İster manavdan, ister sanaldan...

Domatesim hormonlu, mısırımın genleriyle oynanmış; yoğurdun proteini, balınsa tadı kaçmış diye yakınıyorsanız sizin ilacınız organik gıdalar. Kimyasal gübrelerden, gen teknolojisinden, endüstriyel kirlilikten korunarak üretilen bu gıdalara artık sayıları sınırlı olan ekolojik pazarların dışında, manavlardan hatta internetten bile ulaşmak mümkün. Meraklısı için organik ürünlerden yemek pişiren lokantalar bile var. Doktorlar altı aydan sonraki çocuklara ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor, kanserli hastalar için yakınları organik ürün satın alıyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 24 Mayıs 2009

Toprak o kadar kirlendi ki, içine kimyasal gübre atılmamış, sanayi tesislerinden kaynaklı kirliliğe bulaşmamış sebze ve meyva bulmak çok zorlaştı. Büyük dede ve ninelerimizin ürettiği gibi üretilmiş domates, biber bulmak için artık özel bir çaba harcamak gerekiyor. Sentetik, kimyasal üretime maruz kalmayan bu gıda ürünleri genel olarak “organik gıda” olarak adlandırılıyor ve sertifikalandırılıyor. Sertifikalı ürünlere ulaşmak ise geçtiğimiz yıllara göre daha kolay. Akla ilk olarak “ekolojik pazarlar” geliyor. İlki Buğday Dermeği’nin desteğiyle İstanbul Feriköy’de 2006 yılında kurulan pazarlar şimdi dört ilde daha hizmetinizde. Antalya, Samsun, Bursa (Nilüfer) ve Ankara’da (Çankaya) haftada bir gün kurulan bu pazarlardan organik ürün almak mümkün. Pazara kadar gidemem diyenler içinse sadece organik ürün satan manavlar var. İstanbul Kuzguncuk ve Galata’da haftanın yedi günü açık olan İmece, Türkiye’nin sadece organik ürün satan ilk ve tek manavı.

Evlere ücretsiz servis
“Ben organik ürün almak için evden çıkamam, pazarla manavla uğraşamam” diyorsanız, sizin internet üzerinden organik ürün siparişi vermeniz mümkün. Ticaret sanal, elmalar ise hem gerçek hem de hormonsuz. Bakliyattan salçaya, yaş sebzeden yumurtaya kadar birçok ürünü internetten sepetinize doldurabiliyorsunuz. Toprak Ana adlı internet sitesinde, ürünlerin nerede yetiştirildiğini harita üzerinde gösteriliyor, üretici ve ürün hakkında bilgi elde edilebiliyor. Organik ürün sertifikası olup olmadığını da kontrol edebiliyor. Bir başka örnek, Fidan Ekolojik Ürünler sitesi. Evlere ücretsiz servis yapıyor, Naturay adlı site ise size organik hediyelik eşya alma şansı bile veriyor.

Herşey zamanında “ucuz”
Manava ve pazara gidebilenler armudu fotoğrafına değil gerçeğine bakarak seçiyor. İmece Manav’ın kurucusu Mehmet Gökmen, “Keşke herkes birbirine güvenseydi ve organik ürünler sertifikasız” satılsaydı diyor. Çünkü sertifika almak ürünlere ciddi bir maliyet getiriyor. Buna rağmen sezonunda alınan ürünlerde fiyatların düşmeye başladığını söyleyebiliriz. İlk çıktığında organik çilek kilosu 10 TL’den satılırken Mayıs 14 itibariyle fiyatı 7 TL’ye kadar düşmüş. Sezonu 9 TL’den açan eriklerin kilosu da şimdi 7 TL. Organik semizotunun kilosu 6, muzun ise 5,5 TL’den satılıyor.

“Ekolojik yaşamın bir yaşam felsefesi olması gerektiğini” söyleyen Gökmen, bu felsefeyi desteksiz bırakmamak için ürünlerini küçük üreticilerden almaya çalıştıklarının altını çiziyor. Satıcılar, Türkiye’nin her köşesine dağılmış olan küçük üreticileri adeta cımbızla çeker gibi buluyor ve ürünlerini tüketiciyle buluşturuyorlar. İmece’nin sarımsağı Kastamonu’dan, naranciyesi Fethiye’den, elmasıysa Amasya, Gümüşhacıköy’den geliyor. Büyük kentlerde, pazarda, manavda ya da sanal ortamda başlayan bu dayanışma sayesinde 1985’te sadece sekiz organik ürün üretimi yapılırken bugün 200’ün üzerinde ürünün organiğinin bulmak mümkün. Üretici sayısı da 15 bini bulmuş durumda. 1985’te temiz ve sağlıklı gıda yeme umudu, deyim yerindeyse, Kaf Dağı’nın ardındaydı. Şimdi ise umut, manavda, pazarda ve sanal alemde...

***
Doktor tavsiyesi
Türkiye’de üretilen organik ürünlerin çoğu ihraç edilse de artık her 10 bin tüketiciden 8’i organik ürün alıyor. Doktorlar altı aydan sonra bebeklere ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor. Fidan Ekolojik Ürünler sitesinin kurucusu Aytaç Timur, Kütahya’da kendi ürettikleri ürünler dışında, diğer sertifikalı ürünleri de sitelerinden sattıklarını belirtiyor. Timur, organik ticarete girişlerini, “Öncelikle ürünleri kendimiz tüketiyorduk. Eş-dost yiyip sevince bize baskı yaptı. Kendimizi bu işte bulduk” şeklinde açıklıyor. Hafta boyunca alınan siparişler hafta sonu evlere bırakılıyor. Naylon torba kullanılmıyor, file ya da kese kağıdı tercih ediliyor. Temizlik ürünleri Almanya’dan diğer ürünler ise Türkiye’den temin ediliyor. Yoğurt ve peynir Gökçeada’dan, yumurtalar ise Sivas’ta hücrelere hapsedilmiş değil, çiftliğinde gezebilen tavuklardan çıkıp geliyor. “Kendi oğlum bile daha önce yemediği sebzeleri yemeye başladı çünkü organik ürünler daha lezzetli” diyen Timur, “Stok maliyetimiz olmadığı için ürünler ucuz. Maydanoz 1, roka 1,5 TL. İstanbul’un birçok semt pazarındaki fiyatlarla aynı” diyor. Tüketici kapıda paketi açıyor, beğenmezse ürünü geri veriyor. Timur, yakınları kanser olanların, hastaları için organik ürün siparişi verdiklerini de söylüyor.

***
Organik lokantalar
Organik gıda yemek isteyen tüketiciler için bu ürünleri alıp pişiren lokantalar da var. İstanbul Koşuyolu’ndaki Bacce Restaurant’ın sahibi Harun Tigün, talebin müşterilerden geldiğini ve yaklaşık 4 aydır organik yemek pişirmeye başladıklarını söylüyor. Omlet, ıspanak, sebze sote gibi ev yemekleri organik ürünlerden hazırlanıyor. Organik ıspanakla pişen yemek 7 lira yerine 11 liraya satıldığını söyleyen Tigün, organik ürün tüketenlerin eğitim seviyesi yüksek, kansere karşı duyarlı kişiler olduğunu söylüyor.

***
Organik tarım yayılıyor
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yapılan araştırmaya göre 2008 yılında organik tarım yapılan il sayısı 65’i bulmuş. Türkiye’de en çok pamuk, buğday, elma, üzüm, mısır, domates ve zeytin organik olarak üretiliyor. Toplam tarımsal alanın yüzde 0,5 kadarı (165 bin hektar) organik tarıma ayrılmış. 2004’ten bu yana organik üretici sayısında yüzde 25 artış olmuş. Bunların çoğu küçük üretici. Güneydoğu Anadolu organik tarımda başı çekiyor.

Amerika rüzgar gibi geçti!

Rüzgar enerjisine olan talep her geçen gün artıyor. Yıllardır Almanya’nın başını çektiği rüzgar enerjisinde liderliği Amerika ele geçirdi. 2008 yılında en çok rüzgar türbinini Amerika kurarken onu Çin izledi. Türkiye’de de rüzgar güllerinin sayıları artıyor ama aynı hızda değil.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertük / 18 Mayıs 2009 *

Teksas deyince akla artık petrol kuleleri değil, rüzgar türbinleri geliyor. ABD’nin toplamda 28 bini bulan kurulu gücünün yaklaşık üçte biri Teksas’ta kurulu. 2008 yılında ABD’de 8 bin 358 megavat gücünde yeni rüzgar çiftlikleri elektrik üretmeye başladı. Bu yılın ilk üç ayında ise 2 bin 800 megavat daha sisteme eklendi. Yıllardır liderliği elinde tutan ve ülke elektriğinin yüzde 7,5'ini rüzgardan karşılayan Almanya, koltuğunu biraz da yüzölçümü farkıyla ABD’ye kaptırdı. ABD’nin en büyük rakibiyse geçtiğimiz yıl rüzgar enerjisi kapasitesini yüzde 10 arttıran Çin oldu. 2008 sonunda 12 bin megavat kurulu güce ulaşan Çin’in 2020 yılındaki hedefi 100 bin megavatlık rüzgar çiftliği kurmak. Bu rakam Türkiye’nin tüm enerji santrallerinin kurulu gücünün yaklaşık 2,5 katına denk düşüyor. Çin'in 2020 için nükleer enerji hedefi 40 bin, güneş hedefi ise bin 800 megavat.

2015’de 5 bin megavat
Avrupa’nın ikinci en iyi rüzgar enerjisi potansiyeline sahip olduğu belirtilen Türkiye’de rüzgar kurulu gücü 2008 sonunda 433 megavata ulaştı. Bu rakam Türkiye’nin tüm kurulu gücünün yaklaşık 100'de 1'ine denk düşüyor. İnşaatı devam eden projelerle bu rakam 800 megavatı geçecek. Buna türbin tedarik sözleşmesi imzalanmış projeler de eklenirse bin 500 megavat garantilenmiş oluyor. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Murat Durak, 2011 yılına kadar 3 bin, 2015 yılına kadar da 5 bin megavatlık rüzgar kurulu gücüne ulaşılacağını belirtiyor. Rüzgar enerjisinin potansiyele rağmen ağır ilerlemesini iletim altyapısı ve türbin tedarikiyle ilgili sorunlara bağlayan Durak, “Hiç kimse bürokrasi konusunda atıp tutmasın. Herşey yolunda gidiyor” diyor. 1 Kasım 2007 tarihinde Enerji Piyasası Denetleme Kurulu(EPDK) tarafından kabul edilen başvuruların toplam değeri 72 bin megavatı buluyor. Durak, bir buçuk yıldır sonuçlandırılamayan bu başvurulara ilişkin EPDK görüşlerinin verilmeye başlandığını da söylüyor.

“1 Kasım Mağduruyuz”
Durak ile aynı fikirde olmayanlar da var. Dört adet rüzgar santrali başvurusu olan Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Yönetim Kurulu Üyesi Tayyar Yıldırım, 1,5 yıldır ne bilgilendirme ne de bir toplantı yapıldığını söylüyor ve kendilerini “1 Kasım Mağduru” olarak tanımlıyor. TÜGİAD Enerji Komisyonu Başkanı Ufuk Ünal ise başka bir tehlikeye dikkat çekiyor. Ünal, “Rüzgarda gecikmede asıl zarar, başvuruda taahhüt edilen teknolojinin eskimesi. 1,5 MW’lık rüzgar türbini yaparım diyen yatırımcı bugün 5 MW’lık türbin seçenekleriyle karşı karşıya” diyor.

***
Kyoto Çin’e yaradı
Çin’in rüzgar enerjisindeki bu yükselişinin ardında Kyoto Protokolü’nün de payı var. Protokol gereğince, gelişmekte olan ülkeler kısmında olan Çin, Temiz Kalkınma Mekanizması’ndan yararlanarak, gelişmiş ülkelerin ülkesinde rüzgar enerjisi yatırımlarını desteklemesine olanak sağlıyor. Rüzgar enerjisi sayesinde atmosfere salınmayan seragazı emisyonları da sertifikalandırılarak, yatırıma destek olan ülkenin hanesine, kendi ülkesinde indirim yapmış gibi “eksi” değer olarak yazılıyor. Çin’de bu mekanizmadan yararlanan rüzgar enerjisi projelerinin sayısı 314’ü, kurulu güçleri ise 16 bin 977 megavatı buluyor.

***
Türkiye’de çalışan ve inşaatı süren rüzgar santraller

Firma Yer Kurulu Güç (MW) Türbin adedi ve kapasite
Alize A.Ş. İzmir-Çeşme 1,50 3x500 kW
Güçbirliği A.Ş. İzmir-Çeşme 7,20 12x600 kW
Bores A.Ş. Çanakkale-Bozcaada 10,20 17x600kW
Sunjüt A.Ş. İstanbul-Hadımköy 1,20 2x600kW
Yapısan A.Ş. Balıkesir-Bandırma 30 20x1500kW
Ertürk A.Ş. İstanbul-Çatalca 0,85 1x850kW
Mare A.Ş. İzmir-Çeşme 39,20 49x800kW
Deniz A.Ş. Manisa-Akhisar 10,80 6x1800kW
Anemon A.Ş. Çanakkale-İntepe 30,40 38x800kW
Doğal A.Ş. Çanakkale-Gelibolu 14,90 13x800kW+5x900kW
Deniz A.Ş. Hatay-Samandağ 30 15x2000kW
Manisa-Sayalar 30,6 38x800kW
İnnores A.Ş. İzmir-Aliağa 42,50 17x2500kW Lodos A.Ş.
İstanbul-G.O.Paşa 24 12x2000kW Ertürk A.Ş.
İstanbul-Çatalca 60 20x3000kW Ertürk A.Ş.
Balıkesir-Şamlı 90 38x3000kW Dares A.Ş.
Muğla-Datça 10 27x800kW+8x900kW

Kurulu güç toplamı: 433,35 MW

İnşaatı süren
Ayen A.Ş. Aydın-Didim 31,50 15x2100kW
Ezse Ltd. Hatay-Samandağ 35,10 39x900kW
Ezse Ltd. Hatay-Samandağ 22,50 9x2500kW
Rotor A.Ş. Osmaniye-Bahçe 135 54x2400kW
Mazı-3 A.Ş. İzmir-Çeşme 22,50 9x2500kW
Kores A.Ş. İzmir-Çeşme 15 6x2500kW
Soma A.Ş. Manisa-Soma 144,80 176x800kW

İnşaatı süren rüzgar gücü: 402,40 MW
Türbin siparişi verilmiş projeler: 667,60 MW
TOPLAM: 1503 MW

* Haberin orjinali ve doğal olarak hatasızı...

Toplam:

Geceyarısı uyanan kent: Lizbon

Portekiz, Avrupa'nın en zengin ülkesi değil. Parası olmayanın vereceği de çoktur misali... Gönlü zengin, sıcakkanlı insanlar diyarı Portekiz’in başkenti Lizbon, Avrupa’nın içinde Avrupa’dan biraz daha farklı bir yer ayarlayanlar için dört dörtlük bir tercih.

Yazı ve Fotoğraflar: Özgür Gürbüz
Gazete Habertürk Cumartesi /16 Mayıs
2009

Avrupa’nın bir ucu diyebileceğimiz Lizbon, bir anlamda kıtanın Güney Amerika’ya açılan kapısı gibi. Tropik meyveleri, Afro-Amerikan azınlıklarıyla, Avrupa içinde bir başka dünya sanki. Portekiz’in en zengin kenti olsa da, kent merkezinde dahi sokakta geceleyenlere rastlayabiliyorsunuz. Bu görüntüler, Lizbon’un mozaiklerle örülmüş kaldırımlarında ve kentin etrafını çevreleyen tepelerinde yürümeye başladığınızda hafızalarınızdan siliniyor. İstanbul gibi, Lizbon da, “7 tepeli şehir” olarak adlandırılıyor. Kadın şoförlerin sayısı oldukça fazla. Irksal zenginlik de Brezilya’yı andırıyor ama yine de o derece kaynaşmış değiller. İşsiz gençlerin taşkınlıkları olsa da, kendi halinde insanlar kenti gibi Lizbon. Geceleri hüzünlü fadolar, gündüzleri ise tatlı esintilerin olduğu tepelerden, okyanus rüzgarlarıyla akan kentin manzarası sizi bekliyor. Koloni döneminden kalan maddi zenginliğin yerini kültürel farklılıkların getirdiği bir başka zenginlik almış. Futbol tutkusundan bahsetmeye gerek yok, Sporting Lisbon ve Benfica taraftarları kenti ikiye bölmüş. Yarım milyonu biraz aşan nüfusuna rağmen Lizbon, onlarca müze ve tiyatroya ev sahipliği yapıyor. Geçmişte yaşadığı iki askeri darbe, ardından Afrika’daki kolonilerden başlayan göçe rağmen, Avrupa Birliği’ne girişle toparlanan kentin gece hayatı ise ‘anlatılmaz yaşanır’ cinsinden...

Tropik meyveler ve kahve
Yokuşlar sizi yorduğunda, tramvaylar ya da kentin bir çok yerinde karşınıza çıkan asansör ve finiküler sistemler imdadınıza yetişiyor. 28 numaralı tramvay turistlerin gözdesi. Mola vermek istediğiniz anda yanıbaşınızda bir kafe beliriveriyor. Brezilya ile olan dil ve ticari bağları nedeniyle kahvelerin lezzetinden ayrıca bahsetmeye gerek yok. Çikolata severler için de Güney Amerika’dan gelen çeşitler hem yemelik hem de hediyelik. Şili’nin biberli çikolatası molaların olmazsa olmazı. Havalar ısındığında kahve yerine tropik meyvelerle dolu bir meyve salatasıyla da yorgunluğunuzu atmak mümkün.

Kenti gece tepelerden izleyin
İsterseniz, kentin tepelerinde özenle seçilmiş “Miradouro” adı verilen noktalardan enfes manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Miradouro’ları bulmak için kent içindeki tabelaları takip etmek yeter. Gece güneşin batışını izlemek için ideal olan bu noktalar, ilerleyen saatlerde gençlerin buluşup, şarkılar söyleyerek içki içtikleri yerler oluyor. Tepelerden kentin yeşil örtüsü, kaleleri, dar sokakları ve özgün mimarisi daha net görünüyor. Bairro Alto tarafındaki tepeleri tercih ederseniz, St. George Kalesi’ni ve “Praça do Commercio”yu karşınıza alırsınız.

Barlar geceyarısı doluyor
Gece hayatının başlaması içi Lizbon’da geceyarısını beklemek lazım. Başta Bairro Alto olmak üzere tüm barlar, gençlerle doluyor. Punk’dan Reggae’ye, türlü çeşit müzikler Lizbon’un dar sokaklarında çınlıyor. Portekiz’in melankolik şarkıları Fado’lar da bu saatlerde kente hakim oluyor. Nereden çıktıklarını anlamadığınız bu insanlar sabahlara kadar eğleniyor. İnsanların sıcakkanlı olması sizin evinizde gibi hissetmenize neden oluyor. Yolda sık sık karşınıza çıkan uyuşturucu satıcılarına da kafanıza takmazsanız gecenin tadını daha iyi çıkarırsınız. Avrupa uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin burada olduğunu da belirtelim. Eve dönerken, kentin ışıklar altındaki gece manzarasını kaçırmayın.

***
Fado
Lizbon’da daha çok melankolik temalı “Fado”lar söyleniyor. Fado, gitar eşliğinde söylenen, biraz arabeske benzeyen acılı türküler olarak da tanımlanabilir. Köprüler Kentin içine sızan okyanusun üzerinden geçen devasa köprüler, geceleri sizlerin güzel bir manzara ziyafeti çekmenize de yarıyor.

Vasco De Gama Köprüsü
Viyadükleriyle beraber 17,2 km uzunluğunda ve Avrupa’nın en uzun köprüsü. Belem Kulesi, Santa Justa Luca Galuzzi asansörü ve Lizbon Kalesini de mutlaka görün.

Caipirinha ve Mojito
Aslen Brezilya asıllı olsa da şekerkamışından yapılmış bir çeşit rom olan Caipirinha, alkolle arası iyi olanlara tavsiye olunur. Mojito ise nane yapraklarıyla servis ediliyor, beyaz rom ya da şeker kamışından yapılıyor. Hazırlanışını izlemek keyifli.

***
Nasıl Gidilir?
Türk Hava Yolları’nın Lizbon’a haftada dört gün direkt uçuşu var. THY dışında bir diğer direkt uçuşu olan havayolu da Portekiz Hava Yolları (TAP). Aktarmalı olarak Lizbon’a gitmeyi göze alırsanız hemen hemen tüm büyük firmaların uçuşları var. Ancak yol biraz uzuyor. Lizbon’da görecek çok şey var, kısıtlı zamanınız varsa yolda harcamayın.

Konaklama...
Kent, büyüklüğüne oranla iyi bir metro ağına sahip olduğu için, istasyonlara yakın uzaktaki otelleri de tercih edebilirsiniz. “Hotel Barcelona”, iyi İngilizce konuşan çalışanlarıyla bu tarife uyan seçeneklerden biri. Campo Pequeno Metro İstasyonu 6 dakika yürüme mesafesinde. İlla merkezde (Baixa) olacağım diyorsanız, “Metropole” ve “Internacional” gibi turistlerin tercih ettiği otellerde de konaklayabilirsiniz. Merkezde ama daha ucuz olsun diyenlere “Residencial Duas Naçoes” oteli tavsiye ediliyor.

Ne yenir?
Lizbon’dan deyim yerindeyse denizden ne çıkarsa yeniyor. Kılıç balığını bir daha bulamam diyorsanız deneyebilirsiniz ama birçok kişi size, ucuz falan demeden sardalye ile ziyafet çekmenizi öneriyor. Mangalda pişirilmiş sardalye (Sardinhas assadas) ve bizim denemeye fırsat bulamadığımız balık kekleri damak zevkinize hitap edebilir. Güzel şaraplarını kesinlikle ihmal etmeyin. Kentin merkezinde onlarca irili ufaklı lokanta var, seçim yapmak zor. Biraz Portekizceniz ya da kendinize güveniniz varsa, ara sokaklar ilginç, turistlerden uzak mekanlarla dolu. Buralarda yemeklerin yanında Portekiz kültürü bedava servis ediliyor. Eski sömürgelerden gelenlerin işlettiği Brezilya ve Afrika mutfakları da kentte sizi bekliyor.

Alışveriş
Alışveriş tutkunlarını “Baixa”da birçok hediyelik eşya dükkanı ve küçük mağazalar bekliyor. “El Corte Ingles”, alışveriş merkezi isteyenler için ideal. Tanınmış İspanyol ve Portekiz markalarıyla dolu bu büyük alışveriş merkezi, VII. Eduarda Parkı’nın hemen yanında. Parkta mola verip alışverişe devam etmek mümkün. Vasco da Gama alışveriş merkezi de “bildik” tatlar denemek isteyenler için bir başka seçenek. “Bairro Alto” bölgesinde barların arasına sıkışmış ilginç dizaynlara sahip ürünlrin olduğu mağazalar var. Yine Bairro Alto’da, “Carlo Amaro” adlı dükkan, küçük ama mücevherat meraklıları için biçilmiş kaftan. Amaro’nun el yapımı orjinal dizaynları burada bulunabilir.


***
Görmek için 5 beden

1. Haziran ve Temmuz aylarında festivaller yazın keyfini partiler
ve havai fişeklerle çıkarmak isteyenler için ideal.
2. Klasik Batı Avrupa kentlerine benzemiyor. Kendinizi Latin Amerika’ya yakın hissediyorsunuz. Farklı tadlar ve kültürler sizi bekliyor.
3. Bütçenize uygun seçenekler var. Özellikle dışarıda yemek yemek, Batı Avrupa’ya göre daha ucuz. Deniz mahsulleri sevenler içinse bir cennet.
4. Gece hayatı gerçekten çok farklı. Modern yapılar içerisinde değil sokaklarda eğleniyorsunuz. Kent sanki gündüz uyuyor, gece uyanıyor.
5. Şarapları, “Fado”su, tarihi kalesi, köprüleri ve hepsinden öte kent içindeki “Miradouro”lardan sunduğu nefis manzarası oldukça etkileyici.

Güneş tarlaları yasayı bekliyor

Artan talep, ilerleyen teknoloji güneş enerjisinden elektrik üretimini de ucuzlattı. TBMM'de onaylanmayı bekleyen yasa tasarısı geçerse, yatırımı 7-8 yılda geri ödeyecek güneş santralleri kurmak mümkün olacak.

Özgür Gürbüz–Gazete Habertürk / 14 Mayıs 2009

Bugüne kadar Türkiye’de güneş enerjisi denince akla hep, çatılarda su ısıtan paneller geldi. Halbuki yıllardır fotovoltaik panellerle güneş enerjisini elektriğe çevrilebiliyor. Tek sorun bu panellerin ilk yatırım maliyetinin pahalı olmasıydı. Dünyada temiz enerjiye olan ilginin artması, yaşanan teknolojik gelişmeler bu engeli de ortadan kaldırmaya başladı. Form Enerji tarafından dün akşam İstanbul’da düzenlenen, “Eğrisiyle Doğrusuyla Güneş Enerjisi” başlıklı sempozyumda dev güneş enerjisi santrallerinin bile kendilerini 7-8 yıl içerisinde amorti edebilecekleri belirtildi.

Yılda 1 milyon 500 bin kilovatsaat
Form Enerji Genel Müdürü Ateş Uğurel, Türkiye’de yaklaşık 20-25 dönümlük bir arazide kurulacak 1 megavat gücünde güneş santralinden yılda 150 bin kilovatsaat elektrik elde etmenin mümkün olduğunu belirtti. Uğurel, 3 milyon avroya mal olacak bu tip bir santralin, Meclis’te bekleyen yasa tasarısının kabul edilmesi halinde kendisini 7-8 yıl içerisinde amorti edebileceğini söyledi. TBMM’inde Yenilenebilir Enerji Yasası’nda değişiklik yapılmasını öneren teklif kabul edilirse, güneş santralinden üretilen elektriğin kilovatsaati ilk 10 yıl boyunca 28 avro/cent’ten, ikinci 10 yılda ise 22 avro/cent’ten devlete satabilecekler. Bu alım garantisi sayesinde yatırımcıların kredi bulması da kolaylaşacak. Fotovoltaik panellere üretici firmalar 25 yıl civarında garanti veriyor. Bu da, alım garantisi bittikten sonra da panellerin elektrik üretmeye devam edeceği ve santralde üretilen elektriğin serbest piyasada satılabileceği anlamına geliyor.

Çatılar para getirecek
Türkiye’de güneş enerjisiyle su ısıtan sistemler oldukça yaygın olarak kullanılıyor. Türkiye, Çin’in ardından ikinci sırada. Fotovoltaik panellerde ise sınırlı sayıda uygulama alanı olan Türkiye’de, bu paneller daha çok sokak aydınlatması, trafikte sinyalizasyon lambalarında, telekominakasyonda elektrik şebekesinden uzak noktadaki verici ve istasyonlarda kullanılıyor. Yine birkaç özel şirkette, sosyal sorumluluk projeleri kapsamında gerçekleştirilmiş küçük ölçekli çalışmalar da mevcut. Yasa değişikliği gerçekleşirse, bireylerin evlerinin çatılarına koyacakları panellerle üreteceği elektriği satmaları da mümkün olacak. Teşvik sistemi evlerde kurulacak küçük sistemler için daha farklı. İlk 3 bin kilovatsaatlik üretimde kilovatsaat başına üretilen elektriğe 45 avro/cent, 3 bin 1 ile 6 bin kilovatsaat içinse 35 avro/cent verilmesi planlanıyor. Form Enerji Satış Müdürü Levent Yamantaş, yasada bazı pürüzler olduğunu belirtmekle beraber, evlerdeki sistemlerden maliyeti kilovatsaat başı 20,78 cent’e elektrik üretilebileceğini hesapladıklarını söylüyor. Bu rakam, evin konumu, bulunduğu coğrafi bölge ve panellerin kurulduğu çatının özelliklerine göre değişebiliyor.

***

Ülkelere göre kurulu güç
Ülke Kurulu güç - 2008 (MW)
Almanya 5308
ABD 1173
İspanya 3223
Japonya 2149
İtalya 350

Kaynak: EPI

Damlaya damlaya verim arttı

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF- Türkiye) ve Eti Burçak’ın su kaynaklarını verimli kullanmak için Konya’da yürüttüğü proje sonuçlandı. Damlama ve yağmurlama sulama yöntemlerinin kullanıldığı pilot projede verim yüzde 30 arttı, yüzde 50 oranında da su tasarrufu yapıldı.

Özgür Gürbüz / 8 Mayıs 2009

Türkiye’nin birçok bölgesinde, suyun yanlış kullanılması nedeniyle yaşanan kuraklık, susuzluk gibi sorunlara örnek olması amacıyla başlatılan pilot projede bir yıl sonra olumlu sonuçlar alındı. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) ve Eti Burçak tarafından 2008 yılında başlatılan “Konya Havzası Modern Sulama Projesi” kapsamında 40 dönümlük dört ayrı alanda, “salma sulama” yerine modern sulama teknikleri kullanıldı. Bayşehir ve Çumra bölgelerindeki dört tarlada şekerpancarı ve buğday üretiminde kullanılan yağmurlama ve damla sulama teknikleri sayesinde yüzde 50 daha az su, yüzde 58 de daha az enerji kullanılmasına rağmen yüzde 30 oranında verim artışı sağlandığı açıklandı. Gübre kullanımı da yüzde 26 oranında azaldı. WWF-Türkiye Genel Müdürü Filiz Demirayak, proje boyunca elde edilen su tasarrufunun, dört kişilik bir ailenin 110 yıllık su ihtiyacına eşit olduğunu belirterek, yapılan çalışmanın iyi bir örnek olduğunun altını çizdi.

Toplantıda konuşan WWF-Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Akın Öngör, “İnsanoğlu, yeryüzünü kendini yenileme hızından daha hızlı tüketiyor. Herkes bir Amerikalı gibi tüketirse beş yerküreye, Avrupalı gibi tüketirse üç, Türkiyeli gibi tüketirse iki yerküreye ihtiyaç var” diyerek, bugün yaşanan ekonomik kriz ve çevre sorunlarının, kazanamadığımızı harcamaktan kaynaklı olduğunu söyledi. İklim değişikliğine karşı hem sınırlamaya yönelik hem de uyum sağlamaya yönelik iki farklı mücadele yöntemi olduğunu belirten Öngör, ortalama sıcaklıkta iki derecelik yükselmenin, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yüzde 30 daha az yağışa neden olacağına ve bu sonuca uygun tarım ürünlerinin ya da uygun sulama yöntemlerinin kullanılması gerektiğini söyledi.

2050’de Konya'da ne olacak?
WWF-Türkiye ve Eti Burçak, 2010 yılında tamamlanmak üzere, Konya Kapalı Havzası ve Doğu Akdeniz Havzası üzerinde bir başka projeye de başladıklarını duyurdu. Bu projede, iki bölgenin 2015, 2030 ve 2050 yıllarında karşılaşacakları iklim değişikliği kaynaklı sorunlar araştırılacak. Bu sorunlarla baş etmek için, yağış, buharlaşma ve akış projeksiyonlarına göre değişen iklim koşullarında, hangi ürünlerin üretilmesinin uygun olacağı, ne tip sulama sisteminin kullanılması gerektiği araştırılacak. İstanbul Teknik Üniversitesi modellemeler konusunda projeye destek olacak. Eti Pazarlama Müdürü Şule Atabey Şanlı, proje için gerekli maddi desteğin peşinen verildiğini belirterek alınan her Eti Burçak’la bireylerin de kampanyaya destek olacaklarını söyledi.

İstanbullu her gün ağır metal soluyor!

İstanbul’u çevreleyen TEM Otoyolu ve ana arterlerin yanındaki topraklarda yapılan ölçümler, Avrupa Birliği standartlarının çok üstünde ağır metal kirliliğin tespit etti. Taşıt kaynaklı kurşun, çinko ve bakır kirliliği hem araç içindekileri, hem yola yakın oturanları hem de yol kenarlarındaki tarlalarda yetiştirilen ürünleri zehirliyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk/7 Mayıs 2009

Avrupa Birliği’nin (AB)bir kilogram toprakta bulunmasına izin verdiği kurşun miktarı en fazla 100 miligram. İstanbul’daki 1. Çevreyolu kenarından alınan toprakta ise bu değer 1572 miligramı buluyor; yani tam 15 katı. Aynı yol üzerinde bulunan en yüksek çinko değeriyse kilogramda 522 mg. Bu da AB sınır değerinin 2,5 katı. 

1. Çevreyolu en kirlisi
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mert Güney tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde, İstanbul Anadolu Yakası’ndaki otoyol ve ana arterlerden 40’a yakın toprak örneği alınmış. Bunlardan 16’sı TEM Otoyolu’nun Elmalı Baraj Havzası bölgesindeki Molla Gürani Viyadüğü çevresinden. Sonuçlar, 2007 yılından itibaren yasaklanmasına rağmen, özellikle kurşunlu benzinin kullanıldığı dönemden kaynaklanan ciddi çevre kirliliğine işaret ediyor. Bunun dışında fren balatalarından motor yağına kadar birçok noktadan ağır metal kirliliği meydana gelebiliyor. Topraktaki kurşun miktarı, İstanbul 1. Çevreyolu (O1 Otoyolu) civarında sınır değerin 15 kat üzerine çıkıyor. D20 Bağlantı noktasında ise 6,5 kat. Çinko kirliliği de yine 1. Çevreyolu’nda sınır değerin 2,5 kat üzerinde tespit edilmiş. Sadece O2 Otoyolu’ndaki örnek noktalarında, çinko ve kurşun değerleri sınır değerlerin altında kalıyor. Diğer noktalarda ise hep üstünde çıkıyor. 

Kanser Tehlikesi
Mart 2009’da uluslararası hakemli dergide yayımlanan ve kabul gören tezin danışmanı Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Turgut Onay, uzun süre yol kenarında çalışan, yaşayan insanlarla iyi bir havalandırma sistemi olmayan araçlardaki sürücülerde, ağır metallerden kaynaklı solunum ve sinir sistemi hastalıkları görülebileceğini belirtiyor. Bu kirliliğin kansorejen etkilerine dikkat çeken Onay, “Sürekli bu bölgedeki yiyecekleri yiyenler, bu yolları kullanan şoförler ve karayolları ekipleri için tehlike daha da büyük. Bu kişilerde sağlık sağlık taraması yapılmalı” diyor. 

Yol kenarına konut ve tarla olmaz
Tezi hazırlayan Araştırma Görevlisi Güney ise bu kirlikten korunmak için şoförlerin araç içerisinde camlar kapalı seyahat etmesini, havalandırma sistemlerini kullanmalarını ve filtre değişimi gibi gerekli bakım işlemlerini mutlaka yaptırmalarını öneriyor. Güney, “1. Çevreyolu ve E-5 daha kirli. Trafik yoğunluğunun çok olması ve uzun süredir bu yolların kullanılıyor olması bunda etken. Yol kenarlarında, yapılaşma ve tarım amaçlı kullanım için sınırlamalar getirilmeli. Özellikle yolların 10 metre yakınında kesinlikle tarımsal amaçlı kullanım olmamalı” diyor. Buna karşın, E-5 üzerinde birçok noktada yol kenarlarından başlayan tarım alanları görmek mümkün. Yine yol kenarlarında TOKİ dahil birçok inşaat firmalarının bloklar halinde konutlar inşa ettiği de gözlemleniyor. AB, kurşunlu benzini özellikle çocuklarda zeka geriliğine yol açtığı için 1993 yılında yasaklamıştı.

***
Numune Alınan Yer
Kurşun (Azami/Asgari) (Mg/Kg)
Çinko(Azami/Asgari) (Mg/Kg)
O1 Otoyolu
1572,5 / 560,2
522,1 / 407
O2 Otoyolu
88,1 / 50,5
193,2 / 161,3
O4 Otoyolu
227,8 / 128,1
350,3 / 258,4
D100 Otoyolu
133,7 / 78,3
330,1 / 241,7
D20 Bağlantısı
645,8 / 204,9
433,6 / 264,5
O4-D100 Bağlantısı
133,7 / 78,3 3
30,1 / 241,7
Elmalı Baraj Havzası
104,2 /34
275,8 / 138,1
Avrupa Birliği sınır değerleri kurşun için azami 100 mg/kg; çinko içinse 200 mg/kg olarak belirlenmiştir.

***
Otoyolda camı açıp yolculuk yapmayın
Aracınızda camlar açık seyahat etmeyin.Havalandırma sisteminizi düzenli bakımdan geçirin.Klimalarınızın filtrelerini değiştirin, yakıt tasarufu yapacağım diye klimayı kapatıp kendinizi zehirlemeyin.Yola yakın evlerde oturuyorsanız yola bakan camlarınızı açmamaya çalışın.Yol kenarında yetişen sebze ve meyveleri almayın.Evleri hem gürültü hem de ağır metal içeren tozlardan korumak için yol kenralarına tahta perdeler yapılmalı.Yolda çalışan işçiler gerekli tedbirleri almadan çalışmamalı.

Benzinlikteki hayvan hapishanesi dağıtıldı

Çanakkale ve Gelibolu’daki Miller Oto’ya ait hayvanat bahçelerindeki hayvanlar, hayvanseverlerin itirazları sonucu doğaya salındı. Kalan vahşi hayvanlar da Bursa’daki merkeze götürülecek.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 3 Mayıs 2009

Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanlarını Koruma Derneği’nin Çanakkale ve Gelibolu’daki iki akaryakıt istasyonundaki hayvanat bahçelerine karşı sürdürdüğü mücadele sonuçlandı. Hayvanseverler, hobi amaçlı hayvan bakımı için kurulan yerin, 2007 yılında yayımlanan “Hayvanat Bahçesinin Kuruluşu ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ile çeliştiğini ve istasyonlarda barındırılan vahşi hayvanların hobi için beslenemeyecek türde olmaları nedeniyle doğaya salınması gerektiğini iddia etmişlerdi. Yönetmeliğin uygulanması için tanınan bir yıllık sürenin geçmesinin ardından Çanakkale Çevre İl Müdürlüğü’ne başvuran hayvanseverlerin talebi kabul edildi ve bir tilki, beş sincap ve üç adet altuni sülün uygun doğal ortamlarına salındı. Yedi adet “Örümcek Maymun”, beş sülün, iki “Gümüşi Sülün”, birer adet de karaca, alageyik, leylek, pelikan ve “Cennet Papağan” ise Bursa’da inşaatı süren kurtarma merkezine gönderilmek üzere yediemine bırakıldı.

Şirkete 2 bin 500 TL ceza
Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanlarını Koruma Derneği Başkanı Sitare Şahin, doğada yaşaması gereken hayvanların ticari amaçla istasyonda tutulduğuna dikkat çekerek Çanakkale Çevre İl Müdürlüğü’ne duyarlı çalışmaları için teşekkür etti. Şirkete 2 bin 500 TL ceza kesildiğini de belirten Şahin, “Örtülü ticaret yapan bu kurumla ilgili 3 yıldır uğraşıyoruz” dedi. Miller Oto Ticaret Yönetim Kurulu Üyesi Can Mildon ise, “Biz hayvanların doğal ortamlarında yaşayabileceği bir yer istedik. Hemen yanımızdaki orman alanı olabilir ama bürokrasi buna izin vermedi” açıklamasını yapıyor. Doğayı ve Hayvanları Koruma Derneği (DOHAYKO) Genel Sekreteri Nesrin Çıtırık, görevlilerin bu gibi durumlarda itirazı beklemeden işlem yapması gerektiğini belirtiyor ve hayvanların doğal olmayan koşullarda saklanmasının 5199 sayılı Hayvan Hakları Yasası’na aykırı olduğunu belirtiyor.