Barajlarda patron tekrar DSİ oldu

Hidroelektrik santrallerde lisan yöntemi tamamen değişti. Bundan böyle firmalar önce DSİ'nin süzgeçinden geçecek. Birden çok firmanın başvurduğu hidroelektrik projelerde, lisans bedelini almak için yapılan ihale de tarihe karıştı. Artık üretilen elektrik üzerinden en fazla katkı payını veren barajı inşa etmeye hak kazanacak.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /21 Ağustos 2006

Hükümetin enerji yatırımlarını özel sektöre yaptırmak istemesine rağmen fiyat, finansman sorunları ve bürokratik engellerden dolayı yakınan yatırımcıların yüzü bu defa gülüyor. 12 Ağustos 2006'da yayınlanan yönetmelik sonucunda herhangi bir baraj projesine talip olan firmalar artık Devlet Su İşleri'nin kapısını çalacak ve lisans bedeli için yüklü miktarda para ödeyerek sermaye sorunu yaşamayacak. Birden çok firmanın başvurduğu projede DSİ firmalara üretime geçtikten sonra hükümete ürettikleri kilovatsaat başına ne kadar katkı payı ödeyeceklerini soracak. En yüksek fiyatı öneren firma su kullanım anlaşmasını imzalayacak ve EPDK'nin yolunu tutacak. Eskiden elektrik üretim lisansı için ihale yapan ve en yüksek rakamı veren firmaya lisans veren EPDK bundan böyle sadece DSİ'nin seçtiği firmanın lisans genel şartlarına uygunluğunu denetleyecek. Daha önceki yöntemde 100 MW kurulu güçte olan ve yılda 300-400 milyon kilovatsaat üretim yapan bir hidroelektrik santral için ortalama 15-20 milyon dolarlık bir lisans bedeli ödeniyordu. Hemen hemen 1 yıllık bürüt gelire denk düşen bu rakam 15 MW'lık ve yılda 90 milyon kilovatsaat üretim kapasitesine sahip Kumköy Barajı örneğinde olduğu gibi 43 milyon YTL gibi astronomik rakamları da bulabiliyordu. Firmalar bundan böyle lisans bedeli ödemeyerek ellerindeki sermayeyi barajın yapımına harcayabilecek. Bunun yapım sürelerini kısaltması bekleniyor.

Devlet Su İşleri (DSİ) Etüd ve Plan Dairesi Başkan Yardımcısı Atilla Ataç, lisans bedeli için ödenen yüksek miktarların yatırımcının önündeki sorunlardan biri olduğuna dikkat çekiyor ve projelerin hız kazanacağını düşünüyor. Ataç yeni sistemi, "Daha önce firmalar lisans bedeli için belli bir para ödüyordu. Artık bunu üretime geçtikten sonra ödemeye başlayacaklar. Örneğin 2005 yılında üretime başlayan bir santral ödemeyi 2006 yılının Ocak ayında yapacak" şeklinde açıklıyor. Birden çok firmanın başvurduğu baraj projelerini, fizibilite raporu ve proje formülasyonları gibi gerekli belgeleri tam olan ve diğer firmalara göre daha çok katkı payı vermeyi taahhüt eden firmalar kazanacak. "Katkı payı" ya da "prim sistemi" olarak da adlandırılan bu yöntemle DSİ barajların değerlendirmesinde ön plana çıkıyor. Artık ilk başvurular EPDK yerine DSİ'ye gidecek. EPDK elinde değerlendirilmeyi bekleyen projeleri de DSİ'ye gönderiyor. DSİ 12 Eylül itibariyle bekleyen ve yeni gelen başvuruları sonuçlandırmaya başlayacak.

Enerji alanında büyük yatırımlara hazırlanan H. Ö. Sabancı Holding'in Enerji Grup Başkanı Selahattin Hakman, Aslancık Barajı gibi 20 firmanın birden talip olduğu baraj projesini değerlendiriken katkı payının önemine değiniyor. Hakman, "Lisans ihalesi aşamasında tek seferlik bir ödeme yerine, lisans süresince üretilecek enerjiye bağlı bir katkı payı alınacak şekilde olması, yani bir ön ödeme yapılması zorunluluğunun bulunmaması başvuru sayısının artmasına neden olmuştur" diyor. Türkiye'de hidroelektrik enerjiye yatırım yapmaya hevesli girişimcilerin çok olduğunu söyleyen Bilgin Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Vehbi Bilgin, "Bu sayede yatırımcı lisans bedeli için yüklü paralar ödemekten kurtuluyor ve özkaynak riski yaşamıyor. Devlet için de karlı çünkü projeler daha çabuk ve daha ucuza hayata geçiriliyor. Yapılması gereken bir şey daha var. Büyük finansman gerektiren projeler için yatırım primi verilse birçok proje daha hayata geçebilir" diyor. Özel sektörün yatırıma teşvik edilmesini ve son değişikliği olumlu karşılayan Bilgin, "DSİ'nin yaptığı projelerde 2 yılda biter denen barajlar 20 yılda bitmiyor ve 3 liraya mal olur denen projeler ise 15 liraya bitirilemiyordu" hatırlatmasını yapıyor.

Katkı Payı nasıl çalışıyor?
Hidroelektrik santral projesine talip olan yatırımcılar üretecekleri her kilovatsaat elektrik için DSİ'ye belli bir ücret üzerinden ödeme yapmayı tahhüt ediyor. En yüksek rakamı veren ve gerekli belgeleri tamamlayan firma lisans hakkını alıyor. İnşaat süresince ödeme yapmayan firma üretime başladıktan bir yıl sonra üretilen her kilovatsaat için taahhüt ettiği bu katkı payını ödüyor. EPDK ise bu yeni sistemde enerji fiyatlarındaki değişiklikleri fiyatlara yansıtmak için formülde kullanılacak güncelleştirme katsayısını hesaplıyor. Enerji maliyetlerindeki artış ve azalışlarda güncelleştirme katsayısı sayesinde üreticiye yansıtılıyor. Sistem üreticiye enflasyon sayesinde bir başka avantaj daha getiriyor. İlk yıllarda yüksek sayılabilecek katkı payları uzun vadede enflasyon sayesinde eriyor.

Türkiye'de potansiyelin yüzde 56'sına henüz dokunulmadı

Kurulu güç (MW) / Potansiyel içindeki payı (%)
İşletmede 12631 / 36
İnşaa halinde 3187 / 8
İnşa edilecek 20442 / 56

Kaynak DSİ

Türkiye'de kaynaklarına göre elektrik üretimi (GWh) 2005

I. Dönem / II. Dönem / III.Dönem / IV. Dönem
Termik 29.890,8 --- 27.549,8 --- 32.350,8 --- 32.477,2
Rüzgar 16,4 --- 11,5 --- 11,2 --- 17,5
Hidrolik 9.595,7 --- 10.663,5 --- 10.038,9 --- 9.360,0

Toplam 39.502,9 --- 38.224,8 --- 42.400,9 --- 41.854,7

Kaynak: TÜİK

Biz insan taşıyoruz, birkaç da inek!

Bugün İstanbul'da yaşayan herkes İETT'nin "1871'den bu yana biz insan taşıyoruz" sloganını bilir. Bu slogan doğru, hatta insan dışında canlı hayvan taşınmasını yasaklayan bir yönetmelik bile var. Ancak bu yasak delineli 131 yıldan fazla oluyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ağustos 2006
İstanbul'daki son raylı sistem Kabataş-Taksim hattı geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından törenle açıldı. Bundan tam 131 yıl önce açılan ve Karaköy'ü Pera'ya bağlayan emektar "Tünel" ise bu kadar şanslı değildi. Hem boyca hem de yaşça yeni füniküler sistemin "ağabeyi" sayılabilecek Tünel'in açılışını inek ve danalardan oluşan bir topluluk yaptı. Yer altında giden vagonlara binmekten korkan insanlar yerine büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarla deneme seferi yapan İstanbullular, hayvanların yolculuğu canlı tamamlamalarının ardından dünyanın üçüncü metrosuna adım attılar. Bu arada, eski "Tünel"e "ağabeyi" diyoruz çünkü boyu 573 metre, yaşı ise 131. Kabataş-Taksim arasındaki ikizi ise 544 metre uzunluğunda ve bir ayına daha yeni bastı.

Bu bilgi üzerine İETT "1871'den bu yana biz insan taşıyoruz" sloganını değiştirir mi bilmiyoruz ama İstanbul'daki raylı ulaşım sisteminin yapısı bu son füniküler sistemle biraz olsun değişmeye başladı. Raylı ulaşımın olmazsa olmazı olan bağlantılı hatlar ilk kez devreye girdi. Levent'ten metroya binen bir yolcu artık yeraltından çıkmadan hat değiştirerek Kabataş'a kadar gidebilecek. Karşısına bir sondaj demiri çıkmazsa tabii! Hatta Kabataş-Zeytinburnu arasında çalışan tramvaya da sadece bir merdiven tırmanarak ulaşılabilecek. Tünel ile İstiklal Caddesi'ni kat eden Nostaljik Tramvay arasındaki bağlantıyı saymazsak bundan önceki bağlantı noktalarında ise bu mümkün değildi. Örneğin Kabataş'tan havaalanına gidecek bir kişinin Yusufpaşa'da inip, üst geçiti kullanarak Millet Caddesi'ni geçmesi, yaklaşık 300 metre yürümesi ve alt geçitten geçerek Aksaray Metro İstasyonu'na ulaşması gerekiyordu. 544 metrelik, çift vagonlu trenlerin 1 dakika 50 saniyede aldığı bu hat İstanbullular tarafından da uygun görülmüş olsa gerek ki günde 20 bin yolcu kapasitesine ilk ayında ulaştı. Ağabeyinin ortalaması ise 15 bin civarında. Açılışında taşınan inekleri saymazsak tabii.

Her ne kadar İstanbul ilk raylı sisteminin hayata geçmesini hayvanlara borçlu olsa da bugün toplu taşıma araçlarının hiçbirinde hayvan taşınmasına izin verilmiyor. Otobüste ya da vapurda bir hayvana rastlarsanız bilin ki o aracın sahibinin insiyatifiyle bu taşımacılık gerçekleştiriliyor. Kediniz "Mavi Akbil" kullanmayı öğrenmiş olsa da yasa gereği İETT ile seyehat etmesi mümkün değil. "Kedibil" ya da "kuşbil" ufukta görünmüyor anlayacağınız. Pek vefakar olduğumuz söylenemez.


İstanbul'da ulaşım karayoluna teslimTürü Payı (%)
Karayolu 91,69
Demiryolu 5,80
Denizyolu 2,50

Raylı ulaşımda aslan payı Hafif Metro'daTürü Payı (%)
TCDD 21,60
Hafif Metro 27,52
Nostaljik Tramvay 0,87
Metro 22,64
Tramvay 25,08
Tünel 2,26

Kaynak:İETT

Suudi Arabistan'a ihracat azaldı

Özgür Gürbüz - Referans / 10 Ağustos 2006

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından hazırlanan ve dünkü toplantıda Kral Abdullah ve heyetiyle beraber Türk yetkililere de sunulan raporda, Türkiye'nin, dış ticaret hacmi 200 milyar doları bulan Suudi Arabistan'a yönelik ihracatındaki düşüş ve dış ticaret açığı dikkat çekiyor. 2005'in ilk 5 ayında Arabistan'a 379 milyon dolar ihracat gerçekleştiren Türkiye, 2006'da aynı dönem içinde 339 milyon dolarda kalmış. Bu azalışın iki ana nedeni var. İç talepte meydana gelen artış nedeniyle azalan demir-çelik ihracatı ve artan petrol gelirleri yüzünden tercihini Türk malı yerine Avrupa mallarına çeviren Arabistanlı tüketiciler. İhracatta bu yıl bir düşüş yaşansa da 1998'den bu yana hem ihracat hem de ithalat rakamları bir yükseliş eğilimi gösteriyor. 1998 yılında 473 milyon dolar olan ihracat, 2005 yılında 962 milyona, 669 milyon dolar olan ithalat ise 2005 sonunda 1 milyar 888 milyon dolara ulaşıyor. İthalat ve ihracatta başı çeken kalemlerde Türkiye'nin ana ithalat ürünü mineral yakıtlar (ham petrol ve yağlar gibi) olarak görülüyor. Türkiye'nin ödediği miktar 2005 sonunda 1.5 milyar doları buluyor. Bu kalemi kimyasallar ve plastik izlerken Suudi Arabistan'ın ithal ettiği ürünlerin ilk üçünde demir-çelik, motorlu kara taşıtları ve halı var. Son 25 yılda Suudi Arabistan'da iş yapan firmaların başını Gama, Tekfen ve Yüksel İnşaat'ın çektiği inşaatçılar geliyor. 16 firma, 3.5 milyar dolar tutarında 100'e yakın projeye imza atmış. Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın ziyareti sırasında yapılan anlaşmaların Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri artıracağı düşünülüyor.

Türkiye Suudi Arabistan Ticari İlişkileri (milyon dolar)

Yıllar -- İhracat -- İthalat

1998 -- 473.868 -- 669.950
1999 -- 367.184 -- 579.151
2000 -- 386.554 -- 961.682
2001 -- 500.642 -- 729.645
2002 -- 554.643 -- 793.790
2003 -- 740.341 -- 967.863
2004 -- 768.369 -- 1.231.507
2005 -- 962.156 -- 1.888.783
2006/5 ay -- 339.868 -- 921.467

Kaynak: DEİK

Türkiye’de yerleşik Suudi Arabistan ortaklı firmaların sayısı ise 121. İmalat, inşaat, dış ticaret, perakende ticaret, gayrimenkul, otel ve lokanta işletmeciliğinde faaliyet gösteren bu firmaların toplam sermayesi 600 milyon YTL civarında.

Kral Abdullah'a ilanla 'Hoş geldin' diyenler akrabaları

Türkiye'de faaliyet gösteren Suudi Kablo Grubu ve petrokimya şirketi Sabic, 'İki Harem-i Şerif'in Hizmetkârı Kral Bin Abdülaziz Al Saud'un Türkiye ziyaretini sevinçle karşılamakta, hoş geldin dileklerini iletmekteyiz" ilanları verdi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 9 Ağustos 2006

300 kişilik heyetle dün Türkiye'ye gelen Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el-Suud'a Türkiye'deki akraba şirketleri ilanla "hoş geldin" dedi. Türkiye'ye Demirer Grubu ile ortaklık yaparak adım atan, daha sonra ise yoluna tek başına devam etme kararı alan Suudi Kablo Grubu ve 20 yıldır Türkiye'de irtibat bürosu bulunan petrokimya devi Sabic, "İki Harem-i Şerif'in Hizmetkârı Kral Bin Abdulaziz Al Saud'un Türkiye ziyaretini sevinçle karşılamakta, hoş geldin dileklerini iletmekteyiz" ilanları ile dikkat çekti. İki şirketin ortak özelliği sadece Suudi Arabistan kökenli olması değil, yöneticilerinin Kral Abdullah'ın yakın akrabaları olması.

Suudi Kablo'nun CEO'su kraliyet ailesinden
Verdiği ilanda "Grubumuz 20 yılı aşan bir süredir Türkiye'de müşterilerine titizlikle hizmet verme konusunda sorumluluğunu bundan sonra da devam ettirecektir. Bu ziyarete ekonomik açıdan büyük önem veriyoruz" diyen Suudi Kablo Grubu, Türkiye pazarına 1985 yılındaki ekonomik kriz sonucu satışa sunulan Demirer Holding'e bağlı Demirer ve Anka Kablo'nun yüzde 70'lik hisselerini alarak girdi. 1986 yılında ise Demirer Holding ile ortaklaşa Mass Kablo'yu kurdu. 1994 yılında ise Mass Kablo, Kavel Kablo, Mass Plaza ve Demirer Kablo'daki Demirer Grubu'na ait tüm hisseleri satın alarak yoluna tek başına devam etti. Grubun CEO'su ise Suudi Kraliyet Ailesi'nden Halid Ali Rıza.

1998 yılında Demirer Kablo'nun Bilecik Bozüyük'te bulunan tesislerinin yanına Kavel Kablo'nun İstinye'deki tesislerini de taşıyan firma bugün dev bir tesiste üretim yapıyor. Şirket Türkiye, Bahreyn ve Arabistan'da üç ayrı şirketle alüminyumdan yüksek gerilim hatlarına, enerjiden telekoma kadar birçok konuda faaliyet gösteriyor. Dört ülkede bin 300 kişi istihdam eden grubun yıllık cirosu ise 400 milyon dolar. Grup bünyesindeki Mass Kablo halen Türkiye ile Ortadoğu'nun en büyük kablo üretici ve ihracatçısı.

Sabic hisselerinin yüzde 70'i kraliyet ailesine ait
Kral Abdullah'a gazete ilanlarıyla hoş geldin diyen Sabic, Suudi Arabistan'da petrokimya alanında faaliyet gösteren iki büyük firmadan biri. Hisselerinin yüzde 70'i kraliyet ailesine ait. Çeşitli ülkelerde yatırımları olan firmanın 2005 cirosu dünya çapında 20 milyar, aktif büyüklüğü ise 50 milyar dolar. Dünya çapında petrokimya üreticileri arasında 7'nci sırada yer alıyor.
Polyester, PVC, gübre ve metal üreten firmanın Avrupa'da iki ana üretim merkezi bulunuyor. Sadece Avrupa ayağında 2 bin 300 kişi çalışıyor. Türkiye'de 20 yıldır irtibat bürosu bulunan Sabic, eylül ayında aktif olarak faaliyete başlayacak.

34 milyon dolar yatırıma ayrıldı
Petrol sayesinde patlayan geliri için "güvenli liman" arayan Suudi yatırımcılar, Türkiye'yi gözlüyor. Diplomatik gözlemciler Suudi Arabistan’ın yatırım açısından en ihtiyatlı yaklaştığı ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor.
Suudi Arabistan, dünyanın en büyük 10 petrol ihracatçısı arasında ilk sırada. Rekor yüksek petrol fiyatlarının ilk 10 ülkeye bu yılın tamamında 700 milyar dolar civarında bir gelir yaratması bekleniyor. Suudi Arabistan bunun 203 milyar dolarını tek başına gerçekleştirecek.
Suudi vatandaşlarının birikimlerinin büyük bölümünü ABD'de tuttuğu biliniyor. Ancak bu birikim 11 Eylül sonrası ABD'den çıktı ve diğer ülkelere yöneldi. Bu açıdan yatırım parasının bir bölümünün Türkiye'ye kaydırılması önem taşıyor.
Suudi Arabistan'da 2006 için 34 milyar dolar yatırım bütçesi ayrıldı. 2020’ye kadar 613 milyar dolarlık yatırım yapılacak.

Yabancı Sermaye Derneği (YASED) verilerine göre Türkiye'de Suudi Arabistan sermayeli 150'ye yakın firma bulunuyor. Ancak bu şirketlerin bazıları kapandı. Türkiye'ye yatırıma gelen birçok şirketin merkezi Suudi Arabistan'da. Sağlık ekipmanları üretimi, hastane işletmeciliği ve inşaat işleriyle uğraşan UMG bunlardan biri. Şirket, İstanbul'da hastane yatırımları planlıyor. 2005'in en büyük özelleştirmesi olan Türk Telekom'un satışı, içinde Suudi Arabistanlı yatırımcıların payının bulunduğu Lübnan şirketi Saudi Oger tarafından gerçekleştirilmişti. Pek çok yatırım da sırada.

Küresel ısınma nükleer santralleri de bunalttı

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ağustos 2006

Küresel ısınmaya çözüm olacağı savunulan nükleer santraller sıcak dalgalarının Avrupa'yı vurmasıyla sorunlar yaşamaya başladı. İspanya, Santa Maria de Garona nükleer reaktörünü, soğutma suyu olarak kullanılan Ebro Nehri'nin aşırı ısınması nedeniyle geçen hafta içinde durdurdu. 59 adet nükleer reaktörü olan Fransa'da ise aynı nedenden dolayı zorlanan nehir kenarındaki santraller özel izin alarak limit değerlerin üzerinde sıcak suyu nehirlere vermeye başladı. Nehirlerdeki canlı yaşamını etkilediği için çevreciler bu izne tepki gösteriyor. Normal koşullarda fazla enerji kapasitesi yüzünden elektrik ihraç eden Fransa, EDF yetkililerine göre günde 2 bin megavatsaate eşdeğer elektrik ithal etmeye başladı.

Fransa'nın 45 reaktörü nehir, 14 adetiyse deniz suyuyla soğutuluyor. Reaktör içerisindeki sıcaklık 50 dereceyi geçerse durdurulması gerekiyor. Bu yüzden de devamlı soğutma suyuyla desteklenmek zorunda. Dışarıya verilen suyun sıcaklığının da 25 dereceyi geçmemesi isteniyor. Nehirlerde oluşacak 2 dereceden fazla ısı artışı, yaşayan canlılar için tehlike arz ediyor. Sıcak dalgaları sırasında Fransa'da deniz suyuyla soğutulan reaktörler sınır değerlerde çalıştırılarak, güçleri düşen nehir santralleriyle kompanse edilmeye çalışıldı. 2003 yılındaki sıcak dalgası sırasında da benzer problemlerle karşılaşan Fransa da, Fessenheim reaktöründe sıcaklık 50 derecenin üzerine çıkmış, hortumlarla basınçlı su verilerek sıcaklık düşürülmeye çalışılmıştı. Nükleer karşıtları bu operasyonu riskli olduğu gerekçesiyle protesto etmişti.

İsveç 4 reaktörü kaza nedeniyle durduruldu.
Öte yandan İsveç iki hafta içerisinde 4 reaktörünü durdurmak zorunda kaldı. Toplam 10 reaktörü olan İsveç'te 2 reaktör elektrik arızası nedeniyle geçtiğimiz hafta kapatılırken, Stockholm'e 250 kilometre uzaklıkta Oskarshamn santralindeki 2 reaktör ise ana güç sisteminde meydana gelen bir arıza sonucu süresiz durduruldu. Santralinin eski yöneticisi İsveç medyasına yaptığı açıklamada, ana güç jeneratörlerindeki problem sonucu devreye giren yedek sistemin de çalışmaması sonucu ortaya çıkan problemin şans eseri Çernobil benzeri bir reaktör erimesine dönüşmediğini söyledi. Greenpeace Uluslararası'ndan Jan Vande Putte ise İsveç'te yaşanan olayın, özellikle sıcak dalgaları sırasında yaşanan benzer elektrik kesintileriyle tekrarlanabileceğine ve büyük facialara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Greenpeace, İsveç'teki tüm reaktörlerin hemen kapatılmasını talep ediyor. Geçtiğimiz yıllarda 2 reaktörünü kapatan İsveç, 1980 yılında yapılan referandumun sonucu olarak kalan 10 reaktörü de 2010 yılına kadar kapatmayı planlıyor. Aynı anda küresel ısınmaya yol açan fosil yakıt kullanımını da azaltmaya çalışan İsveç'te bu sürenin uzatılması gerektiği zaman zaman tartışılıyor.

ağustos 2006

Meclis yokolan doğanın peşine düştü

Türkiye'nin giderek artan çevre sorunları Meclis'e de yansıdı. Çarpık kentleşme ve kontrolsüz sanayileşme sonucunda artan çevresel sorunlar, milletvekillerini harekete geçirdi. TBMM'nin gündemindeki 280 araştırma önergesinin 40'a yakını çevreyle ilgili.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

Dilovası'ndaki sanayi atıklarının çevreye ve insan sağlığına etkilerinin araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) geçtiğimiz günlerde kabul edildi. Bu karar, dikkatleri Meclis'te gümdeme gelmeyi bekleyen çevreyle ilgili diğer önergelere çekti. TBMM'nin gündemi oldukça yoğun. Meclis'in araştırması istenen 280 civarı önerge görüşülmeyi bekliyor. Bunlardan en az 40 tanesi çevre kirliliğiyle ilgili. Çevre kirliliğinin araştırılmasını, çözüm bulunmasını isteyen bu önergelere onlarca milletvekili imza veriyor; adeta çevreyle ilgilenmeyen milletvekili yok gibi. Bu 40 kadar önergenin dışında en az bir o kadar önerge de dolaylı olarak çevre sorunlarına atıfta bulunuyor.

Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 23 milletvekili, Büyük Menderes Nehri ve Havzası'ndaki kirliliğin, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların tespit edilmesini isterken, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 20 milletvekili, Orhaneli Termik Santrali'nin çevreyi kirletip kirletmediğinin araştırılmasını istiyor. Bazı milletvekilleri ise geçmişte yaşanan sorunların sorumlularının bulunması için araştırma komisyonu kurulması girişiminde bulunuyor. Hatay milletvekili Abdülaziz Yazar ve 21 milletvekilinin, İskenderun Limanı'nda batan MIV Ulla gemisinin batma nedenlerinin ve sorumlularının tespit edilmesiyle ilgili verdikleri önerge gibi. Kirlenen nehir ve göllerle ilgili araştırma önergeleri ön plana çıkarken, vahşi çöp depolama tesisleri, nükleer ve termik santrallerle ilgili sorunlar, sanayi atıklarının insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılması istekleri ortak şikayet konuları. Bazı önergeler de yıllardır çözülemeyen sorunlarla ilgili. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen, 3 ayrı önerge de Çernobil kazasının Türkiye'ye etkilerinin araştırılması için verilmiş.

Önergeleri, genelde kendi il sınırları içerisindeki sorunlara çözüm bulmak isteyen milletvekilleri veriyor ama istisnalar da yok değil. Örneğin, Hatay milletvekili Züheyir Amber , Karadeniz’e bırakılan zehirli atık dolu variller konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması yürütülmesini isteyerek Hatay il sınırlarını oldukça zorluyor. Bu önergeye imzalarıyla destek veren milletvekili sayısı da 65 gibi oldukça yüksek bir rakamı buluyor. İl sınırlarını zorlayanlar arasında Kars Milletvekili Selami Yiğit de var. Yiğit, 21 milletvekiliyle beraber Ermenistan’daki bir nükleer santralın ülkemiz için oluşturduğu tehlikelerin araştırılmasını ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyor.

Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergelerden bazıları

*Trabzon-Çaykara-Uzungöl Beldesinin çevre kirliliği ve çarpık yapılaşma sorunlarının araştırılması

*Eber Gölünde meydana gelen kirliliğin ve çevresel etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Yapılması planlanan nükleer santrallerin ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Ankara-Mamak çöplüğünün yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Çernobil Nükleer Santrali kazasıyla Karadeniz Bölgesindeki kanser vakaları arasındaki ilişkinin araştırılması

*Van Gölündeki kirlenmenin önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Uluabat Gölü çevresine kurulacak organize sanayi bölgesinin doğuracağı muhtemel zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

Hidroelektrik santral projelerinin sayısı 600'e dayandı.

Enerjide yaşanan kriz, baraj projelerini yeniden gündeme getirdi. DSİ ve özel sektörün yapımına başladığı ve planladığı baraj projelerin sayısı 600'e yaklaştı. Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nda temel atma töreni cumartesi günü Başbakan Erdoğan tarafından atılıyor. Sektörün geleceği eskiye oranla daha parlak ama belirsizlikler de yok değil.

Özgür Gürbüz - Referans / 3 Ağustos 2006

Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nın temeli çevrecilerin tüm itirazlarına rağmen Başbakan Erdoğan tarafından 5 Ağustos'ta atılacak. Türkiye'nin en tartışmalı baraj projelerinden biri olan Hasankeyf'in, finansman sorunu hala belirsizliğini koruyor. Nurol İnşaat'ın liderliğindeki konsorsiyumun İsviçreli ve Alman ortaklarının ihracat kredisi başvuruları sonuçlanmadan temel atılması, hükümetin enerji krizine çözüm bulmak için hidroelektrik kaynaklara ağırlık verdiğinin bir göstergesi. Devlet Su İşleri (DSİ) ve özel sektörün elindeki hidroelektrik projelerin sayısı 578'e ulaştı. Tüm bu projeler bitirilebilirse 23 bin 819 megavatlık (MW) yeni kurulu güç devreye girecek. Bu Türkiye'nin tüm elektrik santrallerinin yarısından daha fazla. Bir başka deyişle 10 Atatürk Barajı'na eşdeğer proje yolda.

Proje sayısının çokluğuna rağmen sektörün geleceğiyle ilgili herkes iyimser değil. Özel sektörün başvurduğu projelerin bazılarının sadece proje haklarını başka firmalara satılarak, kar amaçlı alındığı söyleniyor. Bir başka sorun ise ilk yatırım maliyeti yüksek bu projelere kredi bulmak. Bereket Enerji Proje-Finansman Uzmanı Mustafa Zeybek, özellikle hidroelektrik yatırımlarında belli bir sermaye ve teknik alt yapının şart olduğunu, bu açıdan bakıldığında projelerin hepsinin gerçekleşeceğini söylemek iyimserlik olur diyor. Zeybek, "Yatırımcılar için cazip fırsatlar var. Geldiğimiz nokta mevzuat açısından 5-10 yıl öncesine göre çok daha iyi ancak serbest piyasanın oturması gerekiyor. Tek endişe, özellikle de yabancı yatırımcı için, Danıştay kararları gibi hukuki kararların getirdiği belirsizlik.

Bir başka sorun da Türkiye ile başka ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar kapsamında kalan projelerin geleceği. DSİ yetkilileri bu projelerin özel sektöre açılarak gerçekleşeceğini düşünüyor ama bunun önünde de hukuki engeller var. Şu ana kadar sadece Kanada ile Türkiye arasında yapılmış olan anlaşma geçtiğimiz günlerde fes edilebildi ve proje kapsamındaki Taşoba (60 MW), Laleli (99 MW) ve Dereköy (105 MW) barajları özel sektörün tekliflerine açıldı. Özel sektör ise özellikle 50 MW altındaki küçük santrallerle ilgili dertli. Bu santraller yenilenebilir enerji kapsamına girdikleri için 7 yıl boyunca alım garantisinden faydalanabiliyor ancak satın alınan elektriğe ne kadar ödeneceği her yıl değişiyor. Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Genel Sekreteri Metin Atamer, Yenilenebilir Enerji Kanunu kapsamında kalan hidroelektrik projelerin önündeki en büyük engelin ortalama fiyattaki belirsizlik olduğunu söylüyor. Yasanın yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiği destekte baz aldığı ortalama fiyatın doğru hesaplanamadığını belirten Atamer, "Ortalama fiyatı belirleyen büyük hidroelektrik santrallerin gerçek maliyeti belli değil. Çapraz sübvansiyonlar var. Kanunda belirtilen fiyat ne olursa olsun ama mutlaka sabit, değişken olmayan bir fiyat olsun" diyor. Yatırım ortamının geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Polat Enerji Genel Müdürü Zeki Eriş, "Fiyat ve alım kontratlarındaki belirsizlikden dolayı firmalar çok ciddi özkaynak kullanarak yatırım yapıyor. Diğer ülkelerde yüzde 20 özkaynak kullanılırken Türkiye'de bu oran yüzde 40-45'lerde. Bu büyük risk yüzünden daha az yatırım yapılıyor" yorumunu yapıyor.

Bazı baraj projelerinin başı da çevre sorunlarıyla dertte. Birçok baraj projesine karşı açılmış davalar ve süregelen protestolar var. DSİ yetkilileri özellikle Ilısu gibi büyük barajların kısa zamanda kendilerini amorti ettiklerini ve bölgenin kalkınmasında önemli rol oynadıklarını söylüyor. Karşı çıkanlar ise büyük projelerin inşaat sürelerindeki gecikmelerin maliyeti arttırdığını, çevrelerindeki kültürel ve doğal çevreye geri dönülmez zararlar verdiğinden yakınıyor. Çevrecilerin favorisi yenilenebilir enerji kaynakları ve enerjiyi verimli kullanmak. Ilısu Barajı'na karşı çıkan Doğa Derneği, Ilısu, Kayraktepe, Ermenek, Yusufeli ve Güllübağ ile Dipni Barajı'nı en büyük doğal alan kayıbına uğratacak 5 baraj projesi olarak belirledi. Doğa Derneği bu projelerin telafisi mümkün olmayan sorunlar oluşturmayacak şekilde yeniden planlanmasını aksi takdirde iptal edilmeleri gerektiğini söylüyor.

Tartışmalı Ilısu Barajı projesi
Kamulaştırma bedelleriyle birlikte proje bedeli bir buçuk milyar Euro'yu bulan Ilısu barajı yılda 3,8 milyar kilovatsaat elektrik üretecek. DSİ'ye göre bu üretimin ekonomik değeri yılda 300 milyon dolar ve 6-7 yılda proje kendini geri ödeyecek. Bu süre Keban (1330 MW) için 7, Atatürk Barajı (2400 MW) için 8 olarak gerçekleşti. Ilısu Barajı 1200 MW'lık kurulu gücüyle Türkiye'nin dördüncü büyük barajı olacak. Ilısu Barajı yapılırsa yine planlar arasında olan 240 MW gücündeki Cizre Barajı'da hayata geçirilebilecek. Bölgedeki 300 arkeolojik alandan 83'ü barajdan etkilenecek. DSİ, 52 milyon dolarlık bütçesiyle başta Hasankeyf olmak üzere bu arkeolojik yapıların bazılarını taşımayı planlıyor. DSİ ve çevreciler farklı rakamlar verse de yaklaşık 170 yerleşim bölgesinde yaşayan en az 4o bin kişi kısmen ya da tamamen etkilenecek. Bu da başta Diyarbakır olmak üzere çevre illerdeki göç sorununu daha da büyütecek. İtirazları dinleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi barajın yapımının durdurulması için yapılan başvuruyu da görüşmek üzere kabul etti.

Hidroelektrik enerji santrallerinin (HES) durumu

Durumu --HES sayısı --Kurulu Güç(MW) --Ortalama Yıllık Üretim GWh/yıl)

İşletmede -- 138 -- 12738 -- 46277
İnşa halinde -- 38 -- 3962 -- 9779
İnşaatına -- 540 -- 19857 -- 73857
henüz
başlanmayan

TOPLAM -- 716 -- 36697 -- 129933

Hidroelektriğin payı artıyor
2006 yılının ilk üç ayında elektrik üretimi geçen yıla oranla 2 milyar 887 kilovatsaat arttı. Bu artışın 2 milyar 200 kilovatsaati hidroelektrk santrallerde üretildi.

Doğa Derneği'ne göre en tehlikeli 5 baraj

Ilısu Barajı
Dicle Nehri üzerindeki Ilısu projesi, toplamda yaklaşık 27 bin hektarlık bir alanı su altında bırakacak. Proje tamamlanırsa beş doğal değeri yüksek alanı birden etkileyecek (Bismil Ovası, Dicle Vadisi, Küpeli Dağları, Cizre Silopi Taşkınları ve Eruh Dağları) ve dünyada sadece Eruh Dağları’nda yaşayan Verbascum globiferum isimli canlı türünün yok olmasına neden olacak. Kayraktepe Barajı
Göksu Nehri üzerine yapılmak istenen baraj, Göksu Vadisi’nin 12 bin hektarlık alanını ve Ermenek Vadisi’nin ise 1300 hektarlık alanını su altında bırakacak. Kayraktepe projesi gerçekleştirildiği takdirde, 16 endemik bitki türü ve bir endemik sürüngen türünün de içinde bulunduğu toplam 33 canlı türü tehlike altına girecek. Tüm dünyada sadece bu bölgede bulunan Onobrychis mutensis adlı bitkinin nesli Kayraktepe projesinin gerçekleştirilmesi ile muhtemelen yeryüzünden silinmiş olacak.
Ermenek Barajı
Göksu üzerindeki Ermenek Vadisi’nin 6500 hektarı bu proje ile sular altında kalacak. Tüm dünyada sadece burada yaşayan Verbascum leuconeurum isimli bitki türü barajın su tutmasıyla yok olacak. Barajla birlikte Ermenek bölgesinde yaşayan 123 bitki ve hayvan türü daha nesli tükenme tehlikesiyle karşılaşacak.
Yusufeli ve Güllübağ Barajları
Çoruh Nehri üzerine yapılacak olan baraj, toplam 133 canlı türü için uluslararası öneme sahip olan Çoruh Vadisi’nin 5535 hektarlık bir alanını su altında bırakacak. Çoruh Vadisi’nin içinde bulunan diğer bir proje olan Güllübağ projesi, Çoruh Vadisi’nin yaklaşık 2200 hektarlık bir alanını su altında bırakırken, nesli tehlike altında olan iki endemik bitkinin de (Campanula choruhensis ve Erysimum leptocarpum) yok olmasına neden olacak.
Dipni Barajı
Güneydoğu Toros eşiğinin 4900 hektarı bu proje sonucunda su altında kalacak. Güneydoğu Toros eşiği 32 bitki ve hayvan türü nedeniyle doğal değeri yüksek bir alan.

Avrupa'nın enerji güvenliği Türkiye'den geçiyor

Ukrayna krizinden bu yana rahat uyku uyuyamayan Orta Avrupa ülkeleri, Rus gazına olan bağımlılıklarının enerji güvenliklerini tehdit ettiğini düşünüyor. Gözler, Rusya'ya alternatif olabilecek Hazar ve Kafkasya kaynaklarını Avrupa'ya ulaştırabilecek olan Türkiye üzerinde.

Özgür Gürbüz / Ağustos 2006

Bugün dünyada herkesin en çok konuştuğu konulardan biri olan enerji belki de Orta ve Doğu Avrupa'da bugün tek konuşulan konu. Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizinden sonra enerji güvenlikleri konusunda adeta panik yaşayan bu ülkeler, kaynak çeşitliliği için gözlerini şimdi Türkiye'ye çevirdi. Avrupa'daki doğalgaz rezervlerinin sınırlı olması, Kafkasya ve Hazar bölgesindeki kaynakları Rusya'nın kontrolü dışında olan bir ülkeden Avrupa'ya ulaştırmada Türkiye'yi öne çıkarıyor.

Türkiye'nin kendisini bir enerji transfer noktası olarak konuşlandırdığını ve Avrupa Birliği'nin (AB) Orta Asya ve Hazar bölgeleriyle arasında bir bağlantı sağlamak istediği düşünüldüğünde herşey yolunda gibi görünüyor. Ancak, Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Borut Grgic, Türkiye'nin son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile birlikte korunması için çalıştığını söylüyor. "Türkiye, şu andaki koşullara bakıldığında imkansız gibi görünen kendi bağımsız enerji güvenliğini oluşturmayı denemektense, büyük Avrupa'daki enerji birliğine bağlanarak Rusya'ya olan bağımlılığı çözecek kökten bir çözüm için çalışmalı" tezini savunan Grgic, "Eğer Türkiye bunu yaparsa Rusya'yı göğüsleyen ülke olmayacak, bunu AB yapacak" diyor.

Grgic'e göre Türkiye bu adımı atarsa, Türkiye'nin AB üyeliğine çok sıcak bakmayan Doğu Avrupa ülkelerinin güvenini de kazanacak. "Doğu Avrupa'da bir başka enerji krizi olduğunda, emin olabilirsiniz ki gözler Rusya'nın monopolizasyon politikalarına yardım eden ülkelere çevrilecek" diyor. Yine Grgic'e göre, AB'nin stratejik düşünme yeteneği şu anda oldukça düşük. AB, enerji güvenliğini hala enerji kaynaklarıyla ilgili bir sorun olarak düşünüyor ve jeoplotiği, enerji güvenliğiyle ilişkilendiremiyor. Rusya ve ABD ise enerji konusuna tamamen jeopolitik bir sorun olarak yaklaşıyor.

Borut Grgiç, Orta Avrupa'nın Türkiye’nin değerini anlayabilmesi için Türkiye'nin yapabileceği üç şeyin şunlar olduğunu söylüyor: "İlk olarak, Güney Kafkasya ile stratejik diyaloğu geliştirerek, yönetimde teknik bilgiyle(know-how) politik ve ekonomik reformları transfer ederek, AB çerçevesi içinde bölgenin başpehlivanı olmak. İkinci olarak kendi rotasını çözülmemiş sorunların çözümüne yardım etmeye çevirmek ki bu bölgeye yeni bir istikrar getirecek. Ermenistan’la ilişkileri ilerletmek de açıkça bir önkoşul. Ve son olarak Türkiye, Karadeniz ve Güney Kafkasya bölgesinin uluslararası enerji alanı olmasını sağlamalı".

AB’nin gaz bağımlılığını azaltmanın gerçekçi olamdığını düşünen enerji uzmanı, AB içinde halihazırda güçlü olan gaz lobisi yüzünden alternatif enerji kaynaklarına ani bir kayışın da olası olmadığı görüşünde. Grgiç, AB gaz firmalarının çoğunun talebi karşılamak için uzun dönemli kontratlara sahip olmasını bir dezavantaj olarak görüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ise AB için en iyi sonucu uzun dönemde vereceğini düşünüyor.


AB'nin enerji bağımlılığı

Petrol
AB'de kullanılan petrolün yüzde 45'i Ortadoğu kaynaklı.
2030 yılında AB petrol tüketiminin yüzde 90' ithal edilecek

Gaz
Avrupa'da kullanılan gazın yüzde 40'ı Rusya, yüzde 30'u Cezayir ve yüzde 25'i Norveç'ten sağlanıyor. 2030 yılında, AB dışından gelen gazın oranı yüzde 80'leri bulacak. Bunun yüzde 60'ı ise Rusya'dan sağlanacak.

Kömür
2030 yılında AB'ye gerekli olan kömürün yüzde 66'sı ithal edilmek zorunda kalacak
Kaynak: AB Komisyonu, Yeşil Belge 2000

Rus enerjisinin, ne olursa olsun, bir politik bedeli var.

Borut Grgic
Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü


Moskova enerji planlarını saklamıyor, enerjiyi politik bir araç olarak kullanma konusunda bir vicdani kaygısı da yok. Tersine, Avrupa’daki enerji egemenliğine jeostratejik yaklaşım ve politik ajanda işin içinde. Rusya’nın enerji stratejisinin temellerini anlamak için Ukrayna, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan örneklerine bakmak yeterli.

Orta Avrupa ülkeleri Rusya’nın enerji kaynaklarına daha az bağımlı bir ortam yaratmak istiyor. Bu nedenden ötürü, Schröder-Putin gaz anlaşması, Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik çıkarlarını ve Avrupa’nın ortak enerji stratejisini destekleyen değil tamamen dışlayan bir tokat gibi. Rusya’nın pazar payını düşürmek için AB, korkunç bir şekilde Rusya ve Kuzey Afrika dışında bir arz kaynağı bulmak zorunda. Dikkatler, Karadeniz-Güney Kafkasya koridoruna ve bununla birlikte Hazar bölgesine çekiliyor. AB içinde, bölgeyle ilgili stratejik vizyon ve sistematik yaklaşım eksikliği, bölgesel istikrarsızlığı nasıl yöneteceğini bilen Rusya’ya yarıyor. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki stratejisi statükoyu koruma yönünde. Eğer Moskova, Güney Kafkasya’da istediğini yaparsa, Rusya harici ikinci bir gaz koridorunu Avrupa’ya ulaştırma planlarına son nokta koyulacak.

Halbuki Türkiye, son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile çalışıp, korunması yönünde çalışıyor gibi gözüküyor. Bugünkü statükonun korunması, Rusya’nın enerji stratejisi için yukarıda belirtilen tüm uygulamalarını hayata geçirmesine yardım ediyor ki, bu Orta Avrupa’nın politik bağımsızlığına yönelik tehlikeler içinde yer alıyor. Öyle ki, Ankara’nın Moskova’yla yakınlaşması Avrupa’da kuşkuyla izlenirken, Orta Avrupa’da tasvip edilmiyor.

Türkiye'nin Avrupa'ya gaz taşıma projeleri

Boru Hattı -- Kapasite (milyar m3) -- Durum
Türkiye-Yunanistan* -- 0.75 -- 2006'da bitecek
Türkmenistan-Türkiye-Avrupa -- 14 -- Belirsiz
Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) -- 6,6 -- İhale aşaması
Irak-Türkiye -- 10 -- Belirsiz
Mısır-Türkiye -- 4 -- 2007'de bitecek
Türkiye-Avusturya (Nabucco) -- ? -- Fizibilite aşaması

*Bu hattın, 2012'de İtalya'ya kadar uzatılıp, 8'i İtalya, 3'ü Yunanistan'a olmak üzere 11 milyar m3 kapasiteye ulaşması hedefleniyor.