Nükleer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nükleer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nükleer enerji tuzağı

Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Mart 2024

Foto: Fukuşima - UAEA
Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, hükümete yakınlığıyla bilinen Turkuvaz Medya Grubu’nun
düzenlediği bir toplantıda, Akkuyu Nükleer Santralı’nın ilk ünitesinin yıl sonunda elektrik üretmeye başlayacağını söyledi. Bayraktar, diğer nükleer santrallar için adı geçen Sinop ve Kırklareli konusunda da ilgilenen ülkelerin adlarını açıkladı. Sinop’a Rusya ve Güney Kore, Kırklareli’ne ise Çin’in talip olduğunu ve müzakerelerin sürdüğünü söyledi. Toplantıyı yöneten iki “gazeteci” Enerji Bakanı’na “Türkiye’nin neden güneş ve rüzgârdan çok daha pahalıya elektrik üreten nükleer santral yapmak istediğini ve nükleer santralların atıklarının ne olacağını sormadı. Deprem ile kaza riski, Rusya’ya bağımlılık konularıysa hiç gündeme gelmedi. Şaşırmadık tabii.

Enerji Bakanı’nın konuşmasında tereddütle açıkladığı bir bilgi de vardı. Rusya’nın karşı karşıya kaldığı yaptırımların Akkuyu’da sorun yarattığını açıkladı. Bayraktar, “…ama süreçte karşı karşıya olduğumuz açık ve kapalı bazı yaptırımlar var. Özellikle Rosatom’un karşı karşıya olduğu bazı sıkıntılı durumlar var, onları sahaya yansıtmadan çözmeye çalışıyoruz” dedi. Cumhuriyetin 100. yılına yetiştirilemeyen Akkuyu’nun gecikme sebeplerinden birini öğrendik. İlk reaktör resmi olarak inşaata başlayalı altı yıl oldu. Bu gecikmenin maliyetini ve santralın sahibi Rusya’nın bu farkı “çeşitli yollarla” bizden tahsil edip etmeyeceğini ise henüz bilmiyoruz

Küçük reaktörler
Bakan Bayraktar, küçük modüler nükleer reaktörlerden de bahsetti ama dünyada bu tanıma uyan bir reaktörün olmadığını söylemedi. Fukuşima sonrası iyice köşeye sıkışan nükleer endüstrinin son pazarlama hamlesi modüler reaktörlerin değil bir örneği, imalatı bile yok. Bizim de dilimize yapışan “Küçük Modüler Nükleer Reaktör” tanımı aslında nükleer enerjinin yeni reklam kampanyasının sloganı. Her başları sıkıştığında yeni bir şey bulmuş gibi yapan nükleer lobi şimdi de küçük modüler reaktör kavramını ortaya attı. Halihazırda inşaatına başlanan, modüler üretimi yapılan bir reaktör yok ama herkes varmış gibi yazıyor. Bahsedilen aslında küçük güçte nükleer reaktörlerden başka bir şey değil. Atık sorunu aynı, kaza riski aynı üstelik daha da pahalı olacak gibi görünüyor. Küçük reaktörlerin en büyük pazarlamacısı ABD ancak ülkede bir inşaat bile yok. Tasarım aşamasında kalan NuScale projesi de yattı. İlk açıklanan maliyeti ile son maliyet arasında 250 kat fark çıkınca Idaho’da düşünülen projede kapatıldı.

Nükleer rönesans hayalleri
Nükleer lobi, Çernobil’den bu yana elektrik üretiminde nükleer enerjiyi yeniden bir seçenek yapacak araçlar arıyor. 2000’lerin ortasında “nükleer rönesans” sloganıyla dev reaktörleri pazara sürmüş, bunların çok ucuza elektrik üreteceğini iddia etmişlerdi. Başını Fransa’nın çektiği rönesans atağı, Finlandiya’da bir reaktörün 17 yılda bitirilmesi, Fransa’daki ikizinin ise 17 yıla rağmen bitirilememesiyle yola çıkamadan çakıldı. Bu yıl bitirileceği söylenen Flamanville-3 reaktörünün maliyeti ilk duyurulduğunda 3 milyar dolardı. Fransız şirketin son tahmini ise 14 milyar doları geçti. Nükleer rönesans reaktörünün maliyetinin faizlerle beraber 21 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor.  

Nükleer 6 kat pahalı
Santralların ilk yatırım maliyetlerindeki artış elektrik üretim maliyetlerine de yansıyor haliyle. Dünyaca bilinen finansal danışmanlık şirketlerinden Lazard’ın seviyelendirilmiş elektrik maliyetleri analizi nükleer enerjinin çaresizliğini de ortaya koyuyor. Seviyelendirilmiş elektrik maliyeti, yapımdan yakıta tüm maliyetlerin hesaplanarak bir kilovatsaat elektrik üretiminin maliyetini size veriyor. Sübvansiyonların hesaba katılmadığı bu analize göre, mevcut teknolojiler içinde en ucuza elektrik üretebilecek kaynaklar rüzgâr ve güneş. Kilovatsaat maliyeti 2,4 dolar sente kadar düşebiliyor. Nükleer enerjide ise en düşük fiyat 14,1 dolar sent olabiliyor. Nükleer santrallar rüzgâr ve güneşe göre altı kat daha pahalıya elektrik üretiyor. Nükleer santraldan elektrik üretmenin maliyeti 22 sente kadar çıkabiliyor. Türkiye’nin Rusya’ya ödeyeceği fiyatın 12,35 dolar sent olduğunu da hatırlatalım. Analizin gerçek fiyatlara ne kadar yakın olduğunu görüyoruz.

Rüzgâr ve güneş santrallarına depolama üniteleri ekleyip, kesinti sorununu ortadan kaldırmak isterseniz de maliyetler en düşük 4,2, en yüksek 11,4 sent oluyor. Nükleer santralların en iyi örneğinden ve Akkuyu için Rusya’ya ödeyeceğimiz fiyattan hâlâ daha ucuz. Kim daha pahalı elektrik ister sorusuna yanıt vermek için parmaklarınızla iktidarı gösterebilirsiniz. Bu hükümete oy verenlerin elektrik faturalarından şikâyet etme hakkı yok.

Mevcut iktidar düştüğü nükleer tuzaktan kendini çıkaracak politik cesarete sahip değil. Nükleer belayı Sinop ve Kırklareli’ne de yaymaya çalışarak hem dışa bağımlılığı hem de nükleer riski artırıyor. Muhalefetin büyük bir kesimi de partisinden medyasına kadar “nükleer teknoloji iyidir” önyargısı nedeniyle sessiz. Televizyonlarda tartışma programı bile yok! Halkın büyük çoğunluğu nükleere karşı iken, nükleer karşıtlığını politikalarına taşıyamamanın bedelini hepimize ödetiyorlar.

Akkuyu Cumhuriyeti

Özgür Gürbüz-BirGün / 19 Ocak 2024

Foto: Akkuyu Nükleer Santralı
Akkuyu’da iki işçinin ölmesi, birinin menenjitten ölmesinin kesinleşmesiyle, 10 bin civarında işçinin çalıştığı söylenen santral inşaatında salgın tehlikesi de gündeme geldi. İşçilerin hayatını kaybetmesi ile duyduğumuz olayla ilgili yapılan haberler, Akkuyu Nükleer A.Ş. şirketini bir açıklama yapmaya zorladı. Şirket, iki işçisinin Mersin’de hastaneye kaldırıldığını ve hayatlarını kaybettiklerini kabul etti. İşçilerin ölümü haber yapılmasa, Tabipler Odası bilgi vermese, kimsenin salgın riskinden haberi olmayacaktı. Sağlık Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Mersin Valiliği sessiz…

Covid zamanı da benzer bir olay yaşadık. Aldığımız duyumlara dayanarak Rusya’dan gelen çalışanların virüs taşıyabileceğini bu köşede yazmıştık. Bir gün sonra şirket açıklama yapıp, beş gün önce Rusya’dan gelen 136 kişinin karantinaya alındıktan sonra diğer işçilerle çalışmaya başladığını açıklamıştı. Doğrulatma şansınız var mı? Yok. Hükümet kontrol edebiliyor mu? Sesleri çıkmadığına göre, hayır edemiyor.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, tüm hisseleri Rus devlet şirketlerine, yani Rusya’ya ait olan Akkuyu Nükleer Santralı konusunda tek bilgi kaynağı Rus şirketin ta kendisi. Mersin sınırları içerisinde adeta özerk bir cumhuriyet kurulmuş gibi duruyor; Akkuyu Cumhuriyeti!

Menenjit meselesi ilk olay değil, hatırlayalım. Akkuyu’daki nükleer santralla ilgili yapılarda çatlaklar olduğu öne sürülüyor, herkes açıklama için Enerji Bakanlığı’na bakıyor ama yalanlama Rus şirket tarafından yapılıyor.

Hatay’da deprem oluyor, santralda deprem kaynaklı hasar olup olmadığı merak ediliyor. Olmadığı söyleniyor. Kim açıklıyor? Bağımsız bir kuruluş mu? Denetim yapan Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri mi? Hayır. Akkuyu Nükleer A.Ş.

ZAPSU DAVA AÇTI
Santralın Yönetim Kurulu’nda yer alan ve daha sonra bu görevinden istifa eden Cüneyd Zapsu, “kamu yararını ilgilendiren konularına yönelik fiziki toplantı ve bilgi ve belgelere erişim talebinin” yerine getirilmemesi nedeniyle şirkete ihtarname gönderiyor. Daha sonra da dava açıyor. (Medyascope) Hükümetten, adında nükleer güvenlik vs. geçen kurumlardan ses yok.

Zapsu’nun dava dilekçesinde çok önemli bir ayrıntı var. Zapsu, nükleer santrala kurulması düşünülen radar konusunun güvenlik politikalarıyla ilgili olduğu için önce Türk makamlarıyla görüşülmesini istediğini, bu isteği kabul edilmediği için de muhalefet şerhi koyduğunu anlatıyor. Dava dilekçesine kadar giren bu konuda Savunma Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Cumhurbaşkanlık tatmin edici bir açıklama yapma gereği bile duymuyor. CHP grubunun verdiği önerge de AKP ve MHP oylarıyla Meclis Genel Kurulu’nda reddediliyor.

Mersin milletvekilleri bile nükleer santral sahasına alınmıyor. Mühendis odalarına izin yok. Çevreciler zaten yanına yaklaşamıyor. Sadece saha değil, bilgi akışı da Rusya’nın eline geçmiş.

Hükümetin sorması gereken soruları gazeteciler soruyor, peşine gazeteciler düşüyor. Sorularımızı ise işin tarafı olan, nükleer santraldan büyük para kazanacak Rus şirket yanıtlıyor. Akkuyu’da bir cumhuriyet kuruldu da bizim haberimiz mi yok? Türkiye nükleer santral ve enerji konusunda tüm yetki ve sorumluluğunu Rusya’ya mı devretti? Yoksa, bu konuda yetersizliğimiz nedeniyle Rusya’ya devretmeye mecbur mu kaldık?

Santralda çalışacak, sorumluluk alacak, bu işi öğrenecek diye Rusya’da okutulan gençlerin şikayetleri de kulağımıza geliyor. Maaşlarının Rus çalışanlardan düşük olduğu, ruble üzerinden maaş aldıklarını ve Ruble’nin değer kaybıyla daha da kötü duruma düştüklerini söylüyorlar. Nükleer Düzenleme Kurumu’nun konulara hakim olmadığı, o yüzden de Rus tarafının tüm isteklerini onayladığı da konuşuluyor. Bir hükümet yetkilisi, olmadı “Akkuyu Cumhuriyeti’nin Enerji Bakanı” karşımıza çıkıp bu iddialara yanıt verirse seviniriz.

Santral açıldığında dolar üzerinden verdiğimiz yüksek elektrik alım garantisiyle Akkuyu Cumhuriyeti daha da şahlanacak. Yüksek elektrik üretim kapasitesiyle Türkiye elektrik piyasasında fiyatı belirleyen önemli bir oyuncu olacak. Radarıyla, yüzlerce Rus çalışanıyla Akdeniz’de kurtarılmış bir bölge. En az 60 yıl Rus şirketin çoğunluk hisseye sahip olacağı da imzaladığımız uluslararası anlaşmayla tescillenmiş. Onu da hatırlatalım ki başımıza örülen çorabın ne olduğu iyi bilinsin.

Nükleerin reklamı artıyor payı düşüyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Aralık 2023

Angra Nükleer Santralı - Foto: Ö. Gürbüz
Nükleer santrallarla ilgili yeni bir ‘müjde’ almadığımız gün neredeyse yok. En son Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile nükleer santral yapma, nükleer yakıt imal etme gibi konuları da içeren stratejik ortaklık anlaşması imzalandı. Ne BAE’nin elinde böyle bir teknoloji var ne Türkiye’nin ama kimin umurunda? Rusya, Çin veya Kore gibi üçüncü bir ülke bulunur, BAE parasıyla ortak olur, Erdoğan hükümeti de bir başka felaket projeden hem oy hem de yandaşlarına rant devşirmeye çalışır.

Türkiye’nin nükleer santralı yok ama radyasyon şimdiden herkesi çarpmışa benziyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan suya düşen Sinop nükleer santralı projesini Yunanistan’da yapılıyormuş gibi anlatıp, komşuya o santraldan elektrik satmaya çalıştı. Yunanistan nükleer santrallara karşı olduğunu yıllar önce açıklamış ülkelerden biri. Halihazırda elektrik üretiminin yüzde 13’ünü nükleerden daha ucuz güneş enerjisinden elde ediyor. N’apsın nükleeri?

Sinop komedisi bu kadarla sınırlı da değil. Türkiye’nin en mutlu kentine nükleer santral kurmak isteyen konsorsiyum dağıldı, ortada şirket yok ama projenin battığını halktan saklamaya çalışıyorlar. Mahkeme hükümetin korkusundan, proje sayfalarında kalan ve çok tan çöpe atılan Atmea reaktörüne ait ÇED raporunu bile iptal edemiyor.

AKKUYU’DA BİR ERTELEME DAHA
Radyasyon’un Akkuyu’daki etkisi de farklı. Yapımı süren Rusya’nın nükleer santralına seçim öncesi ‘taze nükleer yakıt’ getirilmiş, sanki santral açılmış gibi tören yapılmıştı; hatırlayan var mı? Anlaşılan o taze yakıt biraz bayatlayacak çünkü santralın ilk reaktörünün açılışı geçtiğimiz günlerde yine ertelendi. Enerji Bakanı Bayraktar’ın son açıklamasına göre, ilk reaktörün devreye girmesi Nisan 2024’ten 29 Ekim 2024’e ötelendi. Yabancı kaynaklar ise 2025’ten bahsediyor. Yanlış anlaşılmasın, böylesine tehlikeli ve pahalı bir projenin gecikmesinden mutluyum. Zaten hiç açılmaması gerekiyor. Açılışla beraber, Türkiye her yıl en az 2 milyar dolar civarında bir parayı Rusya’ya ödemeye başlayacak. Aynı elektriği güneşten üretsek 3-4 kat daha az maliyetle üretebilecekken. Hatırlatalım, eski Enerji Bakanı Hilmi Güler Akkuyu’ya nükleer yapacağız diyeli neredeyse 20 yıl oluyor. Rusya’ya para kazandırmak, hayatımızı tehlikeye atmak için bu kadar uğraşacağımıza güneşe yatırım yapsaydık belki de Avrupa’nın güneş enerjisinde üssü olurduk.

Bu fiyaskoya rağmen, AKP hükümeti bir sorun yokmuş gibi her ile nükleer santral kurma vaatleriyle ortada dolaşmaya devam ediyor. ABD’den gelen heyetler, küçük modüler nükleer reaktör satmak için yetkili makamların kapısını arşınlıyor. Ortada ne bitmiş bir küçük reaktörleri var ne de daha ucuz ve sorunsuz olacağını gösteren bir bilimsel rapor. Amaç nükleer endüstriyi ayakta tutmak. Pazarlama çalışmaları tam gaz sürüyor. Dubai’deki iklim konferansında, başını Fransa ve ABD’nin çektiği 22 ülke nükleer santralların kurulu gücünü 2050’ye kadar üç katına çıkarma konusunda bir taahhütte bile bulundu. 22 ülke arasında Fas, Jamaika, Moldovya, Gana gibi henüz hiç nükleer santralı olmayan ülkeler de var. Onların mevcut kapasitelerini üç katına çıkarmalarında bir sorun yok bence. Üç çarpı sıfır eşittir sıfır. Şaka bir yana, bu reklam kampanyası, nükleer teknolojiyi kontrol eden birkaç ülkenin batma tehlikesiyle karşı karşıya olan endüstriyi kurtarma çabası olarak görülmeli. Reklamlar size ihtiyacınız olmayan ürünleri aldırabilir. Nitekim, Türkiye gibi birçok ülke bu tuzağa düşüyor, kazanan yine malum taraf oluyor.

NÜKLEERİN PAYI YÜZDE 9’A GERİLEDİ
Bizimkiler medyası, nükleer endüstriyle el sıkışmış iş dünyası ve hükümetin sesi olmuş bilim insanlarıyla nükleer santral reklamı yapa dursun, nükleer enerjinin dünya elektrik üretimindeki payı gerilemeye devam ediyor. Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu ay başında güncellendi. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların payı 2022’de yüzde 9,2’ye geriledi. Yenilenebilir enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı ise yüzde 30’u geçiyor. Uluslararası Enerji Ajansı, 2025’te bu payın yüzde 35’e çıkacağını tahmin ediyor. Sadece Dünyadaki güneş ve rüzgar santralları tüm nükleer santrallardan daha fazla elektrik üretiyor. “Yanlış ata oynamak” diye herhalde buna deniyor. Bedelini yüksek elektrik faturaları ve çevre sorunlarıyla biz ödeyeceğiz.

 

Nijer’deki darbenin nükleerle ilişkisi

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Ağustos 2023

Nijer’deki askeri darbe Batı’nın özellikle de Fransa’nın gündeminden düşmüyor. Seçilmiş bir başkanın askeri darbeyle devrilmesine karşı çıkmamak mümkün değil ancak Avrupa ve Amerika’nın Nijer’e ilgisini sadece demokrasi aşkına bağlamak doğru olmaz. ABD ve Fransa’nın cihatçı güçlere karşı Nijer’de askeri üslere sahip olduğu biliniyor.

Batı’nın Nijer’e ilgisinin bir başka nedeni de “Sahel Bölgesi” diye de adlandırılan Orta Afrika ülkelerinin birçoğunda askeri darbelerin yönetimi ele geçirmeye başlaması. Mali, Gine ve Burkina Faso gibi 2021 ve 2022 yıllarında askeri cuntanın yönetimine geçen ülkelerin Nijer’deki cuntaya verdikleri destek gerçekten de endişe verici. Bölgede askeri darbeler adeta bir bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor.

Fransa ve Batı’nın Nijer’e ilgisinin önemli bir nedeni ise diğerleri kadar gündeme gelmiyor. Nijer dünyanın önemli uranyum üreticilerinden. Aslında Nijer demek de pek doğru değil çünkü uranyum çıkaran Somair’in yüzde 63 hissesi Fransız firması Orano’nun elinde. 2021’de kapanan Cominak şirketinin çoğunluk hissesi de aynı firmanın elindeydi. 2015’ten bu yana çalışmayan SOMINA’nın da çoğunluk hissesi Çinli firmaların elinde. Nijer, 2022’de dünya uranyum üretiminin yüzde 4’ünden sorumluydu. Ülkeninaltından sonra en büyük ihracat kalemi.

Nijer’den gelen uranyumun Avrupa için önemini anlamak için de AB’nin uranyum ithal ettiği ülkelere bakmak yeterli. Nijer listenin başında yer alıyor. AB’deki uranyumun yüzde 24’ü bu ülkeden ithal edilirken, onu Kazakistan ve Rusya izliyor. Yeri gelmişken hatırlatalım. Evet, Ukrayna’nın işgalinden sonra Rusya’ya karşı Ukrayna’ya silah gönderen, yaptırımlar uygulayan Avrupa Birliği, Putin’in ülkesinden uranyum almaya devam ediyor. Nükleer santrallarda tasarımda belirlenen yakıtın dışında başka bir yakıt kullanmak oldukça zor. Rusya’nın VVER tipi reaktörlerinin çalışabilmesi Rusya’dan gelecek yakıta bağlı. Türkiye’de aynı sorunu yaşayacak. Yerli ve milli sloganlarıyla tanıtılan Akkuyu Nükleer Santralı, Rusya yakıt sağlamazsa çalışamaz. Nükleer enerjinin dışa bağımlılığının en net kanıtlarından biri yakıt meselesi.

Nijer’den gelen uranyumun en büyük alıcılarından biri de Avrupa’daki nükleer filonun üçte birine sahip Fransa. Fransa 2022 yılında uranyum ihtiyacının beşte birini Nijer’den sağladı. Geçen yıl Kazakistan’dan sonra ikinci en büyük tedarikçisi Nijer oldu, ithal edilen 7131 ton uranyumun 1440 tonu askeri cuntanın yönetimi ele geçirdiği Nijer’den geldi. Fransa’daki 56 nükleer reaktörün işletmecisi EDF şirketi yılda ortalama 8 bin ton uranyuma gerek duyuyor.

Fransa’nın Nijer’le ilgisinin ardında sadece sömürgecilik döneminden bugüne gelen ilişkiler yatmıyor. Enerji üretimini nükleere bağlamış ülkenin uranyum ihtiyacı, Fransız şirketlerin kontrolündeki uranyum madenlerinin akıbeti de Fransa’yı endişelendiren nedenler arasında. Askeri darbeye rağmen çalışan uranyum madenlerinin durması, uranyum fiyatlarının artmasına da neden olabilir. Nijer dünyanın en büyük yedinci üreticisi.

Türkiye’nin buradan çıkaracağı dersler var elbette, nükleer enerjinin dışa bağımlı olduğu gerçeği gibi ama kendimizi yormayalım. Mevcut hükümet, hatalarından geri dönme gibi bir niyeti olduğunu gösterirse haber vermesi yeter. O zaman seve seve yazarız. Şimdilik ver mehteri, Rusya yapsın nükleeri…

Toryum trolleri

Özgür Gürbüz-BirGün / 30 Haziran 2023

Foto: DiaNuke.org
Çin, iki hafta önce toryum temelli prototip nükleer reaktörüne çalışma izni verdiğini açıkladı. Toryum
trolleri de bu haberin üstüne atlayıp, toryumla ilgili övgü dolu metinler, sosyal medya paylaşımları yaptı. Toryum da bor gibi sevdalı olduğumuz ‘kurtarıcılarımızdan’. Türkiye’deki toryum aşkının nedeni ise toryum rezervleri.

Dünya Nükleer Birliği’ne (WNA) göre Türkiye toryum rezervleri açısından dünyada altıncı sırada yer alıyor. Dünyadaki çalışır durumdaki nükleer reaktörlerin hepsi zenginleştirilmiş uranyumla çalışıyor. Pek bahsedilmez ama Türkiye’nin uranyum rezervleri, Mersin’de yapımı süren nükleer reaktöre bile yetecek düzeyde değil. Uranyumu çıkarıp zenginleştirecek, yakıt haline getirecek bir tesisimiz de zaten yok. Rezervlerin az olması nedeniyle böyle bir tesisin olmasının da bir anlamı yok zaten.

Nükleer reaktörlerde uranyum yerine toryum kullanılabilirse, Türkiye’deki nükleer severler yakıt sorununu çözebileceklerini düşünüyor; dışa bağımlılık meselesi. O yüzden de görmedikleri, sarılıp koklayamadıkları toryumla aralarında melankolik bir aşk var. Sarılsalar bu aşkın nasıl kanser yaptığını öğrenecekler ama bildiğiniz gibi aşkın gözü kör.

Kör gözlerin görmediğini anlatmak da mantığı aşkın önüne koyan bizlere düşüyor sanırım. Önce kötü haberi verelim. Toryum fisil yani bölünebilir bir madde değil. Bu ne demek? Nükleer santrallarda tek başına yakıt olamaz, tek başına zincirleme reaksiyon başlatamaz demek. Reaksiyonu başlatabilmeniz için bir tetikleyiciye (nötrona) gereksinim var. Toryumu zenginleştirilmiş uranyum (uranyum-235) ya da plütonyum 239’la kullanmak zorundasınız. Bu sayede bölünebilir (fisil), uranyum 233 elde edebilirsiniz. Sonra da elektrik… Eldeki toryum yakıt üretmek için tek başına yeterli değil; bunu bilelim.

Şimdi trol arkadaşların duymaktan hoşlanmayacağı gerçeği hatırlatalım. Türkiye’de uranyum zenginleştirme tesisi yok ve böyle bir tesis kurmak silahlanmaya da giden yolu da açtığı için teknik ve ekonomikten öte politik bir sorun. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na taraf Türkiye’nin böyle bir girişimde bulunması beklenemez. Nükleer silah yapmaya kalkarsanız NATO’dan Dünya Ticaret Örgütü’ne kadar bütün ilişkileriniz bundan etkilenir. İran gibi ambargolarla bile karşı karşıya kalabilirsiniz. Nükleer silah nükleer tehdit doğurur. Pakistan örneği ortada.

Plütonyum 239 da nükleer reaktörlerde üretilir. Aynı zamanda 244 bin yıl radyoaktif kalan tehlikeli bir atıktır. Rusya, Akkuyu’da inşa ettiği santralının yakıtını da atığını da kontrol ediyor. Nükleer silah yapımında da kullanılan plütonyumu Türkiye’ye bırakamaz, bırakırsa dünyadaki nükleer santral sektöründe birçok kapı kapanır. Elbette Rusya ile ilgili bir soru işareti var. Rusya’nın yalnızlaştırılması onları bu gibi riskli tercihler almaya iter mi, bu sorunun yanıtını vermek zor.

Biz yaşadığımız ülkeye bakalım. Rusya’nın karmaşık durumunu bir kenara bıraksak bile toryumla çalışan reaktörlerin uranyum 233 ürettiği ve bu maddenin de nükleer silah riski doğurduğunu hatırlatalım. Siz elektrik üretme amacıyla bile olsa toryum reaktörü kurmaya çalışsanız, dünya bunu nükleer silaha giden bir yol olarak görecektir.

Toryum severleri üzecek bir başka konu da sürecin belirsizliği. Çin’in çalışma izni verdiği reaktörün gücü iki megavat. Bir rüzgar türbini kadar. Toryum temelli, ergimiş tuz reaktörlerinin önce çalışabildiğini sonra ekonomik olduğunu kanıtlaması gerek. Daha sonra da farklı bir soğutma sistemine sahip bu reaktörlerin büyük ölçekli ticari santrallarda da rüştünü iptal etmesi istenecek. Şu ana kadar yapılan araştırmalar, uranyumla çalışan nükleer santrallardan daha ucuza elektrik üreteceğine dair bir sonuç vermedi. Aksine, toryum temelli yakıtı imal etmek uranyuma göre pahalı.

Toryum reaktörlerinin nükleer atık sorunu olmadığı da durmadan yazılıp çiziliyor. Toryum reaktörlerinden de binlerce yıl radyoaktif kalan atıklar çıkıyor. Yarılanma ömrü 14 milyar yıl olan toryum-232 veya 200 bin yıl olan teknetyum-99 gibi. Atıkların miktarının daha az veya radyoaktif kalma sürelerinin uranyuma göre kısa olması onu temiz veya atıksız yapmıyor.

Nükleer enerjinin en büyük rakibi ondan çok daha temiz ve ucuz olan güneş enerjisi. Nükleer enerjinin güneşle rekabet edebilme şansı yok. Bol ve ucuz enerji arayanlara vakit kaybetmeden göğe bakmalarını öneririm. Türkiye’nin toryumdan çok güneşi var ve güneşin sahibi yok.

Akkuyu’nun açılışı seçime yetişmedi

Özgür Gürbüz-BirGün / 31 Mart 2023

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Akkuyu Nükleer Santralı’nı seçim öncesi açarak, “nükleer güç olduk” sloganı üzerinden oy toplama projesi suya düşmüşe benziyor. Elbette AKP’de pes etmek yok! Çelik karyola üzerine beton dökerek hastane temeli atan üstün iletişim zekası, bu gecikmeye de bir kılıf uydurdu. 29 Mart’ta Enerji Bakanı Fatih Dönmez santrala nükleer yakıtın 27 Nisan’da geleceğini duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise dün aynı haberi santral açılışı 27 Nisan’da yapılacakmış gibi anlattı. Niyet santralı seçim öncesi açmaktı ama 19 yıldır bitmeyen Akkuyu Nükleer Santralı aslında itiraf edilmeyen bir gecikme daha yaşadı.

Foto: Akkuyu Nükleer
Erdoğan, yaptığı açıklamada nükleer santralla nükleer reaktörü de birbirine karıştırdı. "Burada bizim dört tane nükleer enerji santrali var. 27 Nisan'da bir tanesinin açılışını yapıyoruz. Ardından diğer üçünün de açılışını yapacağız. Bunlarla ciddi manada bir enerji depolayacağız. Bunun ardından da üç tane daha planlıyoruz. Bu üç taneyi de inşallah önümüzdeki beş senede halletmemiz gerekiyor. Türkiye enerjide bir sıkıntıya girmesin, bunu yapmaya mecburuz" dedi. Doğrusu ise şöyle olacaktı: “Akkuyu’daki nükleer santralda dört tane nükleer reaktör var, onlardan birine yakıt 27 Nisan’da geliyor ama reaktöre yüklenmesine daha var. Akkuyu’yu bitirirsek, Türkiye’nin üç yerinde daha nükleer santral yapmak istiyoruz” olmalıydı. Metni Fahrettin Bey mi yazmış, ‘prompter’ mı arıza yapmış orasını ben bilmem. Cümlenin düzeltilmiş hali bu ama işin doğrusu bu değil. Onu da anlatalım...

AKP Hükümeti, eski başbakan Bülent Ecevit’in, “nükleer santral içime sinmiyor” diyerek verdiği iptal kararından dört yıl sonra, 7 Mayıs 2004 tarihinde, eski Enerji Bakanı Hilmi Güler’in açıklamasıyla Akkuyu’da nükleer santral yapacaklarını açıklamıştı. Evet, nükleer santral bitme aşamasına geldi ancak ilk açıklamadan bu yana 19 yıl geçti. Açılışı da nükleer yakıtın sahaya gelmesiyle olmayacak. Santralın yüzde 75’lik oranla en büyük hissedarı Rosatom’un Genel Müdürü Aleksey Likhaçev’in 1 Mart 2023’te WNN haber portalına açıkladığı gibi, ilk reaktörün inşaatının tamamlanması yılın üçüncü çeyreğini bulacak.

19 yıllık sürede “nükleersiz elektriksiz kalırız” bahanesinin doğru olmadığı görüldü. Ucuza elektrik üretecek diye pazarlanan nükleer enerjinin bugün güneş ve rüzgara kıyasla 5-6 kat daha pahalıya elektrik ürettiği sözle değil, hükümetin bizzat yaptığı rüzgar ve güneş ihalelerinde ortaya çıkan fiyatlarla defalarca ispatlandı. Santrali yapan Rusya ile anlaşma imzalandığında 1 dolar 1,52 TL’ye denk geliyordu. Rusya’ya verilen alım garantisi dolara endeksli olduğu için santral 1 kilovatsaat elektrik dahi üretmedi ama satacağı elektrik aslında 12 kat zamlandı. Türk Lirası değer kaybettikçe Akkuyu’nun sahibi Rusya’dan alacağımız elektriğe daha çok para ödeyeceğiz ve bu bedel elektrik faturalarına öyle ya da böyle yansıyacak. TL kazanan insanlar dolara endeksli elektrik faturalarıyla baş etmek zorunda kalacak. Nükleer santral ‘yap-işlet’ yöntemiyle yapıldığı ve Rusya ile yapılan uluslararası anlaşmanın 5. maddesinin dördüncü fıkrasına, Rus yetkili kuruluşlarının Akkuyu Nükleer A.Ş.’ deki toplam paylarının hiçbir zaman yüzde 51’den az olamayacağı şartı konduğu için de Akkuyu hiçbir zaman Türkiye’nin nükleer ‘yerli ve milli’ santralı olamayacak.

Akkuyu’da deprem riski var

WWF-Türkiye’nin düzenlediği Yeşil İyileşme Forumu’nda Prof. Dr. Naci Görür’e bölgenin deprem riskini sordum. Kıbrıs’ın güneyinde çok büyük depremler tarih boyunca olmuştur, olabilir diyen Görür, “Bu depremlerden her yer etkilendiği gibi bizim santralda etkilenir ama bunlar düşünülmüştür” diyor. Aktif olup olmadığını sorduğum Ecemiş fayı konusunda da Görür’ün yanıtı kısa ve net oldu: “Kayseri üzerinden gelir, santrala 30 km kadar yaklaşır. Aktif olmasına aktif de geniş zaman aralığı içerisinde depremler oluyor ama 6,5’a kadar ürettiğini biliyoruz” diye ekliyor. Kıbrıs’taki gibi dalma batma zonlarında Tsunami görülebileceğini de belirten Görür özetle nükleer reaktör binalarının depreme dayanıklı yapılması halinde sorun yaşanmaması gerektiğini düşünüyor. Nükleer santrala karşı olsam da Naci Görür’ün bu temennisine katılmamak mümkün değil. Ancak, nükleer santrallarda reaktör binalarının depreme dayanıklı yapılmasının sorunu çözmediğini de hatırlatmalıyım. Fukuşima’da da nükleer reaktörlerin olduğu binalar depremde yıkılmadı ancak elektrik kesintisi sonrası reaktörlere soğutma suyu pompalanamadığı için üç reaktör de kontrolden çıktı ve çekirdek erimesine kadar gitti. Olası bir depremin Akkuyu’yu nasıl etkileyeceği sorusunun basit bir yanıtı olmadığını unutmamak gerek.

Deprem ülkesinde nükleer sevdası olmaz

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Şubat 2023

Kaynak: Bilim ve Gelecek
Mersin’in Akkuyu bölgesinde Rusya’nın nükleer santral inşaatı sürüyor. Kahramanmaraş depremi
sonrası Rus şirket yaptığı açıklamada inşaatta bir sorun yaşanmadığını ve santralın “9 şiddetinde depremlere karşı dayanıklı” olduğunu açıkladı. Büyüklük ve şiddet farklı kavramlar olduğundan, şirket bu iki kavramı büyük bir olasılıkla karıştırdı ya da farkı bilmiyor. Belki de santralın yaklaşık 7 büyüklüğünde bir depreme dayanabildiğini itiraf etmişlrdir; anlamak zor. Bildiğimiz, depreme dayanıklı bina yapmakla nükleer santralda güvenliğin aynı şey olmadığı. İlginç olan bir başka nokta ise, santralın güvenliğiyle ilgili kuşkulara Enerji veya Çevre Bakanlığı’nın değil şirketin kendisinin yanıt vermesiydi. Nükleer Düzenleme Kurumu bir inceleme yaptı mı onu bile bilmiyoruz. Rusya ve onun istediklerini söyleyenler ne derse onu duyuyoruz. Bağımsız, güvenilir bir bilgi yok.

Hükümete ve Akkuyu Nükleer A.Ş.’yi dinlersek santralın yapıldığı bölgenin deprem riski düşük. Nükleer santral konusunu yakından takip eden Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz ise Kıbrıs adasının güneyinden ve hemen kuzeyinden geçen iki bindirme fayının yanı sıra Akkuyu kıyılarına çok yakın geçen, deniz içinde bir fay hattının daha olduğuna dair iddialara dikkat çekiyor. Bu fayların büyük depremler üretilebileceği ve tsunamilere yola açabileceğinin de altını çiziyor. Geçmişte, hem bu faylarda hem Hatay'dan geçen Ölüdeniz fayında çok büyük depremler olduğu biliniyor. İçöz, Hatay'da, MS 587’de 60 bin kişinin öldüğü kozmik kıyamet diye adlandırılan depremi hatırlatıyor. Bunları bile bile, Akkuyu’da Fukuşima benzeri deprem ve tsunaminin tetiklediği bir nükleer kaza yaşarsak “kader” mi diyeceğiz?

Depremlerin nükleer tesislerde bir felakete yol açması için reaktör binalarının yıkılmasına da gerek yok. Kuvvetli bir deprem santrala verilen ve acil durumda reaktörlerin devreden çıkarılması için ihtiyaç duyulan elektriğin kesilmesine neden olabilir. Böyle bir durumda reaktörün kontrol çıkmaması için eldeki tek güvence dizel yakıtla çalışan acil durum jeneratörleri. Depremde bu jeneratörler hasar görürse, tsunami sonucu su altında kalırsa (Fukuşima’da oldu), jeneratörden reaktörlere giden elektrik hatları zarar görürse nükleer kaza kaçınılmaz. Kaldı ki, büyük bir depremde santralda çalışan personelin panikle yapacağı bir yanlış hareket bile yeni bir Çernobil’le sonuçlanabilir. Mesele betonun depreme dayanıklılığı değil, deprem sonracı ortaya çıkabilecek olasılıkların bilinmemesi. Bir uçak reaktör binasına düşse ve reaktör binası sağlam kalsa ne yazar? Uçağın düştüğü bir santralda kontrol mü kalır?

İsveç’in Forsmark Nükleer Santralı’nda, Temmuz 2006’da bu yazdıklarımız gerçek olmuştu. Santralda bir elektrik arızası meydana gelmiş, iki reaktör devreden çıkmıştı. Üçüncü reaktörün devreden çıkması ve soğutulması içinse jeneratörlerin devreye girmesi beklendi ama 20 dakika boyunca bu olmadı. Otomatik devreye girmesi gereken jeneratörler el yordamıyla son anda devreye alındı ve büyük bir felaket önlendi. Santral yetkilileri de biraz daha gecikilse yeni bir Çernobil yaşanabileceğini itiraf etmişlerdi.

Deprem sonrası Hatay başta olmak üzere elektrik şebekesinin devreden çıktığını, elektrik kesintisinin günlerce sürdüğünü biliyoruz. Akkuyu’ya elektrik sağlayan hatlarda arıza yaşandığını ve artçı depremlerin sürdüğü bir sırada personelin santrala elektrik sağlamak için jeneratörlerle uğraştığını bir düşünün. “Kader planı” deyip sorumluluktan kaçamazsınız çünkü daha ucuza ve güvenli elektrik üretmek varken bu yolu seçen sizsiniz.

Bir de iktidarı ve muhalefetiyle dillendirilen küçük nükleer reaktör konusu var. Nükleer endüstrinin santral maliyeti arttığı için pazarlamaya çalıştığı bu mini nükleer belalar aslında ne ucuza elektrik üretiyor ne de atık sorununa çözüm getiriyor. Kaza riski de büyüklerde olduğu gibi devam ediyor. Nükleer lobi, mahallelere bile bu küçük santral kurma hevesinde. Türkiye’de bu tehlikeli hayallere kendini kaptıranlara soralım. Deprem bölgesindeki 10 ilde 10 küçük nükleer reaktörünüz olsaydı, 7 Şubat sabahı çadır götüremediğiniz illere, radyasyon ekipleri nasıl götürecektiniz? Su şebekesinin yıkıldığı yerlerde su soğutmalı nükleer reaktörlere suyu nereden bulacaktınız? Sızıntı olan reaktörlerin yanında arama kurtarma çalışmalarını nasıl yapacaktınız? Sattlerce açamadığınız yolları açıp nükleer reaktörün yakınındaki insanları nasıl tahliye edecektiniz? Etkilenen bölgelerdeki insanların tiroit kanseri olma riskini azaltmak için gerekli iyot tabletlerini nasıl dağıtacaktınız? Eldiven veremediğiniz insanlara radyasyondan koruyan kıyafetleri nasıl gönderecektiniz? Hilti bulamadığınız yerlerde reaktörlerdeki nükleer atıkları korumalı alanlara nasıl taşıyacaktınız?

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, güvenlik ve önlemler konusunda beklenen standartların çok gerisinde kaldığını kabul edelim. Nükleer lobi, küçük ve büyük nükleer hayalleriyle Türkiye’yi başımıza yıkmadan onları bu ülkeden göndermemiz gerek.

Nükleerde ortaklaştılar

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Şubat 2023

Altılı Masa’nın “hükümet programı” diye nitelenen “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” açıklandı. Metnin enerji bölümüne baktığımızda serbest piyasa koşullarını iyileştirecek, AKP döneminde kaybolan şeffaflığı ve rekabeti geri getirecek öneriler olduğunu görüyoruz. Kalıcı yaz saati uygulaması ve dağıtım şirketlerine faturalar üzerinden aktarılan bazı kaynakların incelenerek iptal edilecek olması gibi çoğunluğu mutlu edecek işlere de programda yer verilmiş. Enerji alanında kamulaştırma veya Türkiye’nin içinde bulunduğumuz çağa uyumunu sağlayacak radikal bir değişim hareketi ise görünmüyor. Metindeki nükleer enerji kısmı ise buram buram ‘nükleer lobi’ kokuyor.

Akkuyu Nükleer Santralı’nı kapatma konusunda taahhüt veremeyen Altılı Masa, sözleşme detaylarını ve anlaşma dışında verilmiş hakları gözden geçireceğiz diyor. Rusya ile yapılan Uluslararası Anlaşma ortadayken başka bir şey var mı diye bakmak bir oyalama taktiği. Kaldı ki, bu incelemenin amacının santralı çalıştırmama veya kapatma olmadığı da ortada. Çünkü mutabakatta, “daha güvenli ve daha hızlı inşa edilebilir yeni nesil ‘Küçük Modüler Reaktörler’ kuracağız” diyen bir hedef daha var. Yeni nükleer reaktör kurma niyeti olanlar, eskisini kapatmaz.

Öncelikle ‘küçük modüler reaktör’ diye pazarlanmak istenenin yeni bir şey olmadığını, mevcut reaktörlerin küçük kapasiteli olanlarına (300 MW ve altı) nükleer endüstri tarafından verilen bir isim olduğunu belirtelim. Bir çeşit pazarlama kampanyası. Geçmişte Rusya ve ABD’de küçük reaktörler kullanılmış, sorunlar ve maliyetler nedeniyle devamı gelmemişti. Nükleer endüstri maliyetleri düşürmek amacıyla, ölçek ekonomisinden de yararlanma niyetiyle büyük reaktörler yapmaya başlamıştı. Elektrik üretim maliyetleri istenildiği gibi azalmayıp, rüzgar ve güneş gibi kaynaklarla rekabet edemeyince büyük reaktörler de gözden düştü. İşsiz kalma korkusu yaşayan nükleer endüstri, en azından ilk yatırım maliyetini düşürmek amacıyla yeniden bu eski fikri piyasaya sürdü. İklim sosuyla süsledi. Birileri Altılı Masa’yı fena kandırmış olmalı ki mutabakat metnine bile girmiş. Kim acaba?

23 Aralık 2022 tarihinde, Anadolu Ajansı’nın “ABD'li uzman, Türk şirketlerinin modüler nükleer reaktör yapımında avantajlı olduğunu belirtti” başlıklı haberini okuyun. ABD Dışişleri Bakanlığı Nükleer Enerji Kıdemli Danışmanı Justin Friedman’ın, Türkiye’deki inşaat şirketlerini davet eden, ‘ileride bu reaktörleri ihraç edebilirsiniz’e kadar uzanan bol atmasyonlu demeci size fikir verecektir. ABD’den nükleerci bir danışmanın Türkiye’ye tavsiyelerini görünce aklıma 2004 yılındaki bir olay geldi. O tarihlerde Türkiye’nin ilk yenilenebilir enerji yasası Meclis’te bekliyor, rüzgâr ve güneşe alım garantisi verecek bu yasa bir türlü Meclis’ten geçmiyordu. Kulislerde yasayı engelleyenin dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan olduğu konuşuluyordu. 18 Ekim 2004 tarihinde Dünya gazetesindeki bir haberde, kendisini iknaya gelen yenilenebilir enerji sektör temsilcilerine, “BP'ye, Shell'e, Amerikan Enerji Kurumu'na sordum; yenilenebilir enerji gereksiz!” demişti. Babacan, rüzgarı güneşi, petrolcülere ve Amerika’ya sormuştu. Sonuçta yasa ve Türkiye’de yenilenebilir enerjinin gelişmesi gecikti.

Nükleerde topu tek başına Deva Partisi’ne atmayalım ama insan ister istemez ABD kaynaklı benzer bir öğüt verme durumu var mı merak ediyor. Diğer beş liderin “veto” yetkisini kullanmadığını da unutmamak gerek. Hatırlarsanız, İstanbul Sözleşmesi’nin metinde olmaması bir liderin veto etmesiyle açıklandı. Demek ki altı lider de nükleerden memnun, veto etmeye gerek görmemiş!

Küçük nükleer reaktörlerin büyükleri gibi atık sorunu ve kaza riskinden muaf olmadıklarını, yerleşim yerlerine daha yakın kurulmaları planlandığı için de terör saldırısı ve kazalarda daha büyük sorunlara yol açacağını hatırlatalım. Yenilenebilir enerji kaynaklarından ucuz olmaları da mümkün görünmüyor.

Mutabakat metninin enerji bölümündeki diğer vaatler bolca doğalgaz ve petrol içeriyor. Türkiye’yi başta doğalgaz olmak üzere bir merkez haline getirip yeni boru hatları ve arama çalışmaları destekleniyor. Altılı masa da iktidar gibi iklim ve çevre gibi konularını ayrı başlıklar altında ele alıyor. Sorunun kaynağı enerji kullanımı iklim ve doğa ile ilişkisiz gibi davranılıyor. Temel kurgu baştan aşağı yanlış. Kömürden çıkacağız deyip, kömürü gazlaştırmaktan bahsedenler, ikisini de yakınca seragazı emisyonu çıkacağının farkında bile değil. 2050’ye net sıfır hedefi koyup, Türkiye ve tüm komşularına petrol ve doğalgaz boru hattı döşemenin mantığı yok. Dünyanın 2050’ye doğru iklim dostu, karbonsuz bir dünya olacağını düşünüyorsanız neden ana yurdu boru hatlarıyla örüp, doğalgaz ve petrolden para kazanma hayali kuruyorsunuz? 10 yıl kullanıp çöpe atmak için mi?

Kopyalayıp yapıştırmakla, sağdan soldan toplamakla enerji ve çevre politikaları olmuyor. Umarım seçmenlerin tek adam rejiminden kurtulma istekleri bütün bu yanlışları görmezden gelmeye yetecek kadar güçlüdür.

Akkuyu’da kaya gazına ne oldu?

Özgür Gürbüz-BirGün / 4 Kasım 2022

Kaynak: TPAO
Petrol ve gaz fiyatları artıkça hükümetin müjdeleri de artıyor. Karadeniz’de gaz bulunuyor, Putin Türkiye’yi gaza boğacağını söylüyor. Eskiden halkı umutlandırıp kandırmak için petrol bulunurdu. Elektrikli araçlar petrolün geleceği konusunda şüpheli artırmış olmalı ki şimdi yalancı müjdelerin içinde “gaz” var.

İklim krizinin baş sorumlularından gazı bu kadar çok seven bir hükümetin çevreci olması mümkün değil. O zaman çevre kaygılarını bir yana bırakıp hükümete soralım. Gazda yüzde 99 oranında dışa bağımlı Türkiye’nin önemli kaya gazı rezervleri arasında gösterilen Akkuyu’daki kaya (şeyl) gazı rezervlerine ne oldu? Evet, nükleer santral kurup işletmesi için Rusya’nın kontrolüne verilen Mersin Akkuyu’dan bahsediyorum. Nükleer santral projesine kadar Trakya ve Güney Doğu Anadolu gibi kaya gazı yataklarına sahip bölgeler arasında adı geçen Akkuyu’nun adı artık neden duyulmuyor?

Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Akkuyu sahasını haritalarında gösterip, bölgedeki kaya gazı potansiyelinden bahsediyordu. Arşivimizde duruyor. Hükümetin çevre kaygısı malum. Normal şartlarda kaya gazının çevresel sorunlarını umursamadan bu gazın peşine düşmesini beklersiniz. Karadeniz’deki gibi reklamını yapabilirlerdi. Akkuyu’daki gazı çıkarsak başta Rusya olmak üzere gazda dışa bağımlılığımızı azaltabilirdik. Başta Rusya diyorum çünkü 2021’de ithal ettiğimiz gazın yüzde 44,87’sini Rusya’dan aldık. Peki, biz ne yaptık? Akkuyu’yu Rusya’ya teslim ettik ve kendi nükleer santrallarını kurup bize güneşten altı kat pahalı elektrik satmaları için onlarla anlaşma yaptık. Oradaki gazı da unuttuk.

Akkuyu’daki rezervin büyüklüğü konusunda kamuoyuyla paylaşılan bir bilgi yok. TPAO’nun potansiyeli bile araştırmadan sahayı Ruslara teslim etmesi komplo teorisi sevenlere güzel bir malzeme veriyor. TPAO bir araştırma yapmış, sonuçlarını kamuoyuyla açıklamamışsa da bu köşe onlara açık. Verileri iletsinler yayımlayalım. Ben veri görmedim ama sahanın potansiyelinin yüksek olduğunu söyleyenler var. TESPAM Başkanı Oğuzhan Akyener ve araştırmacısı Necdet Karakurt bir makalelerinde[1], bölgedeki potansiyelin yüksek olduğunun raporlandığını belirtiyor. 2013 yılında yayımlanan İş Bankası’nın “Enerji Piyasasındaki Son Gelişmeler ve Kaya (Şeyl) Gazı” raporunda da Akkuyu, potansiyel alanlar arasında yer alıyor. Sonra Akkuyu’daki kaya gazı sırra kadem basıyor. Bir eve yetecek kadar petrol bulunduğunda bile onu manşetlere taşıyan gazetelerin Akkuyu’daki gaz potansiyelinin hasır altı edilmesi bilgisi karşısında ne yapacağını ise gerçekten merak ediyorum. Üç maymunu mu oynayacaklar yoksa “Rusya bizi katakulliye getirdi” diye başlık mı atacaklar?

Türkiye’nin gaz rezervlerinin üzerine nükleer santral koydurduktan sonra Karadeniz’de gaz aramaya çıkan hükümet, şimdi de Rusya’nın Türkiye’yi gaz dağıtım üssü yapacağım hikayesinin peşinden gidiyor. Rusya bizi “gaza boğacağını” söylüyor, İngilizce “hub” diyorlar ama ben Türkçesini söyleyeyim. Türkiye’yi “gaz bakkalı” yapmak istiyorlar. Dünyanın iklim krizi nedeniyle petrol, kömür ve gazdan vazgeçme adımları attığı sırada, Rusya’nın gazını satmak için Asya’dan başka kapısı kalmamışken, Türkiye’de muhtemelen yine kontrollerinde bir bakkal dükkânı açacaklar. Bu sayede gazda Rusya’ya daha fazla bağımlı olacağız. Uluslararası ilişkilerde de S-300 benzeri bir başka kriz yaşayabiliriz. Rus gazına Avrupa’dan talebin olmayacağı ortada, dünyanın gazdan çıkış senaryolarını konuştuğunu da biliyoruz. Açılırsa, o bakkalın sinek avlama ihtimali yüksek, onu da belirtelim.

Türkiye’nin enerji politikası hayaller ve hatalar üzerine kurulmamalı. Gaz bulacağım derken yerin altını üstünü getirirken, eldeki gaz sahasını, gazda en fazla bağımlı olduğun Rusya’ya vermek, yerli güneş dururken ithal nükleerden pahalı ve riskli elektrik üretmeye çalışmak, iklim ve çevreyi hiçe sayıp petrolün, kömürün ve gazın peşinde koşmak Türkiye’nin enerji politikasının omurgasını oluşturmamalı. Artık yeter.

 



[1] Strategıc Approaches To Unconventıonal Resources To Meet The Turkısh Energy Demand

Enerji Krizinin Fırsatçıları

Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Ekim 2022

Foto: Mick Truyts
Kovid salgını sonrası canlanan talebin karşılanamaması, petrol, kömür ve doğalgaz fiyatlarının artışı, bu kaynakların birkaç ülkenin elinde olması ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş. Bugün enerji krizi dediğimiz sorunun görünen yüzü bu. Görünmeyen yüzünde ise faturalarını ödemekte zorlanan yoksul halk, iklim krizi nedeniyle enerjideki dönüşümden rahatsız olan nükleer ve fosil yakıt lobisi, Ukrayna hamlesinden sonra Batı’yla bağları kopan Putin’in çıkış arayışları var. Herkes krizi fırsata çevirmeye çalışıyor ama tüm çabalar iyi niyetli değil.

Aslında yaşadığımız krizin adı fosil yakıt krizi. Hem çevreyi kirleten hem de iklim krizine yol açan petrol, kömür ve doğalgazdaki fiyat artışı. Fosil yakıt imparatoru Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle devre dışı kalmasıyla sorun daha da karmaşıklaştı. Bu kriz bize, birkaç ülkenin elinde bulunan sınırlı kaynaklara bağlı bir ekonomik yaşamın sürdürülebilir olmadığını tekrar gösterdi. Enerjide bağımlılık ülkenin egemenliğini de etkiliyor. Dünyadaki birçok diktatörlük gücünü eşit dağılmamış fosil yakıtlardan alıyor. Son 30-40 yıl içerisinde Putin’den Körfez ülkelerine uzanan, enerji diktatörlüğünün sayısız örneklerini gördük. Artık yeter. Yaşadığımız kriz, yakıtı sınırlı ve birkaç ülkede bulunan enerji kaynaklarından (petrol, kömür, doğalgaz ve nükleer santrallarda kullanılan uranyum) uzaklaşmak için son uyarı niteliğinde. Bu kaynakların yerine her ülkede bulunan ve sahibi olmayan güneş temelli yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek zorundayız. İklim krizini durdurmak, hava kirliliğini azaltmak ve bağımsızlık için bu dönüşümü gerçekleştirmeliyiz.

Krizi fırsata çevirmek isteyenler ise bu dönüşümü durdurmak adına ellerinden geleni yapıyor. Kömür lobisi termik santralları kapatmak için tarih veren Avrupa ülkelerini geciktirmeye çalışıyor. İnsanları soğukta, elektriksiz kalacaklarına inandırmak isteyen kömürcülerin taktikleri şu ana kadar Avrupa’da kömürden vazgeçme kararlarını değiştirmeye yetmedi ama bizim gibi iklim politikası zayıf ülkelerde kömür geri dönüyormuş gibi bir algı yarattı. Medyada, bilerek ya da bilmeyerek, Avrupa ülkeleri iklim politikalarını çöpe atıp kömürlü termik santralları kapatmaktan vazgeçiyor iması yaratan haberler çıktı. Koparılan tüm bu gürültüye rağmen kömür yanlısı somut adımlar gölde su damlası kadar. Fransa bu kış için 647 megavat (MW) gücünde bir kömür santralını yeniden devreye alacağını duyurdu. 2023’te son kömür santralını kapatacak Avusturya da aynı şekilde 246 MW gücünde bir santralı kış için hazırladığını açıkladı. Yunanistan ise kömürden çıkışı üç yıl erteledi ve 2028’de tüm kömürlü santralları kapatacağını deklare etti. Avrupa’da kömürden vazgeçme planlarını terk eden olmadı. Kömürden vazgeçme planı olmayan beş ülke ise Polonya, Bosna, Kosova, Sırbistan ve Türkiye.

Nükleer lobisi ise kömür lobisinden daha fırsatçı olduğunu gösterdi. Fukuşima öncesi 17 nükleer reaktöründen elektriğinin yüzde 22’sini üreten son Almanya son 10 yılda 14 reaktörünü kapattı. Kalan üç reaktörü de yıl sonunda kapatacaktı ancak koalisyon hükümetinin ortaklarından, sermayeye yakınlığıyla bilinen Liberal Demokrat Parti’nin ısrarıyla kapanma tarihi 15 Nisan 2023’e ertelendi. Nükleer lobiyle yakın ilişki içindeki sağ iktidarların İsveç, Fransa ve İngiltere’de de nükleer enerjiyi kurtarma ve onu çözümün bir parçasıymış gibi gösterme çabaları sürüyor. Asıl dert ise aslında kan kaybeden endüstriyi ayakta tutabilmek.

Atom Enerjisi Ajansı’na göre 2021’de dünyada çalışabilir durumda 437 nükleer reaktör vardı, an itibarıyla bu sayı 427. 2020’de nükleer santrallar dünyadaki elektrik üretiminin yüzde 10,1’ini üretiyordu, 2021’de yüzde 9,8’e düştü. Mevcut filonun yaş ortalaması 32’ye yaklaşıyor. Bu reaktörlerinin çoğunun tasarım ömrü 40 yıl. Nükleer lobi 1990’ların ortasındaki altın yıllarını bir daha yaşayamayacağını çok iyi biliyor ancak mevcut krizi fırsata çevirip en azından kapanacak reaktörlerin yerine yenilerini kurdurarak endüstriyi ayakta tutmaya çalışıyor. Yoksa yakında yeterli çalışan bulmakta bile zorlanacaklar. Lobileri güçlü, medyayla araları sermayeyle bağları nedeniyle iyi, sağ partiler avuçlarının içinde ama çözemedikleri üç sorun var. Güneş, rüzgar gibi kaynaklara göre en az 3-4 kat daha pahalıya elektrik üretiyorlar (Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santralı güneşe göre 6 kat pahalıya elektrik üretecek), binlerce yıl radyoaktif kalan atıklar için önerdikleri gerçekçi bir çözüm yok (boş buldukları bir yere gömüp gelecek nesillere sorunu havale etmeye çalışıyorlar) ve nükleer santralların kaza yapmasını, savaşlarda hedef alınmasını önleme konusunda ellerinde bir araç yok.

Türkiye de ne yazık ki Rusya üzerinden bu lobinin eline düştü ve bir güneş ülkesi olmasına rağmen kurtulamıyor. Enerji politikasını adeta Rusya’nın eline teslim eden Türkiye, Mersin’den sonra Sinop’u da Rus atom endüstrisine verip elini kolunu bağlamak üzere plan yapıyor. Rusya Türkiye’yi, kimin alacağı belli olmayan gazını Anadolu üzerinden pazarlama fırsatı vermekle kandırmaya çalışıyor. Rusya’nın nükleer santralıyla nükleer güç olacağına inananlar şimdi gaz bakkalı olunca ekonomilerinin kurtulacağını düşünüyor. Mevcut hükümetin bu vizyonsuzluğu Türkiye’nin enerjide bağımsız olma şansını tümden kaybetmesine neden olabilir.

Nükleer santrallar savaşta hedef oluyor

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Ağustos 2022

6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise Nagazaki’ye atılan nükleer bombalar 200 binden fazla insanın öldürdü. Atom bombasının insanlığın en karanlık yüzü olduğunu öğrenmemizin üzerinden 77 yıl geçti. 77 yıl bizi daha iyi birer insan yapacağına tüm bildiklerimizi ve utancımızı unutturdu. Çok değil, bir hafta önce Ukrayna’da Zaporijya Nükleer Santralı bir kez daha topların hedefi oldu. Nükleer santrali hedef almakla bir atom bombasını uçaktan sivil halkın üstüne bırakmak arasında çok büyük fark yok. Çernobil veya Fukuşima gibi kontrolden çıkmış bir nükleer reaktörün “küçük çocuk” veya “şişman adam”dan pek farkı yok. 

Zaporijya’da son saldırı sonucunda nükleer santrala giden elektrik hattı zarar gördü. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, beş gün sonra hattın onarıldığını açıkladı. Nükleer santrallarda elektrik üretimini artırıp azaltmak ve acil durumda santralı durdurmak için elektriğe ihtiyaç duyulur. Dizel jeneratörlerce veya başka bir yerde üretilen elektriğin santrala ulaşması güvenlik tedbirleri arasındadır. Rusya’nın kontrolündeki bu dev santralda iki reaktör hâlâ çalışıyor. Santral sahasındaki binalar hedef alınıyor ve santrala giden dört dış elektrik hattından sadece bir tanesi görevini sürdürüyor. O da geçtiğimiz hafta beş gün çalışmadı. Bütün bunlar bilinmesine rağmen savaşan taraflar santralı hedef almaya veya üs gibi kullanmaya devam ediyor. Yeni bir dönemin başlangıcındayız. İlk çıktıklarında nükleer silah üretmek için kullanılan nükleer enerji santralları şimdi düşmanına nükleer silah atmanın bir yolu haline geliyor. Çılgınlık elbette ama adı üstünde savaştan, dünyanın en aptal eyleminden bahsediyoruz. Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmaya çalışanlar, bunu da iyice düşünsünler.

SAVAŞLAR İKLİM KRİZİNİ DE KÖRÜKLÜYOR
Savaşlar ve savaş araçları insanlar kadar doğayı da hedef alır, bu yüzden de bir çevreci, ekolojist veya yeşilin savaş karşıtı ve pasifist olması kimseyi şaşırtmaz. Vietnam’ı hatırlayın. ABD’nin Vietnam’da kullandığı 20 milyon galona yakın portakal gazı aslında bitki öldüren bir asittir. Savaş sırasında 22 bin kilometrekarelik dev bir alan portakal gazına maruz kaldı. Binlerce insanın yanı sıra ağaçlar ve bitkiler de öldü. Dioksin de içeren bu gaz nedeniyle tüm bitkiler ve ağaçlar bir daha yeşermeyecek şekilde yanıp gittiler. Atık yakma tesislerinin dioksine neden olduğunu da bir parantez açıp hatırlatalım.

Perspectives Climate Group adlı danışmanlık şirketi, savaşların iklim krizine etkisini gösteren bir rapor hazırladı. Irak savaşı sırasında Kuveyt’te 1 milyar varil petrolün yakıldığını baz alarak atmosfere bırakılan karbondioksitin 320 milyon ton olduğunu hesaplamışlar. Türkiye 2020 yılında 370 milyon ton karbondioksiti atmosfere bırakmıştı.

Vietnam’da yok edilen Mangrov ormanları da fotosentez yoluyla içlerine hapsettikleri 300 milyon ton civarında karbondioksiti atmosfere bırakmış. Hesaplanması gereken doğrudan emisyonlar da var. Özellikle de hava ve deniz kuvvetlerinden bahsetmeliyiz. F-35 savaş uçağı her 80 kilometrede 1 ton karbondioksit açığa çıkarırken, bir muhrip saat başı 9 ton karbondioksit salıyor. Türkiye’de yaşayan bir kişinin yıllık karbon emisyonunun 5 ton olduğunu hatırlatalım. 80 kilometre giden bir otomobilin arkasında bıraktığı karbon ayak izi ise yaklaşık 10 kilogram. İklim zirvesine uçakla giden çevrecileri eleştiren medya, bu duyarlılığı neden her gün litrelerce yakıt tüketen savaş araçları konusunda göstermiyor acaba?

Savaşın yol açtığı yıkımı ölçmekte ilk akla gelecek unsurun emisyon olmadığını elbette biliyorum ancak, ölen canlıları, yıllar boyunca sürecek etkilerin yanı sıra savaşların iklimi değiştirdiğini de unutmamalıyız. Savaş karşıtı olmadan iklim koruyucusu olmak mümkün değil. Çevre ve ekoloji hareketinin özünde milliyetçilik, militarizm, şiddet, ayrımcılık, insan merkezcilik olamaz. Korumak istediğimiz doğa bir bütün. Kuşun, temiz havanın, okyanusun ülkesi yok.

Devlet destekli silah tüccarlarının ellerini ovuşturduğu bir çağdayız. Ukrayna’dan Tayvan’a kadar her yerde savaş davulları çalıyorlar. Daha çok silah satmaları için onlara daha fazla savaş gerek. Bizim ihtiyacımız olansa 1960’lardaki çiçek çocuklarının, 1 Mart tezkeresi öncesi yapılan eylemlerin ruhunu hatırlamak Hem “büyük insanlığı” hem de iklimi kurtarmak için.

Akkuyu’da taşeron değişikliği tehlikeyi gösterdi

Özgür Gürbüz-BirGün/ 5 Ağustos 2022

Akkuyu Nükleer Santral İnşaatı
Türkiye’nin büyük bir kısmının, Mersin Akkuyu’daki nükleer santralın Rusya’ya ait bir elektrik fabrikası olduğunu anlaması 12 yıl sürdü. Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılında imzalanan anlaşmanın 5. maddesi açıktı. Proje şirketi (Akkuyu Nükleer A.Ş.) Rus tarafınca yetkilendirilen ve yüzde 100 hisseye sahip şirketlerce kurulacaktı. Öyle de oldu. Aynı maddenin 4. Fıkrası, eğer Rusya isterse bu hisselerin en fazla yüzde 49’unu satabilir diyordu. Çoğunluk hissenin 60 yıl boyunca Ruslarda kalması da imzalar atılırken garanti edilmişti.  

Rusya 12 yıldır projenin tek sahibi. Yüzde 1 hisseyi bile Türkiye’den bir şirkete satmadı. Tek yaptığı çimento karma, beton dökme işlerini bir taşeron firmaya, Titan-2 IC İçtaş’a vermek oldu. Hükümet yerli ve milli nükleer enerji masalları anlatırken, Rusya Türkiye’yi her yıl sadece alım garantisi nedeniyle 2 milyar dolar ödemek zorunda bırakacak anlaşmanın keyfini sürüyordu. Biz Birgün’de yazıyorduk bunları ama ne yazık ki “yüksek siyaset” ve “politikacıların atışma” haberleri kadar değer görmedi bu uyarılarımız.

Nükleer santralı yerli olduğuna inananların, buradan bomba yapacaklarını sananların gözlerini perdeleyen büyü, Akkuyu Nükleer’in 26 Temmuz’da yerli taşeron firmasıyla yaptığı anlaşmayı feshetmesiyle bozuldu. Rusya, dört gün sonra kurucuları Rus olan TSM Enerji İnşaat Sanayi Limited Şirketi ile anlaşma imzaladı. Şirketin yetkilileri Silifke’de oturan Ruslar. İçtaş kızgındı. Yaptığı açıklamada, projede Türk şirketlerinin varlığı azaltılmak isteniyor dedi. Akkuyu Nükleer ise TSM ile imzaladığı anlaşmaya dair yaptığı açıklamada İçtaş’la yola neden devam etmediklerinin ipuçlarını verdi. “…şantiyede işin devamlılığının ve kalitesinin sağlanmasının yanı sıra Akkuyu NGS için taahhüt edilen inşaat tarihlerine uyulması, işçilerin çalışma koşulları açısından haklarının korunması ve tüm taşeronların çalışanlarına maaşlarının zamanında ödenmesi de sağlanacaktır". Oda TV’de yayımlanan feshi ihtarnamesinde de inşaat, montaj işlerinde ciddi ve sürekli gecikme olduğu, detaylı tasarım ve işlerde kusurlar bulunduğu, işçilere ödemelerin aksatıldığı ve iş güvenliği sorunları olduğu yazıyordu.

Medya, Rusya’nın bir operasyonla inşaattan Türk şirketlerini uzaklaştırmasına odaklandı. Putin’in bekletilmesine karşılık bir misilleme yapılma olasılığı elbette var. Rus uçağı düşürüldükten sonra olanları herkes hatırlıyordur. Ancak burada asıl odaklanılması gereken mesele zaten yüzde 100 Rusya’nın elinde olan santralda taşeronların da Rus olup olmadığı değil. Enerji Bakanlığı bile tehlikenin farkında değil ya da konuşmak istemiyor. Yaptığı açıklamada Rusya’da Rosatom için eğitim alan 263 öğrencinin santralda çalıştığından bahsediliyor. Bunların halkla ilişkiler çalışması olduğunu biliyoruz. Rusya isterse o mühendisleri yarın kapının önüne koyar, istedikleri kadar yabancı mühendis getirir. Yetki onlarda, güç onlarda. Mesele taşeronun yerli veya milli olması meselesi değil. Asıl soru şu: Rusya, inşaatın bu kadar kritik bir aşamasında, çalışan binlerce işçiyle ilişkili ve hükümetle sorunu olmayan IC İçtaş firmasını neden saf dışı bıraktı?

Sorunun yanıtı Rusya’nın şikayetlerinde gizli olabilir. Bir nükleer santral inşaatı hata kaldırmaz. Finlandiya’da Fransızlar tarafından yapılan ve 13 yıl geciken Olkiluoto nükleer reaktörü bu duruma iyi bir örnek. İnşaat sırasında fark edilen hatalar nedeniyle 2009’da bitirilmesi gereken reaktör adeta tekrar tekrar yapılarak 2022 yılında açılabildi. Maliyeti de 3 milyar avrodan en az 11 milyar avroya çıktı. Dünyanın en pahalı elektrik fabrikası oldu.

Çimentonun başında Rusya mı Türkiye mi duracak sorusuna yanıt aramayı bırakalım. Enerji Bakanlığı ve kamuoyunun, IC İçtaş firması hangi işin kalitesini düşürdü, hangi montajı hatalı yaptı diye düşünmesi ve Rus şirketi bu konularda açıklama yapmaya zorlaması gerekir. Yapılan hatalar düzeltildi mi yoksa üstü kapatıldı mı? Hükümetin santralın ilk reaktörünü gelecek yıl seçimden önce açmak istediği biliniyor. Bu tip baskılar zaten çok riskli olan nükleer santrali saatli bombaya çevirebilir. Karşımızda işin iyi yapılmadığını söyleyen bir nükleer şirket varken oturmuş taşeron firma yerli mi olacak yabancı mı onu konuşuyoruz. Artık anlayın ve kabul edin. Çevreye, ekonomiye vereceği zarar, iş cinayetleri ve çatlak haberleriyle şimdiden ipuçlarını verdiği güvenlik riskiyle Akkuyu Nükleer Santralı bu ülkenin başına bela olma yolunda hızla ilerliyor. Nasıl durduracağız ona kafa yoralım.