Evrim Ağacı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrim Ağacı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nükleeri Evrim Ağacı'nda pazarlama çabaları

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Haziran 2019

Mersin'e nükleer santral kurmak isteyen Rus şirketi Rosatom, tahminen santrala harcadığı paradan daha fazlasını halkla ilişkiler çalışmalarına harcıyor. 2015 yılında, Rusya ile yaşanan uçak krizinde, daha ortada reaktörün "r"si yokken harcanan paranın üç milyar dolar olduğu söylenmişti. Bu paranın bir bölümü, tüm ülkeyi kaplayan sokak ilanlarından, tramvaylara kadar uzanan "yerli nükleer" konulu reklamlara harcandı. Nükleer santralın tüm hisseleri Rus devlet şirketinin Türkiye’deki uzantısı Akkuyu Nükleer A.Ş.'ya ait olmasına rağmen, "yerli nükleer" sloganlarıyla pazarlandı.

Rosatom'un halkla ilişkiler çabaları bununla sınırlı değil. Gazetelerde okuduğunuz nükleeri öven ve karşı çıkanların görüşüne yer vermeyen haberler, çocuklardan, balıkçı ve kamu görevlilerine uzanan Rusya gezileri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın gözü önünde Mersin'deki okul çocuklarına verilen tek taraflı “bilgilendirmeler” ve daha neler neler var. 

Beyin yıkama çalışmalarındaki son hamlelerini de Evrim Ağacı adlı popüler bilim sitesi sayesinde öğrendik. Rosatom, ODTÜ'lü gençlerin ve onlarca gönüllünün desteğiyle hayata geçirilen bu platforma, birer dakikalık altı videonun yayınlaması için bir teklif götürmüş. Evrim Ağacı ise "ülkemiz için böylesine önemli bir konu hakkında tek taraflı bir reklam yayını yapmanın, Evrim Ağacı'nın değerleri, bilimsel vizyon anlayışı ve izlediği bilimsel etik ilkeleriyle uyuşmayacağını" söyleyerek bu teklifi reddetmiş. Onun yerine, "atom enerjisinin muhtemel tehlikeleri" üzerinde çalışan, kendilerinin seçeceği bir akademisyenle Rosatom temsilcisinin münazara yapmasını önermiş ve bunu da ücretsiz yayınlayacağını belirtmiş. National Geographic gibi kanalların Rosatom destekli belgesel yayınladığı günümüzde elbette alkışlanacak bir davranış...

Rosatom iki hafta geçmesine rağmen bu çağrıya yanıt vermemiş. AKP hükümetinin 2004 yılında konuyu yeniden gündeme getirmesinden bu yana yaptığı gibi nükleer enerjiyi tartışmaktan kaçıyor. Biliyoruz ki nükleer enerjiyi savunanlar bunu yapamaz çünkü pahalı, tehlikeli ve çevreye zararlı bu elektrik üretme biçiminin savunulacak bir yanı kalmadı. Güneş, rüzgar ve biyokütle gibi kaynaklardan daha ucuza ve daha güvenli elektrik üretmek mümkün. Bu kaynaklardan üretilen elektriği depolamak ya da birbiriyle eşleştirerek kesintisiz elektrik üretmenin önünde de bir engel yok.

Evrim Ağacı'nın yaptığı açıklama bizi sevindirse de gördüğüm birkaç eksikliği de belirtmeliyim. Teklifi reddederken yaptıkları açıklamada geçen, "Çünkü konu hakkında bilimsel arka plan ne olursa olsun, halk arasında yaygın bir endişe ve tedirginlik olduğu gerçeği göz ardı edilemez" ve "...öte yandan, nükleer santrallerin bir enerji kaynağı seçeneği olarak tutulmasına prensipte karşı olmayan, sırf patlama tehlikesinden yola çıkarak bir çırpıda, tamamen göz ardı edilmesini doğru bulmayan; daha da önemlisi bilimsel her meselenin sistemli münazara ilkeleri çerçevesinde tartışılması gerektiğini düşünen bir ekip olarak" cümleleri beni biraz endişelendirdi. Konu hakkında bilimsel arka plan ne olursa olsun deyip, nükleer endişenin sadece kazayla sınırlı olduğunu veya bilimsel açıdan desteklendiğini ima eder gibi bir durum ortaya çıkmış. Nükleer enerjiye karşı çıkan Nobel ödüllü bilim insanlarını burada saymayalım. Sorunun sadece kaza olduğunu düşünüyorsanız konuya çok sınırlı bir noktadan bakıyorsunuz demektir. 

Nükleer santrallarla ilgili bir tartışma birçok bilim alanını kapsar. İktisattan ekolojiye, siyasal bilimlerden, tıbba kadar farklı uzmanların görüşüne gerek duyulur. Bilimsel arka planın nükleer enerjiyi desteklediği, kaza endişesi gibi bilimsel olmayan ama insani kaygıların bunun karşısında durduğunu söylemek yanıltıcıdır. Örnek vermek gerekirse, bugün ekonomi bilimi açık bir şekilde nükleer enerjinin pahalı olduğunu söylemektedir. Başta ABD olmak üzere, kapanan birçok nükleer santralın arkasında ekonomik gerekçeler vardır, kaza korkusu değil.  

Tam da bu yüzden, "sırf patlama tehlikesinden yola çıkarak" nükleer enerjiyi gözden çıkardığımız kanısı uyandıracak ikinci cümleyi de talihsiz buldum. Yapılacak bir münazara, nükleer reaktörlerin patlayıp patlamayacağıyla sınırlı olamaz ve akademisyenlerin tekelinde değildir. Nükleer mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman'ın da yıllardır altını çizdiği gibi, bu bir siyasi karardır. Reaktör yapılacaksa bunun tasarımına elbette bilim insanları karar verir ama burada mesele nükleer enerjiye ihtiyaç duyulup duyulmadığı meselesidir. Elektrik piyasasıyla, elektrik fiyatlarıyla, istihdam seçenekleriyle, kamuoyunun düşüncesiyle (yapılan araştırmalar halkın yüzde 70'e yakının nükleer istemediğini gösteriyor), gelecek kuşakları ilgilendirdiği için sosyal bilimcileriyle, ekolojistleriyle bir konsensüs aranmalıdır.

İşe sadece dar bir bilimsel açıdan bakacaksak, tek söyleyeceğim bilimin ihtiyatlılık ilkesinin hatırlanması olacak. Nükleer enerjinin atık ve kaza riski nedeniyle ihtiyatlılık ilkesine karşı bir yapı olduğunu Evrim Ağacı'ndaki arkadşlarımız da hemen fark edecektir.

BirGün’e sahip çıkmak için 7 neden

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Şubat 2016

Bağımsız medyaya ihtiyacımızın her geçen gün arttığı şu günlerde BirGün’e sahip çıkmamak tam bir aymazlık olur. Benim BirGün ve onun gibi özgür düşünceye, yaşam hakkına sahip çıkan diğer medya kuruluşlarına (her yazılan çizilene harfiyen katılmasam da) destek olmaya çalışmamın birçok nedeni var. Bugün sadece yedi tanesinden bahsedeceğim.

1. Patrondan, hükümetten veya kolluk kuvvetlerinden korkmadan, etkisinde kalmadan haber yapacak, yorumlayacak medyaya ihtiyacım var. Doğru bilgi aldığımı bilmek istiyorum. Reklam vereni kızdırmamak için haberi saklayan, ülkeyi yönetenden korkup yazıları sansürleyen medya benim sesim olamaz. Bana sağlığım için tavsiye edilen gıdaların arkasında bile bin türlü ticari oyun dönüyor. Bu yüzden her türlü haberi bağımsız medyadan okumak istiyorum.

2. Bugünün Türkiye’sinde medyanın görevi sadece haber vermek değil. Dayanışmanın adresini de göstermek zorunda. İşçi haklarından ekolojiye, sanattan ekonomiye nerede desteğe ihtiyaç duyulduğunu, nerede güzel işler olduğunu ben bağımsız medyadan öğreniyorum. Mutluluklar kadar acılarımızı paylaşmak için de buna ihtiyacım var. Üzerimize çöreklenen ticari ve siyasi ağın parçası haline gelen medya kuruluşları bana sadece yalan, çarpıtılmış haber vermiyor, yanlış filme, yanlış mücadelelere de yönlendiriyor.

3. Artık ekmek bile alırken paramı verdiğim fırının sahibini bilmek istiyorum. Ali İsmail aklıma geliyor. Eli sopalı fırıncıya, palalı esnafa para kazandırma lüksüm yok. Evime gelen ustayı bile eşe dosta sorup ona göre çağırıyorum. Verdiğim paranın yolsuzluklara, hırsızlara, zalimlere gitmesine tahammülüm yok. Sütten otomobile, kiralayacağım evden, tatil yapacağım yere kadar tüm ticari ilişkilerim dayanışma içindeki insanlarla kurulmalı. Bağımsız, özgürlükçü medyada gördüğüm ilanlar benim için yol gösterici. Türkiye’de otoriter devletin bireysel özgürlüğüme müdahale ettiği, yandaşlarını üzerime sürdüğü bir durumda, dayanışmanın ekonomi gibi her alana yayılması kaçınılmaz. Eşe dosta sormanın yanı sıra, radyodan, gazeteden duyduğum reklamlara kulak kabartıyorum. Seri ilanlar, ders verenler, küçük hastaneler, lokantalar, tatil köyleri, pencereciler gibi… Daha mı zor? Evet ama bu ülkeyi değiştirmek isteyenlerin sadece oy kullanarak bunu yapamayacaklarını anlamaları gerek. Bu uğraşların verdiği huzuru hiçbir şeye değişmem. O yorgunluğa değer.

BirGün'e destek için tıklayın.

4. Kolektif umuda ihtiyacım var. Bireysel kurtuluş çabalarının, devletten gelen sistematik saldırılar karşısında bir şansı yok. Malum, “kurtuluş yok tek başımıza”. Bu doğru ama lafta kalmamalı. İşin başı da umut. Umut yoksa kurtuluş yok! BirGün ve diğer bağımsız medya kanalları bize umudu hatırlatıyor. Medya bu umudu binlere taşımanın en kolay aracı.

5. Baskıcı iktidarlar yandaş medyayı kullanarak sizi yalnız ve azınlıktaymış gibi gösteriyor, umudumuzu ve mücadele azmimizi azaltıyor. Halbuki, Gezi bize başka ve özgür bir Türkiye isteyenlerin zalimlerden hem çok hem de daha yürekli olduğunu gösterdi. Önce iletişim araçlarımıza sahip çıkacağız sonra örgütlenmeyi hayatın her alanına yayacağız. Sadece sokakta değil, mahallede, apartmanda değil hayatın her alanında birbirimizi tanımamızı, yanyana gelmemizi sağlayacak yapılarda buluşacağız. Dernek olur, parti olur. Birbirimizi tanırsak, yaşadığımız apartmanda, sokakta kime güveneceğimizi bilirsek birbirimize de sahip çıkarız. Gazeteler, televizyonlar bize bu araçları ve başarılı örnekleri göstermenin en iyi aracı.

6. Doğruyu söyleyen yoksa yalancılar nasıl ortaya çıkar? Kabataş yalanını hatırlayın. Silah taşıyan tırları ya da ayakkabı kutularını. Bağımsız medya olmasaydı bugün bunların hiçbirinden haberimiz olmayacaktı. Doğruların yazılmaya ve çizilmeye ihtiyacı var.

7. Sadece evrim, kültür-sanat ve Yeşil BirGün sayfaları bile benim için bu gazeteye sahip çıkma nedeni. Medya özgür değilse, özellikle sanat, bilim ve ekoloji gibi alanlarda yetersiz kalması kaçınılmaz.

BirGün’ü ve bağımsız medya kanallarını desteklemek işte tüm bu nedenlerden ötürü çok önemli. Sağlam birkaç gazete, birkaç TV kanalı bize yeter. Bu yayınların birleşmesi de bence kaçınılmaz ve sesimizin gür çıkması için bir elzem. Gücüm yettiğince, gerekirse kişisel zevklerimden vazgeçerek Türkiye’de özgürlüğün, barışın ve dayanışmanın sesi olan tüm medya organlarını desteklemeye devam edeceğim. Benim nedenlerim bunlar, sizin nedenleriniz hangileri?