Çernobil Türkiye'de 50 bin kişiyi kanser edecek

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 26 Nisan 2011

25 yıl önce, eski Sovyetler Birliği'nde tarihin en büyük endüstriyel kazası ve en büyük nükleer faciası gerçekleşti. Japonya'daki nükleer kaza, teknik olarak Çernobil'le aynı derecede değerlendirilse de, Çernobil kazasının gizlenmesi, yanlış müdahale, reaktörün yapısal eksiklikleri ve Fukuşima'dan okyanusa esen rüzgarlar iki kazanın ölümcül sonuçlarının farklı olmasına neden oldu. Nükleer teknolojinin güvenilir olmadığı ve riskin büyüklüğünün uçak kazası veya tüp patlamasıyla kıyaslanamayacağı dünya nüfusunun büyük bir bölümünce anlaşıldı.

Çernobil kazasının ölümcül sonuçları 25 yıldır tartışılıyor. İnsanlar kansere sadece santrallerden sızan radyasyon nedeniyle yakalanmıyor. Sigara, otomobiller, kömür santralleri, yediğimiz sağlıksız yiyecekler ve daha binlerce unsur kansere neden olabiliyor. O nedenle, Çernobil kazası sonucu atmosfere salınan radyasyonun kaç kişinin canını aldığını veya alacağını kestirmek kolay değil. Özellikle da santralin uzağındaki bölgeler için. Bu konuda yapılan çalışmalar, karşımıza farklı rakamlar çıkarıyor.

Bu konuda uzun zamandır çalışmalar yapan ve düşük dozda iyonize radyasyonun da insan sağlığı üzerinde sanılandan daha fazla etki yaptığını öne süren Prof. Dr. Christopher Busby'nin son çalışması Çernobil kaynaklı kanser ölümleri. Busby, kazadan sonraki 50 yıl içinde dünya genelinde 1 milyon 438 bin Çernobil kaynaklı kanser ölümü bekliyor. Bu ölümlerin 47 bin 520'si Türkiye'de gerçekleşecek, bir bölümü de büyük bir olasılıkla gerçekleşti. Bu rakam, 2011'de yapılan Alexey Yablokov'un çalışmasıyla da örtüşüyor. Yablokov, Çernobil kaynaklı ölümlerin 900 bin ila 1 milyon 400 bin arasında değişeceğini söylüyordu. Busby, bu çalışmanın sadece kanser kaynaklı ölümleri içerdiğine de dikkat çekiyor. Busby, radyasyonun yaşam ömrünü kısaltan önemli bir faktör olduğunu, kalp krizi, çeşitli kalp hastalıkları, ölü doğumlar, kısırlık ve çocuklarda kalıtsal hastalıklarda da ciddi artış olacağını söylüyor.

Bu raporu okurken Türkiye Tabipler Birliği'nin (TTB) 2005 yılında Hopa'da yaptığı çalışma aklıma geldi. TTB'nin yaptığı çalışma, 2003,2004 ve 2005 yıllarında Hopa'daki ölümlerin yüzde 46'sının kanser kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Türkiye, kaza olduğunda aynı bugünkü gibi, nükleer santral kurma planları yapıyordu. Zamanın yetkilileri, bu korkunç kaza nükleer enerjinin imajını zedeler korkusuyla rakamları gizledi. Halkı uyarmadı, televizyonda çay içti. Dönemin Ticaret ve Sanayi Bakanı Cahit Aral, “Dinine, imanına inanan 'radyasyon var' demez” demişti. Dönemin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre, “Çayda tehlike yok ama dışsatımı yasaklıyoruz” şeklinde akla hayale sığmayan açıklamalar yapmıştı.

Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçti. Karadeniz'de kanser neredeyse her eve girdi. Nükleer santral kurma konusunda işi temel atmaya kadar götüren Türkiye, bu defa da Japonya'daki nükleer santral kazasıyla sarsıldı. Fukuşima nükleer kazasından sonra, tüpgazlı benzetmeler, bekarlık daha tehlikeli açıklamları birbirini izledi. Bu açıklamalar 25 yılda ülkede pek bir şeyin değişmediğini de gösterdi. Santraller 3. nesil oldu ama bizim politikacılar hâlâ 1. nesil. Nükleerde ısrar etmenin nedeni de bu olsa gerek.

Rapora ulaşmak için: http://www.bsrrw.org/wp-content/uploads/2011/04/chernhealthrept3.pdf

Sizin mitinge gelme nedeniz ne?

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Nisan 2011

Her insanın hayatında unutamadığı birkaç an vardır. Toplasanız, bu anların süresi bir hayat etmez ama hayat aslında bu unutulmayan anlardan ibarettir. Gerisi biraz teferruat...

Hayatımdaki bu anların seceresine baktığımda, kendi gözlerimle gördüğüm Çernobil aklıma geliyor. Binlerce boş bina, insansız topraklar ve görünmez tehlike radyasyon. Kazaya müdahale eden ve sayıları 600 ila 800 bin arasında değişen tasfiyecilerin anlattıkları, bölgeden göç ettirilen 400 bin insan. Kaybedilen binlerce yaşam; insanlar, hayvanlar ve böcekler. Rakama vurunca giden can anlaşılmıyor, insanın yazası gelmiyor. Can acısını geride kalanlara sormak lazım. Bir de kaza sonrası yaralananlar var, kanser tedavisi görenler, psikolojik tedavi alanlar. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, Belarus’ta, Ukrayna’da ve Rusya Federasyonu’nda en az 3 milyon çocuğun (Çernobil kazasına bağlı olarak) fiziksel tedavi görmesi gerektiğini, meydana gelen ciddi tıbbi durumdan etkilenenlerin tam sayısının ise 2016’da öğrenileceğini söylemişti.

Yarın, işte yine o aklıma kazınacak anlardan biri şekillenecek. İstanbul Kadıköy meydanında yapılacak nükleer karşıtı miting Türkiye'deki binlerce insanın hayatını ilgilendiriği için büyük önem taşıyor. 17 Nisan'da Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un organize ettiği insan zinciri eylemi, Mersinlilerin kentlerinin bir nükleer santrala ev sahipliği yapmasına karşı çıktıklarını açıkça gösterdi. Nükleer Karşıtı Platform'un yarın İstanbul'da düzenleyeceği miting ise nükleer maceraya dur demek için Türkiye'nin dört bir yanından Kadıköy'e gelen insanların sesi olacak. Sinoplular, Mersinliler, Kırklareli'nden gelenler, Ankara, Bursa, İzmir, Çanakkale ve İzmir'den yola çıkanlar ve daha yüzlerce insan, “Türkiye Çernobil, Fukuşima olmasın” diye haykıracak. Herkesin bir nedeni var.

Kimi, bir nükleer kaza sonucu bebeklerinin gözle görünmez radyasyon nedeniyle hasta olmasını istemiyor; kimi, yüzyıllarca sürecek genetik bozukluklara yol açabilecek bir radyasyon sızıntısından korkuyor.

Kimi, elektriğini saatli bir atom bombasından değil güneşten, rüzgardan üretmek istiyor; kimi, “neden bu kadar çok elektrik tüketiyoruz ki” diye soruyor?

Kimi, nükleer kazalardan korkuyor; kimi, Rus teknolojisinden.

Kimi, bir deprem ülkesine nükleer santral kurulmasına anlam veremiyor; kimi, 240 bin yıl radyoaktif kalan atıkların ne yapılacağını merak ediyor.

Kimi, yurt dışında kapatılan nükleer santrallere bakıp şaşırıyor, kimi nükleer santralle tüpgazı birbirine karıştıranlara bakıp afallıyor.

Kimi, Çernobil sonrası kendisine radyasyonlu çayları içiren zihniyetin hala işbaşında olduğunu düşünüyor, yetkililere güvenmiyor; kimi kendi iradesine saygı göstermeyen hükümete demokrasi çağrısı yapıyor.

Kimi, Ruslarla yapılan anlaşmada kötü kokular var diyor; kimi bunun bir seçim yatırımı olduğunu söylüyor.

Kimi, nükleer santrallerin kapitalizmin neferi olduğunu biliyor, tüketim toplumunun temel taşı olduğunun farkında; kimi, üretilecek elektriğin neredeyse beşte birinin nakil hatlarında kaybolacağı gerçeğinin.
Kimi, bambaşka bir dünya kurmak istiyor; kimi, enerji devrimini düşlüyor.

Mersinli tedirgin, Sinoplu tedirgin, kendilerine sorulmadan alınan bu karara kızgın. Onlarca nesili tehdit eden bu kararın dört yıllığına iktidara gelmiş bir hükümet tarafından kimseye sorulmadan, tartışılmadan alınmasını kabullenemiyorlar. Hepsi kararlı, “kurdurtmayacağız” diyorlar ve kurdurtmayacaklar. Yarın Kadıköy'de yürüyecek ve “nükleere hayır” diyecek binlerin her birinin onlarca nedeni var. Sizin 24 Nisan Pazar günü Kadıköy'de yapılacak mitinge gelme nedeniz ne? Mitingde görüşmek üzere, sağlıcakla...

Nükleer santralde ÇED oyunu

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 14 Nisan 2011

Türkiye'deki her işletme, kurum ya da kuruluş, 1993 yılından beri çevreye zarar vereceği düşünülen faaiyetleri için bir Çevresel Etki Değerlendirme Raporu hazırlamak zorundadır. Bu rapor kısaca “ÇED” diye bilinir. Kurulacak tesisin çevreye zarar verip vermeyeceğini gösterir; atık, artık ve olası etkilerin nasıl bertaraf edileceğini ayrıntılarıyla anlatır. Anlatır ki, bu tesisin çevreye zarar verip vermeyeceği halk tarafından anlaşılsın. Yetkililer gerekli izinleri verirken bu rapora bakarlar. Gerekirse tesis, halk sağlığını ve diğer canlıların yaşamını etkilemeyecek şekilde yeniden tasarlanır. Tesis çevreye zarar verecekse yapımına izin verilmez.

Bir tavuk çiftliği yapmak isterseniz sizden ÇED isterler.
Maden açmak isteseniz ÇED'i sorulur.
Yol yaparken ÇED gereklidir.
Rüzgar santrali kurmak isteseniz, hemen hemen aynı anlama gelen ÇED'den muaftır belgesi istenir.

Kısacası, dünyanın en çevreci işini yapmaya da kalksanız, bu iddianızı ispat niteliğinde sayılabilecek ÇED raporu sizden istenir. Ya da, “istenirdi” diyelim. Çevre ve Orman Bakanlığı, daha önce alınan Danıştay kararına rağmen Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nde değişikliğe gitti. Değişiklik 14 Nisan günü Resmi Gazete'de yayımlandı. İlgili yönetmeliğin geçici 3. maddesinde yapılan değişiklikle, 1993 yılından önce yatırım planına alındığı belirtilen projeler için ÇED istenmeyecek! Hangi projeler bunlar?

  • Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santral
  • Sinop'ta kurulması düşünülen nükleer santral
  • Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesi
  • İstanbul'un son yeşil alanlarını yok edecek üçüncü köprü.
  • Gebze-Orhangazi-İzmir otoyol projesi

Yapılan değişiklikle bu projelerin ÇED muafiyeti 2015'e kadar devam edecek. Yukarıdaki beş örnek listenin tamamı değil ama durumu anlatmaya yetiyor. Sizce bu projelerden hangisi çevreci? Ya da şöyle soralım; bir tavuk çiftliği, liman, yol inşaatı çevreye zarar veriyor da, nükleer santraller vermiyor mu? Hatırlayalım. Çernobil kazasından sonra İtalya’nın yarısı kadar bir alan, yaklaşık 150 bin km2 kirlenmiş ve Danimarka’dan biraz daha büyük, yaklaşık 52 bin km2'lik tarımsal alan harap olmuştu.1 Fukuşima'da bugün 20 km çapında bir alan insana yasaklı. Sizce böylesine riskli bir teknolojinin çevreye etkisini raporlamamak doğru mu? Çevre Bakanlığı'nın bu değişikliği yaparken hangi motivasyonla hareket ettiğini bilmek isterdim doğrusu. Ya, üçüncü köprüye ve Ilısu Barajı'na ne demeli?

Yargı daha önce Çevre Mühendisleri Odası'nın itirazını haklı bulmuş, muafiyeti kaldırmıştı. Mühendisler bu değişikliği yeniden yargıya götürecek. Bu arada birileri yangından mal kaçırır gibi Mersin'e nükleer santral kondurmaya çalışacak.

Görüyorum ki hükümet tüpgaz ile nükleer santrali gerçekten biririne karıştırıyor. Tüpgaz alırken ÇED raporu istenir mi? İstenmez! Dünyanın en geri kalmış ülkesine dahi gitseniz, nükleer santral yapmaya kalktığınızda sizden çevreye etkilerinin ne olacağına dair rapor istenir mi, tabi ki istenir. Yöre halkına sordun mu denir.

Nükleer tüp patladı patlayacak; benden söylemesi!

1Birleşmiş Milletler, http://www.un.org/ha/chernobyl/history.html

Taner Yıldız Sinop'tan aday olsun!

Özgür Gürbüz-www.farklihaber8.com / 8 Nisan 2011

Enerji Bakanı Taner Yıldız hükümetin nükleer enerji konusundaki tavrını bugünlerde sık sık yineliyor, yinelemek zorunda kalıyor. Japonya'daki nükleer kaza, tüm dünyada, “nükleer rönesans” adında yürütülen halkla ilişkiler kampanyasının bir anlamda sonu oldu. Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçmesiyle unutulmaya başlayan nükleer kaza tehlikesi şimdi Fukuşima'dan gelen görüntülerle hafızalarımıza yeniden kazındı. Almanya, İsviçre, İtalya, ABD ve hatta enerji açı Çin bile nükleer enerji konusunda tutum değiştirdi.

Fukuşima santralindeki kaza, nükleer santral kurmaya, hatta temel atmaya hazırlanan Türkiye'de de nükleer enerjiyi tekrar masaya yatırttı. Yıllardır nükleer enerjiye yeşil ışık yakan birçok yazar, çizer ve bilim insanı fikir değiştirdi. Başbakan ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın açıklamaları da insanları ikna etmek yerine daha fazla endişelendirdi. Çernobil kazasından sonra çay içen politikacılar akla geldi. Dünyanın saygın gazeteleri, Türkiye'de tüpgaz patlamasıyla nükleer kazanın eş tutulduğunu, biraz da alaycı bir dille kaleme aldı.

Taner Yıldız'ın son demeçleri, riskin oranı ile büyüklüğünü birbirine karıştırmayı amaçlayan bu halkla ilişkiler yönteminden vazgeçilmediğini gösteriyor. Mutfak tüpü patlarsa ya da uçak düşerse can ve mal kaybı uçakla veya tüpün patladığı mutfakla sınırlıdır. Nükleer santralde bir sızıntı, kaza olursa radyasyon bulutları o bölgeyi, ülkeyi ve hatta ülkeleri tehdit eder. Siz Çernobil benzeri bir kaza sonucunda yok olacak tarım alanlarını, yaralıların tedavisini, kanser hastalarının kemoterapi ücretlerini karşılayacak bir sigorta poliçesi yapabilir misiniz? Çernobil kazası sonrası tasfiye çalşmalarında 800 bin kişi çalışmış, 400 bin kişi bölgeden tahliye edilmiştir. Tasfiyeci adı verilen ve çoğu asker olan bu 800 bin kişiden, 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi. Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısının toplam 60 bin ve sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor. 100 yıl, 1000 yıl kullanılamayacak toprakların, ölecek insanların sigorta primini hesaplayacak sigortacı bulabilir misiniz? Ben evimi tüp patlamasına karşı sigortalar, primini her yıl öderim. Nükleer kazaya karşı gerçekçi bir sigorta poliçesinin primini bu ülkenin hazinesi ödeyebilir mi? Ödeyemez, zaten hiçbir sigorta şirketi de böyle bir poliçe düzenlemez, düzenleyemez.

Bu nedenle, “zaten her an ölebilirsiniz” diyen benzetmelerle insaoğlunun tarihinde yüzleştiği en ciddi endüstriyel kazaları küçümsemek yerine, mutfak tüpleri neden bizim ülkemizde bir batı ülkesinden daha sık patlıyor sorusunu sormak daha faydalı olacaktır.

Enerji bakanımızdan küçük bir ricam var. Bütün dünyanın gördüğü nükleer kazayı aklama çalışmalarının ne kadar başarılı olduğunu görmek adına, önümüzdeki seçimde kendisinin Sinop'tan aday olmasını öneriyorum. Amacım kendisini Meclis dışında bırakmak değil, Sinop'ta 2007 yılındaki son genel seçimde AKP yüzde 46 oy almış, en yakın rakibi CHP yüzde 20. Bu seçimde Sinop'tan iki milletvekili Ankara'ya gidecek. Yıldız aday gösterilirse milletvekilliğinin tehlikeye gireceğini hiç sanmam. Sadece Yıldız'ın, nükleer sanral kurmayı planladığı kente gidip orada yaşayan insanlarla yüzleşmesini istiyorum. Bekarlar evlilere göre daha az yaşıyora kadar varan bilimsel açıklamalarını Ankara'dan değil, Sinop'tan yapmasının daha anlamlı olacağına inanıyorum. Yıldız, Sinop'ta seçim kampanyası yürütürse, depreme dayanıklı santral savının Sinopluların içini ne kadar rahatlattığını bizzat yerinde gözlemleyecektir. AKP'nin oyu düşer mi düşmez mi, o da küçük bir güvenoyu yoklaması olur. Ben olsam bir dakika bile beklemez, Sinop'tan aday olurdum.

Yetiş başbakanım tüp patladı!

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Nisan 2011

Cin şişeden yine çıktı. Çernobil kazasından 25 yıl sonra dünya bir başka nükleer enerji faciasıyla karşı karşıya. Dünyanın felaketlere en hazırlıklı ülkesi bile hayalet düşman radyasyon karşısında etkisiz kaldı. Japonya'da milyonlarca, dünyada milyonlarca insan, 25 yıl önce Ukrayna, Belarus ve Rusya'da 7 milyon insanı etkileyen radyasyon bulutlarının kendilerinin üzerinden geçip geçmeyeceğini düşünüyor. Çernobil'de hayatını feda eden itfaiyecilerin anıtına benzer bir anıt muhtemelen yakında Japonya'da yükselecek. Dünyanın ve Japon politikacıların 25 yıl önceki felaketten ders almamalarının acısını şimdi Japon halkı çekiyor.

Radyoaktif bulutları üfleyebilir misiniz?
Korkarım muhtemelen bir 25 yıl sonra, belki daha yakın bir zamanda, benzer acıları çekme sırası bize gelecek. Türkiye'nin bu tip felaketler karşısındaki hazırlıksızlığını da göz önünde bulundurursak kazanın sonuçları daha vahim olacak. Aradan geen 25 yıla rağmen, bazı politikacılar ve bilim adamları Çernobil'den hiç ders almamış. Japonya'da olup biteni izleyen ve “atomspor” takımının birer oyuncusu olduklarını belirten başbakan ve enerji bakanımızın demeçleri, 1986'daki Çernobil kazasından sonra halka radyasyonlu çayları içiren devlet büyüklerimizin demeçlerini aratmıyor. Çernobil'de reaktör patladığında Türkiye yine, Mersin-Akkuyu'ya nükleer santral yapma hazırlığındaydı. Kazadan sonra eski Başbakan Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” gibi halkı rahatlatacak açıklamalar yapıyor, televizyon karşısında çay içiyordu. Yine aynısı oldu. Başbakan mutfak tüpleriyle nükleer santrale sahip olma riskini aynı kefeye koydu. Bu karşılaştırma o kadar tepki topladı ki bir sonraki açıklamasında televizyondan, cep telefonundan alınan elektromanyetik radyasyona dikkat çekilmeye çalışıldı. Konu dağıtılmak istendi. Televizyonu kapattığınızda elektromanyetik radyasyondan kurtulabilirdik, peki ya radyasyon bulutlarına nasıl karşı koyacaktık; üfleyerek mi dağıtacaktık kanser bulutlarını? Başbakanın nefesi yeter mi? Tabi ki yetmez!

Riskin oranı değil büyüklüğü önemli
Bu benzetmenin talihsizliğini bir kenara bırakıp, tüm iyi niyetimizle başbakanın olasılık hesabına vurgu yaptığını düşünsek bile, elma ve armutların birbirine karıştırıldığını görebiliyoruz. Bu boyutta bir nükleer santral kazanın gerçekleşme olasılığı, haliyle, 75 milyonluk ülkede bir mutfak tüpünün patlaması olasılığından azdır. Ancak, burada riskin büyüklüğü ile oranını birbirine karıştırmamak gerekir. Mutfak tüpü patlayınca hasar o mutfakla sınırlı kalır ancak nükleer santral patlayınca polisin güvenlik koridoruna alacağı alan tüm ülke, hatta tüm dünyadır. Çernobil bulutlarının Güney Afrika'ya kadar ulaştığını, Fukuşima bulutlarının ülkemize yaklaştığını anımsamakta fayda var. Mutfaktaki tüp patlarsa itfaiyeyi arıyabilirim ama Sinop veya Mersin'deki santral patlarsa ne yapacağım? “Yetiş başbakanım, nükleer tüp patladı!” mı diyeceğim? Riskin büyüklüğünü, Birgün'deki bir önceki yazımda sigorta örneğiyle açıklamıştım, tekrar etmeyeceğim.

“Radyasyon kemiklere yararlıdır netekim!”
Sadece başbakan değil Enerji Bakanı Taner Yıldız da rahmetli Devlet Bakanı Cahit Aral'ı aratmıyor, “nükleerde kararlıyız” diyor. Biz bu tip politikacılara alıştık artık. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren de, “radyasyon kemiklere yararlıdır” demiş ardından da gizlice kendi içtiği çayı şoförüyle ODTÜ'de analize göndermişti. Merak edenler için söyleyelim, gönderilen çaylarda kilogram başına 5 bin 600 bekarel radyoaktivite tespit edilmişti. Depremden önce Japonya'da santral gezen ve mutabakat zaptı imzalarken Japonya'yı depremlere duyarlı santral konusunda bize örnek gösteren Yıldız'ın, deprem sonrası Japonya'daki reaktörün 1. nesil olduğunu söylemesi ise tam bir trajediydi. Santralin 2. nesil olduğunu, yapımcı General Electric firmasından aldığımız bilgiyle kısa süre önce açığa çıkardık. Bakanın verdiği bilginin yanlışlığı bir yana, dünyada böyle bir deprem deneyinden geçmiş 3. nesil bir santral de zaten yoktu. Akkuyu'ya yapılmaya çalışılan Rusların VVER 1200 modeli hangi ülkede, hangi şiddette bir depremden yüzünün akıyla çıkmıştı? Sayın Yıldız bu soruya yanıt verebilir mi? Daha da komik olan, Sinop'a depreme dayanıklı Japon teknolojisi, Mersin'e denenmemiş Rus teknolojisi seçimini bakanımız nasıl açıklayacak? Mersinliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı mı?

Rüzgar türbinleri depremi atlattı
Nükleer kazaların sadece deprem nedeniyle meydana gelmediğini de anımsatmakta fayda var. Çernobil'de, Üç Mil Adası, Windscale, Mayak ve Tokaimura kazalarında depremin adı sanı yoktu. İşin ilginç tarafı, yıllardır rüzgar kesilince, güneş batınca ne olacak diyerek temiz enerji kaynaklarına çamur atmaya kalkanlar, Japonya depreminden sonra ayakta kalanın yenilenebilir enerji olduğunu şimdi ağızları bıçak açmadan izliyorlar. Depremden sonra gelen raporlar, ülkedeki rüzgar çiftliklerinin depremi hasarsız atlattığını gösteriyor. Bunlardan bir tanesi de deprem merkezine 300 km uzaklıktaki bir açık deniz santrali; muhtemelen tsunamiye de dayanmış. Sadece rüzgar değil, jeotermal enerji, yerin yüzlerce metre altında yapılan sondajlarla dışarı çıkarılan sudan elektrik üreten bu temiz enerji kaynağı da depremden etkilenmemiş. Türkiye Jeotermal Derneği Genel Başkanı Orhan Mertoğlu, Sendai bölgesindeki dokuz farklı jeotermal santralinin de depremi hasarsız atlattığını ve elektrik üretir durumda olduğunu bildirdi. Ya nükleer? Fukuşima'daki 4 reaktörün hurdaya çıkacağı kesinleşti. Şimdi inşaata başlasalar yerine yenisini koymak ve elektrik üretmeye başlamak en iyimser 10 yıl sürer. Rüzgar kesilince ne yapacaksınız diyenlere sormak lazım; 10 yıl elektrik kesilirse ne yaparsınız?