Soma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Soma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kömür yakar

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Mayıs 2018

Soma’daki büyük cinayetin üzerinden dört yıl geçti. 301 madenci aramızda yok. Acıları ailelerinin ve milyonlarca insanın arasında bölüşüldü ama azalmadı. Yitirmişler bilir, yitirdiklerinizin ardından akıttığınız gözyaşlarının “son damlası” yoktur.

Ölenleri geri getiremeyiz ama yeni ölümleri önleyebiliriz. Bu da ancak hatalarımızdan ders çıkartarak olur.

Madende yakınını bırakanlara tekme atanları milletvekili yaparak olmaz.

İş cinayetine “fıtrat”, “bunlar olağan şeyler” dersek olmaz.

100-150 yıl önce başka ülkelerde de maden kazası oluyordu diyerek olmaz.

Kömürden medet umarak, enerjide “kömür yılı” ilan ederek hiç olmaz.

Türkiye artık kafasını yer altından çıkarıp güneşe bakmalı. Yerin altındaki kalitesiz kömürden değil, güneş ve onun türevi enerji kaynaklarından yararlanmanın yollarını aramalı. Elektrik motorunun, yapay zekanın çağında buhar makinasının peşine düşerseniz çağdaş uygarlıkların seviyesine ulaşamazsınız.

Tablo ortada. Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payı 2016 sonunda yüzde 28’e ulaştı. Buna diğer yer altındaki kaynakları, petrol ve doğalgazı da ekleyin yüzde 87’iyi geçiyor. Türkiye’de doğalgazın, petrolün neredeyse hepsi ithal. 70 milyon ton civarı yerli linyit çıkarılıyorsa onun yarısı kadar da taşkömürü ithal ediliyor. Yeraltındaki kaynaklarımız zayıf, çıkan kömür de kömür değil. Kalorifik değeri düşük, bazı yerlerde toprak gibi. Hiç sorun değil. Zaten çağ artık yeraltının değil yerüstünün çağı.

Güneş bizim kaynağımız. Biyokütle desen yerli, rüzgar öyle; sahibi yok. Tüketimini dengelersen sınırı da yok. Öyle ama biz kurtuluşu toprağın altında arıyoruz. Toprağın altındakini çıkarırken ölüyoruz. Çıkardığımızı yakıyoruz bu defa da hava kirliliğinden, çevre sorunlarına bir daha ölüyoruz. Kömür herkesi yakıyor. Peki, bu ısrar niye? Kim kazançlı çıkıyor bu işten? Yoksa fıtratımızda ucuz işçi, ucuz can mı yazıyor?

Kömür, petrol doğalgaz iklimi değiştiriyor, havayı kirletiyor. Çevre Mühendisleri Odası açıkladı. 81 ilin sadece altısının havası temiz. Sorumluların başında kömür ve petrol geliyor. Bütün ülke her gün intihar ediyor, yok mu buna dur diyecek?

Üstelik bu ısrarın bir faydası da yok. Kömür için doğa, insan sağlığı görmezden gelindikçe, iklim hedefi olmayınca kömür ithalatı da artıyor. 2002 yılında 15 milyon ton civarında olan kömür ithalatı, 2016 sonunda 36 milyon tonu geçti. Bakmayın siz “kömür yılı” sloganlarına, “yerli enerji” güzellemelerine, Türkiye’nin elektrik üretiminde ithal kömür santrallarının payı yüzde 17, yerli kömürün payı ise yüzde 13. İthal kömürün payı altı yıl önce yüzde 6,3’tü. Kazıyoruz, ölüyoruz, kömür soluyoruz ve tüm bunlara rağmen dışa bağımlılık azalmıyor artıyor. Yanlış yaptığımızı görmek için daha ne lazım?

Sorun şu. Tüketimi serbest bırakmışız, sanki enerji sınırsız gibi davranıyoruz. Tüketerek büyüyen, borca dayalı ekonomi ocağına kürek kürek kömür atıyoruz. Halbuki çözüm ocağa daha çok kömür atmaktan değil enerjiyi akıllı kullanmaktan, evin kapısını bacasını yalıtmaktan geçiyor. Çatısına güneş paneli koyup, yerel küçük santrallarla herkesin kendine yeter üretim yapabilmesini sağlamaktan geçiyor. Birileri, birkaç şirket kar etsin diye canı pahasına çalıştırılan işçilere ihtiyaç duyan büyük santrallara, madenlere elveda deyip, kendi kendine yeten köyler, küçük kentler kurmaktan geçiyor. Tüketim toplumundan üretim toplumuna adım atmaktan geçiyor çözüm.

Söylediklerim hayal değil. Aklı başında ülkeler rotayı bu yola çevirdi. Dünyada yenilenebilir enerji alanında çalışan sayısı 10 milyonu geçti. Madendeki işçiyi de kurtarır, kentte kömür soluyanı da. Yeter ki kaderimizi başkalarının eline bırakmayalım. 

Amasya’da termik santral kabusu son buldu

Soma Holding’in kömür santralının ÇED süreci sonlandırıldı 

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Aralık 2017

Amasya’nın Merzifon ve Suluova ilçeleri sınırına yapılmak istenen 450 megavat gücündeki kömürlü termik santral projesi ÇED sürecinin sonlandırılmasıyla rafa kalktı.

Amasya’daki termik santral, Türkiye’nin en çok can kaybıyla sonuçlanan , 301 madencinin öldüğü Soma’daki maden kazasının sorumlusu Soma Holding’e bağlı Gürmin Enerji Madencilik tarafından kurulmak isteniyordu. Santral projesine bölgede yaşayanlar ciddi tepki göstermiş, birçok eylem ve etkinlik düzenlemişti.

Santralın ÇED süreci, Soma’daki maden kazasından yaklaşık bir yıl önce başlamış, 13 Eylül 2013 tarihinde de Amasya’da halkın katılımı toplantısı yapılmıştı. Tarımsal üretim yapılan bölgeye yapılacak termik santrala itirazların artması ve 2. İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısında kurum görüşlerinin eksikliği ÇED sürecinin 25 Ağustos 2016 tarihinde durmasına yol açtı. Bu tarihten sonra geçen 13 ay boyunca revize rapor sunulmaması ve şirketin bir bilgilendirme yapmamasıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı projenin ÇED sürecinin sonlandırılmasına karar verdi.

Merzifon Belediye Başkanı Alp Kargı kararın ardından sosyal medyada yaptığı açıklamada, Merzifon Belediyesi, Merzifon Çevre Platformu ve sağduyulu hemşerilerimizin birlikte yürüttüğü mücadele beklenilen sonuca ulaştı. Termik santralin ÇED süreci sonlandırıldı. ÇED Raporunun bu aşamaya gelmesinde emek veren herkese şükranlarımı sunuyorum. Her türlü dünya görüşüne sahip insanlar konu insan hayatı olunca ortak akılla bir araya geldi ve amacımıza ulaştık” açıklamasını yaptı. Merzifon Çevre Platformu Sözcüsü Eylem Oktay ise kararı sevinçle karşıladıklarını belirterek, “Bu başarı hepimizin. İnandık, dik durup mücadele ettik. Yılmak yok, umutsuzluğa yer yok diyorduk, herkese örnek olsun. Amasya elması, Amasya kirazı ve Merzifon karası üzümlerimiz tarih olmaktan kurtuldu. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olan birçok insan yine üretmeye ve ülke ekonomisine katkıda bulunmaya devam edecek. Merzifon ve Suluova’nın verimli ovaları kurtuldu. Bölge halkının işsiz ve zehir soluyarak hastalanmasının önüne geçtik” dedi.

Yeni Çeltek ve 220 işçi

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Nisan 2016

Yeni Çeltek, genelde 1980’deki işçi direnişi ve 1990 yılında 68 işçinin öldüğü grizu patlamasıyla hatırlanır. Amasya sınırlarındaki bu kömür madeni geçen hafta işçilerin açlık greviyle tekrar gündeme geldi. Madeni işleten, Soma Holding’e ait Gürmin Enerji’nin ocağı kapatıp işçileri Soma’da çalıştırmak istemesi üzerine 220 işçi yerin 1200 metre altında açlık grevine başlamıştı. Grev 10. gününde Enerji ve Çalışma bakanlıklardan gelen heyetlerin sorunların çözümü için verdiği sözler neticesinde sona erdirildi. İşçilerin isteği madenin açık kalması ve Soma’ya göç ettirilmemek.

İşçiler mücadelede bir adım öne geçti ama iş bu noktaya nasıl geldi biz onu konuşalım. Amasya Suluova’daki Yeni Çeltek kömür madeni, Soma’da 301 madencinin öldüğü kazadan tanıdığımız Soma Holding’in bir şirketine ait; Gürmin Enerji’ye. Soma Holding’in ilgisi madendeki kömürle sınırlı değil. Şirket, tarım ve hayvancılığın hakim olduğu bu topraklara kömür santralı da kurmak istiyor. Yöre halkı ise bu karara karşı çıkıyor. Merzifon’da MERÇEP adında bir çevre platformu kuruldu. Merzifon Belediyesi projeye karşı olduğunu açıkladı. Diğer ilçe ve köylerde de benzer sesler çoğalıyor. Duyarlı insanlar bu projeye karşı paneller, yürüyüşler düzenliyor. EPDK ise Cumhuriyet tarihinin en feci maden kazasının olduğu madeni işleten firmaya kömür santralı için ön lisans verdi. Ön lisansın süresi 2017 sonunda bitiyor. Soma Holding’in Yeni Çeltek’teki madeni kapatmasının birçok nedeni olabilir. Şirketin termik santrale karşı çıkanları sindirmek amacıyla, “termik yoksa madeni de kapatırız” diyerek gözdağı verme olasılığı ilk akla gelenler arasında.

Yeni Çeltek maden ocağının kapatılmak istenmesi dünyanın en büyük kömür şirketlerinden Peabody Enerji’nin iflas haberiyle birlikte geldi. Kömür talebinin azaldığı bir dönemdeyiz. Türkiye elektrik piyasasında arz fazlalığı da cabası ancak kömüre teşvik söylentileri firmaların iştahını kabartacak cinsten. Böylesine garip bir ülkedeyiz.

Açık konuşalım. Yeni Çeltek kömür madeninin yeniden açılmasını sorunun çözümü gibi görmek yanılgı olur. Çocukluğumdan beri felaket haberleriyle, korkuyla anılan, işçilerin ocağa dualarla uğurlandığı bu madenin kapanması aslında işin doğrusu. Soma Holding istediği için değil, kömür iklim değişikliğine yol açtığı için, hava kirliliğiyle insan sağlığını riske attığı için ve eğer oraya bir kömürlü termik santral kurulursa bölgedeki tarımsal üretimi etkileyeceği için. Buraya kadar eminim hepimiz aynı fikirdeyiz. Peki, ya işçiler? 220 işçinin bakmak zorunda olduğu aileleri var ve işlerini kaybetmek istemiyorlar. Yoksa kim yerin 1000 metre altında çalışmak ister, Türkiye gibi işçilerin hayatının hiçe sayıldığı, can güvenliği isteyen işçilere tekme atıldığı bir ülkede kim mecbur kalmadıkça bir kömür madeninde çalışmak ister? İster işçi, ister çiftçi, ister orada yaşayan biri olun, sorunun kaynağı belli: Kömür. Eksik olan ise çözüm önerisi.

Termik santral yapılmak istenen bölgede hayvancılık ve tarım yaygın. Tarımda da şeker pancarı öne çıkıyor. Pancar şeker eldesi için Amasya Şeker Fabrikası’na gönderilirken küspesi de hayvan yemi için ayrılıyor. Amasya Şeker’in pancardan biyoetanol yapımında da kullanılan etil alkol üretebildiğini biliyoruz. Son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, örneğin ABD’deki Worcester Politeknik Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırma, şeker pancarının mısıra göre biyoyakıt üretiminde daha uygun bir seçenek olabileceğini gösteriyor. Bu konuda çalışmalar yürütülse, tarımı etkilemeyecek küçüklükte bir tesisle madendeki işçilerin bir bölümüne istihdam sağlamak mümkün olabilir. Yine aynı şekilde hayvan dışkılarını biyogaza çevirecek bir başka tesis, yeni bir iş kapısı ve enerji üretim kaynağı olabilir. İki küçük tesis ve beraberinde ortaya çıkacak istihdam fırsatları 220 işçiye daha güvenli, sağlıklı bir iş bulmaya yetebilir. Hem de Türkiye’ye yeni bir fikir, gelişme fırsatı sunabilir.

Mesele enerji sorununu çözmekse, bölgedeki altyapı, bir yalıtım firmasının fabrikasını kurmaya çok uygun. Bölge Karadeniz’in batı ve doğusuna giden yolların tam ortasında. Yakınındaki büyük yerleşim merkezlerinde Çorum, Samsun, Merzifon, Tokat ve Amasya’da binlerce binanın mantolama ihtiyacını karşılayacak bir üretim tesisi yine istihdam ve enerji sorununun ikisine birden çözüm olabilir. Verilecek yalıtım desteği veya düşük faizli krediler kurulmak istenen santralin üreteceği enerjinin tasarruf edilmesiyle karşılanabilir. Madencinin, çiftçinin ve orada yaşayanların hepsinin sorununu çözecek bir çözüm mümkün. Ne olacağına yapılacak araştırmalardan sonra karar verilmeli elbette ama çözümün ne olmadığı açık. O da kömür.

Tecavüz ediyorlar ama çalışıyorlar

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Mart 2016

Dünya, BirGün gazetesi Eğitim Muhabiri Serbay Mansuroğlu’nun ortaya çıkardığı Karaman’daki tecavüz vakasını konuşuyor. Ensar Vakfı ve Karaman İmam Hatip Mezunları Derneği’ne (KAİMDER) ait öğrenci evlerinde 45 erkek çocuğa tecavüz edildiği haberi önce gizlenmeye, sonra inkâr edilmeye çalışıldı. Olmadı. Şimdi tüm dünya biliyor.

Sonra bildik senaryoya geçildi, olayı küçümseme, önemsizleştirme çabaları başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi bunu her olayda yapıyordu; yine yaptı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu gazetecilerin sorularını yanıtlarken, onlarca çocuğun cinsel istismara uğradığı Ensar Vakfı'nı “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz, ama öteki taraftan bunu yapan kişi için de sıfır toleransla hukuki açıdan bütün takibimizi yapıyoruz” sözleriyle savundu.

“Bir kere”, “biraz”, “ufacık”, “gemicik” ve “fıtrat” dediğimiz her konu dağ gibi sorunlar haline geldi. Mutluluğumuzu, gülen yüzümüzü, dostluğumuzu, emeğimizi çaldı ve hepsinden önemlisi bu ülkede canlar aldı. Sokakta gülen insan yok, mutlu olan yok, umudu olan yok.

Ertelemek, görmezden gelmek, küçümsemek artık işe yaramıyor.

Biz bu filmi yolsuzluklar ortaya döküldüğünde de gördük. Önce inkar ettiler, sonra “beni dinlemişler, ailemi dinlemişler, oğlumu, kızımı dinlemişler” diye aslında kabul ettiler. Son çare küçümsediler. Taraftarlar da, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diye geçiştirmeye çalıştı. Sonuçta, bakanların önüne yattığı, iş adamı diye ödül verdikleri Rıza Sarraf, ABD’de hapse atıldı. Bir kere yolsuzlukların önünü açarsanız ülke soyguncuların eline düşer. Onlar kral, emeğiyle, namusuyla çalışanlar sefil olur. Türkiye’de durum bu.

Biz bu filmi IŞİD meselesinde de gördük. IŞİD üyelerine terörist diyemediler, Fatih’te masa açıp propaganda yapmalarına göz yumdular. Adıyaman’da örgütlendiklerini herkes duydu, İç İşleri Bakanı, emniyet müdürleri duymadı. Gözü dönmüş bu örgüte silah yardımı yapılmasından, silahlı üyelerinin Suriye’den gelip Türkiye’de tedavi edilmesine kadar onlarca ‘iddia’ ortada. Hepsini göz yumdular, küçümsediler, görmezden geldiler. Haberlerin değil yazanların üzerine gittiler. Sonuç ne oldu? IŞİD üyeleri ülkenin dört bir yanında bomba oldu, arkadaşlarımızı, dostlarımızı öldürdü. Bizleri evimize hapsetti. Eli kanlı IŞİD üyelerine göz yumanlar yüzünden, onlar bizi bin kere vurdu.

Biz bu filmi Soma’da da gördük. 301 madencinin öldüğü kazadan sonra sorumluları cezalandırmak yerine işçileri tekmeleyenler yüzünden Ermenek’te 18 madenciyi daha toprağa verdik. Fıtrat diyenler, “bir kere” diyenler yüzünden 18 can daha gitti.

İlk işçi ölümünü “bir kere” deyip geçmeseydiniz her yıl binlerce işçiyi toprağa vermezdik.

Kesilen ağaçları “birkaç” diye küçümsemeydiniz, İstanbul’un ciğeri Kuzey Ormanları talan edilmezdi.

Anayasayı tanımam diyene ‘bir kere’ diye izin vermeseydiniz, bugün ortada herkesin güveneceği bir hukuk kalırdı.

Ey, ‘bir kere’ciler, fıtratçılar. Biz sözümüzü söyledik, şimdi top yine sizde. Çocuklarınızın gözünüzün önünde tecavüz edilmesine “bir kere olmuş” deyip geçecek misiniz, yoksa din maskesiyle, hükümetle arasındaki ilişkiyle, kendilerini gizleyen bu istismarcılara dur mu diyeceksiniz?

Bugüne kadar yolsuza, hırsıza, kanunsuza ses çıkarmadınız. Böyle devam ederseniz, sesinizi çıkarmazsanız, hayır ve din adıyla bu işleri yapanlara ne diyeceğiz? “Tecavüz ediyorlar ama çalışıyorlar” mı diyeceğiz? Bu durumun gülünecek bir tarafı yok. Çocuklarınız, çocuklarımız tehlikede. Bıçak nereye dayandı görmüyor musunuz?

Kömürsüz olur

Bu ülkede kara gözlü çocuklar doğar,
Beyaz zıbınlara sarılır pembe etleri.
Elleri tutup, ayakları basınca yere,
Kömür karasına bulanır yüzleri. *


Özgür Gürbüz-BirGün/17 Mayıs 2015

Soma’da kömürün gerçek yüzünü göreli bir yıl oldu. Biz gördük ama bazıları bakar da görmez misali… Yerli yakıt diyorlar, dışa bağımlılık diyorlar, iki gün aynı gömleği giydik diyorlar…

Oğlu madende kalan anneye, babaya sormak lazım yerli yakıtı. Dışa bağımlı mı olmak istersin yoksa oğlunu madende bırakmak mı diye sormalı. Kömür dediğin su değil ki, vazgeçemeyesin! Elektrik üretmekse derdin onun on tane başka yolu var. Elektriği daha az tüketip madene inen işçi sayısını azaltmaksa derdin, onun bin tane yolu var. Evlerde ısınmaksa amacımız jeotermali var, biyogazı var, yalıtımı var. Ben çevreci değilim diyorsan doğalgazı var. Böyle saçma sapan kentler kuranların, ülke nüfusunun beşte birini bir kente tıkanların hava kirliliği yaşamamak için doğalgaza muhtaç olduğunu da hatırlatalım. Bizi doğalgaza mahkum edenler, doğalgazdan en çok yakınanlar.

Peki, kömürden tamamen vazgeçebilir miyiz? Vazgeçeriz diyenlere bakmalı. Danimarka 2012’de parlamentosunda yeni bir ‘yeşil ekonomi’ planı onayladı. 2050’ye kadar elektrik üretiminden ısınmaya hatta ulaşıma kadar her yerde yenilenebilir enerji kullanacaklar. Yüzde yüz! Türkçesi şu. Danimarka’da elektrik üretimini fırıldaklar, çatılardaki güneş panelleri yapacak. “Rüzgar, güneş bize yeter” deyince bize gülenler duysun. Tavuk gübresinden, çöpten elde edilen elektrik sanayide çarkları döndürecek. İlk hedef ülkenin elektrik ihtiyacının yarısını 2020’ye kadar rüzgardan elde etmek. Kalan yüzde 50’nin yarıya yakını da biyokütleden sağlanacak. Rüzgar azaldığında, gece güneş olmadığında depolanabildiği için biyokütle (orman ürünleri, biyogaz vb.) devreye girecek. 2050’de ise temiz enerjinin payı yüzde 100’e çıkacak.

Ulaşımda da petrolün bağımlılığı bitecek. Duble yol yaptık, yolları otomobille doldurduk diyenler yine çağın gerisinde kalacak. Danimarka’nın kentlerinde yollar bisikletle dolacak. Toplu taşıma artacak, otomobil kullanımı düşecek, tren keyfi sürülecek. Otomobiller biyogaz veya biyoyakıtla çalışacak. Bazıları da güneşten, rüzgardan aldığı elektrikle gidecek.

Tüm bunlar elektrik fiyatlarını arttıracak mı? Hayır. Danimarka hükümetine göre yüzde yüz yenilenebilir enerjiye geçişin hane başına maliyeti 2020’de en fazla ayda 29 lira olacak. Ayda 29 lira fazla verilecek ama kömür yüzünden ürün kaybı yaşanmayacak, çocuklar astım olmayacak, madende işçiler ölmeyecek. Bunlar duygusal hesaplamalar değil, basbayağı ekonomi. Yatağan’da, Elbistan’da, Soma ve diğer kömür diyarlarında yaşayanların devlet tarafından karşılanan sağlık harcamalarını, bölgelerdeki ürün kaybını, kentlerdeki hava kirliliğinin faturasını hesaplarsanız temiz enerjiye geçişin sanıldığı gibi pahalı olmadığını görürsünüz. Bir KOAH hastasının aylık ilaç faturası ne kadar? Akciğer kanserinden ölmek mi pahalı yoksa yılda hane başına 360 lira ödemek mi?

“Danimarka’nın nüfusu 5,5 milyon, demesi kolay” diyenlere de gülüyorum. Ankara da aynı nüfusta. Türkiye’yi geçtim, sadece Ankara’yı ithal petrol, doğalgaz ve kömür kullanılmayan bir şehir yapabiliyor musunuz? Bir milyonluk Denizli’yi, üç milyonluk ‘yeşil’ Bursa’yı temiz hava soluyan kentlere çevirin. Dünya bambaşka bir yönde ilerliyor. Bizimkiler ise hâlâ duble yolda gaza basıyor, kömürü, kötüyü savunuyor.

* Bir yıl önce Soma'da yitirdiğimiz 301 madencinin ardından yazmıştım. Işıklar içinde uyusunlar.

Soma Holding hâlâ maden işletiyor

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Nisan 2014

Dünyanın hiçbir ‘aklı başında ülkesinde’ 21. yüzyılın en feci maden kazasından sorumlu şirkete başka maden ruhsatı verilmezdi. Daha önceden verilmiş tüm izinler de iptal edilirdi. Soma’da 301 madencinin öldüğü ocağı işleten Soma Holding, sanki hiçbir şey olmamış gibi bu ülkede hâlâ kömür madeni işletebiliyor. Amasya’nın Merzifon ilçesindeki Yeni Çeltek Madeni, Soma Holding A.Ş.’ye bağlı Gürmin Enerji’ye ait. Madende 300’e yakın işçi çalışıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Soma Holding şimdi de bölgede kömürle çalışan bir termik santral kurmak istiyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) şirkete ön lisansı verdi. ÇED süreci tamamlanmak üzere. Üretim lisansı da kapıda. Yarın Soma’daki kazanın mahkemesi görülmeye başlanacak. Bir yanda 301 kişinin ölümünden sorumlu olduğu iddiasıyla yargılayacağınız kişilere öte yanda hiçbir şey olmamış gibi maden işletme lisansı, termik santral kurma izni mi vereceksiniz? Bu zaten onları aklamak demek. O zaman mahkemeye ne gerek var? Dünyanın hiçbir aklı başında ülkesinde bunlar olmaz.

Amasya ilinin yarısı tarım arazisi. Termik santral kurulmak istenen yer Suluova’ya çok yakın. Adı üstünde, sulu ova. Bereketli toprakların olduğu bir yer. Hayvancılık ve tarım sürüyor. Topraklar meyve ve sebze üretmeye elverişli. Şeker pancarından Amasya’nın meşhur misket elmasına, bamyadan kiraza onlarca ürün yetişiyor. Ermeniler Merzifon’u terk etmeden önce kentte bağcılık yaygındı. Merzifon Karası adıyla bilinen meşhur üzümü zamanında İtalya’ya götürülmüş. Orada ‘Marzemino’ adını almış. Mozart üzümü çok beğendiği için ‘Mozart Şarabı’ dendiği de söyleniyor. Aynı üzümü Merzifon’da tekrar üretmek için uğraşanlar var. Amasya, Suluova ve Merzifon gibi tarım cennetini, Türkiye’de hayvancılığın sürdüğü nadir bir bölgeyi kömür karasına bulamak dediğim gibi akıl ve mantıkla açıklanacak bir olay değil. Merzifon, rengini yastan alan kömür karasını değil, siyahını üzümden alan Merzifon Karası’nı hak ediyor. Organik bağları, üretici kooperatifleri ve sürdürülebilir bir hayvancılık politikası Amasyalı gençleri madene inmekten kurtarabiliriz. Bölge, Soma’da yaşananlara yabancı değil. 25 yıl önce grizu patlamasıyla 68 işçinin hayatını kaybettiği bir maden Çeltek.

Kurulmak istenen termik santral orta büyüklükte, 450 megavat (MW) kurulu gücü var. Yatağan Termik Santrali’nden (630 MW) biraz küçük. Bu santralin üreteceği elektrik ülkenin şu andaki tüketiminin yüzde birinden az olacak. Türkiye’nin elektrik tasarrufu/enerji verimliliği potansiyelinin sadece yüzde 1’i değerlendirilse Amasya’daki santrale gerek kalmaz. Resmi verilere göre yüzde 25’e varan tasarruf/verimlilik potansiyeli var. Bölgede illa elektrik mi üretmek istiyorsunuz? Ona da çözüm üretiriz. Tarımsal atıklar ve hayvan dışkılarını biyogaza çevirip elektrik üreten küçük tesisler kuralım. Merzifon, Karadeniz’i Batı’ya ve Ankara’ya bağlayan yol üzerinde. Kentte bir güneş paneli üretim tesisi açalım. İmal edilen fotovoltaik paneller tüm ülkede elektrik üretsin. Madendeki işçiler yer altında değil yer üstündeki fabrikada çalışsın; işsiz kalmasın. Merzifon’daki organize sanayi bölgesi bu yatırıma kucak açacak kapasiteye sahip. Yetmedi mi? Kayadüzü’ndeki rüzgar santralini de mi görmezsiniz? Bölgede halihazırda elektrik üreten ve kimsenin canına kast etmeyen bir örnek var. Yeni bir rüzgar santrali daha kurarız. Rüzgar azaldığında biyogaz çalışır, rüzgar çokken biyogaz depolanır. Alın size 24 saat elektrik.

Gördüğünüz gibi, tarımı bitirip halkı üç beş kuruş karşılığında hayatları pahasına madenlerde çalışmaya zorlamak ‘kader’ değil. Başımızdaki yöneticiler şirketlerin değil halkın çıkarını düşünselerdi Soma’da bugün 301 mezar eksik olurdu. Merzifon’da, Suluova’da ve Amasya’da aynı hatayı yapmanın alemi yok. Kömür mecburiyet değil. Onlarca farklı seçenek var. Şirketlerin karını değil halkın çıkarını düşünen bir iktidar olsun yeter.

Kolin yılbaşı paketiyle şansını deniyor

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Aralık 2014

Soma’nın Yırca köyündeki termik santral karşıtı mücadeleyi artık hepimiz biliyoruz. Danıştay, Kolin Termik Santrali’nin yapılması için alınan acele kamulaştırma kararını 7 Kasım 2014’te iptal etmişti. Kararı beklemeyen şirket ise bir gün önce 6 bin zeytin ağacını kesmişti. Geçtiğimiz Perşembe günü Danıştay, kamulaştırma kararını esastan iptal etti. Olan zeytinlere oldu ama direnen Yırca halkı kazandı, toprağına yeniden kavuşacak. Greenpeace ve köylülerin avukatı Deniz Bayram, “6 bin ağacın kesilmesinden sorumlu şirket yetkilileri ve bu kesime engel olmayan, tedbirleri almayan idari birimler hakkında gerekli soruşturmalar yapılmalı ve cezalar verilmeli” diyor. Şirketin derdi ise başka. Şu sıralar Soma’da ‘yılbaşı paketi’ dağıtmakla meşgul.

Yırca’da termik santral kurmak isteyen Hidro-Gen A.Ş. dağıttığı bu hediye paketlerinin içinde bir de mektup var. “Çok kıymetli hemşehrimiz” diye başlayan mektup, kömür santraline karşı çıkanları ‘dış güçler’ ilan edip, bir de müjde veriyor. Şirket, 60 bin zeytin fidanının dikimi için Soma Belediyesi ve Soma Ziraat Odası ile bir protokol imzalamış. Amaç Soma’da zeytinciliğin gelişmesine katkıda bulunmakmış. Bir gecede 6 bin zeytin ağacını kökleyince şirketin aklı yerine mi geldi acaba? Şok tedavisi böyle bir şey herhalde.

Mektupta termik santralin 30 yıl boyunca bin kişiye istihdam sağlayacağı ve projenin iptali halinde esnafın da mağdur olacağı iddia ediliyor. “Hemşehri” olduğunu söyleyen Hidro-Gen şirketi sanırım Yırca’da kaç kişinin zeytinden ekmek yediğinin farkında değil. Sadece Yırca köyünün nüfusu zaten 300’den fazla. Dışarıda okuyan çocukları, zeytin toplayan işçileri, aracıları, o zeytini satıp para kazanan esnafı bir araya getirin termik santralde çalışacak bin kişiden fazla eder. Üstelik termik santral gibi 30 yıl sonra bitecek bir işten de bahsetmiyoruz. Ben diyeyim 300, siz deyin 3 bin yıl meyve veren ağaçlardan bahsediyoruz. Kaldı ki, 450 megavat gücünde bir termik santralde bin kişinin işi ne, onu da anlamak zor. Adana’daki İsken Termik Santrali Soma’ya yapılmak istenenin üç katı büyüklüğünde. Dolaylı ve geçici işçileri saysanız bile çalışan sayısı ancak bini bulur. Yılbaşı paketi diye istihdam hediyesinin ambalajı biraz abartılmışa benziyor.  

“Soma için hayati değeri olan bu yatırımımız, Soma dışından gelen ve ilçemiz gerçeklerini bilmeyen bazı gruplar tarafından engellenmeye çalışılmakta” diye yazan Hidro-Gen’in nereli olduğunu da merak ettim. Mektubu okuyan doğma büyüme Somalı sanır ama şirketin menşei Ankara. Gönderdikleri mektuptaki adresleri bile Ankara’da. 2007 yılında kurulmuş şirketin bağlı olduğu Kolin Grubu’nun da bölgeyle ilgisi yok. Şirketin patronu Celal Koloğlu Elazığ doğumlu. Soma’nın dışından gelenler diyerek şirket kendi kendini ihbar ediyor olmasın? Altı bin zeytin ağacını kesmenin bir yan etkisi de herkesi ‘hemşehri’ sanmak olabilir mi acaba? Tabipler Odası’ndan bu konuda bir açıklama bekliyorum.

Soma’da yılbaşı paketinin içerisine sıkıştırılan bu mektup Kolin’e özel değil. Başta maden şirketleri olmak üzere, Türkiye’de çevre suçu işleyen şirketlerin Bergama’dan beri izlediği bir taktik bu. Önce oraya desteğe gelen çevrecileri bahane ederek, itiraz edenlerin ‘yabancı’ olduğunu öne sürerler. Sonra işi daha da ileri götürerek, itiraz eden herkesi vatan haini, Alman-Fransız ajanı ilan ederler. Ardından yerelde çalışma başlar. Köylerde iş ve çeşitli vaatlerle bilinen simaları yanlarına çekmeye, kaba tabiriyle ‘satın almaya’ çalışırlar. Arkasından yerel medyaya ziyaretler başlar. Civarda okul ve camilere bağışlar yapılır. Kaymakamlık ve valiliklerin desteğiyle şirket geziler, piknikler düzenler, evlere hediye paketleri gönderilmeye başlanır. İş bitince herkes unutulur. İş vaadiyle kandırılanlar sokakta kalır. Olan hem çevreye hem de yerinden yurdundan edilen yerel halka olur.

Süslü püslü her yılbaşı paketini iyi sanıp evinize almayın. İçinde dünyanın en tehlikeli zehri olabilir. 

Yoksulluğun fotoğrafı

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Kasım 2014

Bu ülkede mutluluğun resmini yapabildik mi bilmiyorum ama yoksulluğun fotoğrafını çektik. Hem de yaratılan yalan dünyayı koruma gayretleri, medyada doruğa çıkmış olmasına rağmen.

İçlerinde Birgün’ün de olduğu birkaçı dışında diğer gazeteler hükümetin kontrolü altında. Televizyonlar, internet siteleri ve radyolar da öyle. Twitter dahil, sosyal medyada bile sansür ve manipülasyon işbaşında. Muhalefet, medyanın gücünü küçümsemenin ve elini taşın altına koymamanın bedelini ağır ödüyor. Bir avuç gazeteci yıllardır söylüyorduk ama Gezi’ye kadar kimse o bir avuç gazeteciye inanmadı. Tüm bu baskı ve kontrole rağmen Ermenek’te oğlunu yitiren Recep Gökçe’nin fotoğrafını tüm Türkiye gördü. Soma’da ölen işçileri, asansör faciasında yitirilen canları bültenlerine, sayfalarına almak zorunda kaldılar. Malum medyanın değiştiğinden değil, ölümlerin ardı arkası kesilmediğinden. Mızrak çuvala sığamaz halde artık.

Bu ülkede onlarca gazete ve ekonomi sayfası var. Hangi sıradan günde, Recep Gökçelerin dertlerinin haber olduğunu gördünüz? Hangisi Torun Center’daki asansör kazasında ölen Hıdır Ali Genç’in ailesinin şirket aleyhine açtığı 1,5 milyon TL’lik davayı sonuna kadar takip edecek. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre AKP’nin 12 yılında en az 14 bin 455 işçi yaşamını yitirmiş. Kaç tanesinin haberini okudunuz, ölümlerden sorumlu şirketlerden kaç tanesinin adı o sayfalarda yazıldı? Gazeteleri siz alıyorsunuz ama onlar reklam verenlerin haberlerini yapıyorlar. O sayfalarda ölen işçilerin dertleri değil, sorumluların başarı öyküleri yer alıyor. Varsılların hikayelerini her gün okuyorsunuz ama yoksulların haberleri sadece kara günlerde yayınlanıyor. Sizce ekonomi sadece varsıllarla, parası çok olanlarla mı ilgilenir? Ekonomi kanallarına dikkatle bakın, anlattıkları hep parası olanın nasıl daha çok para kazanacağıdır. Borsa, altın ve döviz fiyatlarından bahsedince, falanca şirket filanca miktar yatırım yaptı deyince ekonomi haberciliği yapmış olur muyuz? Asgari ücret, sendikal haklar, iş güvenliği ve sosyal güvenceler ekonomi programlarında konuşulmayacak da nerede konuşulacak? Evlilik programlarında mı?

Bağımsız medya işte bu yüzden önemli. Dünyanın en büyük 17. ekonomisi diye masallar anlatılan Türkiye’de Recep Gökçe’nin fotoğrafını gördüğünüzde şaşırmamamız için bağımsız medya var. Kömür madenlerinde, o şartlarda ekmek parasına çıkaranlar olduğunu kaza olmadan önce duymamız için var. Ülkede hükümet eliyle yaratılan büyüme tanrısını mutlu etmek için her gün işçiler, köylüler kurban edilmesin diye bu inat.

Bizlere düşen, gözümüze pembe gözlükleri takmak isteyenlere değil, gerçekleri anlatanlara destek olmak. Keyfimiz kaçsa da, haberler canımızı sıksa da, aldığımız gazetede renkli fotoğraflar, son dakika haberleri olmasa da, inatla bağımsız medyaya destek olmalıyız. Türkiye’deki 10 bin kişinin şatafatlı hayatını değil milyonların derdini anlatan televizyon kanallarına bakmalıyız. Görüntü kalitesi, spikerin acemiliği beklentilerimiz karşılamasa da sabretmeliyiz. Elinizde tuttuğunuz şu gazete en iyi örnek. 5 binlerden 26 binlere yükselen tirajı, değişen baskı kalitesi ve sayfa düzeniyle Birgün bugün medyanın yüz aklarından biri. O beş bin okur, ellerine bulaşan mürekkep, imla hataları ve yetersiz habercilik yüzünden Birgün’den vazgeçseydi, bugün daha az kişi yolsuzluklardan haberdar olacak, tapeleri okuyacaktı. 

Çağrım sadece okuyuculara, izleyicilere değil. Mesleğe yeni adım atan gençlere de sesleniyorum. Size gazeteciliği, gücü elinde tutanlara mikrofon tutmak, bildik soruları sormak diye anlatanlara inanmayın. Gazetecilik, ayakkabı alacak parası olmayanları oğlunun cenazesinde görmeden önce yazmaktır. Gerçekleri herkes kabullendikten sonra yazmak kolay ama asıl gazetecilik gerçeği kimsenin duymak istemediği zamanda yazmaktır. Bugüne kadar nasıl yaşıyorsak bundan sonra da öyle yaşayamayız. Biz değişmeden hiçbir şey değişmeyecek. Böyle gelecek bahar.

Onlar hepimizin gözyaşları

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Kasım 2014

Soma’nın Yırca köyünde kesilen 6 bin civarındaki zeytin ağacı için ne yazsak boş. Hiçbiri Yırca Köyü Muhtarı Mustafa Akın’ın CNN Türk canlı yayınındaki gözyaşları kadar etkili olmayacak ama yazmak, hatırlatmak, sorgulamak ve Yırcalıların hakkını aramak zorundayız.


Ağlatılan da sadece Yırca köylüleri değil.
Danıştay’ın kararını beklemeden zeytin ağaçlarını keserek aslında bu ülkede hukuku ağlattılar.
Kararmayı bekleyen zeytini, ağacın dalına konan kuşu ağlattılar.
Zeytinlerine güvenerek gelecek yıl evde pişirecek aşı olacağını düşünen kadınları ağlattılar.
İş ve aş bulamayacakları için göç etmek zorunda kalacak çocukları ağlattılar.
Yokluk içinde vara şükreden köylüyü ağlattılar.

Birkaç yıl sonra, aynı Soma’da, Ermenek’te olduğu gibi, tarım toprakları işgal edildiği için can yoldaşlarını madenlere yollamak zorunda kalacak eşleri ağlatacaklar. Babalarını kömür ocağına veren çocukları, yer altında kuru ekmeği paylaştıkları işçi arkadaşını ve tüm Türkiye’yi ağlatacaklar.

40-50 yıl çalışacak, çalışırken de toprağı, havayı, iklimi karartacak bir termik santral için yüzlerce yıl hayatta kalan ve tüm yaşamı boyunca zeytin veren ağaçları feda etmekten çekinmediler. Daha zengin olmak için kömür madenlerinde, inşaatlarda onlarca işçinin hayatını riske atmaktan da çekinmeyecekler. Dur demek, doğrunun bu olmadığını anlatmak zorundayız. Televizyonlarda, gazetelerde her gün ağlayan insanlar görmek içinizi acıtmıyor mu? Mayıs’ta Soma’da madenci yakınları, Eylül’de İstanbul’da asansör kazasında ölen işçilerin yakınları, Ekim’de Ermenek’te yine madenci yakınları, Isparta’da tarım işçilerinin yakınları gözyaşlarıyla acılarını dindirmeye çalışıyordu. Liste uzayıp gidiyor. 

Yapılan ne basit bir ağaç kıyımı ne de zorunlu bir kalkınma hamlesi. Elektrik ve termik santral da bahane. Türkiye’nin elektrik talebi, ekonominin de yavaşlamasıyla umulduğu gibi artmıyor. TEİAŞ’ın 2012’de yaptığı en düşük tahminde elektrik talebinin her yıl en az yüzde 6,5 oranında artacağı söyleniyordu. 2012’de artış yüzde 5,1’de kaldı. 2013’te ise sadece yüzde 1,3 oldu. İşin garibi, aynı raporda artacağı beklenen talebi karşılanması için ülkedeki santrallerin kurulu gücünün 2014 sonunda 64 bin megavatı bulması gerektiği belirtiliyordu. Şu anda bu hedefin çok üzerindeyiz, 69 bine yaklaştık. Santral çok, talep yok. Türkiye’de elektrik açığı da yok. Buna rağmen santral yapımı hız kesmiyor.

Demem o ki, Soma’da Danıştay’ın kararı bile beklenmeden ağaç kesiliyorsa bilin ki bunun ülke menfaatiyle, elektrik talebiyle bir ilgisi yok. Zeytinler Kolin Şirketler Grubu’nun kâr hırsına kurban gitti. Talep önümüzdeki yıllarda beklenmedik bir şekilde artsa bile, o santralin üreteceği elektriği daha ucuza ve temize üretecek onlarca seçenek var. Türkiye’nin resmi belgelerde belirtilen elektrik tasarruf potansiyelinin yüzde 4’ü değerlendirilse o santrale gerek kalmaz. Yazın bunu bir kenara. Dengesizin biri çıkar da, “elektrik lazım, büyümemiz lazım” derse tek tek okursunuz.

Ağaçlar kesildi ama toprak orada. Şimdi, o topraklara yeniden fidan dikmeliyiz. Kömür tozunun, külün toprağı işgaline izin vermeden harekete geçmeliyiz. Zeytin ağacı beş, bilemedin 10 yılda ürün verir. O zamana kadar köylülerin ihtiyacını da, bu yasadışı kesime izin veren devlet karşılamalı. Para var, Cumhurbaşkanı’na yeni alınan uçağı satar köylülere maaş bağlarız. Olmadı, kaçak sarayın bin odasından yüzünü kiraya veririz. Milletin malı bu kara günler için var. Köylüsü, üreteni açıkta yatarken, “devletin büyüğü” zaten sarayda yatmaz. Ben umudumu kaybetmedim. Ne bu ülkeden, ne de AKP’ye oy veren dostların yüzünü bir gün saraya değil, o sarayı inşa eden emekçiye çevireceğinden.