan projelerden yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin lisansları iptal edilmeli. Yerli kömür ise şöyle. Kategorik olarak yerli kömür hiçbir şekilde desteklenmesin demiyorum. Tekil santralların fizibilitesi önemli değil. Önemli olan kömür santrallarının bütününün toplum yararına olup olmadığına bakmak. Eğer şehrin merkezine değil ücra bir köşeye, niteliksiz bir araziye kuracaksanız, çevreye verilen zararı asgariye indirip, zarar vereni koruyacak değil cezalandıracak yasalar çıkarırsanız, toplumsal kalkınma projesi olarak görürseniz, değerlendirilebilir. Mevcut ve yatırım sürecindeki kömür yakıtlı santrallara, yasal hilelerle; ‘çevreyi kirletme ve kirletmeye devam etme hakkı’ kesinlikle tanınmamalı. Bu yaptırımlar yeni projeler için de zorunlu olmalı. 

Bir dönem HES’ler öne çıkmıştı şimdi ise tüm düzenlemeler, teşvikler kömür için çıkarılıyor. İklim değişikliği, yerelde termik santralların yarattığı sorunlar göz ardı ediliyor. Kömüre dayalı bir politika enerjideki sorunları çözmeye yeter mi? 
Salt kömüre dayalı bir politika enerjideki sorunları çözmeye yetmeyeceği gibi, kömürü yok sayan bir politika da sorunları çözemez. İklim değişikliğinde önemli rolü olan fosil yakıtların, enerji arzındaki payının azaltılması konusunda uluslararası ölçekte bir görüş birliğine doğru adımlar atılmakla birlikte, sağlandığı öne sürülen mutabakatların uygulanabilirliği ve sürekliliği tartışmalı. Birçok gelişmiş ülke, halen elektrik üretiminin kayda değer bir bölümünü kömüre dayalı santrallarla karşılıyor. Başta Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülke yeni santrallar inşa ediyor. Türkiye, enerji arzında ve elektrik üretimi içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını hızla arttırmakla yükümlü. Bununla birlikte, dışa bağımlılığı azaltmak ve ithalat faturalarını düşürmek için, ithal kömür santralları furyasını durdurup; bir süre daha, toplum yararının sağlanması kaydıyla, yerli fosil kaynaklardan yararlanma alternatifi düşünülebilir. 

Kömür için kıstaslar koyuyorsunuz. Tarım arazisi olmayan, uygun koşullarda, denetimli kömür santralı kurulabilir diyorsunuz. Böyle bir yer var mı Türkiye’de? Tarımla ilgilenen TEMA’nın Karapınar’a itirazı var örneğin?
TEMA alanında ciddi çalışmalar yapan bir kuruluş ama Karapınar’la ilgili raporlarının su bölümü yeniden çalışılmalı. O projenin başka riskleri var. Su tablası meselesi var. Aynı bölgede, Ilgın’da bir özel şirket yıllardır uğraşıyor ama adım atamadı. Kömür madeninin altında bir su akiferi olduğu söyleniyor. Altında su kütlesi olan bir kömür madenini kolay kolay işletemezsiniz. Bunlar ciddi mühendislik çalışması gerektiren işler. Bir de bunların kümülatif etkisine bakmak gerek. Bakın, Çatalağzı’nda mevcut 300 MW güçte bir taşkömürü santrali,1 390 MW güçte üç ithal kömür santrali var. 1400 MW güçte ithal kömür santralı da, devreye girme aşamasında. Bunların kümülatif etkisi ne olacak? Sadece ÇED değil, toplumsal etki değerlendirmesi olmalı diyoruz. Türk Tabipleri Birliği ‘sağlık etki değerlendirmesi’ de olmalı diyor. Makul bir öneri.

Benim bir eleştirim de sahaları toptan Ahmet’e, Mehmet’e verelim deyip baştan savmak. Türkiye’de rezerv ve kaynak farkı da bilinmiyor. Bunlar rezerv değil kaynak. Yeterli sayıda yapılmayan sondajların bulgularına göre rezerv rakamları tahmin ediyorlar ve ondan sonra ‘mutlu günler edebiyatı’ yapıyorlar. Siz planlama yapmadan, belirli bölgelerde yoğunlaşan santralların kümülatif çevresel ve toplumsal etkilerini değerlendirmeden karar verirseniz bu iş olmaz. Gerek yerli, gerek ithal kömür. Türkiye’de bu anlayış ne yazık ki yok.

Çanakkale’de çok sayıda termik santral projesi var, biraz önce tarımdan söz ettik ki Çanakkale bu anlamda çok önemli bir yer. Söylediğiniz kıstaslar hakkaniyetle uygulansa belki de bütün termik santral projelerinin iptal edilmesi gerekir.
Doğru.

Bunu bildikleri için mi bu yöntemi uygulamak istemiyorlar? Birçok yerde termik santral yapmak çok zorlaşır böyle olursa.
Sorun şu. İthal kömür santrallarını sahile kurmanız gerekiyor, kömür denizden gelecek. Nereye kurulmak isteniyor? Zonguldak-Amasra bölgesi, Çanakkale-Karabiga arası, İzmir-Aliağa arası ve Adana bölgesi. İthal kömür santrallarına zaten karşı çıkıyorum. Termik santrala, kömüre karşı çıkarken kategorik karşı çıkışlar yerine daha ciddi bilimsel analizler yapmalıyız. Olabilir derken, olsun anlamında demiyorum, çevresel, toplumsal etki değerlendirmesini yapıp, pozitif bir sonuç çıkarsa o zaman ilerleyelim. Bir de bunların fizibilitesini yaparken şunları göz ardı etmeyelim. Dolar 3,50’nin üzerinde, kredi kuruluşlarının verdiği notlar ortada.

Sadece MMO değil EMO da zaman zaman benzer bir görüşü dillendiriyor. Yerli kömür olduğunda meslek odaları birçok kriter öne sürüyor. Ancak bunlar olursa yerli kömüre evet diyorsunuz ama özellikle iklim değişikliğini göz önüne aldığınızda kömür santralları zaten bu kıstasları karşılamayacakmış gibi geliyor.
Akşamdan sabaha olmaz. İklim değişikliği konusunda en tutarlı politikaları sürdüren ülkelerde bile kömür santrallarının kapatılacağını düşünüyor musunuz?

Hepsi kapatılmadı ama yeni santral kurmadıklarını görüyoruz.
Bunlar çok konjonktürel durumlar. Gelin, ülkenin kaynakları açısından en uygun enerji politikasını konuşalım. A veya B ülkesinde bugün olan bir olayı mutlaklaştırıp onun üzerinden gitmeyelim.

Kömüre açık bir kapı bırakmanız mesleki temelinize dayanarak kullandığınız politik bir söylem mi yoksa bir oluru olduğunu düşünüyor musunuz? 
Doğalgazın payını azaltırken geçiş döneminde kullanılacak bir kaynaktan bahsediyorum. Daha sonra doğalgazın ve kömürün payını yenilenebilir enerjiye kaydırmaktan bahsediyorum. Doğru bir politika izlense hem mevcut kaynaklar daha iyi kullanılır. Hem çevreye zarar en aza iner. Ben zararsızdır demiyorum.

Başka bir konuya geçelim o halde. İş güneş ve rüzgâra gelince çok istekli görünmeyen hükümet nükleer enerji konusunda yüksek maliyete, kaza ve nükleer atık sorunlarına rağmen pek istekli. Türkiye’nin nükleer santrallara ihtiyacı var mı?
Türkiye'nin mevcut santrallarına ek olarak 40 bin MW 'dan fazla kurulu güçte çok sayıda santral projesinin yatırım sürecinde olduğunu biraz önce de belirtmiştim. Mevcut santralların tam kapasitede çalıştırılmaları halinde, yılda 85-139 milyar kilovatsaat (kWs) ilave arz imkanı da var. Türkiye’nin değerlendirmeyi bekleyen yerli linyit ve yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edebileceği ek üretim miktarı 727 milyar kWs. Bütün bu potansiyele enerji verimliliğinden sağlanacak yüzde 25 oranındaki ek kapasite de eklenmeli. Sonuçta, mevcut santralların değerlendirilebilecek ilave üretim potansiyeli, yatırım aşamasındaki santralların yaratacağı yeni arz imkanları ve enerji verimliliği uygulamalarının yaygınlaşmasıyla tüketim artış hızındaki düşüş birlikte değerlendirildiğinde, ihtiyacı fazlasıyla karşılayacak enerji üretim potansiyeli mevcut. Bu şartlarda nükleer santrallara ihtiyaç yok.



Türkiye’nin en çok elektrik tükettiği tarihler hep yaz ayları, klima kullanımının yüksek olduğu zamanlar. Dışarıdan ithal enerji alıp, bunu klimalara harcayan bir ülkenin elektrik tüketimi rekoru kırdık diye sevinmesi normal mi?
Elbette değil. Bu AVM'lerle, reklamlarla körüklenen tüketim çılgınlığının başka bir tezahürü. Toplumlar, bireylerinin yeni bilimsel buluşlarıyla, sanatsal, kültürel ve sportif başarılarıyla sevinir. Enerji alanında da, enerji verimliliği uygulamalarının yaygınlaşmasından, enerji yoğunluğunun düşürülmesinden, daha çok enerji ekipmanının yurt içinde üretilmesinden, fosil yakıt kullanımın azaltılmasından, üretilen enerji içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artmasından, çevreye verilen zararın azaltılmasından, enerjiye sürekli, sürdürülebilir ve düşük maliyetle ulaşılmasından sevinç duyabiliriz.

Güneş de bile, Karapınar örneği gibi, hükümetin büyük santrallara, büyük şirketlere öncelik tanıdığı görülüyor. Ne zaman bir kişi çatısına panel koymak istese, kooperatif kurmak istese sorunlar çıkıyor. Bütün oyun büyük şirketler için mi hazırlanıyor?
Söylediğiniz doğru. Kamu sektörü kötüdür diye gürültü kopardılar piyasa özel sektöre terk edildi. Dağıtım şirketlerinin sahiplerine bakın. Aynı şirketlerin perakende, toptan satış şirketleri, üretim şirketleri var. Üretim şirketleri kendi ürettiği elektriği kendi dağıtım şirketlerine satmak isterken bunun pazar payını şu veya bu sebeple azaltacak bireysel üretimleri engellemek için envayi çeşit oyun oynayabilir. Mesele tekelleşme meselesi. İki grup bugün Türkiye’de dağıtım sektörünün yüzde 50’sini temsil ediyor. Kamu tekeli kötüydü, iki grubun yüzde 50’yi kontrol etmesi iyi bir şey mi? Üretimde de ilginç bir politika var. Bir yandan mevcut santrallar özelleştiriliyor öte yandan da satılanlardan daha büyük güce sahip yeni santrallara kamu dahil oluyor.

MMO, enerji politikalarındaki yanlışları sık sık dile getiriyor. Peki, çözüm önerileriniz var mı? Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı?
Şöyle özetleyebilirim. Elektrik ihtiyacını karşılamada bugüne kadar akla ilk gelen yol olan çok sayıda yeni elektrik tesisi kurmak yöntemi yerine; öncelikle, arz tarafında, yıllardır özelleştirilecekleri gerekçesiyle herhangi bir yenileme yapılmaksızın çalıştırılarak özel sektöre devredilen, yeni sahipleri özel şirketler tarafından da bu açıdan ihmal edilen mevcut santrallarda; ciddi bakım, onarım, rehabilitasyon çalışmaları yaparak santral verimlerini ve üretimlerini arttırma, çevresel sorunları azaltma çalışmalarının hızlı bir şekilde yapılması, enerji iletim hatlarında gerekli yeni hatları tesis etme ve mevcut iletim şebekesinde yenileme/iyileştirme yatırımlarının yapılması gerekmektedir. Talep tarafında da, talebi yöneterek, enerjiyi daha verimli kullanıp, sağlanan tasarrufla yeni tesis ihtiyacını azaltma politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi sağlanmalı.

Tüm yatırımlarda olduğu gibi, enerji yatırımlarında da toplum yararına öncelik verilmeli, topluma ve çevreye olumsuz etkiler asgari düzeyde tutulmalı. Enerji planlamasında söz sahibi olacak bir ‘Ulusal Enerji Platformu” kurulmalı. Yerel yönetimler de önce kendi, daha sonra da kentin ve kentlilerin enerji ihtiyacını karşılamak için enerji sektöründe daha etkin olmalı. 

Odamız yıllardır düzenlediği etkinliklerde, hazırladığı raporlarla enerji sektörüne yönelik değerlendirmeleri toplumun bilgisine sunuyor. Bu çalışmalar Enerji Bakanlığı yöneticilerine de ulaştırılıyor. Odamızın raporlarını önceki iki bakana, Hilmi Güler ve Taner Yıldız'a ve halen Müsteşar olan Fatih Dönmez'e bizzat verdim. Enerji politikası konusunda kapsamlı önerilerimizi içeren çalışmalarımıza odamızın internet sitesinden ulaşmak mümkün. Bazı yöneticilerin istisnai davranışları haricinde, ETKB ve EPDK yönetimi, genellikle Odamızın, EMO'nun, TMMOB'nin söylediklerini dinlemeye, anlamaya ihtiyaç duymadan ön yargıyla yaklaşıyor. Biz, 110 bine ulaşan üyesiyle, ciddi birikimiyle, enerji yönetiminin enerji politikaları konusunda çalışmalarına katılmaya hakkımız olduğu düşüncesindeyiz. Bakanlığın ve enerjiyle ilgili tüm kurum ve kuruluşların, çalışmalara katılım çağrılarını bekliyoruz. Dinlemeyi bilenlere söyleyecek sözümüz var. 

İktidar güneşe uzak HES ve doğal gaza yakın

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Şubat 2015

Adalet ve Kalkınma Partisi zamanında yerli enerji kaynaklarına destek, enerji tasarrufu gibi söylemler ya sözde kaldı ya da doğa talanını meşrulaştırmak için kullanıldı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz’ın koordinatörlüğünde hazırlanan, Türkiye Enerji Görünümü (TEG) adlı raporu okursanız bu iddiamın verilerle desteklendiğini göreceksiniz. Birkaç gün önce yayımlanan raporun son güncellemesi adeta “kral çıplak” diyor.

Enerjide dışa bağımlılık oranı 2000 yılında yüzde 67’lerdeydi. Şimdi yüzde 73,5. Sorgusuz sualsiz yapılan yerli kömür ve HES yatırımları dışa bağımlılık oranını düşürmüyor çünkü ulaşım politikaları petrol, kentleşme politikaları da doğal gaz kullanımını teşvik ediyor. Sanayide ve konutlarda doğalgaz kullanımını azaltacak en önemli hamle verimlilik ve tasarruf. Bunlar hükümetin ‘tüketerek büyüme’ programına uymuyor. Türkiye düşen petrol fiyatlarına rağmen 2014’te 55 milyar doları enerji hammadde ithalatına ödemiş. 2012’de ülkenin toplam ithalatın dörtte biri petrol ve gaza aitti.

Elektrik talebinin eskisi gibi artmadığını söyleyip duruyoruz. TEG raporu da bu noktaya dikkat çekiyor. Elektrik tüketimi geçen yıl yüzde 3,7 oranında artmış. Son üç yılın ortalaması yüzde 4’ü geçmiyor. Hükümetin yaptığı tahminler bu oranların neredeyse iki katıydı. Bu yüzden de onlarca enerji santraline lisans verildi. Elektrik talebi olmazsa bu santraller ne yapacak? İşin garibi, lisans almış yeni santrallerin üçte biri doğal gazla çalışacak. Dışa bağımlılıkta sorumlu ilan ettiğimiz ve büyük bir kısmını Rusya’dan aldığımız doğal gaz. Bir o kadar da HES yolda. HES konusunda bir uzlaşı sağlamadan, halkın tepkilerini dikkate almadan bu kadar çok lisans vermenin şirketlerle halkı karşı karşıya getirmekten başka bir sonucu olmayacak.

Rapor sadece verilerden oluşmuyor, bazı öneriler de içeriyor. En çarpıcı önerilerden bir tanesi, kangrene dönüşen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) çalışmalarında toplumsal etkilerin de dikkate alınmasıydı. Yırca’da kesilen zeytin ağaçlarının sadece çevreye değil, köylülere ve ülkeye de ekonomik, sosyal zararlar verdiğini hep birlikte gördük. ÇED çalışmalarının kesilen ağaç başına bir bedel ödemekten öteye geçmesinin zamanı geldi ve geçiyor.  

Enerji sektörü tüm dünyada hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor. Buna rağmen hükümet, 20-30 yıl öncesinin ezberleriyle hareket etmeye devam ediyor. İthal kömüre bile sınır koymayan ama güneş enerjisine sınır ve bürokratik engeller koyan iktidarın Türkiye’nin enerji sorununu çözeceği konusunda inancım giderek zayıflıyor. İktidarın eleştirilere pek açık olmadığını bilmeme rağmen, ilk yıllarındaki politikaların bundan çok daha mantıklı söylemler içerdiğini söylemeden edemeyeceğim.

Yeni açıklanan ‘Stratejik Plan’da, önümüzdeki 4 yıl içerisinde yerli kömür üretiminin neredeyse iki kat arttırılması, 23 bin megavatlık HES kapasitesinin de 32 bine çıkarılması gibi hedefler var. Bu hedefler yeni sorunlar getirmenin ve vakit kaybının ötesine gitmeyecek. Enerji tüketimini sınırlamadıkça, sınırlanan talebi yenilenebilir kaynaklardan sağlamaya yönelmedikçe enerji politikaları başarısızlığa mahkum. Türkiye çevreyle uyumlu, enerjiyi akıllı kullanan ve üretimi şirketlere değil, halka devreden bir enerji politikasını hayata geçirmek zorunda.

TEG raporu ve önerilerine her noktada katıldığımı söyleyemem ama her güncellendiğinde alır, okur ve çok faydalanırım. TMMOB yapısı gereği eleştirilere açık bir kurum. Keşke Enerji ve Çevre bakanlıkları da benzer raporlar açıklasa, eleştirileri dikkate alsa. İşlevsiz hale getirmek için üzerlerine yürüdükleri TMMOB’u kendilerine örnek alsalar birçok sorunu halledebilirdik. 

#TMMOByeDOKUNMA

Atanamayanlar ile yönetemeyenler

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Aralık 2014

Öğretmeninden çevre mühendisine, eğitimini tamamlamış, kamuda görev almak isteyen onlarca donanımlı insan atama bekliyor. Sorunun temelinde art niyet yoksa plansızlık var. Eğer açık yoksa bu kadar nitelikli iş gücü neden yetiştiriliyor? Yok, sorun bu kişilerin yetersizliğiyse, o zaman da eğitim sistemi sorgulanmalı. Her ile hatta ilçeye üniversite açmak marifet değil, buralarda kaliteli eğitim vermek ve mezunları üretim sürecine katmak gerek. Mezunlar güreş hakemi olsa tiyatro müdürü yapardık ama çevre mühendisinden, öğretmenden bahsediyoruz.

Kamuda, özellikle de Çevre Bakanlığı’nda çalışmak isteyen mühendisler dertli. 2014’te Bakanlığa alınan çevre mühendisi sayısı sadece 43. CHP Milletvekili Melda Onur geçenlerde sordu, Çevre ve Orman Bakanlığı da yanıtladı. Bakanlık bünyesinde 4033 mühendis varmış, bunların 793’ü çevre mühendisi. Yeterli mi? Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, “yeterli değil” diyor. Bakanlığın 81 ilde örgütlü olduğunu belirten Bozoğlu, “İl başına en az 20 çevre mühendisi olmalı, İstanbul gibi illerde bu rakam 70’leri bulmalı. Bu da en az 2 bine yakın mühendisin bakanlık bünyesinde görevlendirilmesini gerektirir” diyor. Çevre Bakanlığı’nın ÇED raporlarını onaylamaktan tutun izin ve lisansları vermeye, sonra da tüm bu işleri denetlemeye varan bir sorumluluğu var.
 
Bozoğlu, “Daha sağlıklı ve ciddi denetim yapılması lazım. Bu denetimlere gidenler arasında ebe, tercüman, veteriner bile var. İnceleme yapıyor ve ceza kesiyorlar. Örneğin, Çevre Bakanlığı yakın zamanda Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporunu (Çevre Etki Değerlendirme) onayladı. Onayladı ama bakanlıkta çalışan bir nükleer mühendis bile yok” Üniversitelerde, çevre mühendisliği bölümlerini kuranlar arasında orman mühendislerinin bile olduğunu söylüyor. “Olan meslek disiplinimize oluyor” diye de ekliyor.

Aslında bu kadrolara en çok Çevre Bakanlığı’nın ihtiyacı var. Bakanlığın saygınlık kazanması için işine bilimsel yaklaşan, tarafsızlığını koruyan bir ekibi olmalı. Sadece bakanlığın mı? Şirketlerin, belediyelerin ve danışmanlık firmalarının da yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Bu yeniden yapılanma sırasında çevre mühendislerinin yapacağı işi, 4 yıllık üniversite mezunu herkese yaptıran ‘çevre görevlisi’ uygulamasına da son verilmeli.

Denetim mekanizmaları da yerli yerine oturtulmalı. Türkiye’de devlet ve şirketlerden bağımsız dediğinizde akla hemen TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları) ve ona bağlı meslek odaları gelir. Hükümet ise yine tersini yapıyor. TMMOB’nin kuruluş yasasını değiştirmeye çalışıyor. En büyük amaç TMMOB ve bağlı meslek odalarının bağımsızlığını ortadan kaldırmak. Denetleyen de eleştiren de olmasın istiyorlar.

Türkiye’nin neresine baksanız ‘çevre sorunu’ gördüğümüz günlerdeyiz. Bu sorunları nasıl çözeceğiz? Karar mercilerinde, denetim sırasında daha çok çevre mühendisi, bağımsız kuruluş yer alsa ve bu süreçler şeffaf yürütülse, bu sorunların bazıları hiç ortaya çıkmadan önlenemez mi? Zeytinler kesilmeden önce Çevre Bakanlığı’ndan bir uzman çıkıp, kurum içinde, “bu iş olmaz” dese, bakanlığın tıkır tıkır onayladığı ÇED raporlarının doğruluğunu yerinde denetleyen bir meslek odası, “raporlarla gerçeğin ilgisi yok” diye itiraz etse fena mı olur? Böylece birbirimize girmeden, ÇED raporları mahkemelerden dönmeden, Bakanlığın itibarı yerle bir olmadan bu işleri çözemez miydik? Olması gereken bu.

Çevre Bakanlığı ve hükümet farkına varamıyor. Kurumlarda çalışanlar yetersizleştikçe, bağımsız denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldıkça yok olan kendileri. Yönetemiyorsan halk yönetebilecek olanı bulur.