Başbakanın gündeminden bize ne?

Özgür Gürbüz-Birgün/3 Haziran 2012 

Bir ülkede halkın gündemiyle o ülkeyi yönetenlerin gündemi birbirinden bu kadar farklı olur mu? Normalde olmaz ama burası normal bir ülke değil. Bu ülkede yaşayan herkes bu gerçeğin artık farkında. Poşu taktığı için 11 yıl hapis cezasına çarptırılan Cihan’dan, kitap yazdığı, haber yaptığı için hapse atılan gazetecilerden dolayı bu ülkenin normal olmadığını artık herkes biliyor. Bu nedenle birinci amacımız ülkenin 'normalleşmesini' sağlamak olmalı. Normalin tanımını yapmak zor. Kabaca ve kısaca söylersek, çoğunluğun azınlığı ezmediği, adil bir gelir dağılımının sağlandığı, doğrudan demokrasinin hakim kılındığı, bireysel özgürlüklerin ve ekolojik dengenin gözetildiği bir demokrasi benim için normal kabul edilebilir. Bunu kim yapacak? Hükümet, yani iktidar. Peki, ya o da 'normal' değilse ve buna yanaşmazsa ne olur?

Halk, ülkenin normalleşmesinin önündeki en büyük engelin mevcut hükümet olduğunun farkında. Referandum oyunuyla kandırıldığının, demokrasi söylemiyle otoriter bir rejimin her gün yerleştiğini görüyor. Seçim barajının yüksekliğinden, “kaldıracağız” deyip sahip çıkılan YÖK’ten, biber gazından ve özel yetkili mahkemelerinden bu memleketin 'özel' bir yer olduğu ortada. Özel ama normal değil. Bu anormalliğin sürdürülmesi için, elindeki siyasi gücü sonuna kadar kullanan bir iktidar, hükümet var. Bu politik taktiğin ve anormalleşme ideolojisinin sözcülüğünü de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapıyor. Bir ülkenin normalleşmesinin, diğer birçok normal ülkede olduğu gibi geçim derdini, çevre sorunlarını, kadın sorunlarını, işsizliği, yolsuzluğu, trafiği, sağlık ve eğitim gibi konuları gündeme getireceğini bilen hükümet, gündemi değiştirmek için elinden geleni yapıyor. Bunu da Başbakan’ın eliyle gerçekleştiriyor.

Roboski (Uludere) diyorsun, kürtaj diyor.
HES istemiyoruz diyorsun, eşkıya oluyorsun.
Ekrana çık tartışalım diyecek olsan, usta çırak aynı yerde tartışmaz diyor.
Öğretmenler işsiz diyorsun, “ah o kredi kuruluşları yok mu” diye yanıtlıyor.
Çiftçinin hali ne olacak diye soruyorsun, ananı da alıp gitmen emrediliyor.
Nükleer, termik olmasın, hepimiz kanser olduk diyorsun, Başbakan bir şey demiyor çünkü o sıralarda Libya’yı ve Suriye’yi kurtarmakla(!) meşgul, muhtemelen yurt dışında.
Gezi dönüşü toptan söylüyor söyleyeceğini...

Durum bu. Durum bu ama çözüm ne? Çözüm basit, hükümeti ve sözcüsünü dinlememek. Bırakın istediği kadar konuşsun, yapacak bir şey yok. Benim artık Başbakan’ın normalleşeceğine dair bir inancım kalmadı. İlk iş “twitter”da kendisini izlemekten vazgeçtim, televizyon ve radyolarda da karşıma çıkarsa kanalı çeviriveriyorum. Hayatımdan çıktı mı, hayır çıkmadı tabi. Başında olduğu hükümet yaptığı yasalarla özgürlükleri kısıtlamaya devam ediyor ve edecek. Asıl sorun bu değil. Başbakan’ı dinlerseniz, ona ulaşmaya çalışır, mesajlarınızı iletmek için gayret gösterirseniz bir şeyin değişeceğine inanıyor musunuz? Değiştiğine dair elinizde kaç örnek var? Bir, sıfır?

Ortada bir diyalog yok, monolog var. Ben de bu monologu dinlemekten vazgeçtim artık. Sorunları Erdoğan ve onun etkisinden kurtulamadığı sürece AKP üzerinden çözme şansı kalmadı. Kürtler için de, dindarlar için de, memur ve öğretmenler, çevreciler ve kadınlar için de durum aynı. Başbakan artık başka bir gezegende yaşıyor, halktan uzaklaştı. Stadlarda ona sevgi gösterisinde bulunanlara aldanmayın, bu ülke Cem Uzan’ı, Menderes’i, Demirel’i ve Özal’ı da “ölümüne” sevmişti. Ayaklarına gelen otobüslere binip mitinglere gitmek hiçbir şeyin göstergesi değil. Menderes asılırken sokaklarda kimse yoktu, Cem Uzan sürgünde yaşıyor. Özal ve Demirel’i hatırlayanların sayısı gün geçtikçe azalıyor.

Anormalleşen bir ülkenin başbakanına normal ülkelerde kullandığınız iletişim kanallarıyla ulaşamazsınız. Onu güçsüzleştirmek istiyorsanız, onu dinlemeyi, konuşmayı ve eleştirmeyi bırakmanız gerekir. Bir politikacı için bu an ölümünün ilanıdır. Kontrolünde isterse tüm medya kanaları olsun, kanallar o konuşmaya başlayınca bir bir kapanıyorsa etki gücü de sıfıra iner. Onun haberlerini yapan gazeteler alınmazsa bütün nutuklar boşa gider. Ne zaman o sizin gündeminize, sorduğunuz sorulara yanıt verir, o zaman dinlersiniz. Ne zaman kaybettiği politik cesaretini kazanır, muhalefetin karşısına, açık oturumlara, televizyonlara, gerçek gazetecilerin karşısına çıkar, soruları yanıtlar; o zaman kendisine kulak verirsiniz. Karşıda rakip olmayınca kürsüden atıp tutmak kolay. Sizin, yani halkın gündemini kendi gündemi olarak kabul etmiyorsa, tek çözüm meclis aritmetiğini değiştirmektir. Sizin sorduğunuz sorulara hükümet yanıt verene, hükümet yetkilileri sizinle eşit şartlarda tartışmayı kabul edene kadar bu böyle sürmek zorunda.

Tarif ettiğim boykot hayata geçirilebilirse sonuç verir. Kontrolünde olmayan medya bunu hep birlikte yapabilir mi; emin değilim. Birçok yazarın kendi gündemi, ütopyası, hayal ettiği bir dünyası yok. Çoğu, hükümetten biri bir şey söylese de üzerine bir yazı yazsam diye bekliyor. Yazdıkları konular sınırlı ama her gün yazmak zorundalar. Böyle olunca tekrarlara ve polemiklere muhtaçlar. Bu medyanın sorunu. Okuyucu tarafı da kendini aşmak zorunda. Birçoğu iradesini alım gücüyle birleştiremiyor. Medyadan şikayet ediyor ama parasını yine gidip ana akım gazetelere veriyor, malum kanalları izliyor. Termik santral yapan şirkete kızıyor ama iki sokak ötede, o şirketin mallarını satmayan bakkala gitmeye üşeniyor. Konuşarak dünya değişseydi keşke ama olmuyor. Konformist yanımız ideallerimizin hep önüne geçiyor.

Hiç yorum yok: