Çay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 soruda Çernobil

Çernobil dizisi nedeniyle 33 yıl sonra yeniden Türkiye’nin gündemine giren dünyanın en büyük nükleer santral kazası hem Sovyetler Birliği’nde olan biteni hem de Türkiye’de yaşananları tekrar tartışmaya açtı. Bu tartışmalara ışık tutması amacıyla, kafaları karıştıran 10 soruya yanıt aradık. 

Özgür Gürbüz-BirGün/ 7 Haziran 2019

1. Çernobil kazası ilk nükleer kaza mıydı?
Çernobil, sonuçları itibarıyla Fukuşima ile birlikte tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biri ancak ilk kaza değil. Öncesinde İngiltere ve ABD’de yaşanan büyük kazalar vardı. 1957 yılında İngiltere’de yaşanan Windscale kazası, nükleer enerji konusundaki ilk uyarıydı. Nükleer silah üretimi için kurulan bu tesisteki 1 numaralı reaktörde çıkan yangın sonucu, reaktörün kalbindeki 11 ton civarındaki yakıt çubuğu yandı. Radyasyon sızıntısının reaktör yakınını etkilediği ve 200’den fazla insanın kanserden ölmesine neden olduğu düşünülüyor. İngiltere, 500 km2’lik bir alanda süt üretimini birkaç hafta boyunca yasakladı ve kazanın gerçek boyutlarını halka açıklamak yerine önemsizmiş gibi göstermeye çalıştı. Çernobil’den önce ABD’de de kısmi çekirdek erimesi yaşanan SRE (Los Angeles), Enrico Fermi-1 ve Üç Mil Adası kazaları yaşandı. 1978’deki Üç Mil Adası kazası, büyük bir ticari nükleer reaktörde meydana gelen en ciddi kazaydı. Sızıntının boyutları ve etkileri hala tartışılsa da reaktör üç ay çalıştıktan sonra kullanılamaz hale geldi. 

2. Çernobil’de sadece itfaiyeciler mi öldü?
Foto: O. Gurbuz
Çernobil kazasının kaç kişinin hayatına mal olduğu oldukça tartışılan bir konu. Nükleer endüstri, kazanın nükleer enerjinin geleceğini etkilememesi için ölü sayısını yangını söndürmeye çalışan itfaiyecilerle sınırlayıp, “30 civarında” demekle yetinir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) da benzer argümanları kullandığına sık sık şahit olduk. Santraldaki patlama sonucu çıkan yangını söndürmeye çalışırken ölen itfaiyeciler ile kaza sonrası yayılan radyasyon nedeniyle ölenleri ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. 

3. Çernobil’deki radyasyon sızıntısı kaç kişiyi öldürecek?
2005 yılında aralarında Birleşmiş Milletler’e bağlı (Dünya Sağlık Örgütü, BM Çevre Programı ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı gibi) kuruluşların Çernobil Forumu adı altında açıkladığı rapor santraldan sızan radyasyon nedeniyle 4 bin kişinin öleceğini iddia etmiştir. Bu 4 bin kişinin 2 bin 200’ünün de kaza sonrası tasfiye çalışmalarına katılan işçiler olacağı belirtilmişti. Bu rapor, bağımsız kuruluşlarca sert bir şekilde eleştirilmişti. Endişeli Bilim İnsanları (UCS-Union of Concerned Scientist) Çernobil Forumu’nun sadece yüksek doza maruz kalan insanları hesaba kattığını söyleyerek bu tahmine karşı çıktı. Sınır değerlerin altında kalsa bile alınan her ek dozun kanser riskini artırabileceğini söyleyen UCS’ye göre ölü sayısı 27 bini bulabilir. Bunların içinde Avrupa’da yaşayan 9 bin kişi de var. İki İngiliz bilim insanının hazırladığı TORCH raporu, 30 ila 60 bin arasında kanser kaynaklı ölüme işaret ederken, çalışmalarından dolayı Nobel ödülü almış, Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) ise on binlerce tasfiyecinin ölmüş olabileceğini söylüyor. 2006’da hazırladıkları rapor, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu. IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden oldu. Bazı Sovyet kaynakları da 25 bin tasfiyecinin öldüğünü belirtir. Radyasyona maruz kalmanın sadece ölümle sonuçlanmadığını, bağışık sistemini zayıflattığını, sakat veya hasta bırakabildiğini de hatırlatalım. 

4. Çernobil en çok hangi ülkeleri etkiledi?
Çernobil’den en çok etkilenen ülkeler kuşkusuz Belarus, Ukrayna ve Rusya. Kaza sonrası Belarus’un tarım alanlarının yüzde 22’sini, orman alanlarının ise yüzde 21’ini kullanamaz hale geldi. Santrala bugün ev sahipliği yapan Ukrayna’da ise kirlenen alan ise 53 bin 500 km2. 45 bini santralın yakınındaki Pripyat kenti olmak üzere yaklaşık 400 bin kişi bölgeden tahliye edildi.

5. Radyasyon Türkiye’ye geldi mi?
Çernobil’den gelen Sezyum-137 yüklü radyoaktif bulutlar tüm dünya gibi Türkiye’yi de etkiledi. 2 Mayıs sabahı önce Trakya’dan giriş yaptılar. 3 Mayıs sabahı yoğunluğu daha yüksek radyoaktif bir dalga Sinop üzerinden Doğu Karadeniz’e doğru ilerledi. 5 Mayıs günü ise yeni ama daha yoğun sezyum-137 içeren radyoaktif bulutlar tüm kuzey kıyısını etkisi altına aldı, İç Anadolu ve Ege Bölgesi’ne doğru ilerleyerek tüm Türkiye’yi etkiledi. Yağış olan yerlerde etkisinin arttığı, bu yüzden de Karadeniz’i daha derinden etkilediği, özellikle çaylarda radyasyon ölçümleri yapıldığında ortaya çıktı.   

6. İçtiğimiz çayda radyasyon var mıydı?
Çernobil’de kaza olduğunda Türkiye, Mersin’de nükleer santral kurmak için yoğun bir çaba içindeydi. Bu yüzden de dönemin yetkilileri, kazanın etkilerini gizlemek, nükleer enerjiye karşı halkın isyan etmesini önlemeye çalıştı. Dönemin başbakanı Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” gibi riski küçümseyen açıklamalar yapıyor, halkın önünde çay içiyorlardı. Yaptıkları analizlerde çayda yüksek seviyede radyasyon bulan ODTÜ Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül, Dr. İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence’nin hazırladığı raporun basına sızmasıyla gerçek ortaya çıktı. Raporda, 1985 tarihli bazı Çay Çiçeği paketlerinde yüksek radyoaktiviteye rastlandığı belirtiliyor, bulunan oranların bildirilen yüzde 3’ten çok daha yüksek olduğu ve yüzde 65’leri bulduğu açıklanıyordu. Bilinen eşik değerleri geçmek için her gün bu çayla hazırlanmış, iyi demli beş bardak çay içmeniz yeterliydi. Kaldı ki raporda da belirtildiği gibi radyasyonda eşik değer yoktu ve temel amaç mümkün olan en az radyasyona maruz kalmak olmalıydı. Raporu hazırlayanlar hamile kadınlar ve çocukların daha az çay içmeleriyle başlayan bir dizi öneride bulunuyordu ama sorumluların sesi daha gür çıkıyordu. Zaten bir süre sonra böyle raporlar hazırlamak ve sunmak da kontrol altına alındı; YÖK işbaşındaydı. 

7. Çayı harmanlamak işe yaradı mı?
Dönemin TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, “Radyoaktiviteyi bilmeyen halkım rakamı ne yapsın? Çernobil’le ilgili olarak benden başka kimsenin konuşmaması için emir verdim. Ben Osmanlı devlet geleneğinden geliyorum ve bu hiyerarşi anlayışını benimsiyorum” diyordu. Özemre, 1985 yılından kalma eldeki eski çayı, radyasyonlu çayla harmanlayarak piyasaya sunulmasını da onaylıyordu. Radyasyon seviyesinin düşürüldüğü söylenen bu teknik tam tersine, tüm çayları kirletiyor ve herkese radyasyonlu çay servisi yapıyordu. 30 Aralık 1986’da, 58 bin ton çayın gömülmesi kararı alındı ancak bu karar Ocak 1998 yılında Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra yürürlüğe girdi. Depolarda bekleyen çaylar kaçırıldı. Dere kenarlarında bekletilenler suya, yakılan çaylardan çıkan radyasyon havaya karıştı. Yakma seçeneğinden vazgeçildi ancak tüm bu kargaşada 130 bin ton çay tüm Türkiye’ye afiyetle içirildi.

8. Türkiye’de kanser sonuçlarını gösteren rapor var mı?
Çernobil’in Türkiye’yi etkilediği bilinmesine rağmen, kanser kayıtlarındaki özensizlik ve devletin bu konuları araştırma konusundaki “isteksizliği” nedeniyle, resmi kurumların dünyadaki örneklere benzer bir çalışmasından söz etmek zor. 2006 yılında yayımlanan, “Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser” başlıklı Türk Tabipleri Birliği raporu ise bu konudaki açığı kapatmaya çalışan önemli çalışmalardan biri. Hopa Belediyesi’yle yapılan ortak çalışmanın sonucunda, Hopa’da 2006 öncesi üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin kanser kaynaklı olduğu ortaya çıkarılmıştı. 

9. Çernobil nükleer enerjinin kaderini etkiledi mi?
Foto: O. Gurbuz
Çernobil kazasından önce de nükleer enerji, kaza riski ve atık sorunu nedeniyle eleştiriliyordu. Kazadan sonra nükleer risk daha çok konuşulur hale geldi, güvenlik tedbirleri de nükleer enerjiden elektrik üretme maliyetlerini artırdı. İtalya, Çernobil sonrası en net tepkiyi veren ülkelerden biri oldu. Mevcut dört reaktörünü kapatma kararı aldı ve 1990 yılında son reaktörü kapatarak bunu gerçekleştirdi. Çernobil’in Almanya, Belçika, İsveç gibi ülkelerde de nükleerden çıkış kararları alınmasında etkili olduğu biliniyor. Çıkış kararı almayan Avrupa ve Amerika kıtalarındaki ülkelerde ise yeni nükleer reaktör yapımı gözle görülür bir şekilde azaldı. Örneğin, ABD’de Çernobil sonrası yapımına başlanıp bitirilen yeni bir nükleer reaktör yok. Dünyada mevcut nükleer filo yenileri yapılmadığı için yaşlanıyor. 

10. Çernobil artık güvenli mi?
Çernobil’deki erimiş yakıtlar hâlâ radyasyon yaydıkları için 4 numaralı reaktörün üstü yeni bir zırhla kaplandı. 2 milyar avrodan fazla bir maliyetle yapılan bu zırhın 100 yıl dayanması, radyasyon sızıntısını azaltması ve bu sürede yakıt ve radyoaktif atıklara daha kolay erişilmesi planlanıyor. Tüm bu çabalara rağmen mevcut kirlilik nedeniyle santralı merkez alan ve 30 km’lik yarıçapa sahip alanın içine ve yakınına insanların yerleşmesinin yüz hatta binlerce yıl alacağını söyleyenler var.

Çernobil'den gelen radyasyon bulutları Türkiye'de



Çernobil kazası olduktan sonra Sezyum-137 elementinin nasıl dağıldığını ve 33 yıl önce Türkiye'yi etkilediğini bu video net bir şekilde gösteriyor. Kısaca neler olduğunu anlatayım.

1. Kaza, 26 Nisan 1986 tarihinde, günün ilk saatlerinde meydana geliyor. 4 numaralı reaktördeki nükleer reaksiyon kontrolden çıkıyor ve reaktörde patlama meydana geliyor. İçerdeki radyasyon havaya karışmaya başlıyor.

2. Bu video havaya karışan radyoaktif elementlerden Sezyum 137'nin dağılışını gösteriyor. Sezyum 137'nin yarılanma süresi 30 yıl. Tamamen yok olduğunun varsayılması için 10 yarılanma süresi geçmesi gerekiyor. Yani, etkisi 300 yıl sürüyor.

3. Haritadaki rengin koyulaşması, kırmızıya dönmesi sezyum 137'nin yoğunluğunu gösteriyor. En kırmızı bulutlarda m3'te 1000 bekerele kadar çıkıyor. Şimdi tarihe göre Sezyum 137'nin Türkiye'yi ne zaman ve nerelerde vurduğuna bakalım.

4. Videoyu izlerken 2 Mayıs (le 2 mai) sabahı durdurursanız, Bulgaristan tarafından ilk radyoaktif bulutların Türkiye'ye girdiğini görürsünüz. 2 Mayıs bitmeden bulutlar Çanakkale üzerinden Balıkesir'e kadar ulaşıyor. Bu arada Sinop'tan başlayarak Batı Karadeniz de ilk darbeyi yiyor.

5. Sezyum 137 tüm Türkiye'ye yayılırken, 3 Mayıs saat 5.45'te asıl tehlike Sinop'a varıyor. Kırmızı renkte daha yoğun bulutlar Sinop üzerinden Türkiye'ye giriyor. Doğu Karadeniz'e doğru gidip dağılıyor ama ne yazık ki yeni bir dalga yolda.

6. 4 Mayıs saat 18.00'da videoyu bir daha durdurun. Bu defa yine Sezyum 137'nin çok yoğun olduğu bulutlar Karadeniz'de. 5 Mayıs akşam üstüne doğru Sinop'un sağ ve soluna yayılarak Türkiye'nin tüm batı kıyısını etkisi altına alıyor. Üzerimize radyasyon yağıyor.

7. Yetkililer hiçbir çağrıda bulunmuyor. Evlerinizden çıkmayın, camlarınızı kapatın demiyor. Bu kırmızı sezyum yüklü bulutlar neredeyse 4 gün, yoğunluğunu kaybetmeden Türkiye'nin üzerinde kalıyor. Karadeniz'de yağışlarla toprağa indiği de biliniyor.

8. Halka gerekli uyarıları yapmayan yetkililer televizyonda çay içiyor. İhraç edilemeyen fındıklar öğrencilere dağıtılıyor. Tek dert, nükleerin gerçek yüzünü gizlemek. O yıllarda Mersin'de kurulmak istenen nükleer santral projesine karşı halkın tepkisinin büyümemesi.

9. 25 yıl sonra Fukuşima oldu. Bu sefer de evinizde tüpgaz yok mu dendi. Dert aynı, nükleer santral ihalelerinde büyük paralar dönüyor. 33 yıl geçti ne nükleer daha güvenli hale geldi ne bizi yönetenler değişti. Tek çare Mersin ve Sinop'taki projelerin iptal edilmesi.

33 yıl önceki zihniyet işbaşında

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Nisan 2019

Yarın 26 Nisan, Çernobil nükleer kazasının 33. yıldönümü. 33 yıl önce Çernobil Nükleer Santralı’nda kimsenin hayal edemeyeceği büyüklükte bir nükleer kaza meydana geldi. Kontrolden çıkan santral her saniye havaya, suya ve toprağa radyoaktivite salıyordu. Santralı merkez alan 30 kilometre yarı çapında bir alanda yaşayan 110 bin kişiyi tahliye etmekse 10 gün sürdü. Toplamda 400 bine yakın kişi evlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Çoğu özel eşyalarını bile geride bıraktı. Oradaki her şey radyoaktifti ve vedalaşmaya zaman yoktu.

Sovyetler Birliği’ndeki binlerce insan, aynı günlerde sevdiklerine, eşlerine, babalarına veda etti. Çoğu asker 800 bin kişi, kaza ve sonrasındaki temizlik çalışmalarına katıldı. “Tasfiyeci” adı verilen bu insanların 60 bininin öldüğü, 165 bininin ise sakat kaldığı söyleniyor. Resmi rakamlarda ise bu sayılar azalıyor, insanlıkla doğru orantılı bir şekilde. Amaç nükleer enerjinin gerçek yüzünü gösteren bu felaketi önemsizleştirmekti. Çernobil’den sadece 25 yıl sonra Fukuşima nükleer kazası meydana gelince nükleer endüstrinin gerçeği gizleme çabaları da boşa çıktı.

1986’daki kazadan sadece bugün Rusya, Belarus ve Ukrayna sınırları içerisinde kalan topraklar etkilenmedi. 300 yıl çevresine radyasyon yayacak Sezyum-137 bulutları aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkeye kadar ulaştı. Önce Trakya’ya geldi radyasyon bulutları, ikinci dalga ise yağışların da etkisiyle Karadeniz ve özellikle de Doğu Karadeniz’i etkiledi. Radyasyonun havada kalmadığı, toprağa indiği ilk önce çay ve fındıktan anlaşıldı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, çayda radyasyon olduğunu uzun bir süre inkar etti ve o süre boyunca herkes evlerinde çay içti. 1986 Aralık ayında ise TAEK çayda, kilogramda 89 bin bekerele varan radyasyon olduğunu itiraf etmiş, 58 bin ton çayın gömülerek yok edilmesine karar vermişti. Kararın yürürlüğe girmesi içinse 2 yıl sonra Resmi Gazete’de yayımlanması beklenecekti.

Bütün bunlar olurken dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, kendi içtiği çayda radyasyon olup olmadığını ölçmeleri için şoförü aracılığıyla ODTÜ’ye çay gönderiyordu. Neden ODTÜ’ye? Çünkü çayda radyasyon olduğunu tüm baskılara karşı halka duyuran ODTÜ Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül, Dr. İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümü’nden Dr. Aykut Kence’ydi. Çaydaki radyasyonu ölçüp ortaya çıkarmış, TAEK’i defalarca uyardıkları için başlarına gelmedik kalmamıştı.

Türkiye’deki yetkililerin Türkiye’nin Çernobil’den gelen radyasyondan ciddi şekilde etkilendiğini gizlemeye çalışmalarının bir tek nedeni vardı. Türkiye o sıralarda Akkuyu’da bir nükleer santral kurmak istiyordu. Kamuoyunun, nükleer santralın kaza riski konusunda çevrecilerin uyarılarının doğru çıktığını bilmesi tüm planları suya düşürebilirdi. Türkiye, Sovyetler Birliği gibi kazanın etkilerini gizlemeye çalıştı ama bu belki de binlerce insanın kanserden ölmesine yol açtı. Bugün Karadeniz kanserden kan ağlıyorsa nedeni “nükleer sevdası”dır.  

Çernobil ve radyasyon tartışmaları olurken dönemin başbakanı Turgut Özal, “Azıcık radyasyonlu çay bize faydalı” diyecek, TAEK Başkanı Ahmet Yüksel Özemre ise “Radyoaktiviteyi bilmeyen halkım, rakamı ne yapsın” diyerek olayı geçiştirmeye çalışacaktı.

Aradan 25 yıl geçti. Fukuşima’daki nükleer felaketten sonra dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ise Riski olmayan hiçbir yatırım yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir” dedi.

İşte bu yüzden korkmamız ve nükleere hayır dememiz gerekiyor. 33 yıl önce bin 500 kilometre ötede meydana gelen kazadan bizi koruyamayan zihniyet yine işbaşında ve evimizin yanıbaşına, Mersin ve Sinop’a nükleer santrallar yapmak istiyor.

Yitik Topraklar

Çernobil’deki nükleer kazanın üzerinden 30 yıl geçti. Toprak yitip gitti. İnsanlar yitip gitti. Geriye sadece radyasyon kaldı...

Özgür Gürbüz-Magma/Nisan 2016

Foto: O.Gurbuz
Sovyetler Birliği’ni 26 Nisan 1986’da vuran nükleer kaza hâlâ etkisini sürdürüyor. Aradan geçen otuz yıla rağmen Çernobil’de kaza yapan dört numaralı reaktörü merkez alan, otuz kilometre yarıçapındaki alana giriş yasağı devam ediyor. Bu alana, özel izinle ve kısa süreli girişe izin veriliyor. Kazadan sonra göçe zorlanan 350 bin kişinin geri dönmesi artık hayal gibi. Temizlik çalışmalarında görev alan, çoğu asker 800 bin kişiden kaçının öldüğü, kaçının hayatta olduğuna dair farklı rakamlar var. İsviçre İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın 10 yıl önceki raporunda temizlikçilerin 25 bininin eski Sovyet kayıtlarına göre öldüğü belirtiliyor. Sovyetler Birliği’ndeki rejimin hem kazayı hem de sonuçlarını gizleme çabaları nedeniyle bu rakamlar günümüzde halen tartışılıyor.

Yeni açıklanan Torch-2016 raporu ise Çernobil’in sadece bugünkü Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı değil tüm Avrupa’yı etkilediğini öne sürüyor. Dr. Ian Fairlie tarafından ondan fazla uzmanın katkılarıyla hazırlanan ve Dünya Dostları (Friends of the Earth) adlı çevre kuruluşunun Avusturya ofisi tarafından yayımlanan rapor ilerleyen yıllarda 40 bin kişinin Çernobil kaynaklı ölümcül kanser vakasına yakalanacağına dikkat çekmekte. Belarus, Ukrayna ve Rusya’da yüksek seviyede kirlenmiş topraklarda (Sezyum-137 >40 kBq/m2) yaşayan insanların sayısının da 5 milyon olduğuna dikkat çekiyor.

Raporun bir başka önemli bulgusu da tiroit kanseriyle ilgili. Şu ana kadar kaza nedeniyle 6 bin tiroit kanseri vakası saptandığı belirtilirken 16 bin yeni tiroit kanserinin de gelecek yıllarda görüleceği söyleniyor. Radyoaktivite kaynaklı kan kanseri, meme kanseri, kalp ve damar hastalıklarının sayısındaki artışın doğrulandığı da raporda geçen bir başka bilgi.

Çernobil kazasının Türkiye’de başta Trakya ve Doğu Karadeniz olmak üzere etkili olduğu, o dönem alınan çay ve toprak analizlerinde yüksek seviyede radyasyona rastlandığı biliniyor. Aynı bugünkü gibi 1986 yılında da Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen dönemin yöneticileri, bu kazanın Türkiye üzerindeki etkilerini araştırmamış, özellikle de çaydaki radyasyonu gizlemek için büyük çaba harcamıştı. Dönemin TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre şunları demişti: “Radyoaktiviteyi bilmeyen halkım rakamı ne yapsın? Çernobil ile ilgili olarak benden başka kimsenin konuşmaması için emir verdim. Ben Osmanlı devlet geleneğinden geliyorum, bu hiyerarşi anlayışını benimsiyorum...” Dönemin Başbakanı Turgut Özal, “radyoaktif çay daha lezzetli” açıklamasını yaparken Cumhurbaşkanı Kenan Evren “radyasyon kemiklere yararlıdır” diyerek konuyu önemsizleştirmişti. Evren’in, içtiği çayı ODTÜ’ye analize gönderdiği ve çayında diğer örneklere göre az da olsa radyasyona rastlandığı daha sonra ortaya çıkmıştı. O tarihte ODTÜ’de doçent olan İnci Gökmen, Olcay Birgül ve Aykut Kence, yaptıkları analizlerde çaylarda kilogram başına ortalama 10 bin 300 bekerel radyasyona rastlamıştı. Bu rakam bazı Çay Çiçeği marka çaylarda 36 bin 800’e kadar çıkıyordu. Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in çayıysa 5 bin 600 bekarel radyasyona sahipti; temiz değildi...

Ölemeyen ağaçlar diyarı Çernobil

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Nisan 2016

Foto: Pripyat - O.Gurbuz
Çernobil kazasının üzerinden 30 yıl geçti. Bir daha böyle bir kaza olmaz diyorlardı; Fukuşima oldu. Sovyet teknolojisi diyorlardı, güvenlik kültüründen yakınıyorlardı; Japonya’da örnek gösterilen güvenlik kültürü ve Amerikan yapımı nükleer reaktör kaza yaptı. Çernobil’in koruma kabı yoktu, o yüzden radyasyon sızıntısı oldu diyorlardı; Fukuşima’da koruma kabı vardı ama yine radyasyon sızıntısı oldu. Çernobil olduğunda Türkiye’de radyasyonlu çay kemiklere iyi gelir diyorlardı.30 yıl sonra, “tüpgaz da patlar”, “bekarlık nükleer santraldan daha tehlikeli” diyorlar.

Aradan geçen 30 yıla rağmen kilometrelerce toprak hâlâ kullanılamaz durumda. Çernobil nükleer santralini merkez alan 30 km yarıçapındaki bir alana artık izinsiz girilemiyor. Kazadan sonra temizlik çalışmalarına katılan 800 bin kişiden en az 25 bininin öldüğü biliniyor. Radyoaktif serpinti, Belarus’un tarım arazilerinin yüzde 22’sini, ormanlarının ise yüzde 21’ini kirletti. Ukrayna’da ormanların yüzde 40’ı radyasyona bulandı. Nazım haklı çıktı, yaprağına değen ölüyor. Bugün yüzlerce işçi, çökmek üzere olan dört numaralı reaktörün üzerini yeni bir beton duvarla örmeye çalışıyor. Reaktörün içinde 200 ton erimiş nükleer yakıt var ve etrafında koruma kabı olmaması, radyasyonun yeniden bölgeye yayılması demek. Radyasyon bu tüpgaz değil, etkisinin geçmesi için yüzlerce, binlerce yıl geçmesi gerek.

Foto: Pripyat - O.Gurbuz
İnsanların boşalttığı bölge bazen orada yaşayan vahşi hayvanlarla gündeme geliyor. Nükleer enerjiyi savunanlar bazen bunu ‘yaşam geri döndü’ diyerek nükleer enerjinin lehine kullanmaya bile çalışıyor. Amerika’daki ‘USA Today’ gazetesine konuşan Güney Karolina Üniversitesi’nden Prof. Timothy Mousseau ise durumun hiç de söylendiği gibi olmadığına dikkat çekiyor. Onlarca kez Çernobil’de araştırma yapan bilim insanı, bölgedeki birçok canlıda genetik hasara yol açtığını söylüyor. Kuşların birçoğunda hasarlı sperm görülürken yüzde 40’a yakının kısır olduğu saptanmış. Nedeni suya, havaya ve toprağa bulaşmış iyonize radyasyon. Ağaçların çok yavaş büyüdüğü, ölen ağaçların da radyasyon yüzünden büyüyemeyen mantar, kurt ve bakterilerin yokluğu nedeniyle daha geç çürüdüğünü gözlemlenmiş. Ölemeyen ağaçların ülkesi artık Çernobil. Profesör Mousseau, aynı araştırmaları Fukuşima’da da yaptıklarını ve benzer sonuçlarla karşılaştıklarını da söylüyor. Bu da hayvanlarda görülen genetik bozuklukların başka nedenlerden değil radyasyondan kaynaklandığını gösteriyor. Çernobil’de yaptıkları onlarca araştırma da aslında bunu kanıtlamak için tekrar edilmiş.

Nükleer, kaza olmasa da tehlikeli
Nükleer santrallerin tek tehlikesinin kaza olduğunu sananlar, arızasız çalışan bir reaktörden her yıl çıkan ve binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların doğayla en ufak bir temasta bile bu sonuçları doğuracağını unutmamalı. Nükleer santraldeki küçük sızıntılardan ancak ülkedeki otorite isterse haberiniz olacağını unutmayın. Sosyal medyada en ufak bir eleştiriyi bile yasaklayan bir hükümetin, nükleer santraldeki her sızıntıyı size haber vereceğini mi sanıyorsunuz?

Sinop ve Mersin’de nükleere hayır demeyenler, etraflarındaki ağaçlara, kelebeklere, kuşlara ve sevdiklerine son bir kez bakabilir. Hayır diyenler ise zaten ne yapacağını biliyor, 24 Nisan Pazar günü Sinop’taki Uğur Mumcu Meydanı’nda toplanıyor. Sinop NKP Dönem Sözcüsü Zeki Karataş, “Sinop’ta her evde bir kanser vakası var” diyor. Türkiye bu konuyu hiç araştırmadan geçiştirmeye çalışsa da, Karadenizliler, bu acıların nedeninin bir nükleer santral ve Türkiye’ye nükleer santral kurmak için olan biteni halktan gizleyenler olduğunu iyi biliyor. Bin küsur kilometre uzaktaki Çernobil’in acısını yaşayanlar, burunlarının dibine, Sinop ve Mersin’e nükleer santral kurdurmamaya kararlı. Kanserden yitirdikleri dostları, kardeşleri, akrabaları için sokağa çıkıyorlar.

Karadeniz İsyandadır Platformu işi özetlemiş, “Hamsi limonsuz kalmayacak” diyor. Hem Sinop’un hamsisine hem de Mersin’in limonuna sahip çıkıyor. Siz ne yapıyorsunuz bu hafta sonu? Umutsuz ve mutsuz oturup güzel günlerin gelmesini mi bekliyorsunuz yoksa Sinop’a mı gidiyorsunuz?

Sinop nükleeri boğdu

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Nisan 2015

25 Nisan 2015, Sinop. Foto: O. Gurbuz
Sinop’a defalarca geldim. Bu izlediğim kaçıncı miting hatırlamıyorum ama bu kadar kalabalık bir nükleer karşıtı mitingi ilk kez görüyorum. Sadece binlerce insan görmedim dirençli insanlar gördüm. Nükleere memleket toprağını vermemek için İstanbul’dan, İzmir’den kalkıp gelen Sinoplular vardı. Nükleer reklamlarla kandırılmaya çalışıldıkları için kızgın insanlar vardı. Gençler vardı, “rüzgar, güneş bize yeter” diye bağırıyorlardı. Emeklisi de vardı, hayata adımını yeni atmış bebeği de. Yaşam mücadelesi nedir görmek isteyenin Sinop’a bakması gereken bir gün yaşandı burada.

Sinop Uğur Mumcu Meydanı’nı dolduran binlerce kişinin bir tek mesajı vardı: Nükleere hayır! Sinop’un nükleere hayır demek için birçok nedeni var. Burası Karadeniz’in en gözde turizm noktası, sahil yolunun yok etmediği nadide kumsallarına sahip. 2013’te kente gelen turist sayısı 870 bini geçti. Sadece turizmin değil balıkçılığın da Karadeniz’deki en önemli merkezlerinden biri. İlin tek başına Karadeniz’in yüzde 30 balıkçılık potansiyeline sahip olduğu belirtiliyor. Nükleer santralin soğutma suyu ihtiyacının balık larva ve yumurtalarını tehdit edeceğini bilen balıkçılar takalarını nükleer karşıtı bayraklarla donatmıştı. Balıkçılar, mitingin başında Uğur Mumcu Meydanı’na bakan limanda turlayarak korteje katıldılar. Sinop esnafı da vitrin camlarına astıkları afişlerle nükleer karşıtı şenliğe günler öncesinden hazırlanmış gibiydi. Yürüyüşe bu yıl daha çok Sinoplu’nun katılması, Japonya ile yapılan nükleer santral anlaşmasının Meclis’ten geçerek daha somut bir hale gelmesine verilmiş bir yanıt gibiydi. Sadece Sinoplular değil, Artvin, İzmir, Bartın, Tunceli, Amasya, Samsun, İstanbul, Çanakkale ve Tokat gibi farklı illerden gelen çevre dernekleri, öğrenci birlikleri, sendikalar ve siyasi partiler hükümetin seçim öncesi aceleyle geçirdiği bu yasaya adeta, “siz geçirdiniz ama biz geçirmeyiz” dedi.

25 Nisan 2015, Sinop. Foto: O. Gurbuz
Sinop nükleeri bundan 29 yıl önce Çernobil’le tanıdı. Kentte kime sorsanız kanserden kaybettiği bir yakını var. 26 Nisan 1986 yılında meydana gelen kazanın izleri ne yazık ki Sinop’ta her ailenin hafızasına kazınmış. O dönemde söylenen yalanları herkes hatırlıyor. Çayda radyasyon yok deyip, kendi içtiği çayı analize gönderen Kenan Evren’i (o çayda da yüksek oranda radyasyon çıkmıştı), Eski çayla kirlenmiş çayı birbirine karıştırarak radyasyon dozunu düşürdüğünü öne süren ve o çayın dağıtımını onaylayan dönemim Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre’yi ne Sinoplular ne de Türkiye unuttu. Unutmadı çünkü bugün konu nükleer olunca yalan söyleme hastalığı da beraberinde geliyor. Nükleer reklamlarında oynattığı pilota bile gerçeği söyleyemeyen şirket, olası bir kaza veya sızıntıda bizlere kim bilir ne masallar anlatacak. Akkuyu için ‘dünyanın en güvenli santrali’ iddiasını ortaya atan hükümet yetkililerinin hâlihazırda Sinoplulara bir açıklama borcu var. Mersin’deki santral dünyanın en güvenlisiyse Sinop’takinin daha az güvenli olacağı ortada. İki ayrı teknolojiden sadece biri en güvenli olabilir. O halde daha az güvenli olanını neden Sinop’a layık gördünüz? Yoksa Karadeniz Çernobil’den beri kobay vazifesi görmeye devam mı ediyor? Gördüğünüz gibi konu nükleer olunca daha ilk dakikadan itibaren yalanlar, bol keseden atmalar başlıyor.

Bu yalanlara karnım tok diyen Sinoplu bugünden itibaren evlerini, dükkanlarını nükleer karşıtı bayraklarla donatacağını söylüyor. Sustuğunuzda onayladığını sananlara çok akıllı bir mesaj vermeye hazırlanıyor Sinoplular. Darısı Mersin ve tüm Türkiye’nin başına.

Evren Paşa'ya da radyasyonlu çay içirmişler!

Çernobil Faciası'ndan Sonra Çankaya'dan Analize Gönderilen Çay da Temiz Değildi!

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 26 Nisan - 3 Mayıs 2007

Ukrayna'daki Çernobil Santralı'nda 1986'da meydana gelen tarihin en büyük nükleer kazasının Türkiye'deki etkileri çok tartışılmıştı. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral ise çay içip "Dinine, imanına inanan radyasyon var, demez" demişti. 21 yıl sonra ortaya çıktı ki; Bakan Aral'ın açıklamasından on gün sonra Çankaya Köşkü'nden gönderilen çay, ODTÜ Kimya Bölümü Nükleer Laboratuarları'nda analiz edilmiş ve kilogram başına 5600 bekarel (aktivite dozu) radyasyon bulunmuş.

Tarihin en büyük nükleer kazası olarak nitelendirilen Çernobil kazasının Türkiye'yi etkileyip etkilemediği yıllardır tartışılıyor. Çernobil'deki 4 numaralı reaktörün patlaması sonucu Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının 100 katı kadar radyasyon havaya karıştı, radyoaktif bulutlar rüzgârların da etkisiyle Güney Afrika'ya kadar ulaştı. Yağan yağmurlar, Karadeniz ve Edirne'de bulutları yere indirdi. Radyasyonun en çok süt, çay ve fındık üzerinde etkili olduğu belirtilirken radyasyonlu çayların ne yapıldığı uzun yıllar polemik konusu oldu.

Çayda radyasyon olup olmadığı sadece sade vatandaşın merak ettiği bir konu değil. 21 yıl önce dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren bile, içtiği çayları analiz ettirmiş. Üstelik ODTÜ'de Prof. Dr. Namık Aras, Doç. Dr. Ali Gökmen ve Doç Dr. İnci Gökmen tarafından yapılan analizler sonucunda cumhurbaşkanlığından gönderilen çayların da radyasyonlu olduğu ortaya çıktı. İşin ilginç yanı analiz yapılmadan önce yetkililerin kamuoyuna yaptığı açıklamalar. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, 24 Haziran 1986'da Günaydın Gazetesi'ne "Dinine, imanına inanan radyasyon var, demez" derken, 13 Aralık 1986'da Cumhuriyet Gazetesi'ne, "Çaydaki radyasyon tehlikesiz" açıklamasını yapmıştı. Ancak Aral'a inanmayanların başında dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren gelmiş olmalı ki, bu açıklamadan on gün sonra, 23 Aralık 1986'da köşkten gönderilen bir şoför elindeki çay dolu şişeyi analiz edilmesi için ODTÜ Kimya Bölümü nükleer laboratuvarlarına teslim etti. Analiz sonucu gönderilen numunede kilogram başına 5600 bekarel radyasyona rastlandı. ODTÜ'de o tarihte doçent olan İnci Gökmen, Olcay Birgül ve Aykut Kence, daha önce yaptıkları analizlerde çaylarda kilogram başına ortalama 10 bin 300 bekarel radyasyona rastlamıştı. Bu rakam bazı Çay Çiçeği marka çaylarda 36 bin 800'e kadar çıkıyordu. Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in çayıysa diğer örneklere kıyasla daha az radyasyona sahip olsa da temiz değildi.

Kazadan hemen sonra ölçüm yapılmadı!

Cahit Aral, kazadan sonra krizi kontrol etmek için kurulan Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi'nin açıklama yapmaya yetkili tek kişisiydi. Komitenin amaçlarından biri, ölçüm sonuçlarını iç ve dış kamuoyuna duyurmak, "özellikle de ihracatımız ve ülkemize yönelik dış turizm üzerinde olumsuz sonuçlara yol açabilecek tesir ve izlenimleri bertaraf etmek" olarak belirtilmişti. Çaydaki radyasyonla ilgili çelişkili açıklamaların ardında aslında bu "hassasiyet" yatıyordu. Analizleri yapan ODTÜ Kimya Bölümü'nden Prof. Dr. İnci Gökmen ise şimdi Yeni Aktüel'e, çayda radyasyon olup olmadığına ilişkin ölçümlere aslında kazadan hemen sonra başlamadıklarını, yurtdışına ihraç edilen çayların bazı ülkelerden geri gönderilmesi sonucunda başladıklarını söylüyor. Yani Türkiye'deki çaylarda radyasyon olup olmadığına ilişkin araştırma Çernobil kazasından yaklaşık sekiz ay sonra başladı. Nitekim Greenpeace de 1996'da yayımlanan raporunda "geç kalındığını" vurgulamıştı. Rektörlüğe teslim edilen ilk raporun basına sızmasıysa öğretim üyelerinin rektör Prof. Dr. Mehmet Gönlübol tarafından "Başka işlerle uğraşsanız daha iyi olur" uyarısıyla karşılaşmasına neden oldu. Daha sonra Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre de Gönlübol'a sert bir mektup yazarak bu çalışmayı eleştirdi. ODTÜ'nün bu ölçümleri yapabilecek olanaklara sahip olmadığını öne süren Özemre, "Hatalı deney sonuçlarının gazete aracılığıyla kamuoyuna duyurulmasında bilimsellikten öte başka amaçların gerçekleştirilmek istendiği anlaşılmaktadır" diyordu. Özemre, açıklamanın hamile kadınlarda panik yaratabileceğini de öne sürüyordu. Çünkü raporda, hamile kadınlar ve çocukların çay tüketimlerini azaltmaları salık verilmişti. Ayrıca, çayın demlenmeden önce sıcak suyla yıkanmasının da radyoaktiviteyi yarı yarıya azaltacağına dikkat çekilmiş ve piyasaya sürülen radyoaktif çayların toplatılıp imha edilmesi gerektiği belirtilmişti. Tüm bunlar, hükümetin o zamana kadar "tehlike yok" şeklinde yaptığı açıklamalarla çelişince tartışma da alevlenmişti.

22 saat boyunca tartıştılar
ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Kence, TAEK'i kızdıran raporu aslında TAEK'e verilmesi için hazırladıklarını, çünkü YÖK'ün emrine göre bu konularda demeç vermenin, araştırma yapmanın yasak olduğunu söylüyor. "Üniversitede çalışmalarımızı yapıyorduk ama bu rapor Hürriyet'te çıkınca sorunlar yaşamaya başladık" diyen Kence, daha sonra Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi'ne çağrıldıklarını, 22 saat süren ve yaklaşık 20 kişinin katıldığı bir toplantı yapıldığını anlatıyor. Kence, "Çekmece'deki tartışma sabah başladı. Biz oraya, ölçümleri tekrarlamamız söylenecek diye gittik, ama bize ölçümlerin doğru olduğunu belirterek 'ama insan sağlığı üzerindeki etkilerini tartışalım' dediler. 22 saat onu tartıştık. İnsan sağlığı üzerinde ciddi tehdit olmadığı yönünde değişiklik yapmamızı istediler. Savımızın ve rapordaki uyarıların doğru olduğu konusunda diretince toplantı 22 saat sonra bitti. Ben hâlâ savımızın doğru olduğunu düşünüyorum" diyor.

Türkiye etkilendi
Prof. Dr. İnci Gökmen, yüzlerce çay üzerinde ölçüm yaptıklarını ve özellikle iyi kaliteli çaylarda yüksek seviyede radyasyon tespit ettiklerini belirtiyor. Normalde hiç olmaması gerekirken, bu çaylarda kilogram başına 30-40 bin bekarele ulaşan rakamlarla karşılaşmışlar. Gökmen, daha sonra bazı paketlerdeki tarihlerinin değiştirildiğini fark ettiklerini belirtiyor ve nadiren temiz çayların geldiğini de ekliyor. İnsanların kendilerine çaylarını analiz için getirdiklerini belirten Gökmen, bazı insanların yüksek rakamlar bulunduğunda çaylarını “bakkala geri veririm, temizlikçi kadına hediye ederim” diyerek almak istediklerini anlatıyor. Gökmen, “Yaptığımız deneyler, çayın ılık suyla çalkalanması sonucunda radyoaktivitenin yüzde 60'ından kurtulunmasının mümkün olduğunu gösterdi” diyor. Bu rapor basına yansıyana kadar rahat çalıştıklarını belirten Gökmen, raporu kimin basına sızdırdığını ise hala öğrenemediğini söylüyor. TAEK'in 2005 yılında yaptığı, Türkiye radyasyondan etkilenmedi açıklamasının doğru olmadığını belirten Gökmen, “Türkiye maalesef etkilendi. Radyasyonda doz önemli ancak etkilenen kişi sayısı daha önemli. Sırf çaydan dolayı bile Türkiye'de etkilenen kişi sayısı oldukça fazla. Bir kişiye yüksek doz verirseniz öldürürsünüz, ama çok kişiye az doz vermek daha çok kişiyi etkilemek demek. Türkiye Çernobil'den etkilenmemiş demek bu konuyu biraz hafife almak gibi geliyor bana” diyor. Gökmen, Karadeniz'dekilerin aldığı dozun sadece çaydan kaynaklanmadığını, oradaki insanların besin dışında su ve topraktaki çevre dozuna da maruz kaldığına dikkat çekiyor.

“Mutasyonlar Meydana Gelecek”
Prof. Dr. Aykut Kence
ODTÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi.


Sadece çay içmekle alınan ve kişi başına düşen doz 52-100 miliremdi. Bir insanın alabileceği dozun bir alt sınırı yok. . Çayların tamamen imha edilmesi gerekirdi, temiz çaylarla harmanlanıp dağıtılması yanlıştı. Çünkü bir insanın belirli bir dozu bir yılda ya da iki yılda alması, oluşacak mutasyonlar açısından sonucu değiştirmiyordu.( Şöyle bir yaklaşım da var: Bu doz bir insanın yılda bir ya da iki göğüs filmi çektirmesiyle alacağı dozdur deniliyor. İngiltere’de araştırıcılar herkesin yılda bir göğüs filmi çektirmesiyle toplumun alacağı kollektif doz ve bu dozdan kaynaklanan genetik zararı hesaplıyabiliyorlar).

Sadece çay değil, suya, toprağa da karıştı. İnsanlar çok yüksek doz aldı ama ne kadarı kanser oldu bilemem, şu insanlar radyasyondan dolayı, şunlar ise başka bir nedenle kanser oldu demek mümkün değil.. Benim asıl ilgilendiğim konu, bu çayı tüm Türkiye'deki insanlara içirterek herkesi gereksiz yere radyasyona maruz bırakmaktı. Bunun sonucunda mutasyonlar meydana gelecek. Bağışıklık sistemi zayıflayabilir, alerjiler ortaya çıkabilir. Çok değişik genler var, bu genlerin hepsi mutasyona uğrayabilir. Hangi genin değişeceğini tahmin edemeyiz ama böyle bir değişikliğin olacağı kesin. Her türlü karakterimizi genler etkiliyor.. Çok zeki ya da az zeki olmak ya da nezleye, gribe karşı bağışıklığımızın derecesi hep genlere bağlı. Kanser bir kuşak sonra biter ama kaza nedeniyle ortaya çıkan radyasyonu tüm Türkiye'ye yayıp mutasyona yol açmak bir cinayettir.

Çernobil Kazasının Tarihçesi

26 Nisan 1986
Saat 23:00
Çernobil Nükleer Santralı’ndaki 4 numaralı ünitede soğutma sistemi denenmeye başladı.

Saat: 23:40
Acil durumda santrali kapatacak sistem çalışmadı.

23:44
Reaktör kontrolden çıktı ve patladı.

26 Nisan – 4 Mayıs 1986
Reaktörün içindeki radyasyonun büyük bir bölümü ilk 10 gün içerisinde doğaya karıştı. İlk günlerde rüzgar kuzeye doğru esmesine rağmen daha sonra güneye doğru yön değiştirdi. Sık ama bölgesel yağmurlar da buna eklenince radyasyona bulaşmış alanlar bölgesel ve yerel farklılıklar gösterdi.

27 Nisan – 5 Mayıs 1986
Bu tarihler arasında 1800 adet helikopter kurşun ve kumdan oluşan 5 bin tonluk bir maddeyi reaktördeki yangını söndürmek için kullandı.

27 Nisan 1986
3 km. uzaktaki Pripyat Kasabası’nda yaşayan 16 bini çocuk 45 bin kişi tahliye edildi.

28 Nisan 1986
Sovyetler Birliği Haber Ajansı Tass ilk kez kazayı ve kayıplar olduğunu dünyaya duyurdu.

29 Nisan 1986
Çernobil’de “en yüksek düzeyde” bir kaza olduğu ilk kez Alman basınına yansıdı.

27 Nisan - 5 Mayıs 1986
Bu süre içinde reaktöre 30 km. uzaklıktaki alanda bulunan 130 bin kişi tahliye edildi.

23 Mayıs 1986
Sovyet yetkilileri halka iyot tabletleri dağıtılmasına karar verdi ancak radyoaktif iyot ilk 10 gün içinde etkisini gösterdiğinden bu geç kalınmış hamle kirlenmiş bölgede yaşayan binlerce insanın tiroid kanseri olmasını engelleyemedi.

15 Kasım 1986
Reaktörün üstünü örten “lahit” tamamlandı.

1989
İkinci tahliye dönemi başladı. Belarus, Ukrayna ve Rusya’da bulunan 100 bin insan daha köylerini terk etmek zorunda kaldı.

11 Kasım 1996
Rusya Belarus ve Ukrayna’da tiroid kanseri vakalarındaki artış 1980’lere göre yüzde 200 arttı. Dünya Sağlık Örgütü, bu üç ülkede 4 milyon insanın bu kazadan etkilendiğini belirtti. Bu tarihlerde üç ülkede halen yaklaşık 1 milyon kişi Çernobil kazası ile ilgili tedavi görüyordu.

5 Temuz 2000
Diğer ülkeler tarafından, Ukrayna’ya reaktörün üzerini kaplayacak ikinci bir koruma duvarı için 715 milyon dolar verildi.

12 Mayıs 2005
Aynı ülkeler, koruma duvarı için 49 milyon euro daha bağışladı. Toplam rakamın bu zamana kadar 1 milyar 91 milyon dolar olduğu belirtiliyordu.

3 Ağustos 2005
Ukrayna’ya 2000 yılında kapatılan Çernobil santralindeki atıklarla başetmesi için bir başka uluslar arası bağış organizasyonu yapıldı ve 7 milyon dolar daha bağışlandı.

30 Ağustos 2005
Kazadan 19 yıl sonra radyoaktif kirlenmede azalma tespit edildi. Ukrayna hükümeti 2 bin 800 kilometre karelik bir alanı yeniden yerleşime açtı.

26 Nisan 2007
Hala santrali cevreleyen 30 kilometrekarelik bir alana girmek yasak. Bu alanın dışında kalan bölgelerde de çok az sayıda insan yaşıyor.

Türkiye’de Çernobil’in Tarihçesi

30 Nisan 1986
Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında ve Trakya bölgesinde radyasyon düzeylerinde yükselme görüldü.

1-4 Mayıs 1986
Trakya’da yağan etkili yağışlarla havadaki radyokatif bulutların toprakla teması hızlandı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) da sütteki radyasyonun Avrupa’da belirlenen sınır değerlerden yüksek olduğunu belirledi.

2 Mayıs 1986 ve sonrası
Başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere radyokatif bulutlar hemen hemen tüm ülkede etkili oldu. TAEK en yüksek dozun Batı Karadeniz kıyısındaki Karasu’da bulunduğunu belirtiyor.

14 Mayıs 1986
Zamanın Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, Başbakanlığa yazdığı gizli damgalı mektupla Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi’nin (TRGK) kurulmasını ister. Sanayi Bakanı Cahit Aral, açıklama yapmaya yetkili tek kişidir.

29 Mayıs 1986
TRGK ilk toplantısını yapar. Katılımcılardan TAEK Başkanı Prof. Ahmed Yüksel Özemre, “Türkiye’de radyasyon doğal düzeydedir” der.

28 Ağustos 1986
14 Ağustos 1986’da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın YÖK’e yolladığı mektup, 28 Ağustos’ta tüm üniversitelere gönderilir. TRGK’nın bilgisi dışında radyasyonla ilgili yapılacak tüm yayınlar yasaklanır.

17 Eylül 1986
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Doğu Karadeniz Bölgesi’nde gelen bütün fındıkların Fiskobirlik tarafından alınacağını ve bölgeden çıkarılmayacağına dair basın açıklmaası yaptı. Buna rağmen Fiskobirlik fındık alımını durdurdu. 5 bin işçi işsiz kaldı, 41 fabrika kapatıldı.

1994
Çernobil kazasından 8 yıl sonra ”Türkiye’nin Karadeniz Kıyılarında Çernobil Radyoakivitesi” adlı raporu hazırlayan ODTÜ Kimya Bölümü’nden İnci G. Gökmen, M. Akgöz ve A. Gökmen, 1994’te, 10 yıl sonra yaptıkları ölçümlerde sezyum aktivitesini, 1986’da TAEK tarafından yapılan ölçümlere göre daha yüksek bulduklarını açıklar.

1-2 Mayıs 2004
Önce Prof. Dr. Ahmed Yuksel Özemre sonra Çay-Kur eski Genel Müdürü Tuncer Ergüven radyasyonlu çayların bir bölümün yakıldığını yıllar sonra söyledi. Ergüven, özel sektöre ait olan fabrikalardaki radyasyonlu çayların büyük bir bölümünün de piyasaya sürüldüğünü belirtti.

5 Eylül 2005
TAEK, nükleer santral inşasının gündeme gelmesiyle yeniden alevlenen Çernobil tartışmalarıyla ilgili bir basın açıklaması yapmış, Türkiye genelinde ortalama olarak alınan dozun, uluslararası kuruluşlarca öngörülen sınırlarının altında kaldığını açıklamıştır. 1986 yılında Türkiye'nin “ekonomik ve sosyal faktörleri dikkate alarak mümkün olan en düşük dozun alınmasını sağladığını" da öne sürmüştür.

12 Nisan 2006
Türkiye Tabipler Birliği, Hopa’da yaptığı araştırma. sonucu ilçede son 3 yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47,9'unun nedeninin kanser olduğunun belirlendiğini açıkladı.

Çernobil'in kazasının sonuçları

· Yaklaşık 800 bin kişinin “tasfiyeci” olarak temizlik çalışmalarına katıldığı sanılıyor. Sovyetler Birliği dağılmadan önce açıklanan tek resmi bilgi 25 bin tasfiyecinin öldüğünü doğruluyordu. Diğerleri hakkında hala kesin bir bilgi yok.

· 7 milyon kişinin kazadan etkilendiği bildiriliyor. Bunlardan 400 bini başka bölgelerde yaşamak üzere tahliye edildi.

· En mütevazi akamlar üç ülkede 146 bin km2 lik bir alanın radyoaktif kirlenmeye maruz kaldığını belirtiyor. Bu, İtalya'nın yarısı kadar bir alana denk düşüyor. Yine, 52 bin km2'lik, Danimarka büyüklüğünde bir tarımsal alanın kirlendiği belirtiliyor.

· Belarus’un Gomel bölgesinde, 1986 ve 2000 yılları arasında, doğum oranı %44 oranında azalırken ölüm oranı %60’ın üzerine çıktı ve doğal nüfus gelişimi +%8 ‘den -%5’e düştü.

· 1970 ve 2001 yılları arasında Beyaz Rusya’da tiroid kanserindeki ortalama artış oranı erkeklerde 9’a, kadınlar arasında da 20’ye katlandı.