Tür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Üç türden biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya

Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Aralık 2023

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN), Dubai’deki iklim konferansının (COP 28) bitmesine bir gün kala iklim kriziyle birlikte hız kazanan yok oluşun rakamlarını açıkladı. Tehdit altındaki canlıların durumunu gösteren kırmızı listede artık 157 bin 190 tür var ve bunların 44 bin 16’sı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Başka bir deyişle, yaklaşık her üç türden biri.

Türkiye’de de tehdit altındaki türlerin sayısı arttı. 2018 yılında Türkiye’deki bilinen türlerin 401’i tehdit altındaydı. Beş yıl sonra bu rakam 469’a çıktı. 469 türden 142’si kritik seviyede tehdit altında, 158 tür ise ‘tehlikede’ kategorisinde yer alıyor. Kritik seviyede tehdit altında olan türler arasında Bozdağ çekirgesi, baytop soğanı, kuşaklı kiraz kuşu, Wagner engereği ve Gümüşhane Lalesi gibi onlarca farklı canlı var. Denizden karaya, bozkırdan tatlı sulara kadar her yerde yaşayan canlılar tehdit altında. Ne yazık ki doğa koruma alanındaki çabalar uzun yıllar istiyor ve koruma çabaları sürdürülebilir olmazsa birkaç yıl içinde kazanımlar kaybedilebiliyor. 

Yaşamın hızı ve doğadan kopuş o kadar trajik bir boyutta ki bu bilginin korkunçluğunu bile hissetmiyor çoğu insan. Bitki, kuş, sürüngen olunca gözümüzün önüne getiremiyoruz belki de. Hayatımız bina, otomobil ve parayla örülü.

Yok oluş süreci dünyanın her yerinde gözlemlenebiliyor. Doğayı Koruma Birliği’nin bu yılki güncellemesinde ilk kez mercek altına aldığı tatlı su balıkları bu iddiayı doğrular nitelikte. IUCN, 14 bin 898 tatlı su balık türünün dörtte birinin yok olma riskiyle karşı karşıya olduğunu saptamış. Yok olma tehlikesindeki tatlı su balık türlerinin en az yüzde 17'si iklim değişikliği nedeniyle gezegenle vedalaşmak üzere. Nehirlerde azalan su seviyesi, deniz suyu seviyesinin yükselmesiyle nehirlere karışan tuzlu sular ve değişen mevsimler tatlı su balıklarının yaşamasını güçleştiriyor. Yok olma tehlikesindeki tatlı su balıklarının tek sorunu iklim değil elbette. Yarısından fazlası kirlilikten, yarıya yakını da barajlar ve su kullanımı gibi nedenlerden de etkileniyor. İklim krizi türlerin üzerindeki baskıyı artıran bir başka ama güçlü bir etken çünkü yerel müdahalelerle iklim krizinden çıkma şansımız yok.

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği bu nedenle Kırmızı Liste’deki son güncellemeyi İklim Konferansı’nda yaptı. Ne yazık ki onlar bu açıklamayı yaparken, birkaç bina ötede, iklim krizini durdurma çabalarına büyük bir darbe vuruluyordu. Biliyorsunuz, krizden çıkış için elimizdeki tek çözüm fosil yakıtları (kömür, petrol ve gaz) kullanmayı bırakmak. İklim konferansının gizli sahibi petrolcüler, kömürcüler ve gazcılar ise COP 28’in sonuç metninden ‘fosil yakıtlardan vazgeçme’ ibaresini itinayla çıkardılar. Gezegenin son umudunu bilime rağmen insanların elinden almaya çalışıyorlar. Bu yazı kaleme alınırken birçok ülke ve doğa savunucuları metni eski haline getirmeye çalışıyordu. Fosil yakıtlardan vazgeçme çağrısı metne geri dönse bile belli ki zayıflatılmış bir biçimde ifade edilecek ve aynı güçler hayata geçirilmemesi için ellerinden geleni yapacak.

İnsan, evrende yaşayabildiği bilinen tek gezegenle ilişkisini koparmış gibi davranıyor. Başka bir yerde yaşayabilirmiş gibi, öyle bir yer varmış gibi ya da gezegendeki diğer canlılar olmadan bir hayat sürebilirmiş gibi davranıyor. Yanılıyor elbette ama kapitalizmin kendisini hapsettiği duvarların dışına çıkamıyor. Duvarları aynayla kaplamaktan başka çaremiz yok. İnsana yaşadığı ve yaşattığı sefaleti göstermek zorundayız. Yazmaya, konuşmaya ve mücadeleye devam.

İklim krizini sonlandırmayı müzakere ettiğimiz süreçlerden şirketleri çıkararak işe başlayabiliriz. Yok oluştan kâr edenlerle müzakere etmenin bir faydası yok, onlara sadece yapmaları gerekeni söylemeliyiz. Bunun için mevcut hükümet ve devlet yapılarının değişmesi gerek. Zor diye düşünmeyin, insanlar krizin boyutlarıyla yüzleştikçe, imkansızları başarmak için adım atmaya da hazır olacak.

Birkaç ağaç eksik olsa ne olur

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Mayıs 2019

Bir ağaç, bir kuş türü hatta çoğumuzun eline almayı bile istemeyeceği bir böcek yok olsa biz ölür müyüz? İnsan bu canlılar olmadan yaşayamaz mı? Ot, ağaç, börtü böcek olmazsa “kalkınma” olur mu?

Bu soruların yanıtlarını kısa süre içerisinde alacağız çünkü tür kayıpları beklenenin 1000 katına çıktı, artık ne kaybettiğimizin farkında bile değiliz. Yaşayan Gezegen Raporu, 1970 ile 2014 arasında balık, memeli, çift yaşamlı ve sürüngen popülasyonlarının yüzde 60’ını kaybettiğimize işaret ediyor. Sadece 44 yılda! Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ise balık yığınlarının üçte birinin aşırı avlanmayla karşı karşıya kaldığını yani kendini yenileyemeyeceğini söylüyor. Mercan kayalıklarının yarısı kaybedildi, Mangrove ormanlarının yüzde 30 ila 50’si yok edildi. İnsanın “kalkınma” uğruna kestiği ağaçların, tarlaya çevirdiği ormanların, karnını doyurmak için ağına hapsettiği balıkların, zevk için avladığı tilkilerin sonuna geliyoruz. Biyoçeşitlilik büyük bir saldırı altında.

Biyoçeşitlilik kaybı genelde biyologların, çevrecilerin sorunu gibi algılanıyor. Bunun aslında bir kalkınma sorunu olduğu ise yeni yeni fark ediliyor. En büyük zararı ise yoksullar görüyor. Ciddi risk altındaki balıkçılıktan örnek verelim. Gelişen ülkelerde balıkçılıktan geçimini sağlayan 38 milyon insan var, çoğu küçük ölçekli balıkçılık yapıyor. Çoğu kadın, 150 milyon da balıkları işliyor ve satıyor. Hepsinin evinde baktığı üç kişi olsa denizde balığın tükenmesi 600 milyon insanı işsiz ve daha da yoksul bırakacak.

Yokluk işin bir boyutu. Bir başka boyut ise doğanın sunduğu hizmetlerden geçimini sağlayan insanların başka bir seçeneğinin olmaması. Hindistan üzerinden yapılan bir analiz, orman hizmetlerini ülkenin gayri safi hasılasına katkısının yüzde 7 oranında olduğunu gösteriyor. Halbuki, ülkedeki yoksulların gayri safi hasılasındaki payına bakıldığında bu oran yüzde 57’ye kadar çıkıyor. Ormandan elde ettikleri gelir, onlar için kritik öneme sahip. Ormanlar yok olursa bu insanlar da yok olur.

İşin bir başka boyutunu görmek için bitkileri ele alalım. Dünyadaki 30 bitkinin yediğimiz gıdanın yüzde 95’ini karşıladığını biliyor muydunuz? Bu bitkiler arasında yer alan dört tanesi (pirinç, buğday, mısır ve patates) ise gıda ihtiyacımızın yüzde 60’ını karşılıyor. Bu dört türün özellikle yoksullar için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım ama ötesi var.

Birçok yerel ürün, örneğin yerel buğday çeşidi, artık ekilmiyor. Çiftçiler, daha çok ürün elde etmek adına melezleme gibi tekniklerle müdahalelere maruz kalmış buğday türleri ekiyor. Her yerde aynı tür var. Çeşitlilik yok oluyor bu da türlerin olası hastalıklara, iklim koşullarına karşı direncini azaltıyor. Elbette tek bir türe, tohuma bağımlılık, çiftçiyi gıda tekellerine bağımlı hale de getiriyor. Biyoçeşitlilik kaybının yaratacağı sorunları anlamak için şu senaryoyu gözlerinizin önüne getirin. Dünyada ekilen buğdayın aynı olduğunu ve onu vuran bir hastalığın hızla tüm gezegene yayıldığını bir düşünün. Bundan daha iyi bir felaket senaryosu var mı?

Sadece gıda değil, kullandığımız ilaçlardan ruh sağlığımıza kadar her alanda doğaya muhtacız. Avrupa’da bulunan 12 bin bitki türünün 10 binine ev sahipliği yapan Türkiye’de, doğaseverlerin neden madenlere, taş ocaklarına, çılgın projelere karşı mücadele ettiğini şimdi anladınız mı? Mesele 10 yıl cebi doldurma değil, 10 binlerce yıl yaşatma mücadelesi.

Yemen’de 17 milyon insan aç

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Eylül 2017 

Çevre sorunlarından bahsedildiğinde nüfus artışı çoğu zaman nedenler arasındadır. Ülke ve kent temelinde bakıldığında artan nüfus kaynaklı sorunlar olsa da, küresel ölçekte değerlendirildiğinde, dünya nüfusu şu anda gezegenin kaldıramayacağı bir noktada değil. Böyle giderse elbette bir noktada sorun olacak; o ayrı… Halihazırda yaşadığımız çevre sorunlarının kaynağı ise başka. Kapitalizmin körüklediği hırsımız ve bencilliğimiz yüzünden acı çekiyor ve çektiriyoruz. Mahatma Gandi’nin dediği gibi, “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar ama herkesin hırsına yetecek kadarını değil”.
Foto: Oxfam
Gandi’nin uyarısının ciddiye alınmadığını gösteren felaket alametleriyle karşı karşıyayız. BM bünyesindeki örgütler tarafından hazırlanan Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu adlı rapor, açlık sorunu yeniden yükselişe geçmiş. Bugün dünyadaki her 100 insandan 11’i açlıkla karşı karşıya. 815 milyon insan. Açlık sorununun yükselişinin ardında iki ana neden var: İklim değişikliği ve çatışmalar/savaşlar.

Aç yaşayan 815 milyon insanın 489 milyonu çatışma bölgelerinde veya bundan etkilenen ülkelerde yaşıyor. Buralardaki sorun doğal olaylar veya kaynak sıkıntısıyla ilgili değil.  Yemen bu soruna işaret eden, savaşın iğrençliğini gösteren en iyi örneklerden biri. Yemen’in Şii güçlerin kontrolüne geçmesini istemeyen Suudi Arabistan destekli sünni koalisyon, 2015 Mart’ından bu yana ülkeyi bombalıyor. ABD, Büyük Britanya ve Fransa da bu koalisyonu cephe gerisinde destekliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın yanında olduğunu söylemiş, Ankara’nın lojistik destek verebileceğinden bahsetmişti (26 Mart 2015, France 24[1]). İki yıl önce bu politik motivasyonla başlayan savaş sürüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün birkaç ay önce açıkladığı rakamlara göre ölü sayısı 7 bin 600’den fazla. 42 bin de yaralı var.

Yemen’de açlık sorunu bu savaşın başladığı tarihten itibaren yüzde 60 oranında arttı. Ülkedeki 17 milyon insan acil gıda ve insani yardımına ihtiyaç duyuyor. Milyonlarca insanın aç ve hayati tehlike altında yaşamasının gezegenin kaynak sorunuyla hiçbir ilgisi yok. Güç ve iktidar kavgaları, savaşları uzaktan bir film gibi izleyen insanların duyarsızlığı, politikacıların aldığı savaş kararlarını güvenlikleri için atılmış birer adım sanan kandırılmış kitleler. Bugün Yemen’de insanlar açsa sorumlusu bu koalisyona destek verenler. Dört parmaklarını göstererek savaşa destek olanların bugün Yemen’e yardım kampanyaları düzenlemeleri de insanın en acınası haline bir örnek herhalde.

Kitlesel yok oluşun eşiğindeyiz
Sadece insanlar değil tüm türler dünyaya egemen olan bu ‘hırsın’ gazabından nasibini alıyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Profesör Daniel Rothman’a göre gezegendeki canlılar 6. kitlesel yok oluşla karşı karşıya. Nedeni iklim değişikliği.

Dünyada yaşayan türlerin birçoğunun belki de insan türünün de yok oluşunu başlatacak felakette tetiği karbondioksit çekecek. Bundan 66 milyon yıl önce yaşanan son kitlesel yok oluş dinozorların da sonunu getirmişti. Rothman’ın önceki yok oluşları temel alarak yaptığı matematiksel hesaplama, iklim değişikliğine yol açan karbon emisyonlarını durdurmamamız halinde, bu yüzyılın sonunda yaşam treninin raydan çıkacağını söylüyor.

Karbondioksit emisyonlarını azaltamazsak, bugün doğan çocukların bazıları bu yok oluşa tanıklık edebilir. Ne kadar sürer, hangi türler geride kalır bilinmez ama felaket senaryoları ne sandığınız kadar uzak ne de bizden bağımsız. Tercih hepimizin. Yemen’den iklim değişikliğine, dünyanın felaketi mi olacağız yoksa kurtarıcısı mı buna biz karar vereceğiz. Ya hırsımıza teslim olup öldüreceğiz ve öleceğiz ya da paylaşmayı seçerek tüm canlıların yaşamasını sağlayacağız.

[1] http://bit.ly/2xx5jPu