Magma Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Magma Dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İklim için kırmızı alarm

İklim krizini durdurmak için zaman azalıyor.

Özgür Gürbüz/Magma-Mayıs 2022

Elektrikli otobüsler, led ampuller, enerjiyi verimli kullanan motorlar, akıllı ev aletleri, ısı pompaları,
hidrojenle çalışan trenler, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretilen elektrik, daha fazla bisiklet yolu, büyük bataryalar, enerji sıfır binalar… Liste uzun ama her geçen gün bu kavramları ve teknolojileri daha sık duyacağız. Enerjide elektriğin önemi artacak ve elektrik üretimi de iklim krizine neden olan petrol, kömür ve doğalgazdan yenilenebilir enerji kaynaklarına kayacak. Bilim insanları bir kapasite sorunu görmüyor. Küresel enerji tüketimi 2019 yılında 65 petawattsaatti. Günümüzün teknolojisiyle sadece güneşten üretilebilecek enerjinin karşılığı ise 5800 petawatsaat[1].

İç rahatlatıcı değil mi? Evet ama sorunu çözmek bu kadar basit değil. Bu üretim için binlerce panel, türbin ve nadir elementler dahil birçok maddeye ihtiyacımız olacağı doğru. Onların üretimi de doğaya zarar verecek. O zaman daha makul bir yol haritası çizip hasarı en aza indirmeye çalışalım. Daha az tükettiğimiz, daha az çalıştığımız, içinde bulunduğumuz endüstriyel toplumu yavaşlattığımız ama “gerçek ihtiyaçlarımızı” karşılamada da sorun yaşamadığımız yeni bir dünya düzeni kurmak zorundayız. Verimlilik artışı kaynak kullanımını azaltabilir. Yavaşlayan ekonomi, yeniden kullanım oranlarını yükseltebilir. Temel ihtiyaçlar dışındaki ürünleri az tüketmenin mutsuz olmak anlamına gelmediğini aslında biliyoruz. Kimse cep telefonu icat edilmeden önce “neden cep telefonum yok” diye üzülmüyordu. Markalarla veya nicelikle yaratılan üstünlükler zihinsel devrimlerle yıkılabilir. Endüstriyel toplumdan çıkmak ise kolay değil; çoğunluğun böyle bir talebi olduğu bile şüpheli. Sorun değil; sürdürülebilir bir yaşam modelini bu endüstriyel toplumu dönüştürerek de hayata geçirebiliriz. İdare eder.

İyi de bu kadar “zahmete” neden katlanacağız diye soruyorsunuzdur. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” adlı raporunu Şubat sonunda yayımladı. İklim krizi konusunda bilimsel verileri derleyen IPCC, abartısız bir dille bir kez daha kırmızı alarm veriyor. 1,1 dereceyi bulan ortalama yüzey sıcaklığındaki artış durdurulamazsa kuraklık, sıcak hava dalgaları ve su baskınları nedeniyle milyonlarca insanın gıda güvenliği ve geçinme sorunu yaşayacağını söylüyor. Afrika’da mahsul verimliliğinin 1961’den bu yana üçte bir oranında azaldığını unutmayalım.  

Yoksulluk ve ölüm
Raporun dikkat çektiği önemli bir nokta da hızla seragazı emisyonları azaltılsa bile önümüzdeki 10 yıl içinde 32 ile 132 milyon arasında insanın iklim nedeniyle aşırı yoksullaşacağı bulgusu. Çözüm adil de olmak zorunda. Paris Anlaşması’nın da ilk hedefi olan 1,5 derecelik ısı artışı, kısa bir süre için aşılsa bile, tüm canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecek. Açık sözlü olmak gerekirse, sıcaklık artışını azaltmaya çalışırken bir yandan da aşırı hava olayları gibi iklim krizi kaynaklı sorunlara uyum sağlamaya çalışacağımız bir döneme girdik. Hiçbir şey yapmamanın bedeli ise anlatılamayacak kadar ağır. IPCC, emisyonların yüksek seyrettiği bir senaryoda, 2030 yılında su baskınları nedeniyle ortaya çıkacak ishal vakalarının 15 yaşından küçük çocuklarda 48 bin ek ölüme neden olacağını söylüyor.

Akdeniz’i bekleyen tehlikeler
Rapora göre Akdeniz'de de iklim krizi, özellikle su ve gıda sıkıntısına yol açacak. Örneğin, Akdeniz’de kıyı balıkçılığı yapan balıkçılar, 1,5 derecelik bir sıcaklık artışında balık türlerinin yüzde 10’unu, 4 derecelik bir artışta ise yüzde 60’ını kaybedebilir. Seragazı emisyonlarıyla ilgili mevcut politika ve taahhütlerin dünyayı yaklaşık 2,3-2,7°C ısınmaya doğru götürdüğü yine aynı raporda yazıyor. Yine Akdeniz’de, deniz seviyesindeki yükselme tehditi kültürel mirasımızı da tehdit ediyor. Efes Antik Kenti, İstanbul’un tarihi bölgeleri bu listede yer alıyor. Sıcaklık artışı 2 °C’yi bulursa Güneydoğu Akdeniz’deki nüfusun yüzde 54’ü orta şiddette su kıtlığı yaşayacak.

1,5 derecelik bir artışta Avrupa’nın Akdeniz içinde kalan bölgesinde yanan alanların oranı yüzde 40-54 arasında artarken, 2 derecede bu oran yüzde 62-87’e çıkıyor. Ortalama sıcaklık artışı 3 dereceye çıkarsa, orman yangınları sonucu kaybedeceğimiz alanın büyüklüğü 1,5 dereceye göre 3 kat fazla olabilir. 2021’de iklim krizinin tetiklediği yangınlar Türkiye’nin Akdeniz kıyısını cehenneme çevirmişti, ne yazık ki daha kötüsü bizleri bekliyor. Su baskınlarıyla karşı karşıya kalacak küresel nüfusun oranı da yarım derecelik artışla yüzde 24’ten yüzde 30’a çıkıyor. Seragazı emisyonlarını azaltmak için atılan her adımın değeri büyük. 1,5 derecelik bir sıcaklık artışında nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan karasal türlerin oranı yüzde 14 iken, 2 derecede bu oran yüzde 18’e, 3 derecede ise yüzde 29’a çıkıyor.

İklim krizini durdurmazsak karşılaşacağımız yıkım büyük ama bu bizi korkutmamalı. Seragazı emisyonlarını azaltmak ve bugünkünden daha güzel bir dünya kurmak mümkün. Artık, buzulların nasıl eridiğine değil, erimeyi durdurmak için ne yaptığımıza odaklanma dönemindeyiz.



[1] Güneş ve rüzgar küresel enerji talebinin 100 katını karşılayabilir. https://carbontracker.org/solar-and-wind-can-meet-world-energy-demand-100-times-over-renewables/

Yitik Topraklar

Çernobil’deki nükleer kazanın üzerinden 30 yıl geçti. Toprak yitip gitti. İnsanlar yitip gitti. Geriye sadece radyasyon kaldı...

Özgür Gürbüz-Magma/Nisan 2016

Foto: O.Gurbuz
Sovyetler Birliği’ni 26 Nisan 1986’da vuran nükleer kaza hâlâ etkisini sürdürüyor. Aradan geçen otuz yıla rağmen Çernobil’de kaza yapan dört numaralı reaktörü merkez alan, otuz kilometre yarıçapındaki alana giriş yasağı devam ediyor. Bu alana, özel izinle ve kısa süreli girişe izin veriliyor. Kazadan sonra göçe zorlanan 350 bin kişinin geri dönmesi artık hayal gibi. Temizlik çalışmalarında görev alan, çoğu asker 800 bin kişiden kaçının öldüğü, kaçının hayatta olduğuna dair farklı rakamlar var. İsviçre İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın 10 yıl önceki raporunda temizlikçilerin 25 bininin eski Sovyet kayıtlarına göre öldüğü belirtiliyor. Sovyetler Birliği’ndeki rejimin hem kazayı hem de sonuçlarını gizleme çabaları nedeniyle bu rakamlar günümüzde halen tartışılıyor.

Yeni açıklanan Torch-2016 raporu ise Çernobil’in sadece bugünkü Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı değil tüm Avrupa’yı etkilediğini öne sürüyor. Dr. Ian Fairlie tarafından ondan fazla uzmanın katkılarıyla hazırlanan ve Dünya Dostları (Friends of the Earth) adlı çevre kuruluşunun Avusturya ofisi tarafından yayımlanan rapor ilerleyen yıllarda 40 bin kişinin Çernobil kaynaklı ölümcül kanser vakasına yakalanacağına dikkat çekmekte. Belarus, Ukrayna ve Rusya’da yüksek seviyede kirlenmiş topraklarda (Sezyum-137 >40 kBq/m2) yaşayan insanların sayısının da 5 milyon olduğuna dikkat çekiyor.

Raporun bir başka önemli bulgusu da tiroit kanseriyle ilgili. Şu ana kadar kaza nedeniyle 6 bin tiroit kanseri vakası saptandığı belirtilirken 16 bin yeni tiroit kanserinin de gelecek yıllarda görüleceği söyleniyor. Radyoaktivite kaynaklı kan kanseri, meme kanseri, kalp ve damar hastalıklarının sayısındaki artışın doğrulandığı da raporda geçen bir başka bilgi.

Çernobil kazasının Türkiye’de başta Trakya ve Doğu Karadeniz olmak üzere etkili olduğu, o dönem alınan çay ve toprak analizlerinde yüksek seviyede radyasyona rastlandığı biliniyor. Aynı bugünkü gibi 1986 yılında da Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen dönemin yöneticileri, bu kazanın Türkiye üzerindeki etkilerini araştırmamış, özellikle de çaydaki radyasyonu gizlemek için büyük çaba harcamıştı. Dönemin TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre şunları demişti: “Radyoaktiviteyi bilmeyen halkım rakamı ne yapsın? Çernobil ile ilgili olarak benden başka kimsenin konuşmaması için emir verdim. Ben Osmanlı devlet geleneğinden geliyorum, bu hiyerarşi anlayışını benimsiyorum...” Dönemin Başbakanı Turgut Özal, “radyoaktif çay daha lezzetli” açıklamasını yaparken Cumhurbaşkanı Kenan Evren “radyasyon kemiklere yararlıdır” diyerek konuyu önemsizleştirmişti. Evren’in, içtiği çayı ODTÜ’ye analize gönderdiği ve çayında diğer örneklere göre az da olsa radyasyona rastlandığı daha sonra ortaya çıkmıştı. O tarihte ODTÜ’de doçent olan İnci Gökmen, Olcay Birgül ve Aykut Kence, yaptıkları analizlerde çaylarda kilogram başına ortalama 10 bin 300 bekerel radyasyona rastlamıştı. Bu rakam bazı Çay Çiçeği marka çaylarda 36 bin 800’e kadar çıkıyordu. Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in çayıysa 5 bin 600 bekarel radyasyona sahipti; temiz değildi...

Dünya seni çağırıyor

Orta Asya’nın şaman ayinlerinin Anadolu’nun dağlarında yankılanan sesi, fotoğraf karelerine tüm renkleriyle yansıyarak Magma Dergisi’nde hayat bulmaya hazırlanıyor. Türkiye Ekim ayında iddialı bir coğrafya-keşif dergisine kavuşacak. Magma’nın bir özelliği de patronsuz bir dergi olması.

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Eylül 2014

Dukhalar - Fotoğraf: Selcen Küçüküstel
Derginin adı aylardır sır gibi saklanıyordu. ‘AdıBilinmeyenDergi’ etiketiyle sosyal medyada ilgi konusu oldu. Birkaç gün önce ismi açıklandı ve ‘Magma’ yeryüzüne ulaştı. Başında Atlas dergisinden tanıdığımız isimler var. İki güzel Gezi sayısından sonra Atlas’la yollarını ayıran ekip, kolektif bir çalışma tarzıyla, patronsuz bir dergi çıkarmaya hazırlanıyor. Dergi Ekim başı çıkacak ama Facebook’ta takipçi sayısı 70 bini buldu. Uzak diyarlara yaptıkları yolculuklar ve eşsiz fotoğraflarıyla tanıdığımız ekipten Özcan Yüksek ve Kemal Tayfur, Magma dergisini ilk defa BirGün’e anlattı.

- 20 yıldır beraber çalışan bir ekipsiniz, herkes sizi Atlas’la özdeşleştirmişti. Magma’nın farkı ne olacak?
Özcan Yüksek: Oradaki tecrübelerimizi, daha özgür bir ortamda sunacağız. Hem ülkenin hem de gezegenin ihtiyacı özgürlük. Dünyada da bunun sıkıntıları var ama Türkiye’de çok daha fazla. Basın içindeki hiyerarşik yapılaşmalar, hangi siyasi görüşten olursa olsun çok sağlıklı değil. En azından biz onu hissediyoruz. Hiyerarşik, rekabetçi ve merkezci yetiştirilmişiz.

- Coğrafya dergisi bazen nereye gidileceğini gösteren bir rehber gibi algılanıyor. Nasıl daha özgür olur diye soranlar var.
Kemal Tayfur: Bir coğrafya-kültür dergisinde özgür olmak, öncelikle ticari kaygılardan uzak kalmayı gerektirir. Para kazanmayı yayıncılığın önüne koyarsan, bilgi üretmeye, yaratıcılığını geliştirmeye çalışan ekibin hareket alanını kısıtlarsın. Magma’nın en önemli özelliklerinden biri, patronsuz, herhangi bir sermaye grubuna dayanmayan, çalışanların kendi düşlerine güvenerek çıkardıkları bir dergi olması.

ÖY:  Şirket kâr etmek ister. O dergi belirli bir kâr amacıyla çıkar. Bizim de ticari giderimiz var ama bizim amacımız zarar etmemek, kâr etmek değil.

- Bu içeriği etkiliyor mu?
KT: Etkiler tabii. Geçmişte karşılaştığımız en büyük sıkıntılardan birisi buydu. Normalde bir coğrafya dergisi dünyanın en uç noktalarına yazarını, fotoğrafçısını gönderebilmeli. Bunlar büyük paralar. Kâr hedefiyle hareket eden şirket, yaptığı faaliyetler kârını zedeliyorsa sana sınırlama getiriyor. Burada en büyük avantajımız bu. Kâr amacı gütmediğimiz için elde edilen gelirin tamamı bu alanlara ayırılacak. Tek desteğimiz, tek güven duyduğumuz şey okuyucu. O güven, destek olmasaydı zaten böyle bir yola çıkmazdık.

- Neden Magma?
ÖY: Magma gezegeni oluşturan yaşamın kaynağı. Biz gezegeni hazır ambalajından çıkarıp baktığımız bir şey zannediyoruz. Halbuki halen canlı, hareket halinde. Gezegenin içerisindeki sıcak ateş gezegenin kendi arzusu. Gezegenin kendini var etme duygusunu takip edeceğiz.

'Magma' çalışıyor. Fotoğraf: Sururi Uras
- Coğrafya dergilerinde yapılmayan bir işi yapmak, gidilmeyen bir yere gitmek ‘en iyi iş’ gibi algılanıyor. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
KT: Gidilmemiş noktalara gitmek, kimsenin ayak basmadığı bir vadide dolaşmak değerli. Özcan’ların daha önce yaptığı gibi, Dukha’lar gibi bir topluluğu Türkiye ve dünyaya tanıtmak gidip yerinde incelemek ve sayfalara taşıyarak okuyucuya ulaştırmak önemli. Önemli ama derginin tek amacı bu değil. Dergi çok bilinen bazı meseleleri de farklı bir bakış açısıyla ele alabilir. Gezi olduğunda Atlas’taydık. İki sayıyı Gezi’ye ayırdık. Coğrafya dergisinde Gezi yer almaz diye bir şey yok.

- Atlas’tan ayrılmak zorunda kalmanızın nedeni Gezi miydi?
ÖY: Tam sebebini bilmiyorum, o tarihlere denk geldi. Gerekçe yok. Önemli değil; iyi oldu, hayırlı oldu. Kendi potansiyelimizi ortaya çıkaracak bir dergi çıkaracağız.
KT: Buradan bizim Atlas’la rekabet içinde olduğumuz düşünülmesin. Böyle bir kaygımız başından beri yok.
ÖY: Rekabete karşıyız. Sadece sporda, maçlarda rekabete karşı değiliz. Rekabetin gezegenin kaderini kötü etkilediğini düşünüyoruz. Yaratıcı işler yapan insanı tüketen bir şeydir rekabet. Basının içerisinde entelektüel bir kesim var ve bu aşağıyı ezen uygulamayı çok iyi beceriyor. Oraya gelmeden evvel çok iyi eğitilmişler. Basını önce bu yapı darmadağın ediyor.

KT: Muhabirliğin ortadan kaldırılması beraberinde vasatı öne çıkarıyor. Yaratıcı insanlar bir süre sonra ya uzaklaşıyor ya da uzaklaşmak zorunda kalıyor. Kalanlar ya da tercih edilenler, genelde basınla, yaratıcılıkla ilişkisi olmayan bir kadro.

- Diğer coğrafya dergilerinde çoğu zaman insanın doğaya tahakkümü anlatılmıyor. Bunu nasıl kıracaksınız?
ÖY: Derginin amacı gezegeni, doğayı kurtarmak. O amaç çerçevesinde doğayı koruyan, esirgeyen kültürleri önemsiyoruz. Onlardan öğrenmeye, geçmiş bilgelikleri, aktarmaya çalışıyoruz. “Bilmek isteyen yola çıkar” diyoruz. Bu yol, karayoluna çıkmak, patikada yürümek değil. Düşünce biçimi olarak yol, keşfetme, kendini öğrenme, başka zamanları da keşfetme gibi daha geniş anlamda düşünmeyi gerektirir. Bu söz bize ait değil. Altaylar’da bir şaman duası. O cümleyi uçak bileti almanız için değil bilet almadan da dolaş, keşfet demek için kuruyoruz.

KT: O söz insanları dünyaya katılmaya çağırıyor. Dağın zirvesine çıkmak, parkta yürümek, sokağınızdaki ağaca bakmak bile önemli. Bu dergi doğayı ve gezegeni savunmada taraf. Dolayısıyla insan-doğa ilişkisini bir üstünlük ilişkisi değil, doğayı içinde yaşadığımız o büyük bütün olarak görecek. Aynı şekilde kültürler arasında da hiyerarşik bir ilişki asla söz konusu olmayacak. En temel kurallarımızdan birisi bu. Aşağı bir ırk, kültür yok.

- İşlediğiniz konularda şaman kültürü öne çıkıyor, bir nedeni var mı?
Beşiktaş taraftarı - Fotoğraf: O. Gurbuz
ÖY: Şaman kültürü çok yer alıyor gibi gözükebilir. Aslında bu, derginin doğaya ilişkin yaklaşımından kaynaklanıyor. Şamanizm doğayla çok yakın ilişkileri olan, doğa ruhlarıyla ilişki kuran insanlığın en eski inanış biçimi. Doğayla 10 binlerce yıldır kurulan ilişkinin bilgeliğini ve ritüelini aktarmaya çalışıyoruz. Beşiktaş türbinleri maç başlamadan önce ellerini kaldırıp kartal olur. Aslında bu bile bir şaman ayinidir. Stat kaç kişiyse o kadar kişi kartal oluyor. Şaşırmayı unutmuş bir zamanda yaşıyoruz. Her şey sıradan. Bir ağaç da yok edilebilir, bir orman, bir dere de. İki kıtanın arasından geçen boğaz bizi şaşırtmıyor, yukarıdan yapılan çılgın bir kanal bizim için daha önemli.

- Bunun sebebi insanın her şeyi görmüş olması mı?
OY: Hayır. Her şey sıradanlaşıyor. Her şey tüketilen, tüketildikçe çoğaltılan, çoğaltıldıkça daha fazla tüketilen bir şey haline geliyor.

- Siz bu sıradanlığı nasıl kıracaksınız?
KT: Okuyucu en bildiği konularda bile yeni bilgilerle karşılaşacak. Dergi kaynak olarak kullanılabilecek bir bilgi havuzu sunacak. Akademik yayınlardan farkı da bu bilginin gerçekten şaşırarak, akılda kalmasını kolaylaştırarak, heyecan duyarak anlatılmış olması. Bu aynı zamanda bir fotoğraf dergisi, fotoğrafsız konu yok. Ele alınan her konu haritası, grafikleri ve fotoğraflarıyla görselleştirilecek. Arkeoloji konusuyla ilgilenenlere de, dağcılara ve tarih meraklılarına da hitap edecek.

- Ekim’i iple çekiyoruz. Teşekkürler.
***
Magma Dergisi’ni merak edenler Facebook’ta AdıBilinmeyenDergi ve Twitter’da @MagmaDergisi hesaplarını takip edebilir.