AB küresel ısınmayı durdurmak için hedeflerini belirledi

Küresel ısınma Türkiye'de olduğu gibi tüm dünyada da en çok konuşulan ve tartışılan konuların başında geliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, geçen ay Paris'teki toplantısında son yüz yıldaki artışın 0,74 C'ye ulaştığını belirtmiş, kutup bölgelerinde yaşanan ısınmanın da 125 bin yıldır görülmemiş bir sıcaklık artışını ortaya koyduğunu belirtmişti.

Özgür Gürbüz - Atlas Dergisi (web) / Nisan 2007

Sevinsek mi üzülsek mi bilemiyorum ama sıcaklık arttıkça tartışmaların harareti de artıyor ve küresel ısınmayı durdurmak için alınan önlemler de çıta yükseliyor. Mart ayında yapılan toplantıda AB'ye üye 27 ülke sıkı pazarlıklar sonucunda Kyoto Protokolü'nü de gölgede bırakan bir hedefte uzlaştılar ve seragazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 20 altına indirmeye karar verdiler. Bilindiği gibi Kyoto Protokolü, 2008-2012 arasındaki ilk dönemde sadece yüzde 5,2'lik bir indirimi hedefliyor. AB üyeleri, bu hedefe ulaşmak için izlenecek yolda da anlaşmaya vardı. 2020 yılına kadar tüketilen enerjinin yüzde 20'si yenilenebilir enerji kaynaklarından yani rüzgârdan, güneşten, küçük su santrallerinden sağlanacak, birçok ev ve işyerinde verimli ampuller (kompakt floresanlar) Edison Amca'nın hediyesi ampullerin yerlerini alacak. Daha çok izalasyon ve daha çok toplu taşımacılık anlamına gelen bu tedbirlerin alınmasında ülkeler kendi tercihlerini kendileri belirleyecek. Bu hedeflerin zorunlu olması küresel ısınmayı durdurmaya çalışanları sevindirse de nükleer enerjiyi çözümlerin arasına katmaya çalışan Fransa ve zorunlu hedeflerin kendi enerji politikalarını etkileyeceğini düşünen bazı Doğu Avrupa ülkeleri ise çok memnun görünmediler. Polonya ve Slovakya bu hedeflere ulaşmak için paralarının olmadığından yakındılar ve adeta Türkiye'nin Kyoto'ya imza atıp ardından onaylamasına karşı çıkan bizdeki muhaliflere göz kırptılar. (Bir ayrıntı tartışmalarda gözden kaçırılıyor. Örneğin ABD ve Avustralya Kyoto'ya imza attı ancak taraf olmayı reddetti. ABD Başkanı George Bush'un başa gelmesinin bunda büyük payı olduğu düşünülüyor. Yine yanlış bilinen bir bilgi de Çin'in Kyoto'ya taraf olmadığı. Çin, Kyoto'ya taraf ancak ilk dönem için seragazı azaltma yükümlülüğü yok)

Kararı memnuniyetle karşılayanlar arasında BM Sekreteri Ban Ki-moon, bu kararın iş dünyasının daha ileri teknolojiler bulması için yatırım yapmasına yol açacağını söyleyerek mutluluğunu dile getirirdi. Bilim insanlarının konsensusu olan 2020'ye kadar yüzde 30 indirimin şart olduğunu söyleyen bazı çevreci kuruluşlar ise temkinliydi. Associated Press tarafından aktarılan Almanya Başbakanı Merkel'in sözleri ise gayet ilginçti. Merkel, herkesin hemen evindeki eski ampulleri çöpe atmasından bahsetmiyoruz ama dışarıdaki seçenekleri düşünmeye başlamasını istiyoruz dedi ve evindeki ampullerin birçoğunun verimli ampul olduğunu dikkat çekti. Merkel, 'Çok parlak değiller, halının üzerine bir şey düşürdüğümde bazen bulmakta zorlanıyorum' demeyi de ihmal etmedi.

Kyoto'yu imzalasak da mı saklasak, imzalamasak da mı saklasak tartışması
Türkiye Yeşilleri'nin başlattığı imza kampanyası 2 ay içinde 100 bin imzayı hedefliyordu ancak daha ilk ay içerisinde sayı 150 bini geçince ortalık biraz karıştı. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin önderliğinde bazı akademisyenler ve bürokratlar Türkiye'nin Kyoto'ya taraf olması halinde büyük maddi zarara uğrayacağını söylüyor. Osman Pepe 20 milyar dolarlık yatırım gerek diyor ama bu hesabın nasıl yapıldığını bilen yok. Çünkü Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne nasıl imza atacağı aslında bilinmezliğini koruyor. Bu konuda doyurucu bir açıklama da Enerji Ekonomisi Derneği'nden (EED) geldi. Bilindiği gibi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) Ek-I listesinde yer alan gelişmiş ülkeler, Kyoto Protokolü'nde seragazlarını indirmek zorunda olanların listelendiği Ek-B listesinin de temelini oluşturuyor. EED, 1997 yılında imzaya açılan ve 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Protokol'e bugün itibarı ile 165 ülkenin taraf olduğunu belirtiyor ve Türkiye'nin durumunu şöyle açıklıyor: 'Türkiye, BMİDÇS'si Ek-I listesinde bulunmakla birlikte, Kyoto Protokolü Ek-B listesinde yer almamaktadır. Ayrıca, 2001 yılında BMİDÇS 7.Taraflar Konferansı'nda (COP7) alınan karara göre, Türkiye'nin Ek-I de yer alan diğer ülkelerden farklı bir durumda bulunduğu kabul edilmiş ve taraf ülkeler Türkiye'nin özel koşullarını tanımaya davet edilmiştir'. EED, Türkiye'nin Kyoto'ya yükümlülük almadan taraf olmasının, 'Temiz Kalkınma Mekanizması' gibi mekanizmalar sayesinde Türkiye için avantajlı olacağını da belirtiyor. Kısacası Türkiye'nin durumu ancak imza atmaya kara verdiğinde yapılan pazarlıklar sonucunda karar verecek ve ancak 2012 sonrası hayata geçecek ikinci döneme yetişecek gibi gözüküyor. AB'nin protokole taraf olma zorunluluğu getirdiği de düşünülürse sorumluluğumuzu yerine getirmek için harekete geçmek inkar etmekten daha akıllı bir girişim olacağa benzer. Kaldı ki; petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar yerine rüzgar, güneş gibi yerli kaynakları kullanma dillerden düşmeyen dışa bağımlılığa da çare olacak. Su kaynaklarına sahip çıkmanın, daha az tüketmenin, daha az atık çıkarmanın ve orman alanlarına villa yapmamanın, otoyollarda onlarca insanın ölmesini seyretmek yerine trenlerle seyahat etmeyi öğrenmenin Türkiye'ye zarar vereceğini söyleyenleri anlamak açıkçası biraz zor.

Karbon borsası, karaborsaya mı dönüştü?
Emisyon ticareti olarak da adlandırdığımız karbon borsası Kyoto Protokolü'nün en çok tartışılan yöntemlerinden biri olmaya devam ediyor. Her zaman çok eleştirilen 'kirleten öder' ilkesini esas alan bu yöntem sonucu firmalar kendilerine ayrılan kotaları aşmamak için kotaların altında kalan diğer firmaların borsaya sunduğu hisseleri alarak hesaplarını düzeltiyor. Protokol gereği yükümlülük altında olmayan firmalar da aynı işlemi bir sosyal sorumluluk projesi olarak yapmaya başladılar. Ne de olsa küresel ısınmaya duyarlı olmak artık çok moda! Yalnız iş yine çığırından çıkmışa benziyor. 10 Mart'taki sayısında New Scientist'in verdiği örnek dehşet verici. Avustralya'nın Brisbane kentinde düzenlenen geleneksel nehir festivalinde Australya Hava Kuvvetleri'nden bir jet uçağı, kutlamaya renk katmak için yakıtının büyük bir bölümünü gökyüzüne bırakıp ardından yakarak aşağıdakilere oldukça sıcak bir gösteri yapmış. Festivali organize edenler çok düşünceli olduğu için, saniyeler süren gösteride ortaya çıkan 68 ton eşdeğeri karbondioksiti emecek 300 adet fidanı toprakla buluşturduklarını bildirmişler. Ağaçların kaç yılda bu kadar karbondioksiti emeceği ise pek düşünülmemiş anlaşılan.Bu örnekten yola çıkan New Scientist, özellikle ucuz olduğu için tercih edilen ağaç dikme gibi yöntemlerle atmosfere salınan karbondioksitin emilmesini öngören bu metodun ne kadar işe yaradığını tartışmaya açıyor. Özellikle Kyoto kapsamında olmayan ve bunu sosyal sorumluluk altında yapan firmaların bir pazar yarattığına dikkat çekilen makalede, 30 kadar aracı firmanın bu hisseleri internet üzerinden sattığına dikkat çekiyor. Açıkçası çevre için işlemiş olduğunuz günahlarınızı bir tuşa basarak silmek ne kadar etik, ciddi bir tartışma konusu. Merak edenler için söyleyelim, bu firmaların sattıkları CO2 'in ton fiyatı 7,5 pound ile 165 pound arasında değişiyor. Bazı ağaçlar zor büyüyor anlaşılan.
Karbon Borsası Her yıl 50 bin ton CO2 salımı yapan bir firmaya 45 bin tonluk bir limit konulduğunu düşünün. Bu firma, yıl sonunda CO2 salımlarını 40 binde tutmayı başarırsa, satabileceği 5 bin ton karbon hissesine sahip oluyor. Limit aşımında ise diğer kuruluşlardan bu hisseleri satın almak zorunda. Temiz karbon hisselerinin çokluğu ve azlığı da fiyatı belirliyor.

Nasıl Çalışıyor?
AB'nin 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki emisyonlarını yüzde 8 azaltması için her üye ülkenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyor. Her üyenin hedefi farklı ama amaç aynı; yüzde 8'lik ortalamayı yakalamak. Örneğin, Avusturya yüzde 8, Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltma hedefiyle yola çıkarken; Portekiz yüzde 27, Yunanistan yüzde 25 ve İrlanda 90 seviyesine göre artışlarını yüzde 13'ün üstüne çıkarmamak zorundalar. Tüm bu sınırlamalarla bağlantılı olarak, ülkelerin salabileceği miktarlar da belirlenmiş oluyor. İşlemlerin kolaylaştırılması için tüm sera gazları CO2 cinsinden hesaplanıyor ve karbon dioksit eşdeğeri olarak adlandırılıyor. Daha sonra her ülke, emisyon ticaretine dahil olan firmalarını ve onların kotalarını belirliyor. Bu kota normal koşullar altında atmosfere salınacak sera gazlarının daha altında bir rakam olarak belirleniyor. Firmalar bu sınırı aşmamak için ya teknolojilerini ya da üretim yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir diğer seçenek ise kotalarının üstünde kalan her birim karbonu pazardan satın almak. Eğer bunu yapmazsanız bir cezası da var tabii. 2008'e kadar ton başına 40 Avro ödemek zorundasınız. 2008'den sonra bu rakam 100 Avro'ya çıkacak.

Hiç yorum yok: