Kömür dışa bağımlılığı neden azaltmıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Mayıs 2014

Soma’daki iş cinayetinin ardından enerjide dışa bağımlılık ve kömür tartışmaları başladı. Kömürden vazgeçemeyiz diyenler enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için linyit rezervlerinin mutlaka kullanılması gerektiğini söylüyorlar. Rakamlar bu iddianın sahiplerini şaşırtacak. Enerji politikalarını tüketime odaklayan Türkiye’nin, artan kömür üretimine rağmen dışa bağımlılığı artıyor. 2012’de bu oran rekor kırdı ve yüzde 75,3’e yükseldi[1].
 
Türkiye’nin 2012 sonu itibariyle birincil enerji arzı 120 milyon ton eşdeğer petrol (TEP). Bu arzın 31,9 milyon TEP’i yerli kaynaklardan, bunun yarısı da kömürden sağlandı; ağırlık 15,3 TEP ile linyitte[2]. Linyit üretimi 1998 yılında yılda 65 milyon tonken, doğalgazın gelişiyle geriledi. 2004’te üretim en düşük seviyeye 43,7 milyon tona indi[3]. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kömür sahalarını özel sektöre açması ve çevre meselesini umursamamasıyla 2011’de linyit üretimi 70 milyon tona çıktı. Üretimin yüzde 7 kadarı özel sektör tarafından sağlandı. Bu oran, son özelleştirmelerle (termik santral ve beraberindeki kömür sahalarının özelleştirilmesi) daha da artacak. Taşkömüründe ise üretimin yüzde 40’ı özel sektörde.

Taşkömürünün yüzde 30’u ısınmada, bir o kadarı elektrik üretiminde ve geri kalanı da sanayide kullanılıyor. Linyitte ise aslan payı termik santrallerde. Çıkarılan linyit kömürünün yüzde 80’i elektrik üretimi için santrallerde yakılıyor. Kömür kullanımını azaltmak için termik santrallerin yerine güneş ve rüzgar gibi üretim araçları koymak, enerjiyi verimli kullanmak linyit ve taşkömürü ihtiyacını azaltabilir. Madenlerin hepsi kapanmasa bile çalışma hızı yavaşlar, işçilerin üzerindeki baskılar azalır. Enerji Bakanlığı’nın hedefi ise 2023’e kadar ülkenin tüm linyit ve taşkömürü potansiyelini elektrik üretimi amaçlı kullanmak. Onlarca termik santral yapılması planlanıyor. Bu da çoğu açık işletme olmakla birlikte onlarca yeni maden demek. Kahramanmaraş Çöllolar kömür sahasında yaşadığımız kaza açık sahaların da çok masum olmadığını gösteriyor. 2011’de Maraş’ta11 kişi göçük altında kalmıştı. Dokuz çalışanın cesetlerine hâlâ ulaşılamadı.

KÖMÜR CENNETİ YARATILDI
Hükümetin kömürü teşvik eden politikaları (santral yatırımlarına verilen teşvikler, çevre cezalarının kaldırılması, iklim hedefinin olmayışı gibi) enerji piyasasında kömür için bir cennet yarattı. Bu cennet sadece yerli üretimi arttırmadı, ithal kömüre de davetiye çıkardı. Türkiye’nin ithal kömüre ödediği para 2012’de 4,6 milyar doları buldu. 2002 yılında Türkiye’nin taşkömürü ithalatı 11,6 milyon tondu. 2011 sonunda ithalatımız 23,6 milyon tona çıktı. Kömürü yakmanın bu kadar kolay olduğu bir ülkede, kalorifik değeri düşük yerli linyit yerine ithal taş kömürü tercih eden şirketler termik santral kurmak için kolları sıvadı. Böyle olunca da bir anlamda havanda su dövüldü. Artan yerli üretim kadar kömür ithal edildi. Dışa bağımlılık azalmadı. 

ENERJİYİ AKILLI KULLANMIYORUZ
Türkiye 2001’de enerjide dışa yüzde 65 oranında bağımlıyken, 2012 sonunda bu oran yüzde 75,3’e yükseldi. Temel nedenlerden biri enerji verimliliğinin adeta hiçe sayılması ve enerjide talebi kontrol etme gibi bir gayretin olmaması. Enerji yoğunluğu verileri bunu açıkça gösteriyor. Türkiye 2001 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya 1000 avro katkı yapmak için 239 kilogram eşdeğeri petrol harcıyordu (kgep); 2011 sonunda 233 kgep harcıyor. 10 yılda enerjiyi daha verimli, akıllı kullanma yolunda bir arpa boyu yol alınmadı. Benzer bir ekonomiyle, İspanya’yla karşılaştıralım. 2001’de İspanya’da bu rakam 158’di şimdi 136. İrlanda’da 83’e kadar iniyor. İrlanda aynı ekonomik büyümeyi bizden üç kat az enerji harcayarak gerçekleştiriyor.

Bu durumu değiştirmek için izlenecek üç ana yol var. Kimi ülkeler, ağır sanayi dediğimiz enerji yoğun sanayide kalıyor ama teknoloji, planlama gibi tedbirlerle aynı işi daha az enerjiyle yapıyor. Örneğin Almanya. Ekonomi büyüyor ama daha az enerji harcıyorlar. İrlanda gibi kimi ülkeler ise enerji yoğun (demir-çelik,çimento gibi) sektörlerden bilişim gibi sektörlere geçerek enerji talebini azaltıyor. Üçüncü yol ise üretici kadar tüketiciyi de ilgilendiriyor. Toplu ulaşım, bina yalıtımı gibi hamlelerle üretim dışındaki alanlarda da tasarrufa gidiliyor. Türkiye ise bir başka yüzyılda yaşıyor.


Dışa bağımlılığı azaltacağız diye kömürü savunmak ezbercilik. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığında iki ana kalem var; petrol ve doğalgaz. Ulaşımda petrolün payını azaltmanın yolu demiryollarından, toplu ulaşım ve alternatif araçlardan geçiyor. Isınmada kömürün doğalgaza alternatif olabilmesi içinse hava kirliliği diye bir sorunumuzun olmaması gerekir. Bunun için de küçük, yeşil alanı bol, toplu ulaşımı yaygın kentleriniz olmalı. Var mı? Açık konuşalım, AKP’nin saydığım bu üç kıstasa da alerjisi var; yeşile, küçüğe ve kamusallığa. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini bir kente toplayıp, herkese otomobil aldırmak için boğazın altına tüp geçit, üstüne köprü yapan bir iktidarın petrol ve doğalgaza bağımlılığı azaltamaz.

HAYALPEREST DANİMARKA VE ALMANYA
Kömür tüketiminin artmasıyla seragazı emsiyonları da artıyor. Fosil yakıtlar içerisinde iklim değişikliğine yol açan birinci kaynak kömür. Türkiye 1990-2012 arasında emisyonlarını yüzde 133 arttı. Avrupa’da artışta ilk sıradayız. Selleri, kuraklığı umursamıyoruz. Uluslararası Enerji Ajansı Baş Ekonomisti Fatih Birol, “çözümleri sadece yenilenebilir enerji ile düşünmek biraz hayalperestlik” diyor. Almanya, 2050’de enerji tüketiminin yüzde 60’ını, Danimarka yüzde 100’ünü yenilenebilir enerjiden sağlama hedefi koymuşken, kâbustan uyanıp güneşli günlerin hayali kurmak hayalperestlik değil ileriyi görmektir. Gerçekler Soma kadar acıysa artık ‘hayalperest’ olma zamanıdır. Geç bile kaldık.


[1] Eurostat.
[2] ETKB, 2012 yılı genel enerji dengesi.
[3] TKİ Sektör Raporu, 2012.

Hiç yorum yok: