STK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
STK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kravatlı çevreciliğin sonu

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Mart 2018

Bir ay önce Sinop’ta Nükleer Karşıtı Platform’un kentlerine nükleer santral kurdurmamak için OHAL, bu hal demeden polis barikatlarına, panzerlere karşı direndiklerini gördük. Cumartesi günü ise Eskişehir’in havasını, verimli topraklarını zehirleyecek termik santrala karşı düzenlenen basın açıklamasının adeta bir mitinge dönüştüğünü izledik. Türkiye’nin doğaseverleri, doğa korumayı beton saksılara tıkıştırılan ağaçlardan ibaret sananlara gereken yanıtı veriyor çünkü bıçak kemiğe dayandı. Yaşamdan başka ne kaldı elimizde?

Türkiye’de artan doğa talanı çevre hareketini de değişime zorluyor. Gezi’den bu yana çok şey değişti zaten. Kravatlı, “resmi çevrecilik” etkisini yitirmeye başladı. Yerel hareketlerin, örgütsüz örgütlerin, “adı değil kalbi büyük”lerin doğa koruma hareketini sahiplendiğini görüyoruz. ÇED toplantısını basan kadınların, maden sahası önünde nöbet tutan köylü ve kentlilerin çağındayız. Bu değişimin arkasında, yeni, yerel ve bağımsız oluşumların ortaya çıkmasında, ekolojik yıkımın şiddetlenmesi kadar onların dışında yaşanan gelişmelerin de payı var.

Küreselden yerele belli başlı nedenleri sıralayalım. Dünyadaki büyük çevre örgütlerinin, resmi yapılar ve fonlarla sürdürdüğü ilişkiler onları hantallaştırdı. Gönüllülük azaldı. Halkın, kendilerini destekleyenlerin isteklerinden çok şirket ve hükümetlerin de kabul edebileceği argümanların öne çıktığı kampanyalar yapmaya başladılar. Sokağın gerisinde kaldılar. Bundan 20 yıl önce, “daha az tüketmeliyiz” diyerek sorunun kaynağını, kapitalizmi gösteren birçok çevre kuruluşu bugün, amacı firmaları zengin etmekten başka bir şeye yaramayan ürünlerin üretilmesine karşı çıkmak yerine geri dönüşümden, daha çevreci ürünlerden bahsediyor. Halbuki, çöp sorununun çöp toplayarak çözülmeyeceği ortada.

Değişimin yerel nedenleri de var elbette. AKP hükümetinin icraatlarını eleştiren kuruluşlarla diyalogu en aza indirmesi, medyanın benzer bir politikayla muhalefet eden irili ufaklı tüm örgütlere sayfalarını kapatmaları, kravatlı çevrecilerin işlevsizleşmesine yol açtı. Sokakla hükümet arasında köprü vazifesi gören bu kurumlara duyulan ihtiyaç azaldı. Geçmişte, sürece öyle ya da böyle katkı sunabilen kurumsal yapılar, sürdürdükleri “dikkatli” politikaların sonucunu bir nebze de olsa yasama ve yürütme süreçlerine, planlamaya, fikir alışverişine katkıda bulunarak alabiliyorlardı. Hükümet kapılarını başka fikirlere kapattıkça, resmi çevrecilerin en önemli fonksiyonlarından biri etkisizleşti.

Küresel ve yerel sürecin aleyhlerine işlemesi resmi çevrecileri zorlamaya başladı. Alışılagelmiş iş yapma biçimleri sonuçsuz kalmaya başladı. Bazıları bu krizi aşmak için değişmek yerine kolaycı yöntemleri tercih etti. Olması gerekeni söylemek yerine karşı tarafın da kolayca ikna olacakları işleri ön plana çıkararak göstermelik başarılarla göz boyamayı tercih ettiler. Ellerindeki kaynakları ise gerçek dönüşüme harcamak yerine, kendilerini daha çok iş yapıyormuş gibi gösterecek, “pazarlama ve reklam faaliyetlerine” aktardılar. Paralı reklamlarla sosyal medyadaki takipçi sayılarını artırdılar, görkemli videolar çektiler, sahibine ulaşmayan imza kampanyalarıyla, “yapıyormuş” gibi yaptılar…

Görünen o ki bu oyalama sürecinin de sonuna geldik. Çevre sorunları artıyor ve çevre hareketini değişime zorluyor. “Kravatlı ya da resmi çevreciler” demeyi sevdiğim bu kuruluşların kendilerini toparlaması ve yeniden sahaya inmeleri şart. Yoksa onlar da değişen devirle birlikte tarihin tozlu sayfalarında yerlerini alacaklar. Eskiye dönmemekte ısrar ederlerse de ekoloji mücadelesinin çok büyük bir kaybı olacağını düşünmüyorum. Halihazırda mücadeleyi devralan örgütsüz ve kravatsız güçlerin uzmanlık ve kapasite anlamında çok eksikleri kalmadı. Bir tek paraları yok ama yürekleri var ki milyonlara bedel. Büyük kurumların destekçilerinin de bu durumu fark etmesi an meselesi gibi geliyor.
                                
Kuzey Ormanları’nda, Artvin’de, Sinop’ta, Loç’ta, Bartın’da, Bergama’da, Fındıklı’da, Gerze’de, Rize’de, Alakır’da, Gezi’de ve daha birçok yerde kazanılan veya süren mücadelelerin arkasında hep bu örgütsüz örgütlerin olduğunu unutmayın. Gerçek bir değişim için çevre mücadelesinin “boyalı kuş”larıyla birlikte olun, onlardan desteğinizi esirgemeyin.  

Gelir vergimizin yüzde 1’ini bağışlayalım

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Kasım 2016

Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV), geçtiğimiz hafta ilginç bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Türkiye’deki bireysel bağışları ve hayırseverliği araştıran bu çalışmanın sonuçlarına göre Türkiye’de her birey yılda 228 TL bağış yapıyor. Bu bağışın da sadece 16,7 lirası kurumlara gidiyor. Aslan payı ise dilencilere ait. Her yıl yaptığımız bağışın yaklaşık dörtte birini (53,2) dilencilere veriyoruz. Dilencileri, fitre, zekat ve akrabalara verilen maddi destekler izliyor.

Bu durumu görünce iki nedeni olabilir diye düşünmüştüm. Sık sık, gerçekten muhtaç durumda olup olmadıklarını düşündüğümüz dilencilere, adı sanı belli kurumlardan daha çok güvendiğimizi ve bağış yapma kültürümüz, alışkanlığımızın olmadığını, ana göre karar verdiğimizi. Araştırmayı yürütenler beni daha fazla derde düşürmemek adına bu meseleyi de irdelemiş. Bağışçılara, “yardımlarınızı neden bir STK (sivil toplum kuruluşu) aracılığıyla yapmıyorsunuz” diye sormuş. Yanıt verenlerin yüzde 5’i kurumları tanımadığını, yüzde 13’ü tanıdığını ama güvenmediğini, yüzde 26’sı ise yaptığı yardımların düzensiz olduğundan bahsetmiş. Yüzde 52’lik bir kesim de, “yaptığım yardım miktarı çok düşük” diyerek, kurumsal miktarların bütçesinin üstünde kaldığını ima etmiş.

Çalışmanın bir ilginç sonucu da şu. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 10’u çoğu insana güvenebileceğini belirtirken, yüzde 90’ı diğer insanlara güven konusunda hiçbir zaman dikkati elden bırakmamak gerektiğini söylemiş. Türkiye çelişkiler ülkesi. Yapılan bağışların dörtte biri hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığımız dilencilere gidiyor ama her 10 kişiden dokuzu bağış yapmak için güvenin önemli bir faktör olduğunu söylüyor. Fikir başka, eylem başka.

Çevre son sıralarda
Bağış yapılan konulara bakıldığında ise fakir ve düşkünlere yardım (%20,5), yetimlere yardım (%13,9) ve eğitim (%11,8) öne çıkıyor. Listenin son sıralarında, çevre koruma (%1,2), mülteciler (%1,1), sanat, kültür, tarihi koruma (%1) ve hayvanları koruma (%0,9) konuları yer alıyor. Genelde muhtaç insanlar bağışa itiyor. Eğitim konusun en çok bağış yapılan alanlar içinde yer almasının dibe vurmuş eğitim sisteminden mi yoksa ideolojik nedenlerden dolayı mı olduğu da ayrı bir araştırma konusu olabilir.

Sivil toplum kuruluşlarının bağış toplamakta çok zorlandığını biliyoruz. Devletin halktan topladığı vergileri belli sosyal alanlara giderek daha az aktardığını, tüm işi vatandaşların sırtına yüklemeye başladığı gerçeğini de hatırlarsak, bireysel bağışların dernekler ve vakıflar için taşıdığı hayati önemi daha da iyi görebiliriz. 15 Temmuz’da ölen 240 kişi için bile bağış kampanyalarının yapılması, devletin sosyal işleri vatandaşa yükleme konusunda ne kadar hevesli olduğunun en net kanıtlarından biri sayılabilir. Saraylar, köprüler yaptıran devletin 240 kişinin ailesine yardım edecek durumu yoksa, o başka tabii.

Bu durumda sivil toplumun kendini halka anlatması ve bireysel bağış miktarını artırmaktan başka çaresi yok. Son yıllarda yaygınlaşan, internet üzerinden projelere maddi kaynak toplanması, kurumlara yapılan aylık düzenli bağışlar ve koşu organizasyonları da bunun bir göstergesi. Aynı araştırma, bireylerin yüzde 84’ünün bağış yapacağı kurumların iyi yönetildiğinden ve bağışın amaca uygun kullanıldığından emin olmak istediklerini ortaya koyuyor. Peki, bu nasıl yapılacak?

Yüzde 1’in gücünü küçümsemeyin
Macaristan’da yıllardır uygulanan bir yöntem derdimize deva olabilir. Macarlar, gelir vergilerinin yüzde 1’ini istedikleri bir sivil toplum kuruluşuna bağışlayabiliyor. Dernekler, vakıflar da bu bağışı alabilmek için kampanyalar düzenliyor, kendilerini ve bu bağışla ne yapacaklarını anlatıyor. Şeffaflık ve kurumların tanınırlığı da bu süreçte artıyor. Bağışçılar bir form dolduruyor, bir sivil toplum kuruluşu seçiyor; hepsi bu.

Bu uygulama Türkiye’de sivil toplumun halk tarafından daha iyi tanınmasını sağlayıp, güven sorunlarını giderebilir. Dilenciler, muhtaç gruplar adına dergi sattıklarını söyleyen meçhul oluşumlar, cami yaptırma dernekleri için açılan kontrolsüz kutular gibi bağışların nereye gittiği belli olmayan grupların halkı kandırmasının da önüne geçilebilir. Her şey kayıt altına alınır. Şunu da belirtmeliyim ki benim tercihim, Türkiye’de gelir vergisinden yapılacak bağışın, araştırmada da görüldüğü gibi, fon bulmakta zorlanan çevre, hayvan hakları ve benzeri konularda çalışan kuruluşlara aktarılması olur. İnsanların vergilerinin kendi istekleri dışında kullanılmasını; yüzde 1 oranında da olsa önleyebilir. Yüzde 1’in gücünü küçümsemeyin.

Araştırmanın tamamına ulaşmak isterseniz:
Araştırma için: http://bit.ly/2fvf1uW